02.12 - temmuz ve muşmula - 1.07.2012

0 kere okundu

Ve başlar temmuz sıcağın ortasında, gece karanlığından yararlanarak sıvışır haziran; on bir ay ortalıkta görünmeyip kim bilir nerelerde sürtecektir. Sahi biz kullanmadığımız zamanlarda nerelerde takılır bu aylar, bin dokuz yüz doksan altı senesi mesela, ne ilginç bir yıldı, neleri değiştirdi hayatımda, vurdu geçti ve bakmadı bir daha arkasına. Onca yer gezdim, onca insan tanıdım yokluğunda, ne mektup aldım ne görene rastladım, nerededir, kiminledir hiçbir fikrim yok.

Güncemi tıklayınca boş bir sayfa çıkacaktı karşınıza, ay değiştiğinden ve ben bu ay henüz günce yazmadığımdan dolayıdır ki bir boşluk oluşacaktı. O yüzden yazdım bir önceki paragrafı; yoksa kimin umurunda haziran, kim şaaapar doksan altı senesini. Geçmiş geçmişte kalmıştır ve bir daha yaşanmayacaktır, güncemde yarın vardır ve sabah erken kalkılıp Büyük çekmece’nin yolu tutulacaktır. Diyeceğim o ki boşuna okudunuz az önceki cümleleri. Siz de yatın uyuyun sığırcık kuşlarım, bu saatte işiniz ne ayakta. Uykusuz kalırsanız suratınız muşmulaya benzer yarın, zaten yeterince çirkinsiniz bir de muşmula gibi görünmeyin. Tamam, çevrenizdekiler yalan söyleyip çok güzelsin bugün diyecekler belki ama eninde sonunda aynaya bakıp benim ne kadar haklı olduğumu, çevrenizdekilerin de bir o kadar düzenbaz olduğunu anlayacaksınız. Dediğim gibi; muşmula…

alp akyüz sende bir sey keşfettim
27.12.2014 Cumartesi

se

19.32 - maria in wonderland - 3.07.2012

2 kere okundu

Önce yap sonra neden ara, kesin bulursun bir şeyler, bulamasan da sorun sendedir, yapmanı istemişsem vardır bir nedeni, en kötü ihtimal “ki ihtimalin kötüsü yoktur güncemde” yarın yağmur yağacaktır. Düşünsene yaz günü yağmurun yağacağını, tozun toprağın düşen damlalara yapışıp soluduğumuz havayı terk edeceğini. Gel söz dinle, müritmişsin gibi yap ve kurtul kalabalıktan, iyi hissetmezsen yemek ısmarlarım sana, iyi hissedersen sen kendine ısmarlarsın bana haber vermeden. Üstelik şeyh bile değilim ben, korkmana gerek yok...

Sorgulamak güzeldir ama cevap bulamıyorsan yaptıktan sonra da sorgulamayı, tekrar cevap aramayı denemelisin. Çünkü göremezsin hiçbir şey herkese bakarken, kendini özel hissetmek istiyorsan seçtiğin kişileri gözlemelisin ki o seçtiğin kişiler seçkindir ve zamanla seni de seçkin yapacaklardır. Rüyadır hepsi ve uyanana kadar mutlu olacaksın, harikalar diyarı diye bir şey yok aslında biri seni çimdikleyene kadar yaşayacaksın.

Ve güneş ve İstanbul ve hayat sokak aralarından sokaklara, sokaklardan caddelere. Sahi ne işi var bu kadar insanın burada, ipini koparan, ayakları üzerine duran karışmış kalabalığa. Kalabalık ki bildiğiniz kalın kabuklu karpuz, kesmece de değil ha hepsi ucuz pazar malı, kesseniz kabuktan kırmızı görünmez, tatsanız üstüne üç gün yemek yenmez.

Seni yazıyorum şimdi kurtul kalabalıktan, kendini kandır ve özel olduğunu düşün. Saçı olmayan adam saçı olduğunu düşündü diye saçı çıkmaz, bedeline katlanır ve saç ektirirse çözülür sorun. Twitter dediğin sığır çiftliği gibi, birisi seni izliyorsa ona nedenler vermelisin ama bu nedenlerden biri senin onu izliyor olman olmamalı. Birileri seni izliyorsa izlenmeye değer bir şeyler olmalı, sen birilerini izliyorsan izlenmeye değer bir şeyleri olmalı.

Ben hayatım boyunca çok az şeye inandım ama hep birilerinin bana inanmasını bekledim, yetmedi istedim de. Oysa birilerinin bana inanması için bir şeylere sahip olmalıydım, üretmeli ve ürettiklerimle diğerlerini ikna etmeliydim. Şimdi bir oyun hepsi, artık inanmak da bir oyun inandırmak da, yol doğru, yöntem doğru ama ben yanlışım, üstelik tadını çıkarmayı da öğrendim tüm yanlışlarımın.

Sahi olur mu artık sabah, yaz yaz nereye kadar, birisi Maria’ya doğruları söylemeli; gündüz gözüyle görülen rüyalar hayra yorulmaz.

02.38 - başladığı yerde biter hayat - 4.07.2012

0 kere okundu

Başladığı yerde biter hayat, yollar alınır, yerler görülür, bazı yollarda yürümek zevktir bazı yerlerde yaşamak sevda. Yağmurlar yağar, rüzgârlar eser, sararır yapraklar düşer dalından, eylül gelir güz olur, olur olmaz şeyler olur da olması gerekenler olmaz olur. Elden bir şey gelmez, elden ayaktan düşer gönül, adam olmaz uslanmaz gönül. Yeşil bir sevda düşer akla, yapraklar sararmaz olur, bahar olur her mısrada, çiçeğe döner filiz, nisan, mayıs olur, haziran olur da bir kez daha olurlar olmaz olur.

Çok mu oldu arkamızda bırakalı baharı, üç beş yıl mı oldu, üç beş ay mı, haziran kimdi, kim ölmüştü baharda, haziranda kim doğmuştu, hayat nerde başlamıştı da nerede son bulmuştu…

Biliyorum güneş girdi kafama yazmam gerekiyor ilerleyen satırlarda ama vakit gece yarısından hallice ve güneş henüz çekik gözlü insanların diyarında. Yolu var daha, üş beş saate gelir tıklatır penceremi, uykumun en güzel yerlerinde ısıtır soğuğa hasret tenimi.

