YEŞİLİN SARIDAN FARKI - 21.05.2019

665 kere okundu

Yeşilin sarıdan farkıydım ben, ölmemişim sanıyordum. Filiz atacaktım daha, çiçek açacaktım. Hiç duyulmamış, bilinmemiş kokular yayacaktım etrafa. Bir kez içine çekti mi insan bir daha çıkmayacaktım. Nasıl da kandırmışım kendimi!

Kalk dedi gidiyoruz, tamam dedim çok istemesem de. Yolları hep sevmişimdir ama bu sefer ayağım geri geri gidiyordu. İçimden bir ses yapma diyordu. Ne zaman varırız dedim. Akşama ancak dedi. Yağmur yağmak üzereydi, bulutlar arkamızdan gelip yetişmişti bizi. Kapalı havaların verdiği bir huzur vardır, öyle bilirim ben. Altına gizlenebileceğin, kendine kalabileceğin bir gölgesi vardır. İster dinlenir, ister düşünürsün. İçinde eksik kalan yerleri tamamlarsın, taşan yerlerin fazlasını alırsın. Ama bu bulutlar öyle değildi. Huzursuzluğuma huzursuzluk katmışlar; eksik olan ne varsa daha da azaltıp, fazla olana katmışlardı.

Yolun sağından ve solundan bizimle birlikte ilerleyen ağaçlar birbirinin aynıydı. Başka bir türe hayat hakkı tanımayan burası sadece bize ait diyen sevimsiz ağaçlardı. Gördün mü sen de dedim. Neyi dedi. Çalıların arasına bir şeyler kıpırdadı dedim. Sana öyle gelmiştir dedi, hem bakmazsan görmezsin. Ben öyle yapıyorum. Hiç beceremedim ben öyle yapmayı, kayıtsız kalmayı. Üzerime vazife olmayan her ne varsa ilgilenmiş, görmemem ne varsa görmüş, duymamam gereken ne varsa duymuştum ömrümce. Sonraları bunu zaman zaman başarabilmiş olsam da tutamamıştım çenemi hiç. Yanlış yer ve yanlış zamanda bir cümle kurulacaksa o benim işimdi. Üstelik kimsenin de işine yaramazdı söylediklerim, benim bile. Ama çok su aktı köprünün altından. Kurumaz denen bataklıklar kurudu, yağmur yağdı en çorak topraklara. Tohumlar ağaca durdu. Ağaçlar filiz attı, çiçek açtı. Yeşilin sarıdan farkıyım sandım ben. Yanılmışım.

Susadım ben dedim, dinlenelim biraz. Ne yorulduk ki ne dinlenelim dedi. Ben dinleneceğim, sen git istersen dedim çıkışarak. Ses çıkarmadı. Olduğu yerde bir taşın üzerine oturup sırt çantasından suyunu çıkarıp içti. Sigarasını yaktı sonra. Her fırsatta yakardı sigarasını. Ve her yaktığında da sorardı bana ister misin diye. Yine sordu, yok dedim. Güçlü görüntüsünün zayıf yanıydı sigara. İki kez denemiş ama bırakamamıştı. Bir bana söylemişti denediğini, başka kimse bilmezdi. Göstermezdi zayıf taraflarını. Kimseyi umursamadığı yalandı. Herkesten önce kendini kandırmıştı. İnsan önce kendisini kandırmışsa sonra başkalarını kandırmak kolaydı. En zoru kendisine söz geçirmesiydi. Ben ise zayıftım. Zayıflıklarımı göstermekten de çekinmezdim hiç. Hep açıktı kartlarım. Savaşta da açıktı barışta da. Senin kafan çalışmıyor bazen derdi. Barıştan derdim, savaşta çalışır sıkıntı etme sen. Savaş mı çıkartalım demişti bir keresinde senin kafan çalışsın diye. Sen zahmet etme demiştim, o çıkar bir yerden nasılsa. Yanılmamıştım da. Hep çıkmıştı bir savaş.

Sigarası bitince kalktı bana sormadan. Hadi dedi, gidelim. Gidelim dedim küfreder gibi. Ne işimize yarayacaksa gitmek. Usul usul çiselemeye başlamıştı. Yağmur da neşemi yerine getirmiyordu. İçimdeki kara bulut her adımda biraz daha büyüyor, aydınlık kalan her yeri karartıyordu. Yanılmışım dedim hiç hesapta yokken. Efendim dedi soru sorar gibi. Ne derdi hep, efendim demezdi. Bu sefer neye yanıldın dedi. Yeşilin sarıdan farkıyım sanmıştım dedim. Yok kimsenin kimseden farkı dedi. Boş şeylerle geçirdiğin zamana yazık dedi. Yazık dedim. Yağmur hızlanmıştı…