KAYISI ÇİÇEKLERİ VE AKVARYUM BALIKLARI - 16.05.2023
77 kere okundu
Bir balık, adı Vanda; ir evde, bir akvaryumda… Yanında adının pek de önemli olmadığı başka balıklar; siyah balıklar, turuncu balıklar, beyaz ve yeşil balıklar. Adam kadını seviyor. Kadın da adamı seviyor. Ama başka bir adam daha var, Rusça da konuşabilen bir adam. İtalyanca’nın Rusca’dan daha baştan çıkartıcı olduğunu anlıyor kadın. Ne kadının ilgisi var adı Vanda olan balıkla ne de iki adamın. Üçüncü bir adam daha var, Ken. Adamlardan biri yiyor Ken’in balığını, akvaryum balığı üstelik. Canlı canlı yiyor. Vanda kadının ismi de olabilir, eski hikâye çünkü. Ama yiyilenin balık olduğundan eminim.
Baharın geleceğinden de emindim, geldi de. Yeşile döndü kahverengi. Erikler ve kayısılar çiçek açtı. Ben en çok erik ve kayısı çiçeği severim. Zaten bildiğim çok çiçek de yoktur. Çok şey bilmenin o kadar da iyi bir şey olmadığını öğrendim. Kitapta yazıyor. Diyor ki; çok fazla seçeneğiniz varsa doğru karar vermek için yeterince bilgiye ihtiyacınız olmalı. Seçenekler artınca bilgiye olan ihtiyaç da artacak. Düşünsenize; bin tane çiçek biliyorsunuz, hepsi hakkında da yeterince bilgiye sahipsiniz. Kararı kalbiniz değil de aklınız veriyor. Çünkü kalp asidir, itaat etmez akla. Ne aptalca bir hayat. Eğreltiotu sevmeye karar veriyorsun mesela. Doğal nemlendirici çünkü, yetmezmiş gibi evin havasını da temizliyor. Zengin komşunun kızıyla evlenmek gibi. Her sevişme on bin TL. Eğreltiotu değil de kazara erik çiçeği sevdin. Ulan ben neden o kadar şeyle kafamın içini doldurdum demez mi insan. Cahil halimle de seviyordum eriği ben. En masum duygularla, kalpten seviyordum üstelik. Sevişirken değil para düşünmek, dünya umurumda olmuyordu.
Her balığın eti yenmez. Denizciler çok iyi bilir bunu. Balıkçılar da bilir. Her denizci balıkçı olmadığı gibi, her balıkçı da denizci değildir. Balığı ayrı sevmeli insan denizi ayrı Ken adamı bacağından mı vuruyor ne filmin sonunda. Balığını yedi diye. Bazı balıklar beslersin, elini sürmeden, incitmeden gözünün önünde devam ettirsinler hayatlarını istersin. Ama ölür hepsi. Ölümlüdür balıklar çünkü. Hiçbir akvaryum balığı yoktur sevilmeyen. Akılda kalmayan hiçbir akvaryum balığı yoktur. Sırları kısa ömürlü ve zahmetsiz olmalarıdır. Hiçbir kitap yazmaz bunu. Gerçi yazıyor da olabilir ama konumuz bu değil. Akılda kalmak için hayatına girdiğiniz insanın canını sıkmamanız gerektiğini öğretir akvaryum size. Ve renkli olmalısınız. Ve kendi başınıza da hareket ediyor olmalısınız. Ki sanırım en önemli şeylerden biri de unutkan olmanız. Suyunuz değişmemiş olabilir, yeminizi vermemiş, bulunduğunuz ortamın ışığını, ısısını ayarlamamış olabilir hayatına girdiğiniz insan. Unutun gitsin. Bu çok önemli çünkü.
Kayısı çiçekleri de güzeldir, erik çiçeklerine takılıp kalmanıza gerek yok. Hiçbir bahar tek çiçekle geçmez zira. İkisinin de en güzel tarafı hayatlarının kısa olmasıdır sanırım. Akvaryum balıkları kadar hatırda kalmasalar bile hayata renk kattıkları içi her baharda sevilirler. Var oldukları her yer de bir nebze de olsa bahardır ayrıca.
