MORİNHO´NUN DA DEDİĞİ GİBİ... - 4.09.2014

224 kere okundu

Yarısından az, çeyreğinden fazla, biraz göz, biraz kulak ve upuzun saç. Saç dediysem kadın saçı, gösteriş olsun diye taranmış, boyanmış öncesinde, meç midir perma mıdır bilmem bakım da yapılmış. Yarısından az çeyreğinden fazla, biraz ateş, bolca duman ve is kokusu. Ateş dediğim içi yanıyor, eksik kalmış, yaşayamamış yaşaması gerekenleri, ifade edememiş kendini. Aslında atla deve, aslında deniz derya, aslında yarısından az, çeyreğinden fazla. Bildiğiniz ama bilmek istemediğiniz kadın aslında.

Şimdi nerden başlamalı, hangi yoldan gidip nerelere varmalı. Benim bildiğim uğur böceğinin kanadında saklı, onunda mevsimi değil arasam da bulunmaz. Eksik olan parça üretilmiyor, varsa var yoksa yok ayarında. Ama kaçmış ayarı bir kez, başlar yakmış başının yandığını haykıra haykıra. İstesen de susturamazsınız diyor sırtıma, istesen de susamazsın diyorum suratının ortasına.

İstemediği ot burnunun dibinde bitermiş insanın. Orta yaşlı politik kafalı kadınlar vardır, hani seçim öncesi sıkça çemkirdiğim. Hani değil partisine kendisine bile yararı olmayan ama boş bulunup konuştursan aman aman kadınlar. İşte o kadınlardan biri ot burnumun ucunda, üstelik ne tarım arazisi ne de seçim arifesi.

Bu adama laf sokmadan gitmeyeceğim buradan diyor, sok da rahatla diyorum, sokmuyor. Neymiş efendim seminer veren elemana Amerikan Casusu demiş de arkasında durmamışız. Hadi arkasında durmadık susmamışız da, saçmalamayın demişiz. Ayrımcıyız, kadını erkekten, kelebeği sinekten, sığırı öküzden ayırırız biz. Bildiğiniz ayrımcıyız yani. Erkek aptalsa aptal diyebilirsin ama kadın aptalsa susmalısın. Orda devreye nezaket giriyor. Bu adama laf sokmadan gitmeyeceğim diyor yanındakine, dönüp sok diyorum. Ben buradayken sok da rahatla diyorum, girmez biliyorum, o da sokmuyor zaten. Ama sabaha kadar soksa geçmeyecek içinde ki hırs, kadının sorunu benle değil kendisiyle, kadının sorunu laf sokmakla değil, kendi doğrularını millete kabul ettirmekle.

Yarısından az, çeyreğinden fazla. Biraz toprak, biraz su ve az da güneş. Güneşin azlığı toprağın çamurluğuna eş, yetecek kadar su yok temizlenmek için. Yıka yıka geçmiyor, bir ömür konuşsa bitmiyor, yılların kiri var yürekte. Kendinden olmayana düşman, kendinden olana Şems Tebrizi. Hatta sor ona dört başı mamur Mevlana.  

Ben olsam ara sıra yüzümü falan kapatırım, utanırım ara sıra. Ben olsam bu kadar özgüven fazla gelir bana ara sıra. Ki beni bile bilir kalkıktır kıçım, severim kendimi bi dolu dananın inadına. Yok efendim yok iflah olmaz; domuz olsa dağdan inmez, yağmur olsa toprağın içine sinmez. Ben diyeyim bok böceği siz anlayın yerle yeksan. Şimdi aklınıza bok böceğinin hikâyesi gelecek belki. Hani adam Allah bunu da neden yaratmış diyor da bir zaman sonra aynı böceği ilaç diye yemek zorunda kalıyor. Üç yıl ıssız adada kalınsa ve seçeneklerden biri bu olsa kutumu görmek istiyorum der insan. Yok efendim yok olmaz bundan. Hem ne demek bu adama laf sokmadan gitmem buradan. Gidersin teyzem gidersin, biri İzmir marşı çalar, biri ardından su döker tıpış tıpış gidersin.

