KAOS KURTARACAK BİZİ - 7.05.2019

24 kere okundu

Devasa bir yalnızlığın ortasındayız. Belli olmamak için kalabalıklara saklanıyoruz. Ne soranımız var nede aklı bizde kalan. Herkes kendi derdine derman aramak peşinde... Hem yetim kalmışız hem öksüz. Annemiz de yok babamız da; kardeşler de dağılmış onlar gidince. Her rüzgâr ayrı bir şehre savurmuş her birini. Postacılar çalışmaz olmuş, kopmuş telgraf telleri, telefonlara bakan yok.

Başarısız bir yalnızlığın kavşağında rastladığımız herkesi dost tutmuşuz, kardeş bellemişiz. İlk rüzgârda savrulacaklarını bile bile doldurmuşuz boşluklarımızı yabancılarla. Hem kendimizi kandırmışız, hem kanmışız onlara. Huzur yok, tebessüm yok; anne baba yok!

Kalabalık şehirlerin perdesinin arkasına gizlenmişiz görünmemek için. Söylediğimiz yalanlardan ibaretiz. İnanmayı seçen her kim varsa ona çevirmişiz yüzümüzü, doğrulara sırtımızı dönmüşüz. Yeni çağın en büyük dinidir kalabalıklar. Öylesine iman etmişiz ki uzaklaşırsak nefes alamayacağımıza ikna etmişiz bize temas eden her kim varsa. Büyüdükçe büyümüş sarmal, büyüdükçe değersizleştirmiş bizi, değersizleştikçe önemli zannetmişiz kendimizi.

Göze alamadığımız şeylerin esiri olup, doğru bildiklerimizden vazgeçtiğimiz yerde başlamış esaretimiz. Kopmuşuz topraktan, denizden uzaklaşmışız. Taş yığınları koymuşuz gökyüzüyle aramıza, yıldızları unutmuşuz. Nefes almakta çektiğimiz güçlüğün üstesinden kendimize söylediğimiz yalanlarla gelmişiz. Görünmemek için kör, duyulmamak için sağırız. Aklımız erse de konuşamayız artık, cesaretimizi kalabalıklara iman ettiğimiz yerde bırakmışız… Korktuğumuz için çamur yağıyor gökten, korktuğumuz için güneşin önünde hep bulut var, güvenemiyoruz kimseye korktuğumuz için. Adına hayat dediğimiz aynı sıradan günleri yaşıyor ama ses çıkartamıyoruz kendimize bile, sırf korktuğumuz için.

Kaos kurtaracak bizi sanıyoruz. Bekliyoruz içten içe; ses çıkarmadan, kimseye belli etmeden bekliyoruz. Büyük bir tufan kopacak ve başladığımız yere geri döneceğiz. İlk nerede mutlu olduysak orada alacağız soluğu. Geri dönecek annemiz ve babamız, kardeşlerimiz yeniden kardeşlerimiz olacak. Ağaçların arasında koşturup, çıplak ayakla toprağa basacağız. Pembe ve yeşil uçurtmalarımız rüzgâra teslim edip ipin diğer ucunda gülen gözlerle bakacağız birbirimize. Yalan söylemekten vazgeçip, dört elle sarılacağız hayata. Kaos kurtaracak bizi, kargaşanın içerisinden yaşayarak çıkacağız.

NEYDİ SIRRI BU EVRENİN - 14.05.2019

3 kere okundu

Neydi sırrı bu evrenin, niye hava bir kararıp bir aydınlanıyordu. Döndüğünü söylüyorlardı hem ki ben hiç tanık olmadım. Yuvarlak olduğunu iddaa edenler bile var. Ötesiyle berisiyle güler insan buna. Ama yine de neydi sırrı bu evrenin demeden edemiyor insan. Kendi kendine ama, öyle ulu orta bilmediğini söylersen ayıplarlar seni.

Ben şimdi yağmur olup yağacağım geniş yapraklı ağaçların üzerine. Çinko saçtan yapılmış çatıların üzerine, süt liman denizin zerine yağacağım. Bir keyif alacağım ki anlatamam size. Gürültü de yapsam huzur vereceğim, sessiz de olsam. Benden kaçan yaşamış saymasın kendini. Yağmuru sevmeyen insan da ne bileyim. Sağanda tereyağsız yumurta gibi, mısır unu varken beyaz unla kızartılmış balık gibi. Beş yıldızlı otelde tam pansiyon konaklar gibi. Göçme vaktidir yağmurdan sonra çok kalınmaz. Nereye gittiğin bilinmez, sorsalar cevap alınmaz. Ben şimdi yağmur olup yağacağım.

