ne çabuk geçiyor zaman - 10.02.2014

98 kere okundu

Güncem parçalı bulutlu, yer yer güneş var, yağmur terki diyar etmiş. Tarih Şubat 2014, ne çabuk geçmiş zaman. Göz açıp kapamaya gelmiyor, hiç bir şey kalmıyor bıraktığımız yerde. Akrep ve yelkovan nefes nefese, artık kime ne yetiştiriyor, kimden kaçıp kime gidiyorlarsa…

Yazmadığım on gün olmuş neredeyse. Mutlu insanlar pek yazmaz, hayat bana öyle öğretti. Trabzon’daydım, ana kucağında. Üstelik yanımda Eylül var, sev sev bitmez. Semih hocayla buluşup salep içtik Beton Helva’da, Eylül bildiğiniz yancı. Sonra palette oturup çayla devam ettirdik sohbeti, eşek uyuyakaldı koltukta. Alışveriş merkezinde ve sokakta yürüdük, kimseye aldırış etmeden cümleler kurduk birbirimize sanki aynı dili konuşuyormuşuz gibi. Birlikte uyuyup birlikte uyandık. Bildiğiniz aşk en masumundan.

Benden neden bahsetmiyorsun diyor yazılarında… Mutluluk kimi yazar yapmış ki, kimi şair? Senin olduğun her yer mutlu, yaşamaya gebe, yazmaya kısır… Ben seni yaşamayı seçtim, yazmak ötekilerin olsun.

Aklı olan köyde yaşar, kendini hapsetmez beton yığınlarının içerisine. Ortaokul ve lise yıllarında yürüdüğüm yolu yürüdüm, Gışla’dan denize baktım, kokusunu çektim içime. Ne güzel günlerdi, ne güzel çocuklardık bir bilseniz.

Dönüp dolaşıp İstanbul’a gelmiyor mu insan, bal olsa yenmez. Hayat seçimlerden ibaret ya, hep kötü olanı seçiyoruz. İki kuruşluk zevkler için satıyoruz kendimizi, bazen bir çift kırmızı ayakkabıya, bazen lüks bir restoranda kahvaltıya. Oysa mutluluk denen şey hep birkaç adım uzakta. Formülü var ama değişkenleri doğru yerlere koyamıyoruz. Ne kadar toplarsak toplayalım, çarpalım ya da bölelim eksik çıkıyor bir şeyler. Başa dönüyoruz misketlerini kaybetmiş çocuklar gibi. Üzüleceğimizi bile bile yeniden başlıyoruz.

Görevlendirme belli değil, eski işyerime gitmek zorundayım. Oysa ben daha az mutsuz olmayı seçmiştim, küçük hesaplardan ve küçük insanlardan vazgeçmiştim. Belki birkaç ay daha katlanmam gerekecek yalan dostluklara, sahte merhabalara. Belki içimdeki ölmüş çocuğa isabet edecek birkaç tekme daha. Yaşanması gereken yaşanıyor siz ne yaparsanız yapın, kaçmak kurtulmak için yeterli değil.

Yıllar önce bu saatlerde abimin eski bir arkadaşıyla tuhaf bir muhabbet geçmişti aramızda. Haftaya Trabzon’un birileriyle maçı var gibi bir şey demişti abim. Bu hafta yok mu demişti Yasemin, maçlar bugün oynandı bitti diye cevap verdiğimde, olur mu demişti… İki saat önce bitti hafta, Pazar gecesi 00:00 itibariyle yeni hafta başlar. Matematiksel olarak haklıydı ama hayat söz konusu olunca her şey birbirinden o kadar net çizgilerle ayrılmıyordu. Nerden geldi aklıma şimdi bu… Dün pazardı, bugün pazartesi, dün mutluydum, bugün de mutluyum.