Sıradan bir ölümlüyüm ben defoları olan; burnu hafif sağa yatık, konuşmaya başlayınca nereli olduğu anlaşılan, kafası atınca sağa sola bağırıp, çocuk görünce şebeklikler yapan, eskiden duygusal olsa da şimdilerde ziyadesiyle öküz olan bir ölümlü. Annem aradı bugün ya da ben mi aradım bilemiyorum ne zaman geleceksin oğlum dedi, en azından üç dört günlüğüne gel dönersin özledim dedi. Peki dedim, en azından üç dört günlüğüne geleceğim dedim de ben de… Diyemedim sıradan bir insanım ben defoları olan.

Başladığı yerde biter hayat da başladığı gibi bitmez, geldiğinde var olanlar yoktur giderken, ölüm diye bir gâvur vardır kol gezer her fırsatta ve her fırsatta alır götürür sırası mı değil mi dikkat etmeden. Bir bahar yaşanır bir kış, bir yaz geçer bir güz… Kimi iz bırakır mevsimlerin kimi okşar geçer tenini meltem misali, tatlı bir seda kalır iz tutmaz yollarda, yüreklerde sızı kalır da kalmaz sızıyı bırakan akılda.  

01.37 - zengin cenazsesi gibidir fakirin düğünü - 6.07.2012

0 kere okundu

Susar içimde ki şarkı, sesin kesilir, ne kokun gelir rüzgârla ne de ismin duyulur. Kar suyuna kapılır gider varlığın, ardın sıra bakakalırım… Bahar gelir, çiçek açarım sabahlara dek, akşamlara dek güneş olur yağmur yağarım… Sen olurum her solukta ve her solukta bir kez daha yok olurum.

Pişmanlığını ceplerinde taşıyan bir deliyim ben, yağmur yağınca sokağa çıkar, güneş açınca kalın kazaklarla süslerim kendimi.  Koşarım oradan oraya su sıçratırım üzerime, baştan ayağa çamur olurum, kötü olur okulun en pasaklısı olurum, eve gidince kızacaktır annem bilirim, su birikintileri mutluluk birikintileridir alamam kendimi yaşamaktan, ceplerimi doldururum, sırt çantamda biriktiririm biriktirilirmiş gibi.

Geçer mi her şey geçti deyince, susar mı şarkılar, yağmurlar diner mi, döner misin gittiğin yerden... Bir buluta kapılırım, ardın yolum olur, sarp olur tenha olur, gece karanlık olur yürür giderim. Gitmek yokluğunun ardından okunan seladır, adını duyduğumda içim gider, yaş akar gözlerimden, yanağımdan süzülüp toprağa karışır, su olur tohumuna, filizlenir yokluğun büyüdükçe büyür içimde, uzattıkça uzatır selayı hoca, zengin cenazesi gibidir fakirin düğünü.

Deliye hüküm giydirir tüm şarkı sözleri, yokluklar terbiye eder ruhumu, delirdikçe deliririm akıllandıkça akıllanır sevdikçe acı çekerim, nefret ettikçe mutlu olurum. Tüm kutsal kitaplar sevgiyi önünde tutarlar nefretin, tüm yoldan çıkanlar nefret daha sahidir der sevmekten, iman küfür olur küfür iman güncemde, yoldan çıkarım, yolun sapa olur cayarım senden öykünüp mutluluğa şeytana uyarım bir kez daha.

17.17 - sürtük - 9.07.2012

0 kere okundu

 Yazmak için geç olmuştu ama susmak için de erkendi, aklımda bir sürtük, sürtükte cümleler, cümle de olur olmaz kelimeler. Hep iyi şeyler yazacak değil ya insan, her satır aşktan ya da hüzünden bahsetmez ya. Yalancısı var, hırsızı var, iti, kopuğu, arsızı var, arkadan vuranı vurup da kaçanı var, var oğlu var yazmak için aslında. Hep eli yüzü düzgün cümleler kuracak değiliz ya, sürtüğü sürtük demeli, şerefsize şerefsiz, itten korkmamak gerek ısırmaz havlayanı, hırsla kirlenmiş ele yüz sürmemeli.

Yıllar önce lisedeyken saat sorduğum bir sürtük “sana ne be” demişti ki ne akrep ne de yelkovan zannetmiyorum hatunun bahsettiği şeye ömrü boyunca rastlasın. Zannedersiniz ki hazır teneffüsteyiz, sınıflar da boş; hadi şuracıkta 5 dakika sevişelim demişim. O zamanlar hızlıyız, kısa sürede bitiriyoruz işimizi, beş dakika o yüzden. Aradan beş altı ay geçmemişti daha, tiyatro denen düzmece bir faaliyet yüzünden popülaritemiz artmış kızlar peşimizde pır dönmekteyken beş kişi bindiğimiz arabaya altıncı ve yedinci kişi olarak teşrif etmişti aynı hatun yanına ikizini de alarak. Şartlar değişmişti ve saati sorduğumuzda köpek muamelesi yapan hatun saatin yanında bir dolu şey vermeye dünden razıydı.

Yıllar sonra üniversitede yine aynı şey geldi başıma, yine bir hatun ve yine saat… Derse geç kalmışım ve koşturuyorum, bakar ısınız dedim baktı, saatiniz kaç dedim, suratımda bok varmış gibi baktı ve yüzünü ekşiterek uzaklaştı. Koşturup girdim derse ve unuttum olayı ama hatun belli ki beğenmemişti beni, gerçi beğense ne olacaktı sanki evim boş istersen bana gidelim mi diyecektim, topu topu saati öğrenip sittir olup gidecektim. Olayın üzerinden üç beş gün geçmemişti ki bahçede otururken rastladım aynı hatuna, yanında tanıdığım beş para etmez bir adam, üstelik çirkin mi çirkin, düzenbaz mı düzenbaz. Ayartmış hatunu, saatten fazlasını öğrenmiş. Bilmeyenler sanmasın ki abuk subuk birisiyim, övünmek gibi olacak ama gayet de eli yüzü düzgün, oturmasını kalkmasını bilen biriyimdir, parfüm bile kullanırım eskiden beri, kötü de kokmak balıkla haşır neşir olmadığım zamanlarda. Ama sürtüklerin dilinden anlamıyordum işte, beş para etmez adamların yatağa attıkları karılardan saatin kaç olduğunu öğrenemiyordum. Saygı duyuyordum kadınlara, bağıra çağıra sürtük olanlarına bile sürtük diyemiyordum.