Yok öyle koca koca soru işaretleri. Erkeği de bir kadını da insanın. Anlayamıyorum diyenleri anlayamıyorum sırf. Anlamsız şeylere anlam yüklemeye çalışmak yorar insanı. Hayat doğumdan ölüme kadar devam eden sıradan bir macera. İyiye iyi derken sorun yok ama kötüyü anlamaya çalışırken vay haline. İki ile iki dört; insanlar ise böyle. Göründüğü gibi, belki iki eksik ya da bir fazlası var ama onu da kavrayamayan yağmura da çıkmasın. Kuru kalsın ıslanmasın. Çayına şeker atsın, her akşam aynı vakitte yatıp sabah kahvaltı etmeden çıkmasın sokağa.

Neydi sırrı bu evrenin? Sabahlara kadar süren karanlığın sırrı neydi. Güneşi sevdiğini söyleyenlerin uyumaktaki ısrarı neye işaretti. Ben şimdi şezlonga uzanıp yanıma aldığım kitabı okumaya niyet edeceğim. Ama gel gör ki düşmeyecek telefon elimden. Ömür gidecek ömürden. Boş insanların boş cümlelerini okuyup, kırk türlü kulp taktığım fotoğraflarının üzerine işaret parmağımla iki kez üstüste dokunacağım. Kalp çıkacak ortaya. Beğendim sanacaklar ama öyle bir şey olmayacak. Kandıracağım herkesi, herkesin birbirini kandırdığı gibi. Önemi yok çünkü, umurunda değil kimsenin. Neydi bizi aklımızla aramıza mesafe koymaya iten güç, sırrı neydi evrenin.

HAYAT KISA - 17.05.2019

24 kere okundu

Ben o şarkının ilk mısrası gibiydim; do ile başlayıp fa ile biten. Gül dalıydım mayıs ayında, hanımeli gibi kokardım üstelik. Yeşil yapraklarıma rüzgar değmeyiversin, dans ederdim hevesle. Kelebeklerle yarenlik eder arılarla şarkılar söylerdim. Ben sabah yataktan hevesle kalkmak gibiydim, açıp pencereyi temiz havayı içine çekmek gibi. Gün uzun, iş güç yok. Ah o aylaklık yok mu o gözünü sevdiğim. Şimdi tut beni kolumdan götür deniz kenarlarına, dağ başlarına. Ben o şarkının ilk mısrası gibiydim senle başlayıp bizle biten. Al götür beni buradan uzaklara. İlk gördüğümüz serçenin kanadına takılalım. Hayat kısa, kuşlar ele avuca sığmıyor. Sen bir yana ben bir yana dönelim başımız da dönene dek. Sıkıca sarılalım birbirimize sonra.

YEŞİLİN SARIDAN FARKI - 21.05.2019

666 kere okundu

Yeşilin sarıdan farkıydım ben, ölmemişim sanıyordum. Filiz atacaktım daha, çiçek açacaktım. Hiç duyulmamış, bilinmemiş kokular yayacaktım etrafa. Bir kez içine çekti mi insan bir daha çıkmayacaktım. Nasıl da kandırmışım kendimi!

Kalk dedi gidiyoruz, tamam dedim çok istemesem de. Yolları hep sevmişimdir ama bu sefer ayağım geri geri gidiyordu. İçimden bir ses yapma diyordu. Ne zaman varırız dedim. Akşama ancak dedi. Yağmur yağmak üzereydi, bulutlar arkamızdan gelip yetişmişti bizi. Kapalı havaların verdiği bir huzur vardır, öyle bilirim ben. Altına gizlenebileceğin, kendine kalabileceğin bir gölgesi vardır. İster dinlenir, ister düşünürsün. İçinde eksik kalan yerleri tamamlarsın, taşan yerlerin fazlasını alırsın. Ama bu bulutlar öyle değildi. Huzursuzluğuma huzursuzluk katmışlar; eksik olan ne varsa daha da azaltıp, fazla olana katmışlardı.