Bir hatıra daha sıkıştırayım yazıma… İki bin beşin yirmi ocağında askerliğim bitti ve yurda dönmek için arkadaşlarla Ercan Hava Limanı’na gittik. O dönemin kısa dönem erlerinin hepsi Antalya’dan gelmişti ve acemi birliğinden tanışıyordu. İçlerinden biri sivil hayata alışabilecek misin diye sordu. Asker hayatına alışmamıştım ki sivil hayata alışmakta zorluk çekeyim dedim. Oysa kötü şeylere de alışıyor insan iyi şeylere de. Yeter ki omuzlarının üstünde akıllı bir kafa ve göğsünde temiz bir kalp taşısın. Benim aklım da yarım kalbim de. Ne farkı var pazarın pazartesiden…  

Yolunuz Sürmene’ye düşerse Bozo Pide’ye uğrayıp Türkiye’nin en güzel pidesinin tadına bakın. Gerçi Ceyhun Yılma Pide'ye git dedi ama sonradan öğrendim, onun derdi başkaymış. Kavurmalı kaşarlı tercihimdir. Sakın ola Trabzon merkezde ki Çardak Pide’ye uğramayın. İnternetten tarifine bakıp yapsanız onların yaptığı pideye yakın bir şeyler çıkar. Bu da benden size kıyak olsun.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

günlerden perşembe - 13.02.2014

0 kere okundu

Ahmet Kaya’dan bir şarkı dudaklarımda, merdivenler seke seke, yudum yudum çay, eski yeni yüzler… Sabahı güzelse akşamından umut vardır günün. Şikâyetsiz bir ömür merdiven sayısı kadar, hava bahardan kalma, cümleler sağdan soldan, kelimeler Türk Malı.

Bakmayın bugünün Perşembe olduğuna, hepsi kandırmaca, hepsi safsata. Birileri istedi diye öyle, kabulü kabul etmek bu. Bir düşünün, günleri keşfeden adam pazartesiden değil de çarşambadan saymaya başlasaydı bugün cumartesi olacaktı, pazartesiden başladı diye böyle. Şimdi ne demek istiyorsunun tezahürleri bunlar, laf olsun diye, Ahmet Kaya ya da Fatih Kısaparmak olsun diye. Dün gece rastladım amcama, Küstüm Show’a çıkmış Flash Tv’de. E be amcam senin ne işin var orda? Şebnem ablamı da alıp akşam oturmasına gelmiş sanki. Ama burada kimse oturmaz bilememişsin sen. Sürekli bir çalgı çengi mevzusu ki evlere şenlik.

Şerafettin geldi aklıma, ben otururdum o ders anlatırdı. Malzeme şimdikinden beter. Sanki Allah bi taraftan giren öbür taraftan çıksın diye iki kulak yapmış koca kafalarda. Hasadı mümkün olmayan tarlaya ekin ekmek benlik değil. Olduğumdan beri tadını çıkartıyorum boş vermişliğin. Göt kadar Dünya ve merkezinde bendeniz. Herkes Şerafettin gibi olsa belki göt olmaktan kurtulurdu adı geçen yuvarlak. Ama sağa baksan aptal, sola baksan sersem. Şapkasına kurban olduğum Celal’e de söyledim, az sandalye az insan, az insan çok huzur. Ki az insan olan her yer keyifli olabilir.

Ben bu tufaya düşmezdim ama denemek zorunda hissettim kendimi. Siz siz olun Carrefour’un balık reyonundan dondurulmuş palamut almayın. Ölmüş tavuk bile daha iyidir ondan. Allahtan papaz yahnisi dedik, soğanı havucu salçayla harlayıp üzerine döktük de aç kalmadık. Yoksa bildiğiniz balık rezaleti. Benim güveçte bir şey kalmadı o ayrı. Balık bu, pişmişse yenecek arkadaş. Göbeğime sağlık.

ke-li-me-lik - 20.02.2014

0 kere okundu

Al satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım. Satsam on beş liradır, zambak zumbak… Arkamı döndüğümde kimse olması gereken yerde değil. Zaman rahat durmamış, katmış önüne kim varsa, almış götürmüş. Ne o eski çocuklar kalmış ne de o eski çocukluklar. Koca kova adamlar takım elbiseli, ellerinde ki çantalarda laptopları, laptoplarında yalancı dünya.

Bilen bilir ben sevmem bilgisayarda oyun oynamayı. Bir zamanlar fifa oynardım o kadar. Ama şimdilerde kelimelik diye bir oyuna takıldım. Scrabbleın  benzeri, hatta aynısı. Kelime kurmaktan anam ağladı, yaz yaz nereye kadar. Dün gece mesela sabaha kadar. Ben yaşlı bir adamım neticede, bu kadar keyif kalp krizine neden olabilir.