OLMAZ BİZDEN VESSELAM - 21.04.2023
93 kere okundu
Octavio Paz’ın Yalnızlık Dolambacı kitabında Amerika’da yaşayan Meksikalılar için “O kadar çok konuşurlar ki zaman zaman söyledikleri çok doğru sözler laf kalabalığının arasında kaynar gider” der. Bizim ülkedeki muhalifler de öyledir. Ziyadesiyle cahil oldukları konularda bile kulaktan dolma bilgilerle her şeyi biliyormuşçasına her şeyi öylesine eleştirirler ki aklı başında kimse onlara inanmaz. O yüzden de hiçbir inandırıcılıkları olmaz. Zaten içinde bulunduğumuz kültürde ve hatta pek çok kültürde eleştirerek insanları değiştirmeniz pek de olası değildir. Karşınızdaki insanın yüzde yüz kötü olması mümkün değildir ama siz karşınızdakinin her şeyine kötü derseniz karşınızdakini kendinize düşman ettiğiniz yetmezmiş gibi üçüncü kişilerin de size inanması olasılığını azaltırsınız. Amerika’ya yasa dışı yollardan girmiş Meksikalılar gibi kimse sizi ciddiye almaz. Gürültüden ibaret kalırsınız. Bu da kendinizi yalnız hissetmeniz, hakkı yenilmiş hissetmenizi sağlar. Dünyayı değiştiremediğiniz gibi kendinizi de o dünyaya yabancı hissedersiniz.
Balkondaki çiçeği kurutan kadın tarım politikası konusunda ahkam kesebiliyor, patates soymaktan aciz adam savunma sanayisiyle ilgili ahkam kesiyor. Ay sonunu getiremeyen ekonomi uzmanı, düz yolda takılıp düşen spor bakanı gibi davranabiliyor. Ve istisnasız herkes çok tarafsız ve bir o kadar da haklı!
Yine bir seçim arifesindeyiz, yine birileri bizi yönetmeye iştahla talip. Biz de birileri bizi yönetsin diye can atıyoruz. Seviyoruz siyasilerden kahraman çıkartmayı. Ama gel gör ki seksen yıldır birilerinin kahramanı olan o siyasiler birilerinin de celladı ya da gardiyanı olmuş. Ama akıllanmamışız. Adlarını ezberlemişiz önce, sonra eşimizden dostumuzdan önde tutmuşuz onları. Birlikte sevinip, birlikte üzülmüşüz. Onlar hayatlarını yaşamış, biz uzaktan bakmışız. Üzülmüşüz hep, yine üzülmüş, yine üzülmüş ve yine üzülmüşüz. Arkamıza baktığımızda aldığımız yolun bir arpa boyu bile olmadığına kanaat getirmişiz eğer başta sevmediğimiz birisi varsa. Yok, sevdiğimiz birisiyse kim tutar bizi; her şeye güllük gülistanlık demişiz. Aksini düşüneni de aforoz etmekten geri kalmamışız.
O kadar içselleştirmişiz ki siyasilerle kendimizi. Sevdiğimiz bir politikacının hırsız olduğunu kabul edersek biz de suç ortağı olacakmış gibi davranmışız. Damarımıza basılana kadar bayrağını sallamışız en beş para etmez milletvekilinin, bakanın… Bize bakıp bakmamaları umurumuzda bile olmamış. Her gün biraz daha zorlaşmış hayat, her gün biraz daha uzaklaşmışız eğitimden, kültürden, adaletten. Onlar savaşalım demiş savaşmışız, onlar ülkeyi betonla dolduralım demişler hemen çimentoya kuma koşmuşuz, kırk yıllık düşmana dost demişler ilk biz sarılmışız, yüz yıllık dostu vatan haini ilan etmişler ilk taşı biz atmışız. Durup düşünmemişiz, aynanın karşısına geçip kendimize bakmamışız. Yetmemiş çocuklarımızı da kendimiz gibi yetiştirip bununla gurur duymuşuz. Zincirleme bir şekilde içine etmişiz güzelim vatanın. Biz değil tabii ki, hep başkaları yapmış bunu; iktidarda isek muhalefette olmuş suç, muhalifsek iktidarda.
Bir takım halk değişim istiyor, karşı taraftaki bir takım halk da değişirsek yok olacağımızı düşünüyor. Al birini vur ötekine oysa! Bu kafalarla yol alacağımız yok. Bu kadar cahil olmak ancak tahsille olur diyor ya Sakallı Celal. Ya cahiliz ya daha da cahiliz. Hadi eli kalem tutmayanı, gözü kitap görmeyeni anladım da okumuş cahillerle bu iş çok zor. Kim gelirse gelsin, kim yönetirse yönetsin olmaz bizden vesselam…
ÖZLEMEZ Mİ İNSAN HİÇ - 26.03.2023
122 kere okundu
Uğur böceklerini bilir misiniz, ben bilirim. Nisanda yoncaların arasından özenle alır parmaklarımda gezdiririm. Çocuğum daha, pek çok şeyin gerçeğinden farklı bir ismi var, uğur böceklerinin de… “Kaptan kaptan uç uç, annen sana yağlı mama verecek…” Durur mu elde uğurböceği, uçar gider annesine. Onlar bilir kadir kıymet, ben de bilirim ama şimdiki gibi değil.