Yolun sağından ve solundan bizimle birlikte ilerleyen ağaçlar birbirinin aynıydı. Başka bir türe hayat hakkı tanımayan burası sadece bize ait diyen sevimsiz ağaçlardı. Gördün mü sen de dedim. Neyi dedi. Çalıların arasına bir şeyler kıpırdadı dedim. Sana öyle gelmiştir dedi, hem bakmazsan görmezsin. Ben öyle yapıyorum. Hiç beceremedim ben öyle yapmayı, kayıtsız kalmayı. Üzerime vazife olmayan her ne varsa ilgilenmiş, görmemem ne varsa görmüş, duymamam gereken ne varsa duymuştum ömrümce. Sonraları bunu zaman zaman başarabilmiş olsam da tutamamıştım çenemi hiç. Yanlış yer ve yanlış zamanda bir cümle kurulacaksa o benim işimdi. Üstelik kimsenin de işine yaramazdı söylediklerim, benim bile. Ama çok su aktı köprünün altından. Kurumaz denen bataklıklar kurudu, yağmur yağdı en çorak topraklara. Tohumlar ağaca durdu. Ağaçlar filiz attı, çiçek açtı. Yeşilin sarıdan farkıyım sandım ben. Yanılmışım.

Susadım ben dedim, dinlenelim biraz. Ne yorulduk ki ne dinlenelim dedi. Ben dinleneceğim, sen git istersen dedim çıkışarak. Ses çıkarmadı. Olduğu yerde bir taşın üzerine oturup sırt çantasından suyunu çıkarıp içti. Sigarasını yaktı sonra. Her fırsatta yakardı sigarasını. Ve her yaktığında da sorardı bana ister misin diye. Yine sordu, yok dedim. Güçlü görüntüsünün zayıf yanıydı sigara. İki kez denemiş ama bırakamamıştı. Bir bana söylemişti denediğini, başka kimse bilmezdi. Göstermezdi zayıf taraflarını. Kimseyi umursamadığı yalandı. Herkesten önce kendini kandırmıştı. İnsan önce kendisini kandırmışsa sonra başkalarını kandırmak kolaydı. En zoru kendisine söz geçirmesiydi. Ben ise zayıftım. Zayıflıklarımı göstermekten de çekinmezdim hiç. Hep açıktı kartlarım. Savaşta da açıktı barışta da. Senin kafan çalışmıyor bazen derdi. Barıştan derdim, savaşta çalışır sıkıntı etme sen. Savaş mı çıkartalım demişti bir keresinde senin kafan çalışsın diye. Sen zahmet etme demiştim, o çıkar bir yerden nasılsa. Yanılmamıştım da. Hep çıkmıştı bir savaş.

Sigarası bitince kalktı bana sormadan. Hadi dedi, gidelim. Gidelim dedim küfreder gibi. Ne işimize yarayacaksa gitmek. Usul usul çiselemeye başlamıştı. Yağmur da neşemi yerine getirmiyordu. İçimdeki kara bulut her adımda biraz daha büyüyor, aydınlık kalan her yeri karartıyordu. Yanılmışım dedim hiç hesapta yokken. Efendim dedi soru sorar gibi. Ne derdi hep, efendim demezdi. Bu sefer neye yanıldın dedi. Yeşilin sarıdan farkıyım sanmıştım dedim. Yok kimsenin kimseden farkı dedi. Boş şeylerle geçirdiğin zamana yazık dedi. Yazık dedim. Yağmur hızlanmıştı…

 

NE ÇOK İBNE VAR - 27.05.2019

28 kere okundu

Sıkıcı geçen bir günün akşamında koltuğa oturmuş yaşamakla yaşamamak arasında tamamen kontrolünden çıkmış bir yerde çayını yudumluyorsun. Hayat değil bu, sıradan bir varoluşun en tatsız ve tuzsuz hali. En iyi bildiğin cümleleri en çok kullanmak istediğin insanlar var yanında. Herkes alışık birbirine, şaşırmak silinmiş sözlükten. Ne cümle içinde kullanılıyor ne de yaşanıyor farkında olmadan. Sabah doğan güneşten bir müddet sonra üç beş vuruş daha hızlanan kalp gecenin belirsiz saatlerinde her zamanki durağan ritmine geri dönüyor. Nasılsın diye soran herkese iyiyim diyorsun. Deme! Yalan çünkü.

Bir insanın yaşaması için öleceğini öğrenmesi mi gerekiyor? Filmlerde oluyor bu! Öleceğini öğrenen bir insanın çevresindekiler mutlu olsun diye saçma salak tedavilerle son günlerini zehir etmesi mi gerekiyor? Bu ise gerçek hayata ait. Filmler kitaplardan uyarlanıyor ya da özel olarak yazılıyor. Her durumda az ya da çok alıcısı var yani. Peki hanginiz yaşam biçimini satsa alıcı bulur. Yerinizde olmak isteyen kimse var mı? Velev ki evet dediniz. Benim yerimde olmak isteyen birisi var… Kesin selamı sabahı o ezikle. Boktan hayatınızı yaşamak isteyen boktan bir insanın size hiçbir faydası olmaz.