ÇİRKİN ADAMLAR GÜZEL KIZLARA AŞIK OLDUMU - 9.09.2014

395 kere okundu

Eylül, ekim, kasım hepsi bir. Sonbahar dedi mi duracaksın, konuşmayacaksın kışa kadar. Aşık olacaksın kasımda, eylülde balık yiyeceksin, ekimde ıslanacaksın. Yağmur yağacak geceden, gürültüye uyanacaksın, mutfağın penceresini kapatacaksın. Bu sıcakta sokağa yağmurlukla çıkacaksın. Biliyorsun öğleden sonra güneş ama yine de katlanacaksın. Vardır bir bildiği, bir eylül dedi mi en az bir kere duracaksın!

Şimdi efendim karışık meseleler bunlar. Gecenin birinde telefon çalar, bu da nereden çıktı dersin. O adam ben değilim, o adam ben değilim yanlış aradınız. Bi düşün, taşınması kolay nasılsa. Koltuk dediğin kıçıma yapışır, ben çakıl taşlarıyla dolu deniz kenarlarında oturmayı severim. Babam balıktan döner, mezgit verir eve götürmem için. Sıcaktır hava, hazirandır, temmuzdur. Denizde kurtlanır balık, patlar, havyarları ortalığa saçılır. Ben beklerim kenarında denizin, suya girerim, sudan çıkarım, suya girerim babam gelir. Kayığın kıç üstünde bir kova balık. Mezgitler evindir, kıraçalar Allah’a emanet. Ve uzaklaşır Balıkçı Vahit motor sesinin gürültüsüyle…

Çirkin adamlar güzel kızlara aşık oldumu ne yapacaklarını bilemezler, bocalar dururlar fırtınaya yakalanmış kayık gibi. Karadeniz de denizdir ha, imanını gevretir adamın. İman dediğin batmaz çıkmaz bir şey, ne rüzgarlara kırar dümeni, varsın boyunu aşsın meseleler. Mesele dediğim güzel kızlara aşık olan çirkin adamların meselesi. Karadeniz’de adamlar yakışıklı olur zaten, çirkininin de çenesi durmaz, he dersin, tamam dersin boş bulunup. Mesele dediğin mesele değildir senin anlayacağın, eylül ekimdir, kasımdır sonbahardır.

Yağmuru bol olur buraların, mavi yağmurluğuma emanet gövdem. Rahmetinden kaçılmaz Yaratan'ın. Islanacaksak ıslanalım ölüm değil ya! Hem ne demiş çalgıcı, beni ıslatmayan yağmur yağmur değildir. Manda sidiğidir o bira diye içtiğin, çamurlu sudur o basıp geçtiğin.

Uyumadıysam vardır sebebi, sen nereden bileceksin kumsalımdaki ateşi. Yaz bitti sonbahar geldi nerden bileceksin. Palamut çingeneliğine doymasın, allı morlu çıkar gelir şimdi nerden bileceksin. Bir Eylül meselesidir neresinden bakarsan, bakmasan da kokusu gelir yosunun zaten anlarsın. Denizi dalgalıdır buraların, havası yağışlıdır. Erkeği de delikanlıdır kadını da; anamdan bilirim… Bir yeşili vardır bir mavisi, sis dağının başına inmeye başlamıştır duman. Eylül, ekim, kasım hepsi bir. Çirkin adamlar güzel kızlara aşık oldumu mevsim değişir.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

KADIN DEDİĞİN SEVİMLİ OLMALI - 19.09.2014

927 kere okundu

Kadın dediğin sevimli olmalı; seksi değil, çirkef değil, otoriter değil sevimli olmalı. Yağmur yağdığı bir sonbahar günü salaş bir hırka giymeli üzerine mesela. Keten ya da kot bir pantolondan yardım almalı, ayaklarında spor pabuçlar olmalı. Kadın dediğin ister sevgili olsun, isterse arkadaş, eş, dost… Hatta kadın dediğin hiç kimse bile olsa sevimli olmalı. Bir yıldır ilk kez sevimli göründü gözüme. Daha dün gece yazmıştım twitter’a, yağmur varsa ümit de vardır. Ümit varsa belki o eski dost da akıllanır! Hatırı var sahibinin, kalemini saklarım hala.