Erikler çiçek açmıştır, sabahları hevesle uyanır insan. İçime çekerim tertemiz havayı. Bir ay önce olsa yataktan çıkmamak için türlü bahaneler bulurdum ama bahar başka, bambaşka. Çıkar kapıya gezinirim belki kimse uyanmadan. Bahar başka, bahar bambaşka. Varlığının büyüklüğünü ancak kaybedince anlayacağın güzel şeyler gibi. Zannettiğinden çok daha fazlası. Aklının alamayacağı kadarı üstelik... Seni sen eden, seni havasını soluduğun dünyada önemli kılan, seni var eden bir şey. Özlemez mi insan demişti babam ve oğlum filminde Fikret Kuşkan’a Özge Özberk! Çok özler insan ama diyemez kimseye. Bir yerden başka bir yere giderken özler. Dururken özler herhangi bir yerde. Bir filme bakarken ansızın ya da bir şarkıyı dinlerken artarda gelen iki kelimede özler. Okuldan eve dönerken camda bekleyişini özler. Sokakta oyun oynarken eve çağırışını özler. Telefondaki sesini, karşılıksız sevgisini, iki eli kanda da olsa seni düşünüşünü özler. Özlemez mi insan hiç ama ne fayda.
Uğur böceklerini bilir misiniz, ben bilirim. Dönerim yüzümü denize, rüzgâr okşar geçer tenimi. Greyfurtun dalları salınır, deniz köpük köpük olur, dönmeye çalışır bir gemi ama izin vermez dalgalar. Aklımdan uzak şehirler geçer, büyümek ve çekip gitmek geçer. İyidir uzak, ayaklarımın üzerinde durmak en güzelidir hayallerimin. Başına buyruk hayallerimin savruk köşe başlarında eksiklerle doludur hikâyelerim. Bittiği yerden devam etmez hiç. Başladığı gibi de bitmez üstelik, bitemez. Koca bir dünya, nerden başlasam da nerede bitirsem bilemem. Elimden tutan birisi olsun istemem ama yolumu da bulamam. Kalabalıklara karışmanın keyfiyle sürüklenirim oradan oraya. Hiç aklıma gelmez ilk nerede mutlu olduysam yüzümü oraya döneceğim.
Bazılarımız aynı yalnızlıkları yaşar, bazılarımızın yalnızlığı ise farklıdır diğerlerinden. Yalnız mıyım değil miyim bilemem. Kim bana benzer, ben kimlerin hayatından kopya çekerim farkında bile değilim. Oysa ne çok benziyoruz birbirimize ve ne çok farklı sanıyoruz hayatlarımızı. Dört yapraklı yoncaları ararken ezdiğim diğerleri geliyor aklıma. Ne bulabiliyorum aradığımı ne de bulduklarımı devşirebiliyorum aradığıma. Oysa yolunda her şey. Yine bahar geldi oysa. Erikler çiçek açtı. Hepsi beyaz açmazmış çiçeklerini yeni fark ediyorum. Pembe de beyaz kadar güzelmiş. Yerde uğur böceği arıyorum ama yok. Telefonum çalmıyor eskisi kadar. Bir bir eksilmiş sevdiklerim, beni sevenler eksiliyor bir bir. Özledin mi hiç diye soruyor adam kadına, özlemez mi insan diyor kadın. Özlüyor insan ama ne fayda.
BİR GÜN DAHA BİTTİ - 9.03.2023
124 kere okundu
Bazen rast gelir bazen de gelmez. Kış bitmek üzeredir, günlerden Çarşamba. Pazar kurulmuştur üst sokakta. Altmışlarında bir adam camekânlı el arabasında simit ve su satmaktadır. Gün boyu dolaştıktan sonra yaslanıp kalır. Dalıp gider simitlere. Ne işim var burada benim der, bu yaşta, bu halde ne işim var. Yorgundur, bıkkındır ve yeterinden fazlasını yaşamıştır. Kaçırdığı fırsatlar gelir aklına. Acaba daha mı iyi olurdu der kendi kendine. Böyle olması gerektiğinde karar kılmak zordur. Kabullenmek biraz daha dolaşmayı gerekmektedir. Satılması gereken simitler vardır ve henüz akşam olmamıştır. Amca simit ne kadar der kadın sesi. Altı lira der adam, iki tane alırsan on olur. Bazen rast gelir ama çoğu zaman gelmez.