Dedim yapma, iki günlük dünyada gereğinden fazla sıkıntıya gerek yok. Ama heveslendirmiş eş dost, sokmuşlar kafasının kenarına. Aday olmuş x partiden, ilçe genel meclisiyle başlayacak siyasi hayatına. Gerçi bana sorarsanız olmaz ondan, abim diye demiyorum ama avukat olsa da ne yalan söylemeyi becerir ne de yalakalığı kaypaklığı. Bazı konularda bildiğiniz kalas. Gelecek partiden birisi de ona ahkâm kesecek, atıp tutacak. Adam konuşup konuşacağına pişman olur, abimin de siyasi yaşamının sonu olur. Ama yine de yolun açık olsun. Bindin bir alamete gidiyon kıyamete. Nasılsa arkanda koç gibi kardeşin var, nereye gitsen gelir peşinden, ne yapsan durur arkanda. Çok şanslısın vesselam.

Karar verdim bu dönem dershanede ders vermeyeceğim. Hafta sonlarını kendime ve kızıma ayıracağım. Yürümeyi öğrenmiş Eylül’den güzel bir şey düşünemiyorum. Ayaklarımız bizi nereye götürürse oraya gitmek varken gidip koca koca adamlara pazarlama ilkelerini, üretim maliyetlerini anlatamam. Gerçi şu bez işi de olmasa ne süper olurdu. Sen tut mesela sabah sabah batır kendini. Nasılsa baban siler temizler. Ya da sabah duş almak istedi mi yaptı böyle. Bu da şimdi geldi aklıma. Netice itibariyle ben eşeğin kakasına katlanırken o sabah duşunun keyfini çıkartıyordu. Canı sağ olsun, canım sağ olsun.

Yazmak ayrı bir dünya gibi. Hayatın içerisine ne kadar çok girersen o kadar az yazıyorsun. Bir dolu malzeme topluyorsun belki ama yazmaya zaman bulamıyorsun. O yüzden sevmiyorum dünya işlerini. Canım yazmak istiyor malzemeler birikince. Kızıma mektup yazacaktım mesela doğum günü için, yalan oldu. Allah beni top etsin.

ben mi onu o mu beni belli değil - 21.02.2014

5 kere okundu

Sevgilim yatak, seni bırakıp gitmek öyle zor ki… Daha birkaç saattir ayrı olmamıza rağmen öylesine özledim ki, öylesine tütüyorsun ki burnumda anlatamam. Ah bu kapitalist düzen, bu para, beklentiler ve verilen sözler. Her ne varsa bize karşı, her kim varsa ayrılığımızdan yana. Az kaldı; aklım sende, gövdemi de getireceğim.

Uyku yaşamaktan çalınan zamandır diye düşünürdüm eskiden. Ne kadar az uyursan o kadar çok yaşarsın derdim. Ama kahrolası zamanı başkaları düzenlerken bu çok zor. Sabaha kadar uyumasam mesela, sabah girdiğim yataktan öğleden sonra çıksam. Toplumsal iş bölümünden payıma düşen işi kendi bildiğim zamanlarda yapıp tekrar kendime dönsem. Ama ne mümkün, biyolojik saatin tik takı diye yutturdukları hava kararınca uyu, gün doğunca uyan masalına inanmak zorundasın. İnanmak da yetmiyor, itaat etmek, yaşamak zorundasın.

Bazen düşünüyorum da kapitalistler de sosyalistler kadar salak mı acaba. Para dediğin karayemiş yaprağı, olsa da olur olmasa da. Kimse kimseye para vermek zorunda olmasa. Üzüm yetiştiren buğdaycıyla takas yapsa, artistlere yemek ve yatak beleş olsa, balıkçılar ülkeye kral olsa… Ya da kral olayını geçelim… Kral varsa kralcı da vardır, kralcı varsa muhalif de vardır, muhalif varsa CHP’de vardır… Gel de uyanma rüyadan; Kılıçdaroğlu bir kulağıma cır cır cır, muharrem ince diğer yandan car car car… Onlar da haksız değil, Kral Tayyip ve tebası parayı icat etmiş, üstelik yenen parayı, ne kadar yense doyulmayan parayı. Yok yok, sosyalistler kapitalistlerden daha akıllı. Ömür boyu uyumak gibisi var mı, yaz kış yatak, gel keyfim gel. Üstelik sanırım sosyalistler kapitalistlerden daha iyi sevişir, hep mal gibi yatmak da olmaz. Kapitalistlerin sevişmekten de çıkarı vardır, oysa sosyalistler zevk için yapar bunu. Keşke daha genç ve daha aptal olup sosyalist olsaydım.