Beyaz fırında kahvaltı yapmak için her zamanki vapur iskelesi tarafından değil de Kadıköy çarşı tarafına bakan çıkıştan veda ettim metroya. Beyaz Fırın’ı Esra’dan öğrendim, bildiğim bir dolu güzel şeyi ondan öğrendim. Yağmur damlaları vurdu yüzüme. Yüzüm güneşe döndü yüzünü, yoktu ama yine de güldüm. Yağmur olan memleketler memleketim gibi kokar çünkü. Çünkü toprak tadındadır artık hayat. Çünkü ben oldum olası severim yağmuru. Beyaz fırın onun sevdiği gibi, bildiğiniz gibi ya da bilmiyorsanız ben söyleyeyim; daracık ve tıkış tıkış. Kovan var iki dükkân solunda… Denemeyin, berbat! Ben bile sebzeli böreği daha iyi yaparım ki daha önce hiç yapmadım. Neyse, yağmur varsa her şey yolundadır. Bir de şu Arap turistler olmasa!

Turist dediğin iyi bir şeydir, ilkokulda öğretmiştiler. Böyle kara kara tipler, maganda hareketler, yere çöp atmalar, telefondan yüksek sesle müzik dinlemeler kötü göründü gözüme. Tamam, insanı sevmek gerek ama ben bunları sevemeyeceğim. Günahsa günah, yatarı neyse yatar çıkarız. Ben zaten yerli öküzden bıkmışım, bir de Arap öküzleriyle kafamı bozamayacağım. Ama birileri sıcak para için kıçını bile satar. Misal bizim oralarda babadan kalma yerlerini fahiş fiyatlarla Dubaili mütahhitlere satıyorlar. Huzurla yaşamak varken paraya tav oluyorlar. Yukarıdakilerden bahsetmiyorum bile, varsa inşaat yapsınlar ormanlık alanlara, gece yarısında gizli gizli zeytin ağaçlarının, parkların kanına girsinler. Ama her şey hakları, kolay değil eşek yüküyle duble yol yapmışlar. Arap turist dedik nereye geldik. Sahi o duble yollardan ne tarafa gitsek huzura ulaşırız. Tabelalar da derman değil derdime.

Ümit, Emrah Serbest’e benziyor dilin dediğinde kim o dana diye geçirmiştim içimden. Yeni yetme film artistlerinden mi acaba! Bana kafasına göre yazan bir adam söyle dedim kitapçıdaki elemana, kitabı da güzel olsun dedim. Deliduman dedi. O kim dedim. Emrah Serbest’in kitabı dedi. Başka dedim. Gösteri Peygamberi dedi. Onu kim yazmış dedim. Gavurun birinden bahsetti. Baktım kitaplara, bu Emrah denilen adam ilk baskı, Peygamberli kitap on iki yapmış. Tekrar sordum sence hangisi. Emrah Serbes iyidir dedi. Peki dedim. Yirmi iki elli Deliduman, yirmi sekiz elli Oblomov, yedi lira da Tezer Özlü’den Çocukluğumun Soğuk Geceleri. Elli küsür lira verdim kitaba, Allah bana akıl versin. Çok cahilmişim. Bu Emrah denilen baş çavuş Behzat Ç.’nin de yazarıymış. Nerden bileyim ben. Bi Kemalettin Tuğcu bilirim bir de Halide Edip. Şair sorsalar Nazım Hikmet ve Necip Fazıl. Onlar da sürekli goygoyu yapıldığı için. Bir de kendimi bilirim. O da yazarken bizzat tanık olduğum için.

Mailime bakınca heyecanlandım. Yitik Ülke’den cevap gelmiş. Hemen tıkladım açılsın diye. Cevap yazmış Kadir; dosyayı aldım, okuyacağım. Sevgiler. Yağmur yağıyorsa ümit de vardır. Bekleriz bir on beş gün daha. Hem kaç kez bir yayınevinin beğenisine sundum cümlelerimi. Sabretmek gerek diye yazmış Mevlana. Nereye yazmış bilmiyorum ama kesin yazmıştır. Onca şeyi yazmış koca adam, sabrı mı yazmayacak. Kesin yazmıştır.