Yalanın sıcaklığı diye bir şey vardır, ısıtır içimizi. Bilsek de öyle olmadığını kanarız, bir tarafımız ısrarla dürtükler bizi. Gerçekler can acıtır, can sıkar. Meyilliyizdir yani yalanlara. Baştan söylüyor oysa adam; yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin… İncine incine incinmeyi mi öğreniyor insan yoksa unutuyor mu bilmiyorum. İkisi de olası. Bir bardak kaç kez kırılabilir ki. Ya da kırık bir bardak yeniden kırılabilir mi. Ama bir zaman da olsa sıcak yalanlarla avutabiliriz kendimizi. Kendimizi fazla kaptırmadığımız sürece sorun da yoktur.
Yağmuru seven için kurak bir mevsim mutsuzluktur. Tene vurması gereken damlaların yokluğu hissedilir. Farkına varmazsın belki, anlamlandıramazsın ama eksiktir bir şeyler. Yağmur duasına çıkar sakallı amcalar, dayılar. Oysa istemelerine gerek yoktur. Olacaksa olacaktır, sen istemeden de görür o senin sandığın gibiyse. Egosu yoktur tanrının, biz ona atfederiz bunu. Ritüel haline getiririz ibadeti. İstemek için kılıktan kılığa gireriz. Oysa o yerin ve gökyüzünün hakimidir. Öyle der kitap. İstemeyi bile beceremiyoruz. Mutsuzluğumuz biraz da kuraklıktan sanki. Simit satan amca pek sevmez yağmuru gerçi. Ama yapacak bir şey yok. Bazılarımızın mutluluğu bazılarımızın mutsuzluğudur. Madem yerin ve gökyüzünün hakimi, o çıksın işin içinden. Teslim olmaktan başka çare yok. İnanıyorsan tabi, inanmıyorsan çözmen gereken bir sorun daha var.
Yavan kelimelerle örtüyoruz üzerimizi bazen. Bazen de süsleyerek soyunuyoruz cümle cümle. Saçımızı okşuyor özenle sarf edilen sözler, gerdanımızı dokunup geçiyor. Sahi siz hangi ağacın meyvesiydiniz. Kim kopardı sizi dalınızdan. Mevsiminiz gelmiş miydi yoksa zamansız mı ayrılmak zorunda kaldınız. Yaprağınız yeşil mi kızıl mı, kökünüz uzanır mı derinlere kadar. Özler misiniz geldiğiniz yerleri, yoksa yeni şeyler için gereğinden fazla mı heveslisiniz.
Erkek yalanlarının sıcaklığını sever kadınlar. Bile bile kanarlar da. Kimi tadını çıkartır, kimi ise şüpheyle yer bitirir kendisini. Oysa kısa bir döngüdür hayat. Kendinizi kaptırmadığınız sürece hiçbir şey o kadar da yalan değildir. Simitlerini satamadan döner amca evine. Bir gün daha bitmiştir. Bir gün daha geçmiştir ömürden.
AŞK MI KALDI - 5.03.2023
120 kere okundu
Aşk mı kaldı sefası sürülecek, adam mı kaldı, kadın mı kaldı sevilecek. Azar azar bitirdiler bizi. Başka şeylerle meşgul ede ede bitirdiler, yolda tutarak bitirdiler. Aç bıraktılar sevmeye, sevilmeye hasret bıraka bıraka bitirdiler. Bittik biz devam etmemiz gereken yerlerde. Yorgun düştük, vazgeçtik sevmekten. Sevilmek zaten ayrı bir matematik. Ne kadar hesaplarsan hesapla yanlış çıkıyor sonuç.
Kadınlar muhtaçtır diyor erkeklerin yalanlarının sıcaklığına. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim diyor şarkı. İncinirsin, yine de sen bilirsin. Alıştık yalanlara da yalanların sıcaklığına da. İnciniyoruz artık. Kırılacak yerimiz de kalmadı. Hep bildiğimiz yerlerden geliyor darbe. Her seferinde çok acımış gibi yapıyoruz. Acımıyor ama. Alıştık çünkü, alıştıra alıştıra öldürdüler bizi.
Kolay olan ölmek, yaşamak zor asıl. Oysa ölmek zor olmalıydı! Bırakıp gitmek bir dolu şeyi ardında. Gülen yüzleri, ömür katan nefesleri, yoncayla kaplı yamaçları, deniz kenarlarını ve kuş cıvıltılarını… Düzeni boza boza değiştirdiler bizi. Karşı koymadık, işimize geliyordu çünkü. Öyle ustaca yaptılar ki bunu, azar azar, ilmik ilmik… Ruhumuz duymadı, içimizde hiçbir kuşku uyanmadı. Kavak yelleri esiyordu tepemizde, aklımız beş karış havada. Ayağımız yere basana kadar değişti her şey.