Hayat çok şey öğretiyor insana, yenmeden önce yenilmeyi öğretti bana, itmeden önce itilmeyi, düşürmeden önce düşmeyi, konuşmadan önce izlemeyi. Bir yağmur yağdı ve bir rüzgâr esti ardından, ıslandığımda ıslaklara takıldı gözüm, üşüdüğümde, üşüyenlere. Annem havlu verdi kurulandım ve ısındım, en yenilerimi giydim ve çıktım sokağa, artık ben de bir sürtüktüm ve saygı duyulmayana saygı duymamayı öğrenmiştim.

En sürtük halinde yürüdüğün yolda beş para etmez adamların sana bakmasını yadırgamamalısın, derdin kendini satmaktır ve piyasa kurar arz talep dengesini. Kapitalist sermaye hayatını devam ettirmek zorundadır, sen senin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir aptal bulmalısındır ve o da ekonomiye katkıda bulunarak senin ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Seni yemeğe çıkartmalı, senin deyiminle ciks mekânlara götürmelidir. Seni götürmenin bir bedeli vardır, sevgililer gününü unutmamalı, doğum gününde sürprizler yapmalıdır, aptallığı ve ekonomik gücü ne kadarına el veriyorsa artık tatilse tatil, tek taş ise tek taş paraya kıymalıdır. Dışarıdan bakan sürtük olduğunu düşünse de sen kendini hanımefendi hissettiğin için o da sana hanımefendi demelidir. Sen kendini ucuz bir tüccara zevk ve sefa için satarken o da bir sonraki müşterin olabilmek için kendini sana içselleştirmelidir.

Ve hüsran ve hüzün ve gözyaşı her seferinde. Rüzgârla gelen sürtüğün bir sonraki rüzgârla gitmesini bilmediği bir dünyadır bu. Kendi girdiği kapıdan başkalarının da girebildiğini öğrendiğinde suçlayacak ev sahibi her zaman vardır, ucuz etin yahnisi kokmuştur ve yemek bir başka ucuz et yemeğiyle değiştirilmelidir.

Sahi siz hiç sürtük oldunuz mu, kendinizi çok havalı zannederken yahninin içinde ucuz etmiş gibi hissettiniz mi. Ben vereyim cevabı siz yorulmayın, herkesin kendisi için seçtiği bir aynası vardır ve o ayna en güzeli sunmaktadır her seçicisine. Kabahati dışarıda aramak en kolayıdır, mutsuzluk kader, seçimler bahanedir. Aklı olmayan gövdeler bir gün tadını çıkardığı sürtüklüğün aylarca acısını çekmektedir. Değişmeyen şey değişim der kalın kalın kitaplar satır aralarında ama sürtüklüğün tarihi değişmemesiyle ünlüdür ve değişmeye de hiç niyeti yoktur. Orospu eski Yunan’da da orospudur yeni İstanbul’da da; varsın nakit çalışmasın, varsın para kapalı kapılar ardında konuşulsun fiyatlar, varsın gözyaşı aktığı bedenlerde iz bırakmasın.

Oturmuşum balkona çayımı yudumluyorum, karşıdan geçen kadınlara bakıp fikirler yürütüyorum, alıcısı olmadığım bedenleri gözlemliyor, bir dolu para sayarak aldığım kalemimle ucuz cümleler kuruyorum. Mevsim yaz aylardan temmuz ve ben terliyorum. Gördüğüm sürtüklere kurduğum cümlelerle görmediklerime selam gönderiyorum.

(Not: bu yazıda belli bir kişiye kasıt olmasa da pek çok kişi kastedilmiştir)

16.39 - twitter sakinleri... - 13.07.2012

4 kere okundu

Bir dolu profil var twitter denen mezbelede; çokbilmişi mi ararsın sonradan görmüşü mü, kendini yerden yere vuranı mı yoksa küçük dağları yaratanı mı, her cümlesine küfür ekleyip havalı görünmeye çalışanı mı sunayım tabakta, din iman diye cümleler kuranı mı?

Fenomen diye bir mevzu var mesela, günlük hayatta kimsenin sallamadığı tipler bir şekilde ki bu şekil çok da kısa zamanla oluşmuyor on binlerce takipçiye erişerek kasım kasım kasılıyorlar. Her cümlelerinin sonuna amk ekleyip küfretmeyi hüner sayıyorlar. Arada hadlerini aşıp ünlü birilerini tukaka etmeye bile çalışıyorlar. Neymiş efendim özgürlükmüş, internet hürriyetiymiş, yok efendim kalitesizlik, çapsızlık ve seviyesizlik aslında. Ama çok da haksız değiller, takipçileri olan kocaman kitle her küfürlü ifadeyi onlarca kez retweet yaptığı sürece onlar da benzer twitleri atmaya devam edecekler; arz talep meselesi anlayacağınız. Sami Hazinsez diyor bir tanesi kendisine bir diğerinin adı Fırat Çetin. Zodyak botunda bokuyla oynadığını söyleyerek havalı olduğunu düşünen de var aletini bamyasına benzetip kendisine ege bamyası diyerek ironi yaptığını zanneden de.

Öyle hafife alınacak tipler de değiller aslında, kitap çıkartıp hava atanı da var, Pucca var mesela, gerçi ikinci kitabından sonra küfrü azalttı hanımefendi ama bildiğiniz ağzı bozuk sokak kızı kıvamında attığı twitler hala durmakta. Twitleri bazen binlerce kişi tarafından retweet yapılacak kadar kaliteli olanları da var.

Öyle ciddiye de alınacak tipler de değiller aslında; twittera ilk girdiğim zamanlar elemin havalı tiplerine sataşıp takipçi toplayabilmek için sataştım bir kaçına, kendiliğinden cümle kurmaktan uzaklar, sıkıştıkları an küfredip ardından küfürlü twitleri silecek kadar da akıllılar. Gerçi o kadar takipçiyi de pazardan edinemezsin, aptallıklarına bizzat şahit olduklarım olsa da benim görmediğim bir şeyler elbet vardır elemanlarda.