Her dem baharım diyor. Gülüyorum. Kim sever kasvetli havaları zaten diyor, ben diyorum. Ben yaz yağmurlarından yanayım diyor. Ben de diyorum. Tamam, tam da öyle olmayabilir ama kötü de değil. Yaz yağmuru gibi biraz, akşamüzerleri denizden esen meltem gibi. Her hayat paralel akmaz ki zamanda zaten. Yağıyorsa her şey yolundadır, öyle öğrettiler bana. Ne demiştik başta… Kadın dediğin sevimli olmalı; seksi, otoriter ya da çirkef değil. Tamam, bazı zamanlar seksi olabilir. Ama kadın dediğin hiç kimse bile olsa çoğu zaman sevimli olmalı.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

NİSAN TADINDA EYLÜL GİBİSİN - 21.09.2014

351 kere okundu

Yol dediğin yolcuyla güzel. Sazla sözle güzel. Gülen yüzle güzel. Yol dediğin cümle cümle soğuktan sıcağa dönünce güzel. Ergen çağlarda kumsalda aylak aylak yürümekle, kahvaltıdan sonra bol köpüklü bir Türk kahvesiyle güzel…  Nisan tadında eylül gibisin dedim, güldü içinden.

Öyle Kiloluk Dikmen değil, Kalecik Karası değil. Bilmediğim bir tatdı, rastlamadığım kadar güzeldi. Yıllarca beklemişti olmak için. Şimdi tam kıvamındaydı. Kadehte bıraktığı ize uzun uzun bakılmalıydı. O olmak için yürüdüğü yollar, geçen zaman boşuna değildi. Kadehi elime alıp usulca çalkaladım, minik bir yudum alıp gezdirdim ağzımda. Damağıma değdi tadı, yanaklarıma değdi. On bir yaşımda sokakta misket oynadığım arkadaşıma değdi. İlk sevdama, okul yolunda yürüdüğüm Arnavut kaldırımına, sıra beklediğim otobüs duraklarına değdi. Sonra usulca bıraktım boşluğa, aktı gitti soluk borumdan. Tadı kaldı damağımda, elime değdi, aklıma değdi, yüreğime değdi. Biraz daha baktım kadehe; beyazdı, kırmızıydı, pembeydi, gitmemeliydi. Yüzün kalbimde kaldı dedim, güldü içinden.

Bazı yollar güzeldir, yolcusu kadar güzeldir. Pişmek  için yürüdüğü yolun kıymeti bilinmeliydi. Güneşler doğup batmalıydı seyrederken, yağmur mevsimleri geçmeli, kışlar gelmeliydi. Çiçekler açmalıydı bahara yakın, güzel olan ne varsa hepsine tek tek cemreler düşmeliydi. Kırmızı şarap tadında beyaz şarap gibiydi, hiç bitmemeliydi. Güz dalında bahardan kalma hanımeli gibisin dedim, güldü içinden.

Zihnimi açıyorsun dedi, çıkardı gözlükleri gözünden. Kahvesinden bir yudum alıp yolu seyretti, gelip geçenlere baktı bir şey düşünmeden. Sonra dönüp güzel dedi, güzel yapmışlar kahveyi. İki kez içerim her gün, biri sabah biri akşam. Şubat gidip mart gelmişti. Serindi biraz ama biraz da sıcaktı. Kahvenin telvesi görünmemişti daha, yürümek gerekti. Kahve dediğin Türk kahvesi olmalı, neskafenin karakterine inanmıyorum dedi. Görüşmeyelim o zaman dedim. Neden dedi. Ben süt de katarım kahveye dedim. Mart gitti, nisan geldi, bir tebessüm belirdi dudağının sol yanında. Nasıl istersen dedi ama şu kahvelerimizi bitirelim en azından. Peki dedim. Giden yolda gelen yolcu gibisin, umarım yolun bana da düşer dedim. Güldü içinden.