Aşk mı kaldı sefası sürülecek. Çekip gidilecek yer mi var. Bu gövdeye ağır bu akılsız baş. Bu telaş fazla bu yüreğe. Dönülmez olmuş akşam, saat geç. Geldiğimiz yeri bilsek de yolu unuttuk. Hem geri dönsek ne olacak ki. Ne biz o eski biziz, ne de o yer duruyor yerinde. Aşk da kalmadı biz de tükendik. Kendilerine âşık ede ede soğuttular bizi kendilerinden.
ÜŞÜYOR ÇOCUK - 22.02.2023
194 kere okundu
Kararıyor hava, gecenin bir buçuğu. Çöpleri karıştırıyor bir adam, üstü başı düzgün bir adam, kırlaşmış saçları biraz. Omzunda çantası var, elinde bir poşet, kırk yaşlarında bir adam. Önce yoksulluk sanıyorum, sonra bir şeyler aradığından şüpheleniyorum. Uzaklaşıyor çöpten, telefonun ışığı yanıyor, kayboluyor karanlık sokakta. Martılar yiyecek bir şeyler arıyor, vakit yeterince geç.
Soğuktan üşüyor bir adam minibüsün arka koltuğunda. Üzerinde iki ince polar battaniye. Yetmiyor örtünmesi için, beceremiyor belki de. Buldukları her odun parçasını yakarak ısınmaya çalışıyor birileri, birbirini daha önce hiç görmemiş birileri. Bir gün önce çok farklı yerlerde yaşayan birileri. Minibüsün diğer koltukları da üşüyor. Hava çok soğuk ama soğuk dertlerin belki de en küçüğü.
Sesler geliyor derinlerden. Giderek azalan sesler, acı dolu sesler, çaresizliğin tınıları, güçsüzlüğün, sıkışıp kalmanın, ölümün sesi geliyor. Duymuyor kimse, duysa da unutuyor. En çok duyan en az unutuyor ama unutuyor herkes. Sabah olmak üzere. Hava aydınlanıyor ama doğmuyor güneş. Feci bir karanlık, görmüyor kimse kimseyi, duymuyor kimse kimseyi. Umursamaya mecbur olanların umurunda sadece. Geri kalan kim varsa yalan söylüyor. Büyüdükçe büyüyor yalan, içine alıyor kim var kim yok. Ateşin başındaki kadın bir başkasını çekiştiriyor arkadaşına. Unutmuş duyduğu sesleri, ateşi bulunca üşümesi geçmiş.
Hazır mı çay diyor adam, bir bardak alıp gideceğim. Yok diyor bir diğeri, yüz derece olması gerek. Zamanı mı şimdi diye katılıyor itiş kakışa bir başkası. Hava soğuk, suyun yüz derece olmasını bekliyor sıradakiler. İkna olmuyor suyun başındaki adam. Tamam diyor diğeri, lanet olsun!
Kalabalık öteye beriye koşturuyor. Herkes her şeyin en iyisini biliyor ama kimse yapmıyor hiçbir şey. Gece diyor burası Didem, düşerim diyor, çıkmam dışarıya. Ben de bilmiyorum ne yapacağımı, git orda dur diyor büyük bir şehirden geldiğini söyleyen sıradan bir kadın. Kalabalık heyecanlı, duramıyor yerinde kimse. Kıvrılıp yatıyorlar bir yerlerde. Daha önce yattıkları yerlere benzemiyor ama şikayetçi değiller. Nihat Amca cevapsız bırakmıyor hiçbir cümleyi. Şarkı söylüyor Didem. Mustafa Sandal’ı seviyor. “Onun arabası var, güzel mi güzel…” Didem’in arabası yok, araba takım elbiseli adamın ve niye bu kadar kızdığını anlamadığım kadının!
Çığlıkların anlamı yok, biri bitip biri başlayacak çünkü. Kimsenin yarasına merhem değil kimse. Yarası olan ömrünce taşıyacak yarayı. Geri kalan anı biriktirmekten öteye gidemiyor. Ölmek istemiyorum diyor dört yaşındaki çocuk. Oyun bunlar diyor babası. Hepsi oyun, ölmek diye bir şey yok. Ablası farkında durumun. Yağmur başladı diyor; sığınacak bir yer lazım, bir şeyler yapmak gerek. Ben yaparım diyor takım elbiseli bir adam. Hayır diyor başka bir takım elbisenin içini dolduran et ve kemikten ibaret diğeri. En iyisini ben yaparım, sen değil! Söz dalaşından sıra gelmiyor bir şeyler yapmaya. Terliğinin içindeki çıplak ayakları üşüyor kız çocuğunun. Eline kağıt paralar sıkıştırıyor büyüklerden birisi. Parayı biliyor herkes, en küçüğünden en büyüğüne herkes biliyor. Sarılıyor amcalara çocuk. Ellerini ısıtıyor kağıt paralar ama ayakları çıplak hala, yerler çamur. Yağmur başlamış, ıslanıyor bazıları!