Seni özledim diyen de yalancı, seviyorum diyen de. Özlemle sarılan birisi olursa poponuza göz kulak olun, birkaç saniye sonra kalçanızın yanağını avuçlayacaktır. Size önemli hissettiren ki hiçbir öneminiz yok herkesin bir çıkarı vardır sizden. Maddi ya da manevi fark etmez, kesin vardır. Kimseyi umursamadan sizi mutlu eden şeyleri yapıyor olsanız. Birisi bir şey yapmanızı istediğinde yapmasanız mesela. Saçlarını yeni kestiren bir arkadaşınıza gerçek duygularınızı söyleseniz. Sabah işe istediğiniz saatte gidip bankaya kredi borcunuzu ödemezseniz. İçinizden gelmiyorsa yan komşuya merhaba demeseniz. Arkadaşınızın boş konuşan ve kendisi de boş olan eşi için nerden buldun bu salağı diyebiliyor olsanız. Yine severler mi sizi. Ben sevmem sizi söz veriyorum. Ama nefret de etmem. Defol git ötede yaşa derim en çok, çünkü benim arkadaşlarımın da salak karıları ya da kocaları oluyor bazen. Ve çoğunun saçı da berbat, etrafa bakış açıları da. En mide bulandırıcı olan ise kendilerini haklı görmeleri

Ben koca ağızlı bir ibneyim. Beni sevmeyeni dünyanın en harika insanı bile olsa karalayacak bir şey bulurum. Ya ben haklıyımdır ya da karşımdaki daha haksızdır. Kendi boş cümlelerime katlanılmasını ne kadar çok istiyorsam başkalarınınkine de o kadar tahammülsüzüm. Çevremdekiler en çok beni önemsesin istiyorum. Başkaları hakkı olanı almasa da ben hakkım olanı almalıyım. Bir şeylere kızmışsam acısını birilerinden çıkarmalıyım. Eskiden insanların yüzlerine söylerdim ne kadar geri zekâlı olduklarını. Artık itirazlarına göğüs gerecek tahammülüm yok. Arkalarından konuşuyorum. Hoş bir şey değil insanların arkasından konuşmak biliyorum ama çok da umurumda değil. Benim için ibne demişsin dese bana biri mesela; değil misin diyebiliyorum. Çünkü değeri yok insanların. Benim de değerim yok. Başkalarını cümlelerini bu kadar dikkate almanın aptallık olduğunu öğretiyor zaman. Her şeyi bilmek, o muazzam aydınlanmayı yaşamak için ölüm tarihini bilmek mi gerekiyor. Evet diyor kitap, çünkü aptalsınız diye de ekliyor.

İbne cinsiyetçi bir küfür ama ben çok seviyorum. İbnelere karşı tarafsızım, yanlış anlama olmasın ki olsa da sorun değil ama ben ibne cümlesini seviyorum. Sosyolojik olarak içeriği sağlam bir küfür. Ama yavşak ve sözde özgürlükçü yeni göt kafalılar yüzünden yıllarca bu kelimeyi kullanmakytan alıkoydum kendimi. İçinden geldiği gibi ibne diyemediğimiz bir hayatı yaşıyor olabilir miyiz hiç. Buna evet diyen layıkıyla ibnedir.

Sıkıcı geçen bir gecenin sabahında güneş doğduktan bir zaman sonra saatiniz çalıyorsa ve istemeye istemeye o sevdiğiniz yataktan kalkıp yüzünüzü yıkamak için banyoya yürüyorsanız yapacağınız iki şey vardır. Ya yaşadığınız hayatı seveceksiniz ya da sevdiğiniz hayatı yaşayacaksınız. İkisini de yapamıyorsanız yaşıyorum ben demeyin. Çünkü çocuklarınız da sizin yolunuzdan yürüyecek. Boktan hayatınız uçurumdan aşağıya yuvarlanan bir kar kütlesi gibi yol aldıkça büyüyüp üzerinizi kapayacak. Nefessiz kalacaksınız. Yine soracak bir ses size yaşıyor musun diye. Nefes alamazken bile evet diyeceksiniz. Çünkü yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş ucuz ibnelersiniz.