Ayvalık gibi huzurlu Bodrum kadar keyifliydi. Beyaz çikolata kadar kırılgan bitter kadar kararlıydı. Yolcuydu, yürüyordu yolunda. Yoldan çıkmış ve kendi yoluna girmişti.

Yürüyorsa yol kadar yolcuyu da sevmeli insan. Bazı yollar yorar, bazıları güldürür, bazıları düşündürür. Ama bazı yollar vardır ki yaşadığını hissettirir. Kırmızı şarabın tadı gibidir damağında kalır. İlk sevdanın hüznü gibidir, yüreğinin bir yanı ondadır hala. Ne yağmuru umurundadır ne çamuru, ne gündüzü ne gecesi. Beyaza yakın sarı saçlarında hüzün gizlidir. Güneş doğarken, denizi seyrederken, akşamüzeri kahveler yudumlanırken susulmalıdır. Bir nefes çektim içime, deniz kenarlarında yetişmiş İstanbul kokuyordu. Bir nefes çektim içime Kanlıca sırtlarından boğaza doğru. Bir nefes kırmızı şarap tadında, pembeye çalmış beyaz. Yolcu sensin diye yürümek güzel dedim, güldü içinden.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

MARTILAR BEYAZ VE YIRTICI - 27.09.2014

130 kere okundu

Sobanın yanındaki sedire oturmalı, mandalina olmalı ve elma. Mevsim kış, yıllardan daha bin dokuz yüz seksen bilmem kaç. Kafada saç, içte huzur var hala. Kalp kararmamış, eş dost dağılmamış, kardeşler hala kardeş. Kömür de neymiş, odun yanmalı sobada. Çay demlemek için güğümde su bulundurmalı. Ateş güğüme vurdukça kaynamalı, kaynadıkça fokurdamalı. Büyükbabam kızmalı biz koştururken. Ne kazak uşaklarsınız demeli. Sobaya çarpıp güğümü dökeceksiniz, yanacaksınız…

Hiç devrilmedi o güğüm, biz hiç yanmadık. Önce büyükbabam gitti, sonra eş dost dağıldı. Çok zaman sonra Kara Ayşe’de ter ketti bizi. Kalbimiz karardı, doğalgazla yanan ısıtıcılar ısıtamaz oldu içimizi. Sobalardan kurtulalı çok oldu zaten. Zahmetli iş denildi, hava kirleniyor denildi, her odada yok denildi. Temiz kalacağız derken kirlendik, az yorulmak isterken bitkin düştük, ısınacağız derken soğuduk birbirimizden. Duvarlar örüp arkalarına gizlendik.

Ocak sonu olmalı şimdi. Bir göl kenarında minik bir kulübe… Pencerenin dışında kar taneleri uçuşmalı, gözden de gönülden de ırak olmalı. Sobanın üstünde kestaneler, masanın üstünde bir fincan taze çay ve radyoda Sezen Aksu’dan nağmeler…

Gemiler geçiyor penceremden
Yalnızlık el sallıyor güvertelerden
Martılar beyaz ve yırtıcı
Ve yorgun bu anlaşılmaz seferlerden…

Hiçbir şey bitmez, dönüşür sadece der yazar. Ne bittik ne de ipe sapa gelebildik. Ne durduk ne devam edebildik. Kar bile yağmaz oldu yaşadığımız yerlere, temiz olan ne varsa hasret kaldık. Yalnız kaldık nefret ede ede, geç kaldık sevdiğimize. Bir el uzattık, bir el uzandı elimize. Dokunduğumuzla kaldık, izi en içlerimizde.

Pencerenin önüne geçip göle bakmalı. Rüzgârın ıslığı havlayan köpeğin sesine karışmalı. Hırkanın sıcaklığıyla avunmalı yürek. Sobanın üstünde fokurdamalı güğüm. Bir yudum almalı çaydan, kestaneleri artık ayıklamalı.