Saat dokuz elli beş. Çimentolar yine beklendiği gibi, demir çelik de öyle, boya da. Yeni sesler duyuluyor, mutlu sesler, umutlu sesler. Uluorta yanan ateşler yerini elektrikle çalışan ısıtıcılara bırakmış. Umut var yarınlara dair. Zaman ve mekan değişince şartlar da değişiyor. Bir kadın pislik diyor kürsüde konuşan adama. Yetmiyor elindeki şişeyi fırlatıyor. O da yetmiyor üzerine yürüyüp saldırıyor. Bıraksalar vuracak. Belli ki rahatsız bir şeylerden. Çöpü karıştıran adamdandır belki diyorum ama değil. Yoksa ayağı üşüyen çocuk yüzünden mi kızdı bu kadar. Soruyorum kim bu diye. Bir kaçı öve öve bitiremezken, birkaçı da yerin dibine sokuyor. Yerin dibinden sesler geliyor oysa. O kadının sesi değil bu, çocuk sesleri geliyor. Tıkıyorum kulaklarımı ama nafile.
Kötü günler yaşıyoruz diyor çayını yudumlayan başka bir kadın. Yok diyorum, o kadar da kötü değil günler. İndirim varmış giyim ürünlerinde. Bin iki yüz elli liralık alışveriş yaparsan kasada beş yüz lira indirim kazanıyorsun. Kızıyor bana, bu günkü günde bu mudur derdin diyor! Çekip giderken telefonun ışığını görüyorum. Çöpü karıştıran adamın telefondaki ışığa benziyor ışık. Ama daha renkli! Oysa bana sorsaydı aramak zorunda kalmazdı indirim mağazasını.
Kararıyor hava, birbiri içine girmiş sokaklarda kayboluyor gözden adam, kadın kayboluyor gözden, çocuk da… Kimin nereye gittiği belli değil. Bir dolu renk var ama hepsi karanlık. Önümü görüyorum. Sesleri de duyuyorum. O kadar net ki her şey. Kubbeli yapıların yanı başından göklere uzanan kulelerden bilmediğim bir dilde şarkılar söyleniyor. Nedir bu diyorum yanımdakine, ne diyor? Birlik olmamız gerek diyor. Kimle diyorum? Etrafımda bir dolu insan var. Çöpü karıştırıyor biri. Karşı binanın penceresi aralanmış. Bir kadın seyrediyor adamı. Sonra bir adam daha beliriyor perdenin diğer tarafında, camın arkasında. Oynatma perdeyi diyor kadın adama, görecek seni. Görmez diyor adam, karanlık her yer. Oysa görüyor herkes herkesi. Herkes herkesi biliyor içten içe. Ama söyleyemiyor gördüklerini. Duyacaklarından korkuyor, biliyor gördüğü kadar da göründüğünü. Ölmek istemiyorum diyor dört yaşındaki oğlan çocuğu. Ölmeyeceksin diyor babası, oyun bunların hepsi. Yerin altından sesler geliyor, artık yaşamayanların sesleri. Israrla söyleniyor çocuk, ölmek istemiyorum baba… Ayakları üşüyen kızı ateşten uzak tutuyorlar alışmasın diye. Sıcağa alışırsa soğukta hayatta kalamaz çünkü. Çünkü böyle düzen biz inkâr etsek de. Kararıyor hava, hava üşüyor çünkü.
KAVGAMIZ ÇAMUR İLE - 31.01.2023
105 kere okundu
Saçma salak bir bataklık, birbirine benzeyen günler, hiç hesapta yokken soğuyan hava. Dönüp duruyoruz olduğumuz yerde. Yağmur yağmış toprağın üzerine, biz dönüp durdukça çamur olmuş, çamura batıyoruz bile bile. Bir kötü zaman, bir istenmeyen hikâye, ipe sapa gelmez kahramanlar. Yazanın aklı nerede kim bilir, ne düzeni var ne başı ne de sonu. Nereden başladığı, nereye gittiği belli değil. Çamur sadece, üste başa bulaşan, bulaştıkça rahatsızlık veren bir çamur… Kendi çamurumuzla kirleniyor, kirimizle kavga ediyoruz. Pişmanız da üstelik…
BEN TANRI DEĞİLİM - 15.01.2023
146 kere okundu
Yoktan var eden tanrıdır, ben tanrı olmadım hiç. Olanı şekillendirdim, yolu değiştirdim, varı yok ettim en fazla. O da zor sayılmazdı pek. Yoktan var edenlerle dönüyor bu dünya çünkü, benle değil. Varlığım yokluğum kadar önemli ancak. Yarın yok olacağım mesela, kimsenin umurunda olmayacak. Ay denize dokunacak kadar alçalmış olacak. Yakamoz olacak. Gece olacak, bir Pazar gecesi. Saat dokuz, bilemedin on. Bir haber gelecek birisine, bir telefon çalacak. Telefondaki ses benden bahsedecek kısa cümlelerle. Kapanacak telefon. Sonum olacak. Ben tanrı değilim, öğretmediler bana yoktan var etmeyi. Vardım ben kendimi bildiğimde, yapabileceğim tek şey vardan yok olmak.
