KORELİ HASAN - 13.11.2018

52 kere okundu

Şehri saran sis bulutu zaman zaman gövdeme ağır gelen kafamı da içine almış. Göremiyor ve düşünemiyorum; iptal olmuşum. Şikâyet etmekten yaşamaya zaman(ım) kalmamış. Algımı ıssız bir dağ başına göndermiş, işlerimi bitirdikten sonra ben de yanına giderdim diye hesaplıyorum. Olmuyor çünkü! Cumartesileri çalışmamak, akşamları spor yapmak, uyumadan önce okumak, deniz kenarına inip, bir kayanın üzerine tüneyerek balık tutmak istiyorum. Başaramadım ve acısını başkalarından çıkartıyorum.

Öncesine yetişemedim, yirmi yaşımı geçmiştim tanıdığımda. Kore gazisiydi. Siyah paltosunu kambur sırtına atar, yavaş adımlarla yürürdü. Üç ayda bir aldığı maaşla geçinirdi. Öyle sanıyorum ki askerden önce de pek çalışkan değildi. Haftada bir içerdi; bira olsa gerek… Rakıya dayanacak kadar güçlü görmedim onu hiç. Gerçi ne çelimsiz adamlar neler neler yapardı da şaşırırdı insan. Ama Hasan Dayı öyle değildi. Görmedim kimseyi şaşırttığını. Vatan görevi bitince ticaret yapmak istemiş. Babadan kalan tarlalardan birini satıp zahireci dükkânı açmış. Acemi birliğinden bir arkadaşını da ortak etmiş kendine. Bir zaman iyi gitmiş işleri, keyifleri yerinde olmuş hep. Araba bile almışlar altlarına iki ortak; Chevrolet Blair, bin dokuz yüz elli beş model, dört kapılı, kırmızı. O ilçede durur, arkadaşı İstanbul’da iş kovalarmış. Yüklüce mal alıp satmaya başlamışlar. Fındık ayı geldi mi çiftçiden yüksek parayla fındığı peşin alıp, İstanbul’daki büyük adamlara veresiye verirlermiş. İyi de para kazanırlarmış. Gel zaman git zaman ortağı pek uğramaz olmuş dükkâna. Ne zaman sorsa İstanbul’da işlerim var dermiş. İstersen ben durayım sen git diye de üstelermiş. Ama Hasan Dayı memleketinden bi askerlik için ayrılmış. Devlet baba da tutmuş onu Kore’ye göndermiş. Çok zor zamanlar görmüş. Eğer sağ salim eve dönersem bir daha da ayrılmam diye söz vermiş kendine.

Veresiye alalım fındığı bu yıl demiş acemi birliğinden asker arkadaşı. Bir bizde para bi yana mal bi yana, başka herkes veresiye. Olur mu demiş Koreli Hasan. Olur demiş acemi birliğinden arkadaşı. Hem kimin kaç kuruşu kalmış bizde bunca zamandır. Bizim kadar kıymet veren mi var mahsule. Peki demiş Koreli. Sen nasıl diyorsan öyle olsun. Zaten benim kafam pek basmıyor bu işlere biliyorsun.

Yüklüce fındık almışlar elli sekiz ya da elli dokuz senesinde. İyi paraya da almışlar üstelik. Ama veresiye. Şaşırmış ahali. Bu Koreli büyüttü işidiye konuşur olmuşlar. Komşu ilçelerden de fındığını sırtlayan dayanmış dükkânın kapısına. Demişler Koreli al bu fındığı, parasını sonra da versen olur. İki depo daha tutulmuş çuvalları yığmak için. Ortağı haftada bir kamyonları yükleyip İstanbul’a taşırmış fındığı. Beş senede yapacakları işi bir ayda yapmışlar. Ürününü yirmi gün-bir ay vadeli veren çiftçi gelip gider olmuş, sıkıştırmaya başlamış para diye. Koreli telefonla aramış ortağını defalarca ama ulaşamamış. Ulaştığı zamanlarda da ha bugün ha yarın diye cevaplar almış. Ama ne gelen olmuş ne giden.  Homurtular ayyuka çıkmış, olmuş mu Koreli Hasan Tüccar Hasan! Hır çıkartmaya başlamış fındık sahipleri, bağırıp çağıran olmuş dükkânın kapısında. Ezildikçe ezilmiş Koreli, bakamaz olmuş kimsenin yüzüne. Bozup yeminini tutmuş İstanbul’un yolunu.

Ev tutmuş, apartman almış kendine, yeni de bir iş kurmuş diye kulağına dedikodular gelmiş de inanmamış önceleri. Ama telefonlarına çıkmaz oldukça kurt düşmüş içine. Yakıştıramamış yine de! Evinden çıkarken bulmuş ortağını. Demiş tertip bu ne hal! Nerede bizim paralar? Köylünün yüzüne bakacak yüzüm kalmadı, diyecek sözüm kalmadı. Fındığı verdiğimiz adamlar iflas etti demiş ortağı. Söyleyemedim sana, utandım. Ne yapacağız demiş Koreli; köylü para bekler bizden, nafakalarını bize bağladılar. Yemin billah etmiş çocuklarının üzerine ortağı param yok diye. Aha demiş bi şu var oturduğum daire, onu da satarsam çoluk çocuk sokakta kalırım. Apartıman almışsın demiş, şirket açmışsın. Bu kez babasının ölüsü üzerine yemin etmiş. Param olsa köylünün parasını veririm demiş, neyime apartıman, dükkân. Al demiş arabayı sat, birkaç kişinin hesabını kapatalım, sonrası Allah kerim.

Almış arabayı geri dönmüş Tüccar Hasan. Babadan kalan tarlaları, şehirdeki daireyi, dükkânı satmış da yine de ödeyememiş herkesin parasını. Utancından hep yere bakmış yürürken de o yüzden çıkmış kamburu dediler. Adı dolandırıcıya çıkınca oğluyla kızını da alıp baba evine dönmüş karısı. Bir zaman sonra boşanıp başkasıyla evlenmiş, çocukları da o adamı baba bilmiş, bir daha dönmemişler evlerine. Tek göz odası olan bir ev kalmış sadece köy yerinde, bir de kıt kanaat geçinmesini sağlayan gazi maaşı. Elli metre yürüse dinlenir,  nefes alırken hırıltısı yine elli metre öteden duyulurdu ben tanıdığımda.

Diyeceğim o ki insanlar kötü. Daha herkesin gözü bu kadar açık değilken Koreli hasan Dayı’yı kâğıt gibi buruşturup atan hayat bana ne yapmaz!

Kesmeli selamı sabahı herkesle. Elde ne var ne yok satıp gitmeli buralardan. Bu çok katlı binalardan, daracık sokaklardan, insan kalabalıklarından, korno seslerinden çekip gitmeli. Bir deniz kenarı bulmalı sessiz sakin ya da dağ başı. Zaten ne kaldı şunun şurasında yaşayacak. Babam derdi rahmetli “çoğu gitti azı kaldı.” diye…

Yaşasaydı Koreli Hasan’ı da alıp giderdim belki ama on iki sene evvel sizlere ömür. Elazığ’dan İzmit’e çıkmıştı tayinim, iki bin altı senesinin haziran ayı. Köydeyim o vakit. Üç beş gün görünmeyince merak etmiş kahveci. Ölü bulmuşlar evinde. Bir başına çekip gitmiş bu dünyadan. Yetmiş sekiz senesinin yirmi beşini yaşamış sadece, geri kalanda ölümü beklemiş utanç içinde bir başına. Oğlu bile gelmemiş cenazesine dediler, belediye kaldırmış kahveden üç beş arkadaşının kıldığı cenaze namazından sonra. Nasıl bilirdiniz diye sormuş imam, iyi bilirdik demiş cemaat, iyi bilirdik.