Nilüfer’i bilirsiniz… Kulaklarımı okşayan sese klavyenin yumuşak tıkırtıları eşlik ediyor, yan odadan sesler belli belirsiz, uyuyor muyum uyanık mıyım belli değil. Al sana içinden çıkamasan da başını ağrıtmayacak bir hesap, şimdi burada yatak olsa yatar mıyım yatmaz mıyım? Yatarım annem yatarım, kahrolsun kapitalizmin faşist beklentileri, kahrolsun çalışmaktan yana olan düzen, kahrolsun bazı kadir kıymet bilmezler. Bu kadir mevzusu nereden çıktı bilmiyorum, yataktan mı acaba… Konya gibisi olmadı hiç; iş yerimde yatardım, gürültü yapana bozuk atardım. Bilemedim kıymetini, kaçtım geldim şehirlerin orospusuna. Şimdi o mu beni düzüyor ben mi onu belli değil.

KESTANE ŞEKERİ SEZON 1 BÖLÜM 2 - 22.02.2014

20 kere okundu

Kestane şekeri sezon bir bölüm iki... Malzemeler; bir kg kuzu kestane, sekiz yüz gram şeker, yeterince su, bolca işçilik ve gereğinden az olmayacak özen. Sevdim bu işi, kestaneci mi olsam ne, hem tadı da yerinde işin. Kadın olsam afet olurdum, her parmağında ayrı marifet… Sonra gider bir oduna yar olur, heba olurdum. İyi ki erkek olmuşum. Yazarken geldi aklıma, kadın olsam erkeklerle ilgilenmek zorunda kalırdım. Mide bulandırıcı bir durum. En iyisinin dibine gübre suyu öküzlerin.

Cumartesi Pazar dediğin yatakta geçmeli. Sizin de fark ettiğiniz üzere bu aralar pek bir arada olamasak da aklımız birbirimizde, en azından benimki onda. Sabah dokuzda uyanıp tekrar uyudum, doyamadım nevresime yorgana.

Soğuk sıcaktan daha samimidir, daha gerçektir, kış yazdan, ay güneşten daha iyidir. Kışın geceler uzun olur mesela, keyfine doyum olmaz. Bir sen varsındır bir de olmasını istediğin kim varsa. Ne ses vardır, ne yabancı bir soluk, insan az huzur çoktur, hüzün bile güzeldir, her kelime ayrı bir tat, her dakika ayrı bir keyif... Deniz kenarında salaş bir kahvede kahve yudumlamak istersin sonbaharın ılık havasında. Hatta yağmurlu bir günde ıssız bir evin verandasında. Uslanmak için bir de omuz varsa yanında… Sonbahar güzeldir, kış güzeldir, bahar da güzeldir. Hem bu yaz kuraklık olacakmış, kim ister susuz yazı.

Kadıköy, vapur, Beşiktaş, ciğerci… Cumartesi sokaklara emanet Pazar eve. Geçen hafta hava güzeldi, sahil fena değildi. Henüz görgüsüz mangalcılar doldurmamıştı boş buldukları her yeşilin, her betonun üzerini. Tavuk ve et aromalı dumanla yüz göz olmak zorunda değildik her adımda. Kenarında oturduğumuz denizin tadını çıkartmak köylerini yanlarında getiren öküzlere kısmetmiş. Oturmasını kalkmasını öğrenememiş kalabalıklara her şeyin bir adabı olduğundan bahsetsen ağdacıda Bülent Ersoy görmüş gibi bakar suratına. Boşa yorarsın ağzını, bu adamın burda ne işi olduğunu düşünmek istemez.

