TEKİR VE MEZGİT - 18.09.2018

33 kere okundu

Neyin var dedi, yok dedim bir şeyim. Tuttu elini elimin üzerine koydu. Var dedi bir şeyin, anlarım ben. Yok dedim, olmadı hiç. Çekti elini geri, ben varım ya dedi. Var mısın dedim. Varım dedi. Güldüm biraz ama görmedi, göstermedim. İnsan bazen kimsenin anlamadığı şeylere güler. Niye güldün ki dedi. Sen görmedin ki dedim güldüğümü. O da güldü, görmedim ben.

Konuşmak ister misin sıkkınsa canın. Havadan sudan, uçan kuştan, gürültücü martıdan konuşmak ister misin? Olur da sıkılmıştır belki canın; akıp giden zamana sıkılmıştır, hep yerinde duranlara, kalabalıklara sıkılmıştır. Belki kanayan yerlerine tuz basıyorsundur gizli gizli. Yaraların vardır göstermeye utandığın. Bir zamanlar gülen yüzüne akşamüzeri hüznü çökmüştür. Birileri ölmüştür içinde ya da içindekileri öldürüp gitmiştir birileri. Konuşmak istersin belki…

Japon karıncaları dünyayı istila etti dedi. Otuz yıl önce bunların filmi olurdu, ele geçirirdiler dünyayı. Küçüktüm ben, korkardım karıncalardan. Isırınca acıtırlar da hainler. Hepsini geçti tek de dolaşmaz bunlar, ben korkarım kalabalıktan. İnanma dedim öyle şeylere. Uzaylı mı bunlar istila etsinler dünyayı. Şunun şurasında üç beş ay… Korkacak ne var. Şaka be şaka dedi. Konuşacak laf olsun. Ben fareden korkarım aslında. Ondan ben de korkarım dedim. Sen korkma dedi, ben senin yerine de korkarım. Gülelim mi biraz dedi. Sorulur mu hiç? Güleriz tabi, ne zaman istersen. Şimdi dedi. Şimdi olmaz dedim, benim yemek yapmam gerek.

Tekir ve mezgit… Kırmızı balık derdi kızım. Bana hep kırmızı balık alır mısın baba derdi. Alırım derdim, alırdım da. Annesi mezgit severdi, hala sever. Tekiri kızartırken kırmızı bir su salar, yağı olmasa bandır ekmek ye. Ben ekmek severim. Bizim oraların ekmeği güzel olur, eskiden daha da güzeldi. Yılda bir giderdim bizim oralara. Mevlana fırınında ekmek alır kuru kuru yerdim. Taksim Fırını da iyidir. Dedemle gitmiştik bir kez. Rahmetliyle Şehre de bir kez gitmiştik zaten; ben peynirli yemiştim o yağlı. Bilmezler şimdiler yağlıyı. Eskiden öyle lüks yoktu, fazla seçenek yoktu. Bi peynirli vardı bir de yağlı. Yuvarlak, açık pidenin ortasına iki yumruk büyüklüğünde yağı koyar kenarından koparıp koparıp bandırarak yerdi. Beyaz sakallarına bulaşırdı yağ. Ertuğrul’un fırını da derlerdi eskiden. Sırf dedem gitmedi, çoğu gitti dedemden önce, dedemden sonra. Yeniler bilmez Ertuğrul’u, Taksim Fırını’nı bilirler. Ben çok şey bilirim de kalmaz aklımda, unuturum. Ama bazılarını unutmam, olmayacak zamanda gelirler aklıma. Ağlayasım gelir ama ağlamam. Hem tutarım kendimi, hem utanırım. Ağlamaya bile fırsat yok şu dünyada. Kim demiş yalnızlık var diye. Ben hiç yalnız olmadım, iyi mi kötü mü zaman zaman değişiyor fikrim. Bir gün ben de giderim kızımla Ertuğrul’un fırınına; ona peynirli söylerim kendime yağlı. İçerisine bir yumruk yağ atarım. Derim dedemle geldim, anlatırım uzun uzun. Belki dinler o da…

Seviyor musun dedi. Sevmez mi insan dedim. Hem yaşanır mı sevmeden. İçi kararmaz mı insanın. Senin için beyaz mı ki dedi. Pembe dedim ve de mavi, biraz da yeşil. Ben dedi, benim rengim ne. Senin kirpiklerin uzun dedim. Benim de uzundular eskiden ama şimdi değiller. Eskiyle derdin ne ki senin dedi. Yok dedim, eskiyle bir derdim yok. Sorun yenide. Nesi var yeninin dedi. Yok dedim bir şeyi. Ruhu yok, tadı yok, adı bile başkalarından aşırılmış. Şimdi tutsan anı biriktirsen yirmi yıl öncesinden utanırsın, ezilirsin yemin ederim, yerin dibine girersin. Diyeceksin yok mu anısı olan, şimdikiler anısız mı? Var elbet, olmaz mı? Ama akan suyun duran sudan farkı var, birinde kurbağalar yaşar birinde balıklar. Yine tekir ve mezgit mi dedi. Kızımı özledim dedim. Ben de özledim dedi. Mezgiti mi dedim, alırım yarın. Bana mezgit alma, mezgit tut dedi, hem anısı da olur. Olur dedim, yarın balığa çıkalım. Birlikte mi dedi. Yok dedim tek başıma, hem belki ağlarım da biraz.