BAZI ŞEYLER - 9.10.2018

37 kere okundu

Varlığından utanacaksa yokluğun esmesin rüzgâr, salınmasın yaprak. Ötmesin her sabah keyifle cıvıldayan serçe, akmasın su, koşturmasın önlü arkalı yelkovanla akrep. Dursun zaman en kötü yerinde, resmetsin resmetmekle görevlendirilmiş her kimse. Fırça fırça anlatsın gördüğüne, yeşil anlatsın, kahverengi anlatsın. İnansın dinleyen, anlasın.

Bitsin sarı sıcak yaz, gelsin sonbahar. Unutulsun unutulduğunda mutlu olunacak yalanlar. Yalnızlıkla sınanmasın insanlar. Çünkü esince rüzgâr, yağmur yağınca çünkü bazı şeyler bazı şeyleri yaşamışların genzini yakar.

Bir kadın tarasın saçlarını sabahın ilk ışıklarında, bir çift ayak yürüsün yatak odasından banyoya. Bir kol uzansın, bir el dokunsun tarakla dost saçlara. Bir yüz gülsün, mutlu olsun bir kadın içten bir dokunuşa.

Daha iyi misin dedi bana. Daha iyiydim ki dedim. Seviyorum dedi. Neyi dedim. Güzel cümlelerini seviyorum dedi, bir gün yanıldım deme ihtimalim olsa da, umurumda değil. Yanılmasan da değişim şartlar dedim. Şartlarla değişirim ben de, sen de değişirsin. Ama şimdi çok güzelsin. Halamın evinin önünde ki hanımeli kadar güzelsin. Yok şimdi ama otuz yıl önce vardı. Hem ne de güzel kokardı, unutmadım. Seni de unutamam bir gün yanıldım deme ihtimalin olsa da. Bir yanın gider belki dedim ama bir yanın kalır bende, sen olmasan da kalır bendeki sen bende. Gülümsedi… Kapadı gözlerini, çenemin altına soktu kafasını, saçlarının kokusunu duydum. Evim olsun mu burası dedi. Sıkıca sarıldım omuzlarına. Seviyorum dedi. Biliyorum dedim.

Yaklaşacak liman, savrulacak fırtına olsun. Kasım ayının ortaları; Cuma belki, belki Salı. Rengi siyaha çalmış bir deniz, hava yeterince soğuk, ortalık tenha. Bakılacak iki güzel göz olsun, tutulacak el, yürünecek yol olsun. Aşk olsun. Dalgalar hınçla vursun kıyıya, aldırmasın kumlar. Sen aldırma olan bitene yanında ben varken. Ben aldırmıyorum çünkü olan bitene seninleyken.

Sahiden mi dedi. Sana hiç yalan söyledim mi dedi. Hatırlıyor musun dedi, geçerken uğramıştın da sabaha kadar sohbet etmiştik. Hatırladım dedim, kahven yoktu da çıkıp almıştım ben.

LEGAL SEVİŞMELERDEN ÖTÜRÜ - 16.10.2018

26 kere okundu

Ölüme yakın bir dinginlik, puslu sabah, alışıldık martı sesleri, eskiden kalma birkaç dilim ekmek, peynir, zeytin… Gece vakti güzel bir kahvaltının tabii ki gideri vardır. Hele de uyumak gibi bir düşünce yoksa menüde. Çekmiş gitmiş her zaman ki gibi eylül, kasım göz kırpıyor. Aşka davet ediyor davete icabet etmeye dünden razıları. Ama bir ay ama bir yıl. Üç beş kalp tıkırtısı, birkaç güzel söz, biraz sürtünme, kavga ve gürültü. Çarkı böyle dönüyor gönül işlerinin. Üstelik zengin fakir ayırmayan sosyalist bir müessese. Herkese eşit, herkese aynı mesafede…

İnsandan yana yüzü gülmeyen kedide arıyor teselliyi. Yok efendim yok ne kadar itelesek de olmuyor bizden. Daha insanı doğru dürüst sevemezken kediler neyime. Nefret ettiğim zannedilmesin lütfen. Ben sadece sevgi beslemiyorum. Ama açık sözlüyüm, kediler neyse insanlar da o benim için. Sevdiğim hayvanlar yok değil. Balık mesela, bayılırım… Haftanın üç günü yesem bıkmam. Yedi günü yediğim zamanlar da vardı ama yeniden bir yüz bin lira daha sokağa atamam. Yok zira! Kuşları da severim, dalda olanları, özgürce uçanları. Kafestekiler sevimsiz, sahipleri de öyle. Ama kedi sahipleri mi, kuş sahipleri mi diye sorsanız balık hali diye cevap veririm. Aşk bu; ottan boktan çıkartamıyor burnunu.

Kâğıt kaleme bakıyor, kalem bana. Ben duvarlarda gezdiriyorum gözlerimi. Yazmak için sebep gerek ve epeydir anladım ki duvarlar sebep değil buna. Ama yine de bakmadan edemiyor insan. Bir duvarım vardı benim çok eskiden. Tek katlı bir köy evinde yaşardım. Amcam askere gitmişti. Uyurken tavanı seyrederdim, karşı duvarı seyrederdim. Uyurken dediğim uyumadan öncesi. Hatta uyandıktan sonra da bakardım. Duvarda bir iz vardı. Siperin ardından kafasını hafifçe çıkarmış mihverli bir askere benzetirdim onu, amcamdı… Gel zaman git zaman amcam askerden geldi, ben büyüdüm, iz kayboldu, ev yıkıldı ve yenisi yapıldı yerine pek çok şey gibi. Ben sevmedim yenileri; bi amcam değişmedi bildim bileli. O da ne çorbaya tuz olur ne de tatlıya şeker. Ama değişmemesini sevdim hep.

Mevzu da dönüp dolaşıp hep aynı yere geliyor farkındayım. Ama süre bol, hikâye az. Anlat anlat nereye kadar. Dedem Rus işgalini görmüş; meşeye kaçtık annemlerle derdi. Anlatırdı hep, hep dinlerdik. Çok keyifliydi. Babaannem de cadı hikâyeleri anlatırdı. Cazi karısı derdi; gece evin ortasında ki kömür karası zincirden iner, evdeki bebeği boğar, sonra da gidermiş. Çocuk felci, boğmaca, zatürre nedir bilmiyordum ki, inanıyordum cadıların bebekleri öldürdüğüne. Velhasıl keyifli hikâyelerin keyifli dinleyicisiyken sıkıcı hikâyelerin ısrarlı anlatıcısına evrildik. Elde bu var arkadaş, Ruslar işgal etti de durun yapmayın mı dedik, evi barkı bırakıp da ormana mı gizlenmedik. Yok yani öyle delikanlılık falan. Bildiğin gizlenmişler meşelerin içerisine korkudan. Sorsam paşalarıma asar keserler. Can tatlı cancağazım. Kolay değil öyle soğuk demire delikanlılık yapmak. Ben yapmam mesela. Gönül adamıyım ben. Ne iş yaparım ne de savaşırım. Sevişirim belki ama o da ağır aksak… Netice de ne çalışan mutlu ne de savaşan. Ama sevişen öyle mi ya? Legal sevişmeleriniz olsun efendim. Kalın sağlıcakla.

SARI BUĞDAY EKMEĞİ - 20.10.2018

44 kere okundu

Başlamayan şeylerin bitmemesi gibi güzel bir tarafı var. Bunu hepiniz bilirsiniz dedi. Üzerime vazife olmasa da girdim söze. Seksen beşinci sayfanın yedinci satırında başlayan cümle dokuzuncu satırında bitiyor ve hiç de öyle demiyor dedim. Sen bana inan dedi, boş ver kitabı. İnanamadım; insanların sözleri değişir çünkü, renkleri değişir, insanlar gün be gün değişir. Ama kitaplar öyle mi ki? Yazılan yazılmıştır, silinemez, inkâr edilemez, görmezden gelinemez. Ben kitaba iman ettim, sözden geçtim, renk attım, inkâr ettim olanı biteni.

Sorunlarım var benim çünkü, low battery bunlardan biri… Çözümü var mı peki? Tabii ki var, şarja takıyorsun çözülüyor. Biraz beklemen gerek yalnız. Çözülmesini istiyor muyum? Bazen istiyorum, bazen de istemiyorum. Sarı buğday ekmeği gibi değil. Onu hep istiyorum. Çok güzel çünkü. Peki, ne oluyor o güzele? Gidip göbeğime çörekleniyor. Çöreklenen tat istemiyorum oysa. Sorun benim için bu. Siz sorun bana mesela seviyor musun diye. Evet seviyorum, ekmek ne kadar sevilebilirse o kadar seviyorum. İyi hoş da sağlıklı mı bu sevgi? Tabii ki değil. Pek çok sevginin sağlığa yararı yoktur. Az önce okudum bir yerde. Ayrılmak isteyen kız ayrılmak istemeyen çocuğa peki beni ne kadar seviyorsun, göster demiş. Geri zekâlı tutmuş atmış kendini dördüncü kattan. Şimdi ne konuşabiliyor ne de yürüyebiliyor. Peki kız nerede? Kendisine yürüyene yürüyor, ulaşınca da neler neler konuşuyor muhtemelen. Şimdi ben sorayım size sağlıklı mı bu sevgi diye? Bana kötü ekmek ver diyorum tezgâhtaki kıza. Bizdeki ekmeklerin hepsi iyi diyor. Mümkün değil bir yerdeki her şeyin iyi olması ama yine de eyvallah…  E o zaman ben fırını değiştireyim. Çünkü sizin iyiliğiniz benim göbeğimde birikiyor.

Benim uzak duramadığım şeylerden siz uzak durabiliyor musunuz? Duramıyorsunuz. Niye duramıyorsunuz? Sonuç benim gibi olmak, hatta belki çok daha kötüsü. Benim popo fena değil en azından. Çünkü hareket ediyorum. Siz ediyor musunuz? Hayır etmiyorsunuz, çünkü hantalsınız. Ruhunuz da bedeniniz de hantal. Eleştirmek istiyor muyum? İstemiyorum ama alışkanlık işte, tutamıyorum çenemi. Bi yerken, bir de konuşurken.

Peki bitiyor mu bununla? Hayır bitmiyor. Kimse yine ne oldu demese de devam ediyorum ben. Geçtiğim yolda arabayı çarpıyorum. Hangi arabayı çarpıyorum? Ön koltuğuna geri zekâlı gibi bir şişe su döktüğüm arabayı. Peki niye yaptım böyle bir şeyi? Geri zekâlı olduğum için muhtemelen. Evet bunun sizinle de ilgisi var, yalnız hissetmeyin diye size benzemeye çalışıyorum. Becerebiliyor muyum? Tut işte arabanın ön koltuğunu koltuğun talebi olmaksızın yıkayıverdim. Arabanın ön koltuğu su boca edilerek yıkanır mı? Yıkanmaz tabii ki ama yıkanabiliyor. Sonra ne oluyor dersiniz. Evet bildiniz, kurumuyor meret, sonbaharın ve kışın öyle bir durumu var. Islanan şeyler kolay kurumuyor. Misal sevgilinizden ayrıldınız ve ağlıyorsunuz. Kurur mu o gözyaşı? Kurumaz bahara kadar. Kurumayan şeyler başa iş açar. Kurumayan ve başa iş açan şeylerden uzak durun. Sarı buğday ekmeğinden de uzak durun.

Su lekesi diye bir şey var! Su yahu bu, renksiz bir varlık. Ama gel gör ki şahitli, ispatlı leke var ortada. Nerede bu leke? Renkli koltukta. Neymiş yani? Renksiz şeyler renkli şeylerde leke yapabilirmiş. Tamam, benim oturduğum koltuk kuru, benim popom rahat ama başkalarının poposunu da düşünüyor insan. Siz de düşünüyorsunuz biliyorum. İnsanız sonuçta… O koltuğa oturacak popo olmasa sorun olur muydu leke yapan su? Olmazdı… O zaman popo da bir sorun ve uzak durulması gerekiyor. Peki kaçınız sorun çıkartan popolardan uzak durabiliyor. Cinsiyetçi değilim ben; popo popodur, kadınınki erkeğe, erkeğin ki kadına hoş görünebilir ama konumuz bu değil.

Sonuç olarak söyleyebilirim ki size sorun çıkartacak şeylerden uzak durmazsanız nur topu gibi sorunlarınız olur. Sarı ekmek ve popo bunlardan sadece iki tanesi.

İyidir inanmak, iman etmek, yürürken ışığı kaybetmemek. Çünkü yol yol gibi görünse de kaybolursunuz bazen; geri dönmek ya da yeni, temiz bir yola girmek istersiniz. O zaman iman inandığınız şey her ne ise yol gösterir size, ışık olur. Bilmez bunu karanlığı yaşamayanlar. Karanlık kötüdür ama siz iman edememekten uzak durun karanlıktan değil. İnanmamaktan uzak durun; yolu kaybetmekten değil ışığı kaybetmekten korkun. Çünkü yolunuzu kaybetseniz de inandığınız ışık size yolu gösterir.