Cüneyt Özdemir gibi birilerine yardım etmeye çalışırken bıktıranlar da var Fazıl Say gibi bizim iyiliğimiz için bize küfredenler de. Cicişler gibi bilerek ve isteyerek hormonlarını kontrol edemeyen erkeklere mastürbasyon malzemesi onlalar, Hilal cebeci gibi etini paraya çevirenler ve Doğuş gibi soyunarak ünlü olmaya çalışanlara eşlik edenler de. Ömür gedik gibi halkın pek de umurunda olmayan ünlüler ve Ayşe Özyılmazel gibi nefret edilse de takip edilenler de. Cemil İpekçi ve Ali Poyrazoğlu gibi paylaşmak için var olanlar, Okan Bayülgen gibi varlığını devam ettirirken her türlü yenilikten yararlananlar da.

Cem Yılmaz var mesele, topu topu dokuz twit attığı halde iki buçuk milyon kişinin takip ettiği yetenekli bir adam. Ki o dokuz twiti de son birkaç ayda attığını düşünürsek takipçilerini anlamlandırmak daha da zorlaşıyor. İndirime gidecek mağazanın önünde geceden beklemeye başlayanları gördük ama Cem Yılmaz’ın o tür bir etkinliği de yok ki biz de bekleyelim kapısında. Maçtan sonra Alex formamı tribünlere atacağım dese anlarım izdihamı, formayı kapan yıllarca saklayabilir, eşine dostuna hava atıp çocuğuna miras bırakabilir ama Cem’in attığı twiti tutup da nerenize sokacaksınız hiç bilemiyorum. Öyle her yerde de saklanmaz, alimallah silerse kaybolur gider o yüzden iyi bir yerde muhafaza etmek gerekir. Her şeye rağmen onca insanın da bir bildiği vardır deyip geçiyoruz alt satıra, pardon paragrafa.

Futbol; yirmi küsür kişinin bir topun peşine koşmasıyla başlayan, ortalama doksan dakika sürse de aylarca hatta yıllarca devam eden bir etkinlik. Amaç her durumda karşı kaleye gol atmak ama adı geçen doksan dakika içinde ama maçtan sonra ahlak dışında. Eskiden sadece erkeklerin dâhil olduğu bir aptallık olan futbol günümüzde olanca kirliliğiyle kadınlara da sirayet etmiş durumda. Gözünü kapasa parmağıyla burnunun ucuna dokunamayacak zekâda olan kadınlar ve erkekler mesele futbol olunca her şeyden emin olup her şeyin en iyisini bilmekte. Şahsi fikrim “elinin hamuruyla erkek işine karışma” kıvamından öteye nezaketinle futbol denen boklu değneğe bulaşma desem de yoldan çıkmış seviyesiz kadınların beni dinlemeye hiç niyeti yok. Tut işte Lube Ayar; hangi takımı tuttuğunun bir önemi olmasa da kurduğu cümleler yüzünden kadınlardan soğuyan erkekler tanıyorum. Zor durumda olsam ve Bülent Ersoy mu Lube Ayar mı diye sorsalar durup düşünürdüm mesela, Bülent abiye kaş göz yapıp ortamdan sıvışmanın yollarını ararken Ayar’ı bozulalı çok olmuş kadına gözümün ucuyla bile bakmazdım. Aynı şey diğer takımların kadın taraftarları için de zaman zaman geçerli olabiliyor, kadın dediğin iğrençleşecekse bir ameliyat olup mutluluk çubuğu taktırmalı ki biz erkekler hemcinslerinden soğumayalım.

Gerçi bu futbol muhabbetine katılan ya da katılmaya çalışan hatun kişilere de çok kızmamak gerek, twitter kocaman bir Pazar ve herkes kendini satma çabasında. TT listesinde en işlek pazarın futbol olduğunu düşünürsek kendisini satmak isteyenin tezgâhta yerini alması normal karşılanmalıdır. Bazen Fenerliler Fenerliler’i Beşiktaşlılar Beşiktaşlılar’ı takip eder ifadeleri de bunun en büyük göstergesi. İlgi çekmek istiyorsan ayağa düşmelisin bu memlekette, küfretmeli, belden aşağı espiriler yapmalısın ya da hepsinin bir arada bulunduğu futbola bulaşmalısın.

Sıkılmayın diye kesiyorum burada yazıyı, bu sıcakta koca kafalı bir sığırın bu kadar satırını ben okumazken sizden aynısını beklemem ekstra bir sığırlık olur. Ama kendim için de bir paragraf sıkıştırmam izin verirsiniz sanırım. Buraya kadar okuyan teyzem ya da dayım bir paragraf daha okur fikriyle “enter”a basıp alt satıra geçiyorum…

Devam edecek…

 

 

15.15 - aslolan Trabzon´dur - 17.07.2012

0 kere okundu

Kürkçü dükkânındadır tilki; toprakta ve denizdedir, yeşilde ve mavide, annede ve kardeştedir, Derin’dedir aylar sonra.

Maceralı bir yolculukta olsa güzel şey memlekette olmak. Ezber bozar Türk insanı, en yersiz yurtsuzunun, en inançsızının bile vardır bir memleketi, bildiği bir toprak kokusu, sevdiği bir yemek, görmek istediği bir cadde ya da sokak vardır. Benim için aslolan Trabzon’dur ve an en güzelidir, karşımda deniz, ayaklarımın altında çocukluğumdan kalma kırmızı toprak ve yeşil alabildiğine ve gökyüzü özgürlüğü hatırlatsın diye.

01.00 - dolu dolu bir Trabzon günü - 20.07.2012

13 kere okundu

Gece annesi arkadaş gezmesine gittiğinden babası ve ben bakmışızdır Derin’e, baş edememiş önce annesini çağırmış ardından daha da sağlamını yapıp onu da gezmelere göndermişizdir. İki koca kafalı kardeş börek ve karpuz tıkınırken belgesel kanallarından birinde rastladığımız ama şimdi hatırlamadığım bir programı seyretmiş, içten içe ne de kültürlüyüz anasını satayım demişizdir.

Gece sıcak, Bukowski’nin kadınları sıcak, sinekler sıcak… Satırlar satırların peşinden koşturmama vesile, kitap akıcı, kadınlar Amerikan yaşamından kesitler sunmakta… Elli sayfadan fazla okumuşumdur ki bu son beş on yılın rekoru.