İlhan İrem çalacak radyoda, yarının telaşı başlamış olacak evlerde. El ayak çekilir hep, yine öyle olacak. Bana kalsa nisan, mayıs isterdim ama bana kalmayacak. Ocak olacak yani, soğuk mu soğuk. Son bir kez denizi görmek isterim. Çıplak ayaklarımla yürümek isterim kumsalda. Kimseler olmasın ama. Elimde bir kadeh şarap ve sigara. Aramızda kalsın sigara içmem ben, alkolden de hiç haz etmem. Şekilli olsun mevzu diye sırf. Gidiyoruz ya… Gelişim nasıldı hatırlamıyorum. O zamanlar böyle tantanalar yoktu. Hoş gelmiş, sefa gelmişten ibaretti meseleler. Misafire bisküvi ikram edilirdi çayı yanında. Finger ya da petibör. Kremalısı az bulunurdu, fındıklısı etiler, Nişantaşı… Biliyorum pek anlaşılmıyor ama dert değil. Anlaşılır olmak istediği zaman başlıyor dertleri insanın. Sen git yolunda, gelen varsa peşinden eyvallah, anlamak isteyen varsa anlatırsın. Ama gayret içinde olmak yoruyor insanı. İnsanlar yoruyor insanı. Şarap sarhoş olmak için, sigara da cilası. Ayık kafayla yaşadık bu boktan dünyayı, bari giderken kafamız güzel olsun. İlhan İrem’i de evde unuttuk, söyler durur şimdi bir başına; “kalsaydın varlığında yok olmazdı bu şehir…”
Göz yanılsaması aslında pek çoğumuz. Var sanıyorsun ama yoklar. Yok sandıklarından biri var oluyor bir gün. Göz ardı ediyorsun. Çünkü aklın var sandıklarında. Ne kötü şey sanmak. Bilsek ne olur sanki. Tadı mı kaçar hayatın, heyecanı mı eksilir. Sanki soluk soluğa yaşıyoruz boktan günleri, heyecandan kalbimiz pata küte atıyor sanki. Sanmayı sevmiyorum ben, elimde olsa her şeyi bilirdim. Diyeceğim o ki yanlış sanıyor İrem, kalsaydı da bi boka benzemezdi şehir. Gideceksin arkadaş, kalmakla düzelmiyor hiçbir şey. Ben kaldım mı gittim mi bilmiyorum mesela. Bilmek istiyor insan. Tanrı olmak ne güzeldir kim bilir, her şeyden haberin var, kimseye muhtaç değilsin, herkes seni anlamaya çalışıyor, umursuyor… Gerçi şu herkesin senle ilgilenmesi biraz sıkıcı olabilir. Kafanı dinlemek istiyorsun ayda yılda bir ama aşağıdan bir dangalak bağırıyor, yeni bir arabam olsun lütfen. Eskisi götüne mi batıyor pezevenk. Her şeyi de yukarıdan bekleme. Elindekiyle yetinmeyi öğren.
Ben tanrı değilim. Hiç olmadım. Olana da heves etmedim. Büyük başın ağrısı da büyük olur. Yoktan var etmek özel bir durum. Biz elini sallasan çarpacak insanlarız. Vardan yok ederiz ancak. Onu da beceremeyip elimize yüzümüze bulaştırdığımız olur çokça. Sonra İlhan İrem söylesin de kafam dağılır belki; “Sen gideli buralara olanlar olmuş.” Bir bok olduğu da yok ha, abartıyoruz sadece. En fazla ölürüz ki mevzu ölene dek, sonrası huzurlu bir sessizlik. Kim istemez ki!
ERİMEYEN KAR - 31.12.2022
141 kere okundu
İçimden sayıyorum. Sıfırdan başlayıp otuza kadar, geri dönüp tekrar sayıyorum, bir kez daha ve bir kez daha. Uygun adımlarla ve belli aralıklarla. Bazen şaşıyor düzen ama hemen toparlamaya çalışıyorum. Ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza Bey diyor bir ses. Bozulmuyor ağzımızın tadı. Tat dediğim de çikolatalı simidin içindeki üçüncü sınıf çikolata tadı. Kim kaybetmiş ki biz bulalım Nutella'yı. Neyse efendimciler herkes. Ben de onlardan biriyim aslında ama belli etmemeye çalışıyorum. Otuzdan sonrası toz duman. Hep başa dönüyorum o yüzden.