 

SOMON KAVURMA - 28.09.2014

144 kere okundu

Efendim balık deyip geçmem bilirsiniz, hem yerim hem ballandıra ballandıra anlatırım. Yok dedim, olmaz dedim içimden. Balığı götürdüğünü anlatıyorsun da nasıl yaptığını neden anlatmıyorsun dedim. Yapamazlar ki, kıvamını tutturamazlar ki dedi iç ses. Olsun dedim, havamı atarım hiç yoktan dedim. Ondan bahset dedi, milletin ne yiyip ne yemediği umurun değil. İkimiz de biliyoruz dedi. İşin yok mu dedim, sen söyle var mı dedi. Tamam dedim, konumuz somon kavurma.

Üç yüz dört yüz gram fileto somon lazım. İki çarliston, bir de kırmızı biber, üç dört tane minik soğan, bir iki dilim sarımsak, beş altı tane orta boy mantar, tereyağı, köri ve soya sosu.

Önce soğanları soyup ikiye bölüyoruz, sonra biberleri halka halka dört beş parça olacak şekilde kalınca doğruyoruz. Mantarlar da aynı şekilde iki ya da büyükse dört parçaya… Somon ise bildiğiniz kuşbaşı.

Kavurma sakat iş, ocak harlı yanmalı, tavaya kaşık sokulmamalı, etraf batacak diye endişe yapmamalı. Ocak harlı yanmazsa sebzeler ölür, tavaya kaşık sokulursa malzemeler dağılır ve etraf temiz kalsın isteniyorsa bu işten vazgeçilir.

Tavaya az yağ damlatmak gerek, bir ya da iki kaşık. Yağ kızmaya başlayınca soğanları, biberleri ve mantarları tavaya atıp tavayı sallayarak harlı harlı kavuracaksınız. Kaşıklamak yok, tavanın altını kısmak yok. Tava sallanarak karıştırılacak sebzeler. Kavurma olayının yarısına gelince bir çay kaşığı köri ilave edilip kavurmaya devam edilecek. Bu esnada etraf batmaya başlar, aldırmadan işinize devam edin. Ortalama beş dakikada bitiyor işiniz. Sonra somonları yine kızgın yağda kavuruyorsunuz. Pişmeye yakın bir iki kaşık soya sosu döküp esmerleşmelerini sağlıyorsunuz. Soya sosu tuzlu olduğu için yemeğin hiçbir bölümünde artık tuz kullanmanıza gerek yok. Balıklar da kıvama gelince iki tavayı karıştırıp üç beş tane çeri domatesi ilave ediyorsunuz. Kavurmaya devam. Seviyorsanız ki ben bayılırım biraz da tereyağı eklerseniz lezzet ortalama yüzde otuz yedi artar. Otuz sekiz ya da yirmi dört de olabilir, bu konuda ısrarcı değilim.

Yemeğiniz hazır. Artık afiyetle yiyebilirsiniz. İsterseniz servis yaptığınız güvecin ya da tabağın üzerine bir tutam kekik de serpebilirsiniz. Yanında ne tavsiye edersin diye soranlarınız olabilir. Yemek yeterince doyurucu olduğundan yanında hiçbir şey tavsiye etmiyorum. Doymam diyeniniz varsa boşalıp semerini yesin bi zahmet.

Yemek yerken güzel de sonra şu tat kaçmasa. Onca cümle boşa kurulmuş olmasa. Yaz varken kar yağmasa, kış olmasa. E hayat dediğin dört dörtlük değil zaten, eninde sonunda falso veriyor bir yerlerden. Yemek bile aynı malzemelerle her seferinde aynı kıvamı tutmazken, insanlar… Düzelir her şey düzelir de kırıldığıyla kalır kalp. Kalp dediğin somon gibi alabildiğine sote, kırılmadan kendin ayır parçalara. Diyeceksiniz yemekten buraya nasıl geldik. Valla ben de bilmiyorum ne neredeydik de tuttuk buraya geldik.

Somon efendim, yemek. Akşam yemeği, keyif kaçıklarından hemen önce. Somon gibi kanlı biraz, soğan yanıklarına gizlenmiş gözyaşları. Biraz kül, biraz duman neticede. Siz siz olun yakmayın yemeği, tadını kaçırmayın damağınızın. Hayat dediğin boktan birkaç saat, beşinin bilemediyseniz üçünün kıymetini bilin en azından!