Önce Meydan’da sokakta masası olan lokantaların birinde ezogelin çorbası içip ardından da yarım pideye yüz gram tavuk dönerle cila yaptım. Neredesin Ertan dedim, Yomra dedi, geliyorum dedim, tamam dedi.

Eskiden ortaokul diye bir şey vardı, ilkokulu beş yıl okuduktan sonra ortaokul okurduk üç yıl. Yukarı köylerden birindeydi Ertanların evi. Sabahları babasının arabasıyla gelir, yoldan öğrencileri toplardı. Şimdilerin servisi gibi bir şey ama bu cüzi de olsa paralıydı. Okul zamanı fazla samimi olmasak da İstanbul’da yaşamaya başlayınca yine kesişti yolumuz. Ara sıra görüşür olduk. Eski adamları andıran, şehir hayatına adapte olsa da içindeki köylüyü öldürmeyen koca kafalı bir arkadaş. Buradaki köylü temiz ve iyi insan anlamında kullanılmış olup kötü bir kasıt yoktur. Bir çay ocağında “süzekli” çaylarımızı içip havadan sudan, İstanbul’dan ve vefasızlığından bahsettik. Akşam uğrarız ablamla belki dedi, peki dedim. Dolmuşa atlayıp Trabzon’a geçtim.

Aşkın Aktürk şahsına münhasır, az bulunur ama çok aranmaz bir arkadaş. Çok aranmamasının sebebi her bünyenin kaldıramayacağı kadar arıza olması ve sevmediği bünyelere hiç sektirmeden arıza çıkarmasıdır. Abimin alt sınıfında olsa da bizimkinden önce mezun olup soluğu memleketi Trabzon’da almıştır. Üniversite yıllarında pek haberdar değildik birbirimizden, abimin kafası kırık bir arkadaşı diye bilirdim onu, özelikle eviyle ilgili titizliği geçerdi cümlelerin içinde. Nedendir bilinmez Trabzon’da görüşür olduk, önceleri cimrilikler yapsa da zaman zaman Akçaabat’a gidip köfte yemeye, yerken de havadan sudan, Trabzon’dan ve hayattan sohbetler etmeye başladık. Abimin arkadaşı olsa da artık benimle daha çok görüşür oldu. Abin manyak senin diyor, muhtemelen abim de onun için çok muhterem bir insan demiyordur karşılık olarak. Ama ikisinin de kullandıkları sıfatlar dillendirilirken ses tonundaki sevecen ifadeyi fark etmemek mümkün değil.

Beni Meydan’a bırak dedim, tamam dedi, xmen’i aradım o da tamam dedi.

Ben Ayşe’ye aşıktım ve o da bal gibi biliyordu. Her akşam okul çıkışı stadın yanından Uzun Sokağın çıkışına ya da Tabakhane Köprüsü’nün sonuna kadar peşinden yürür, bir kez dönse de mutlu olsam diye dualar ederdik. Birlikte yürüdüğümüz yolda o da Ayşe’ye aşık olmuş meğer sırtımdan vurmuş beni puşt. Ama bizim şimdiki gibi değildi bizim zamanımızın gençleri, aşk karşı konulabilir duyguydu, arkadaşın aşkı arkadaşın aşkıydı. Üç yıl sonra öğrendim eşeğin aşkını ki tam da o zamanlarda bana başka bir kızı ayarlamaya çalışıyordu. Tesadüf ki hatun Ayşe’nin kankasıydı ve benim hiçbir talebim yoktu. Ayşe gitti, diğer kız gitti, yaş gitti, Ogün ve Abdullah bile futbolu bıraktı, Hami ile Ünal’dan sonra. Bir xmen kaldı, önce Erzurum’da sonra Trabzon’da kaldı. Bir çay da onla içtikten sonra Barış’ı aradım. Irmak Ağzı’na geliyorum, şort ve havlularımızı al gel dedim.

Evden kaçar denize gelirdik, küçüktük daha on iki on üç yaşlarındaydık belki. Irmak Ağzı denirdi bizim evin aşağısına, taşlıktı sahil, kumdan eser yoktu ortalıkta. Yüzme bilmediğimiz zamanlarda bile dalgaların kollarına bırakırdık kendimizi, acımasız dalgalar bizi taştan taşa vurur biz inadına eşek yüküyle keyif alırdık. Arık sahil yolu geçmişti kıyıdan, yolun olmadığı yerleri de hırçın Karadeniz doldurmuş duvarla su arasında iki üç metrelik bir alan bırakmıştı. Attık kendimizi serin sulara, tadını çıkardık dalgaların, dalgaların patladığı yerlerdeki köpüklerde çocukluğumuza gidip gidip geldik.

Sonra ev, bahçeden domates ve salatalıklar, taze fındık bahçeden ve karayemiş. Dolu dolu bir gün, dolu dolu bir Trabzon günü, daha ne ister insan.

00.41 - bilindik hikayelerin sıradan kahramanları - 22.07.2012

3 kere okundu

Bilindik hikâyelerin sıradan kahramanları olarak uyanıyoruz güne, geceden kalma kafamız gün ışığına düşman, güneşe ve neme düşman, trafiğe düşman, eşe dosta, mahalle bakkalına düşman. Memnun olmamayı bize öğreten kim varsa ayrım yapmadan zaman zaman hepsine düşman.

Zaman yol zamanı, yoldan çıkıp yeni yollar bulma zamanı, rüzgâra uyma, dağlara çıkmaz zamanı. Urfa’nın köyünde kar yağmış, Murat yaylada montsuz üşümüş, sinek vurmuş bacaklarını Esra’nın, Ercan kırk tane levrek tutmuş deniz kenarından. Zaman bulutların arasından güneş zamanı vıcık vıcık terleyip ilk görülen suyla serinleme zamanı. Kötü zaman bu zaman, yaz kötü, hareket etmek zorunda olmak kötü, uyurken bunalmak, bunalmaktan bıkmak kötü.

