DEĞER MİYDİ ÖĞRETMEN OLMAYA -
1.04.2009
21 kere okundu
Öğretmenlik yapmak istemiyorum arkadaş. Üçüncü sınıf bir toplumun çoğu üçüncü sınıf çocuklarına hiç hak etmedikleri halde sırf karşılığında para alıyorum diye öğretmenlik yapmak istemiyorum.
Okula başladığımda daha beş yaşımdaydım. Annem anlatır hep, abimi kaydettirmeye gittiğinde beni de götürmüş yanında. Ali Rıza isminde bir müdürümüz vardı o zamanlar, eşinin adının Emine olduğunu ki o da aynı okulda öğretmendi ve despot birisi olduğunu hatırlıyorum. Birkaç soru sormuş bana ve okula başlayacak kıvama geldiğime karar verip abimle birlikte benimde kaydımı yapmış. Günümüz çocuklarının anaokuluna başladığı yaştan yirmi yedi yaşıma kadar tam yirmi iki yıl geçirdim çeşitli okullarda. İyisi kötüsüyle, kadını erkeğiyle, beş para etmezinden adam gibi adamına kadar bir dolu öğretmenim oldu.
İlkokul yıllarımda öyle korkardık ki öğretmenlerimizden ve öyle de severdik ki. Bizi dövmemesi için mi yoksa bize olan sevgisinin azalmasından korktuğumuz için mi bilinmez en yaramaz hallerimizi gizlerdik, çekine çekine yaşardık şimdiki çocukların yüzsüzlüğünün aksine.
Ortaokul yıllarım çok hareketliydi, okul tarihinin beklide en yaramaz kuşağındandım. Şenol, Özkan, Kadir, İsmet ve yaramazlıkları irili ufaklı bir dolu adam. Her gün dayak yerdik, her gün birilerinin canını yakar birilerinin elini yorardık. Hiç itiraz etmezdik yediğimiz dayaklara, hiç karşı koymazdık öğretmenlerimize. Ki sevmezdik belki hepsini ama yine de öğretmenlerimizdi onlar. Geriye baktığımda pek çoğunun beş para etmez insanlar olduğunu görsem de ve hatta o zaman bile bazıları için bu apaçık görünür olsa da asla niye şu adam bizi döverken karşı koymadık diye bir duygu geçmedi aklımızdan, geçmezde üstelik. Kötü şeydir dayak atmak ya da dayak yemek. Hele körpe vücutlara uygulanan şiddet kadar hayvani bir şey yoktur bu dünyada. Ama öğretmenimizdi onlar bizim. Onlara karşı gelmek seçenek olmamıştı asla yetiştirilme tarzımızda, dünya görüşümüzde. Onlar öğretmenlerimizdi. Mustafa Ali Yazıcıoğlu vardı, Şahmeran Çuvalcı, Süleyman Sağıroğlu vardı. Şahsi kriterlerime göre beş para etmez insanlardı. Çok dayaklarını yedim ama hiçbirine karşı gelmek aklımın ucundan bile geçmedi.
Liseyi Trabzon merkezde okudum, Endüstri Meslek Lisesi’nde. Büyüktüm arkadaşlarımdan, düz lisede ikinci sınıfa geçtiğim halde okulu bırakıp meslek lisesine geçmiştim. Rahattım, konuşkandım, girişkendim. Çekinmiyordum şiddet dışında hiçbir şeyden. Kavgalar olurdu okulda ya da okul civarında her gün. İt kopuk doluydu ortalık. Polis döverlerdi yaşıtım çocuklar, akla gelmeyecek eşkıyalıklar yaparlardı. Ama hangisi olursa olsun sokakta öğretmenini görünce kendine çeki düzen verir, üstünü başını düzeltmeye çalışırdı. İnsanlık vardı, en azından öğretmene karşı.
Üniversite yıllarım çok keyifli sayılmazdı ama rahattım davranışlarım açısından. Ders çalışmazdım, ders asmazdım, öteye beriye bulaşmazdım. Hala saygılıydım öğretmenlerime karşı, içlerinde 100 almam gereken sınav kâğıdına 30 veren olduğu halde. Boktan bir dersten dolayı okulumu uzatacağımı bile bile beni bıraktıkları halde. Bu dersi ömrüm boyunca almayacağım ve vermeyeceğimi benden iyi bildikleri halde. Ama öğretmenlerimdi onlar, saygısızlık yapamazdım, arkadaşıma davranır gibi davranamazdım, arkadaşım değildi onlar her ne kadar bir dolu kez arkadaşmışız gibi davranmış olsalar da.
İlk öğretmenliğimi Konya’da yaptım. Eğitime fazla önem vermeyen, tarımla uğraşan, tarladaki pancarını evladından önemli gören insanlardı. Çocuk okula gitmek yerine tarla sulamaya gitmeliydi. Zamanı kalırsa okula da gelirdi, kaçmıyordu ya okul. Saygılıydı öğrenciler içlerinde birkaç defo olsa da. Biz de çok iyi değildik zaten. Okulda despot dışarıda arkadaştık. Dört yılım geçti Konya’da, her fırsatta tayin istediğim dört yıl. Amaç İstanbul’a gelmekti, büyük şehir havasını koklamak ne kadar pis koktuğunu bile bile.
Çok uzadı yazı, sıkıldım ben, başka bir zamanda pis kokulu İstanbul´da öğretmen olmak nasıl bir şey ondan bahsederim.