Korsana karşı değilim, Kurtalan Ekspres – Göğe Selam indiriyorum. Vicdanım sızlamadan da dinleyeceğim. Sanki ben yazdıklarımı millete parayla okutuyorum da amcamların çığırdığı türkülere para vereceğim. Zaten son on yılda bir kez albüm aldım, o da bizim Kerem’in albümü. Paketinde duruyor, açmadım bile. İnternetten indirip dinledim satın aldığım albümü. Türküm ben; işime gelince doğru, az da çalışkanım. Kadınları hoşlanırım, erkeklerden haz etmem. Birinci amacım kendi varlığımı mutlu kılmaktır ve sevdiklerimi korumaktır. Gerisi zaten dolgu malzemesi. Sokağa çıktığımda seksen beş insan mutsuz olsa kime ne. Yarısı acı çekse ölse kader. Burada kesmek zorundayım, çok açık verdim. İyisi mi mutlu şiirler yazayım, güneş olsun güneşi sevenlere, varlığını sevdiklerime.

sanane ulan - 25.02.2014

0 kere okundu

Yeterince yıpranmış ve artık değişmesi gereken bir hükümetimiz var. En azından bir dönem ara vermesi gerekiyor AKP’nin. Suların durulması renklerin açığa çıkması için çıkar yol bu.

Her gün yeni bir haber, her gün yeni bir suçlama ve karşı suçlama. Öylesine allak bullak oldu ki kafamız, tarafsızlar olarak neye inanacağımızı şaşırdık. Tarafsız derken siyasi fikri ya da tarafı olmayan değil, belli bir grup ne derse desin onlara inanların dışındaki insanları kastediyorum. Yani mümkünse objektif olmaya çalışanları. Her şeye rağmen iktidar partisinin tutar tarafı yok. Binlerce insanın dinlendiğini söyleyen kendileri mesela.  Başında bulunduğunuz ülkede böylesine işler yapılabilmişse en iyimser tespitle yönetim zaafiyeti vardır. Sırf bu sebeple bile normal bir ülkenin siyasileri doldurdukları koltukları başkalarına bırakmalı. Ama bizim geleneğimizde itiraf değil inkâr olduğundan istifa beklemek te aptallık olur.

Siyasetten zengin olanı gördüm ama mutlu olanı görmedim. Eninden sonunda çıkıyor ortaya her yolsuzluk, ya çalanın başı ağrıyor ya eşinin dostunun. Ortaya çıkmayanların da cezasını vicdan veriyor. Eğer vicdanınız yoksa zaten bu en büyük ceza. Bir de yeme olasılığı olmayan sıradan vatandaşlar v ar. Gece Tayyip’le yatıp sabah Kılıçdaroğlu ile kalkanlar. Kahvaltıyı Levent Kırca ile yapıp öğle namazını Fethullah Gülen’le kılanlar. Akşam yemeği hayli kalabalık; Müjdat Gezen mi dersin, Abdüllatif Şener mi dersin yoksa Albayrak mı Arınç mı dersin. Kendilerini akıllı sanan bu insanlar fikrimce en aptal olanları. Çünkü yaptıkları tek şey kendilerini yıpratmak. Boş bir hayalin peşinde ordan oraya koşturmak. Dün Demirel’in peşinden koşanlar bugün Tayyipçi, dün Türkeş ile kurt işareti yapanlar bugün Levent'çi Mujdat'çı. Neresinden bakarsan bak yukarısı kadar aşağısı da güven vermiyor. Akıl yolunu kaybetmiş bir kere, ne yana gitse güneşi bulamıyor.

Şimdi bu tür yazılar biraz daha uzun olur ya… Hani başladığımda ben de öyle düşünmüştüm ya… Sonra dedim kendi kendime "sanane ulan, sanki kimsenin umurunda". Ben nefes alsam da almasam da dönecek dünya. Gider Tayyip gelir başkası. Bu salaklar kefen giymeye dünden razı olduktan sonra, bu aptallar Müjdat Gezen gibi, Levent Kırca gibi adamları baş tacı ettikten sonra bana uyumak düşer. Varsa lafı olan beri gelsin.