Zil çaldı, Erikli getirmiş çocuk, dolusunu verip boşunu almak istiyor damacananın. Ne kadar diyorum, dokuz lira diyor, on lira verip bir lira geri alıyorum. Yaz günü bahşiş vermek âdetim değil, kış ya da sonbaharda da değişmiyor huyum, ilkbaharda da haliyle aynen devam. İşini yapan insana işini yaptı diye fazladan para vermek akıllıca değil, zaten o iş için birileri ona para veriyordur, kamu hizmeti olsun diye benim gibi bir adamın kapısına kadar su getirmiyordur. Servis yaptı diye garsona bahşiş verilmez, sevgilisine çiçek aldı diye adam daha çok adam olmaz, yolda bulunan paranın sahibi aranır. Görevini yaptı diye birilerinin sırtını sıvazlarsan yarın bu işin görevi olduğunu unutur, başına kalkar yaptığını, aşar haddini ve sebebi sen olursun. Diyor ya Boletelli benim işim gol atmak, neden her golden sonra sevineyim; postacı mektubu teslim edince havalara mı zıplıyor ya da doktor doğru teşhis koyduğunda şampiyonluk turu mu atıyor. Herkes işini yapar ve karşılığında hak ettiği parayı alır, Erikli’nin damacanası dokuz liradır ve on lira vermişsen üzeri alınır.

Yoktur pek alaka televizyonla, ara sıra belgesel ara sıra spor sadece, spor dediysem futbol yine sadece. Basketbolmuş, tenis ya da yüzmeymiş hikâye; alışmadık başta şapka durmazmış. Küçükken okul çıkışı toplanılıp gidilen derme çatma futbol sahalarında başlanılan macera halı sahalarda devam eder, akşam olunca da ekranlarda tuzlanır ve biberlenir. Kültürlüyüm demekle kültürlü olunsaydı ne harika bir toplum olurduk. Düşünsenize, kimse magazin programı seyretmez, annelerimiz dışında gündüz kuşağı aptal programlara baktığını itiraf edeni bulamazsınız, herkes haber programı herkes belgesel. Ama gelin görün ki yarısı haritada Suriye2nin yerini gösteremez diğer yarısı da erkek aslanla dişi aslanı ayıramaz, ilgili bölümü kaçırmaktır mazeret ya da dün gece elektrikler kesiktir de çalışılamamıştır derse. Vardır çok alaka televizyonla, o kadar akıllıyızdır ki ne satılsa alırız nasılsa para vermediğimizi zannederek. Oysa yazın yaptığımız aptallıklardan konserve yapsak dört kişilik bir ailenin kışlık yemek ihtiyacını kolaylıkla karşılarız.

Büro tipi klimanın kocaman hortumunu kıçımamı sokacağım da sıcak havayı dışarı atacağım. Dışarıdan bakan da zanneder kolayca kur kullan. Ne anladık gelişen teknolojiden, ne anladık her gün biraz daha kullanışlı ürün geliştirmekten. Senin ürünün benim işime yaramıyorsa o kadar da ürün değildir, illaki duvara mı şaaptıracam ipnenin havalandırmasını, sattım anasını ama almadım klimasını; bu yıl için son kararım üstelik.

Gelişine kurulan cümleler her zaman gol olmayabilir ama vurulmuştur vurulması gerekene, sen söylemişsindir de gerisi o kadar da önemli değildir aslında. Her söylediğin de varsın duyulmasın, varsın bir sen söylemiş ol. Paragrafların yoktur birbiriyle ilgisi zaman zaman cümlelerde tanımaz yanındakini. Her bulunduğunuz kalabalığı bilmemeniz gibi, her yanından geceni tanımamanız gibi, her yanınızda duranla birbirinize yakışmamanız gibi.

Sevdaluk günlerimize gelip çatan Ramazanlar vardı, sevgili oy Trabzon Trabzon diye şarkılar yazardı. Şimdi içi kalaylı bir Dünya’nın çoğu olmayan isteklerin mutsuz ve bir o kadar da umutsuz sakinleri olarak yazı da sevmiyoruz kışı da, gideni de bir kalanı da hikâyemiz kahramanlarının, her kalp taş her akıl bataklık gibi, ne kalbe nüfuz etmek mümkün ne saplanılan bataklıktan kurtulmak.

04.48 - papatya hayattır, lilyumlar süsü - 28.07.2012

0 kere okundu

Devam ediyor hayat, güneş doğuyor ve batıyor, yelkovan koştururken ağır abi rolünde akrep, bazı sabahlar taze simiiit diye bağırıyor simitçi, çocuklar bahçedeki köpeği rahatsız edip oyunlar oynuyor. Temmuz haziranın yaptığına öykünüp gitmeye hazırlanırken göz kırpıyor Eylül’e gebe ağustos ve devam ediyor hayat.

Gelene de alışılıyor giden gibi, yokluk varlıktan sebepleniyor, varlık yoklukla besleniyor, roller değişiyor oyuncuların ardı sıra, boşalan koltuklar yeni seyircilerle doluyor. Çok önceden kesilmiş biletler, biliniyor nereye oturacağın sen hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi planlar yapsan da. Son beş dakika anonsu duyuluyor, görevli çocuğa yerler soruluyor ve başlıyor oyun. Sahi neresindeydik perdenin, bu ışıklar sahnedekileri aydınlatmayacak mıydı, biz değildik kahraman olan, sıradan insanlardık daha birkaç dakika önce. Seyretmeye geldiklerimizi bizi seyrederken buluyoruz, hazır değiliz seyretmeye oyuncu değiliz, bocalıyor cümleler kurmaya çalışıyoruz, bocalıyor elimize yüzümüze bulaştırıyoruz.

Kapatın ışıkları sevmedim bu oyunu, şakaysa söyleyin artık kalmadı tadı. Kendimi seyretmek için bilet almış olamam, seyretmek için geldiklerime eğlence olamam ben, hem bu adam ben değilim öteye beriye şaşkın bakışlar fırlatıp sudan çıkmış balık gibi ne yapacağını bilemeyen. Daha oyundan sonra bir yerlerde oturup kahve içecektik, Çingene kızdan bir demet papatya alıp hayatı renklendirecektik, lilyumlardan bahsedip boğaza karşı simit yiyecektik.

Devam ediyor hayat durması gerektiği yerde, kapanan perdenin ardından açılıyor yenisi. Her seferinde daha da alışıyoruz oynamaya, her perdede biraz daha ustalaşıyoruz, mimiklerimiz olgunlaşıyor ses tonumuz düzeliyor her sahnede. Ustalaşıyoruz uzaklaşırken karadan, her rolde biraz daha zorlaşıyor geri dönmek.