Yılbaşında kar yağar diyor güzel yüzlü çocuk. Öyle öğrenmiş, öğretmişler öyle. Güzel şeyler öğrenip kötü şeyler yaşıyoruz. Kar yağmaz her yılbaşında oysa, hatta çoğu yılbaşında yağmaz kar. Biz hep umut ederiz. Düşünsek mutsuz oluruz ama düşünmemeyi seçeriz hep farkında olmadan. Üç beş kadehte ya da eş dostta ararız mutluluğu. Buluruz bazen, bazen de bulamayız. Bulunca ne kadar mutlu oluyorsak bulamayınca da o kadar göz ardı ederiz boşa çıkan umutlarımızı. Mutlu olmak istiyoruz sonuçta, hayatın akışı bunu emrediyor. Beklemek zor iş vesselam. Yağmaz bu yılbaşında da kar. İyi zannettiğimiz havalar o kadar da iyi değildir aslında.
Neyse ki bir umudun bittiği yerin az ötesinde başkası bekliyordur. Hayata tutunmak için yeni yalanlar buluyoruzdur kendimize. Suç yağmayan karda değil yani. Umanda suç, bekleyende, yol gözleyende. Gelmez çünkü beklenen çoğu zaman. Gelse de geri gider hep. Erimeyen kar gördünüz mü hiç? Ben görmedim!
KURBAN OLDUĞUM ALLAH - 19.11.2022
227 kere okundu
Gece yarısı kalkıp yemek yedim. Güzel çünkü, canı çekiyor insanın. Neymiş efendim akşam şu saatten sonra bir şey yememek gerek. Çekiyorsa can ki bu senin canın yemek gerek. Kime ne. Çokbilmiş amcalar ve teyzeler yiyemediklerine yansınlar. Zaten bu boktan dünyada keyif veren ne varsa ya yasaktır ya günah. Ya da zararı vardır vücuda. Ben hor kullanıyorum vücudumu mesela. Hatta kullanmak isteyen başkaları da varsa buyursun gelsin. Tadını çıkaramayacaksam, sefasını süremeyeceksem ne edeyim ben bu hayatı. Doğdum ama yaşamadım. Geldiğin yere geri dön kardeş, buralar hiç senlik değil.
Mutlu olmaya düşmanlar. Yan gelip yatmaya, aylak aylak dolaşmaya, güzel kadınlara ve adamlara, kusana kadar atıştırmaya, bıkana kadar sevişmeye düşmanlar. Yapamadıklarına siz de ortak olun istiyorlar. Tereyağı zararlı diyorlardı bir zamanlar. Dedem seksen yaşında yüz elli gram tereyağını peynirli pidenin içine gömer öyle yerdi. On yaşından beri kaçak tütün içerdi. İlk iki eşi öldü ama üçüncü sağlam çıktı. Babaannem de gitseydi dördüncü eşini alacaktı muhtemelen. Dedem kadar olamadım ama niyetim kötü biliyor Allah. Misal uyku tutmadı. Kalkıp buzdolabına daldım gece yarısı. Yiyebiliyorken yiyeceksin arkadaş. Diğer şeyler için de geçerli bu.
Günah diyor iç sesim. Ah o iç sesim. Zannedersin beş vakte beş daha katıyor. Sabah akşam oruç tutuyor sürekli aç doyuruyor... İsraf desen hiç yok zaten. Onlarca ayakkabı ve düzinelerce pantolon gömlek hep Afrika’ya yollanmak için bekliyor dolapta. Zaten günah boyu aşmışken hesap kitap yapıyoruz. Yatacak yerimiz yok zaten. Öyle diyor toplayıp çıkarınca. Yok ben kandıracağım kendimi diyorsan bildiğin sen bilirsin. Ama yukarıdaki yemiyor bunları bilesin.
Bir de şu sabahları erken kalkmalar olmasa. Yatak keyfi istenildiği kadar uzatılabilse. Beş gün sekiz saat çalışmak yerine dört gün on saat çalışma mevzusu bize yetişmez ama süper fikir. Sayın devlet büyüklerim, sizden istirham ediyorum halledin bu işi. Hem daha iyi seçim vaadi gelmiyor aklıma. Aynı maaşı alıp dört gün yan gelip yatma ihtimali komünist partisini bile iktidar yapabilir. Zaten komün hayatı yaşıyoruz. Sonuna bir ist ekledik mi topyekûn onlardan olduk. