ON ÜÇ ŞUBAT - 13.02.2018

14 kere okundu

Doğum günün kutlu olsun dedim, doğum günüm mü dedi.

Bugün 4 Ağustos değil mi dedim, hayır dedi. Bugün şubatın on üçü…

Sevgililer gününe daha var dedim. Ben ocak ayında doğdum dedi.

Burcun ne dedim, sussak mı artık dedi.

Çok içmişim… İnce belli bardakla yedi kadeh, yanında ki soda şalgam suyu da cabası. Evet karıştırırım ben… Ağustosu şubatla karıştırırım, on üçü dörtle,  nisanı eylülle karıştırırım. Yedi bardak çaydan sonra kahveyi sütle karıştırırım. Kendime gelmeme yardımcı oluyor.

Gidiyorum bazen, uzağa gidiyorum herkesten, alıp kendimi gidiyorum gecenin geç vakti. Sabahlara dek dönmüyorum da geri. Ben, kendim ve birkaç kişi daha... Biri olur olmaz şeylere konuşuyor durmadan. En değerli kelimeler birleşerek ucuz cümlelere dönüşüyor dilinde. Dinlesen dert, kaçıp gitsen kabahat.

Biri susuyor ha bire, gözü etrafta. Kim ne düşünüyor, kimin kimle ne derdi var, kim az geliyor kendine, kim taşmış kabından! Herkesin bilmesi gereken ama çok az kişinin fark ettiği gerçeğin peşinde. Kendi kendine; içinde bazen yalanın, bazen can sıkacak kadar yüz yüze gerçekle. Bir şarkı dilinde… Ne duyan var sesini ne de kıpırdıyor dudakları.

Sahi saatimi şimdi dedim, neyin saati mi şimdi dedi.

Çekip gitmenin dedim.

-Var mı çekip gideceğin bir yer?
-Olsa kolay olurdu, sevmiyorum ben kolayı.
-Başlama yine!
-Durmamıştım ki, uyudun sen
-Uyumuşum, iyi ki de uyumuşum.

Ukala biri, her şeyden haberi var. Bir dolu yazı geçmiş gözlerinin önünden, görüntü geçmiş. Kulaklarında kadın sesleri, erkek sesleri… Ama yer yok tutacak olan biteni. Her sabah yeniden başlıyor hayat. Kaldığı yerden değil, yeni baştan. Sorsan bilmem demez biri, anlat desen anlatır. Anlar mısın anlamaz mısın bilmem. Sen de bilmezsin. Bir o bilir, söyler bazen ne bildiğini, susar bazen anlamazsın bilip bilmediğini.

İyiydi yağsa; yağmur yağsa, kar yağsa… Çınar yaprakları yağsa, Arnavut kaldırımları sarıya boyansa İnönü Caddesi’nde. Sabahım ilk ışıkları olsa. Şubat değil ama haziran... Ellerim cebimde aylak aylak yürüsem Atapark’tan geçip Zağnos Köprüsü’ne doğru. Doksan bir, doksan iki model Doğan SLX otomobiller geçse yanımdan, içlerinde Fatih’ten, Ayasofya’dan Meydana giden yolcular... Hüseyin Kazas’ın karşısındaki fırından simit alsam, ağır adımlarla ilerlesem Tabakhane’ye doğru. Yol kısa, zaman dar, ayaklarımın altında çınar yaprakları… Ah o yeşilden sarıya dönmeler, sararıp solmalar ah.

Daldın gittin yine dedi. Deme öyle dedim, gitmek için henüz erken.

Kırk oldun dedi, dudağımın ucuna kadar geldi tebessüm, tuttum kendimi. Oldum dimi dedim.

Oldun dedi.

Ben de seni seviyorum dedim, devam et uyumaya.

Sen uyumayacak mısın dedi.

Bir şeyler yazmak istedi canım dedim. Birazdan gelirim.