Ben anlamıyorum sizi aslında diyor çocuk, sanki anlaşılacak bir şey varmış gibi. Suyun kıvrılarak akmasının tek nedeni derenin yatağıdır oysa. Yoktur görünenden başka anlamı sıvının içinde bulunduğu kabın şeklini almasının. Doğduk ve yaşıyoruz, sevdik çekiyoruz, sustuk dinliyoruz, kelimelerimiz var ve yazıyoruz. Bir satırda bir şeyler anlatırken diğerinde kâh kendimizi kâh başkalarını kandırıyoruz. İlk aklına gelen en doğrusudur; papatya hayattır lilyumlar süs sadece, papatyalarla yaşamayı beceremeyip lilyumlarla süslüyoruz kendimizi.

02.23 - gündüz dolup taşan sokaklar bomboştu artık - 29.07.2012

0 kere okundu

Gündüz dolup taşan sokaklar bomboştur artık, başıboş sokak köpeklerinden başkası yoktur yarenlik edecek, paylaşmak zorunda değilsindir hayatı, senin için yaratılmıştır Dünya ve emrindedir. Güneşle başlayan gün Ay ile devam etmektedir.

Bir kalemde silip attım diyordu adam, imzalamam bu ihaleyi emekliliğimi isterim. Öyle de yapıyordu yıllar önce ve yıllar sonra ayaküstü övüne övüne anlatıyordu iftar için yemek seçtiği restoranda macerasını. “Genel cerrahım ben bilmezsiniz siz, adam annem bu ameliyattan çıkmazsa vururum seni dedi, korktum ama belli etmedim, aldım elime neşteri bitirdim işimi yarım saatte. Övüne övüne anlatıyordu adam, çok kötüydü eskiden çoook, sen ne kadar istiyorsun doktor dedi diye yumrukladım ilaç firmasının elemanını, kulak zarı patladı, o mahkeme senin bu mahkeme benim dolaş dur, ceza vermediler çok şükür. Şimdi gitsem aynı firmaya bakmazlar yüzüme, kara listeye aldılar beni. İyi yaptı bu hükümet, sağlık sektörünü düzeltti biraz. Siz bilmezsiniz bu firmaları, özel sektöre yirmi liraya sattığı ilacı iki yüz liraya satarlardı devlete, prospektüs bastırır bunlar matbaaya, beş kuruş verip bir liralık fatura kestirirler, devletim de öder paşa paşa. İhaleyi imzalamadım diye sürdüler beni, on dakikada geldi haber Ankara’dan, telefonda sürdüler beni yıllar önce. Atladım uçağa gittim İstanbul’a, verdim emeklilik dilekçemi kurtardım kendimi…” adam kayboluyordu gecede, kendi dünyasına taşıyordu kendince çalkantılı ruhunu taşıyan gövdesini, elinde yemeği uzaklaşıyordu masasına doğru.

Ben yılların siyasetçisiyim, ülkücüyüm ben ülkücü diyordu diğeri. Yediği paralardan yol yapılsa memlekette ulaşım sorunu kalmazdı hâlbuki peşine koştuğu eskinin ünlüsü yeninin gözden düşmüş karakterinin. Kardeşi hastanedeyken o sürüp yolsuzluktan yargılanan eski milletvekilinin duruşmasına gidiyordu, can hasta yatarken devleti sömüren canan peşinde koşuyor, ülkücüyüm ben ülkücü diyordu. Fikri ne olursa olsun değişmiyordu fikri sabiti insanın, bilmediği dağı görmezden gelip bildiği tümseğe şatolar yapıyordu, kralın elbisesi gibi bir kendi görüyor görmeyene de aptal diyordu. Denizin uzağında başladığı hayata denizlerle çevrili yedi tepeli İstanbul’da devam ediyordu. Güneş batıyor ay çıkıyordu gökyüzüne, uykuya dalmadan önce adı sanı bilinmez diyarlardan denkleştirdiği huzuruyla ikiyüzlü uykulara dalıyordu.

Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli, Paris Hilton diyorlar ama o da ayağa düştü. Takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp çıkıyordu sokağa, herkes baksın diye süslenip bakan olunca da tuhaf tuhaf hallere giriyordu. Bildiğin memleketim kadınıydı aslında ama Nicole Kidman’la ve Katie Holmes ile yarıştırıyordu kendini. Zamanının en yakışıklısıydı Top Gun’ın asi pilotu, pek bir sever pek bir el üstünde tutardı. Neyim eksik onlardan derdi aynaya her baktığında, ayna elindeki koca listeyi gösterecek olsa “ay benim dizim başlamış geç kalmayayım” deyip televizyonun başına koştururdu.  Her gün sevgili değiştirenlere gündüz kötü gözle bakıp geceleri iç geçirse de içinden çıkamıyordu eşin dostun yardımıyla ördüğü duvarların. Yaşlanıyordu her geçen gün ve her geçen gün biraz daha gömülüyordu kendini beğenmiş yalnızlığına. Yine gece yarısı olmuştu ve uyunmalıydı.

Gündüz dolup taşan sokaklar bomboştu artık, her ölümlü bir gün daha yaşlanmak üzere perdelerini kapatıyor dişlerini fırçalayıp yatağına gömülüyordu. Hayattan elini ayağını çekip bir başına kalıyordu yanında yatan birileri olsa da. Güneşle başlayan gün bir sonraki güneşe gebe elden ayaktan çekiliyordu.

08.36 - İşler Güçler be abi - 29.07.2012

0 kere okundu

Şimdi benim uyumam gerekiyordu ya, hani orucu uykuya tutturanlardandım. İşte öyle olmadı bugün, dün gece yani. Ümit geldi arkadaşıyla, toplanıp bir gâvur marketine gittik, yemek falan yedik, alışveriş yaptık Eylül’e. Dönüşte donut bile aldık, doğrusu donatsa kusuruma bakmayın emi, google amcaya danışmak gelmedi içimden şimdi. Birer orta kahve içtikten sonra e siz gidin artık dedim, sağ olsun iyi çocuk olup kırmadılar beni, mittir olup gittiler hayırlısıyla.