gündem üzerine üç beş laf - 26.02.2014

3 kere okundu

Bir rüya gördüm üç gece önce, uyandığımda aklımdaydı. Yazacaktım ama zaman geçti üstünden, unuttum. Bazı şeyler unutulur yalandır, bazıları gerçektir çıkmaz akıldan. Çok dalga vardı, öyle ki okulun arkasındaki yola ulaşıyordu sular kayalıkları aşıp. Bir bağrışma duyuldu yunuslar diye. Koşturduk çocuk heveslerimizi de alıp. Balık sürülerine zarar veriyorlar diye seksenli yıllarda yunus avı serbest bırakılmış ve sayıları çok azalmıştı. Sık karşılaşılan bir görüntü değildi, çok seyrek bir iki tanesine rastlanırdı. O gün çok kalabalıktılar, okul birden bizi ıslatan dalgalara aldırmayıp kayalıklara koşmuştuk. Ortaokul vardı o zamanlar, iki ya da üçüncü sınıftaydım. Gün ortası güneş kavurunca kıyıya gidip bir ağacın gölgesinde uyudu babam. Petrol Ofisi’nin sahilindeydik, o zamanlar balık boldu. Çocuk dediğin uyumaz gün ortası, hele de deniz kenarındaysa, yüzüp oynamak varsa. Babamın kızmasını da göze alıp kıyıdan biraz uzakta ki kayalıklara yüzmüştüm. Feryat figan bağırdığımı hatırlıyorum. Babaaaaaaa. Her yanımdan yunuslar geçiyordu, irili ufaklı bir dolu yunus. Ne bileyim zarar vermeyeceklerini… Babam uyanmış, “korkma bir şey yapmazlar” diye sesleniyordu bana. Söylemesi kolaydı, çok korkmuştum. Gerçek şeyler unutulmaz güncemde; Trabzon ve çocukluğum gerçekti, gerisi inadına yalan. O yunuslarla çekip gitmek vardı, çünkü o zamanlar suda hayat vardı.

Her gün yeni bir facia ile uyanıyoruz güne, her gün berbat bir haber herkesin kanıksadığı. Ne itiraf eden var suçunu ne de suçlamaktan vazgeçen. At izinin iti izine karıştığı günlerden bahsettiği zamanlardan bahseder eskiler. Şimdilerde ne it var ne de at, karşı karşıya olduğumuz canlıların insana dair hiçbir kitapta tanımı yok. İnançları yok, Allah’ları yok, korkuları ve çekinceleri yok. Tek düşündükleri güç, tek umursadıkları kendileri. Yıllar sonra geriye baktığımızda darbe zamanlarından aklımızda kalan iyi kareler hep fikrimize yakın insanların olduğu kareler. Kendi kötülerimiz yıllar geçse de iyidir hep, düşman her daim düşman. En fazla kaç yıl yaşar bir insan, en çok hüküm sürenin hükmü sual götürmez midir? Sultan Süleyman’a kalmadı bu dünya diyor Sezen Aksu şarkısında. Ki o Süleyman yarım asır hüküm sürdüğü topraklarda beş yüz yıl sonra karı düşkünü bir adam olarak misafir oluyor evlere. Üstelik dalga geçer gibi ismine Muhteşem Süleyman denerek.

Taraf olmayan bertaraf olur diyor bir taraf, diğeri sessiz kalırsan sen de suçlusun diyor. Tek çıkar yol onlardan taraf olmak. Oysa ne çalıp çırpmak doğru ne de her yapılana karşı çıkmak. Ne sokaklarda taşkınlık yapmak doğru ne de taşkınlık yapanlara gaz sıkmak. En akıllı insanlar bile en aptal yalanların peşinden koşarken, Tayyip Erdoğan mason olmuşken, kuş uçsa dış güçler, abuk sabuk lobiler suçlanırken hangi akıl her şeyden emin olabilir. Düşmanımın düşmanının düşmanının düşmanı neyim olur bilmiyorum ve o her kim ise yatağıma girmesini de doğru bulmuyorum. Oysa her kaldırılan yorganın altından abuk sabuk birileri çıkıyor, Ali’yle sevişmeye başlayan Ayşe ile orgazm oluyor. Üstelik gün geçmiyor ki değişmesin taraflar, yalanlanmasın yalanlar. Ve gelmiş aklı evveller safını belli et diyor; kimsiniz siz, tarafınız ne, hizmet ettiğiniz yer neresi. Ben kendimden bile emin değilken siz hiç tanımadığınız insanlara nasıl böylesine teslim olabiliyorsunuz. Siz vurun kırın, çalın çırpın… Ben sular durulana kadar balık avlayacağım.