Derken bilgisayar, derken kitap falan (kitap olayı tamamen yalan, sırf bendeniz kültürlü gözüksün diye yazdım yemin ederim) derken oldu gece yarısı. İzliyor musun maçı dedi Tamer, hangi maç diye cevap yazdım, tınlamadı şerefsiz bu kez yüksek tondan hangi maç olluuum diye yazdım. Filenin iki yanında tepinen şeker kız Kendiler’den (Candy diye yazılır) bahsedermiş. Açtım baktım maç bitmiş, Brezilyalı fıstıklar ezmiş bizimkileri. Sonra Koreli teyzelerle Amerikalı şeyler (anladınız siz onu) kapıştı, göz gezdirdim az buçuk. Twitter, gazete ve facebook derken oldu mu sana sahur, içtim mi bir dolu su likır likır, şişti mi midem. Bozarım bu oyunu deyip Selçuk Aydın’ın maçını beklemeye karar verdim.

Eşek kadar adamlarsınız aga, sabahın beşi demişsen sabahın beşidir, ulan bu üç aşağı beş yukarıyı da geçti, altı buçukta başladı maç. Elin Meksikalısı az buçuk haşladı bizim tıknaz oğlanı, spiker durumun farkında değil, aptal aptal cümleler kurarak Selçuğu gaza getirmek derdinde ama zor iş vesselam. Guarrero kemeri aldı biz üçün belli bir bölümünü ki onu da bilen bilir artık.

Olayın püf noktası burada aga, yapmış adamlar hayırlısıyla; öyle tırı vırı değil ha bildiğin yapmış elemanlar. Sevdim ben bu İşler Güçler’i, bildiğiniz gülüyorum sabahın köründe, üst kattan şahin abi duysa ne oldu bu uşağa neye gülüyor bu saatte der, o kadar yani. Yok aga yooook, olunca oluyor demek, yapmak isteyince yapılıyor. Tuttum ben bu işi, bir ay seyretmem, sonra internetten indirip yoğunlaştırılmış keyif yaparım, olur olmaz saatte cakamı atarım hayata.

Ses geliyor dışarıdan, bildiğin uyanmış elemanlar bu saatte, tamam ben de ayaktayım ama uyumadım diye, uyusaydım şaapsalar uyanmazdım bu saatte. Martı sesleri de cabası. Ulan sanki maaşlı işte çalışıyorsunuz kuş beyinliler, gidin zıbarın uyuyun. Hayvan desek alınırsınız, Pazar günü uyuyun diyoruz bok varmış gibi erkenden kalkıp gog gog gog. Bir kere martısınız siz beyazı sarısından bollar, şehir içinde balık mı var da uçuşuyorsunuz. Deniz kuşusunuz siz, gidin bir iki kıraça avlayın sudan, Adalar tarafında bol olur bu mevsimde. Yok ama sizi de alıştırmıştırlar, memleketimin belli yöresi vatandaşları gibi devlet de devlet, devlet de devlet. Kanadın var gagan var, denizin var suyun var, ayaklarının arasında perde bile var bre münafık. Ekmeğini sudan çıkaracağın yerde tutmuş sabah sabah kafamı şaaparsın, gog gog da gog gog.

Hadi ben ufak ufak yaylanıyorum, filmi bitirip yatağıma gidecem, iftara çok var daha en uygun pozisyonda top atışını bekleyecem. Dualarınızı benden esirgemeyin emi, şu martıları da simite ekmeğe alıştırmayın. Siz vapur ritüelini yerine getireceksiniz diye emekçi deniz kuşlarını dejenere edip bohem hayatına alıştırmayın. Dünyanın düzenini bozmayın, martıların sabah sabah sanatçı tiriplerine girip solo yapmalarına vesile olmayın. Bana ettiğiniz duaları görmezden gelip basarım kalayı yeminle, soran olursa da duymadım görmedim. Maymunların biri tatilde bakmayın kusuruma, konuşurum ama duymam, sövüp sayarım ama görmem.

04.17 - gelmesin ardımdan kimse - 31.07.2012

0 kere okundu

Sekize kadar sayıp başlıyorum koşmaya, beni seven arkamdan koşsun, ilk üçe girene sekizer lira vereceğim. Tek şartım benim koştuğum yere kadar koşmak, bitince üç adım yürüyüp tekrar geriye koşmak, her nereden başlamışsan koşmaya oraya kadar koşmak. Amaç gelirken kat ettiğin yolun üç adım fazlasını koşmak ama koşmak, olanca hızıyla bacaklarının, adımlarının olabildiğince uzunuyla koşmak.

Şimdi denizin bittiği yerdeyim, ayaklarımın altında kum taneleri, kulağımda kumsala vuran dalgalar, saçlarımda gece rüzgârı elim cebimde. Şimdi karanın bittiği yerdeyim, ayaklarımın altında su, kulağımda kumsala vuran dalgalar, saçlarım yok kazımışım kafamı ve elim cebimde.

Oturup seyrederdik karşı tarafın ışıklarını, Lefkoşa’nın güneyiydi, yüksek bir tepenin üzerinde koca bir ışık. Ölürken beni en yükseğine gömün şehrin demiş, ömrünce mücadele ettiği Türklerden yüksekte olmak istemiş ruhu bedenini terk ettikten sonra. Oturup seyrederdik karşı tarafın ışıklarını, o bizden yüksekte olursa bizden daha üstün olacağını düşünürken biz onun ışıklarını sohbetimizle süslerdik. Antalya’dan Bursa’ya, Elazığ’dan Çanakkale’ye cümleler kurar aldırış etmezdik kimin ne düşündüğüne, gün bitmişti ve biraz sonra uyuyacaktık, zaman dolacaktı ve bir daha görmeyecektik birbirimizi. Büyük adam küçük adamların gözünde birkaç satırdan ibaretti yıllar sonra.

Sekize kadar sayıp başlıyorum koşmaya, gelmesin ardımdan kimse. Yalandı sekiz lira, üç adım olayı size de inandırıcı gelmemiştir. Anlamsız bir dünyaya anlam katacak kadar aptalsınız belki ya da anlam veremediğiniz şeyleri anlamsız sanacak kadar cahil. Benim yolum karlı diye sevmiyorum karı, karı sevdiğim için yağdı yoluma, zamanında yağmuru da sevmiştim ıslatsın beni diye, denizi de kumu da sevmiştim. Sekize kadar sayıp başlıyorum koşmaya, yol benim yolum gelmesin ardımdan kimse.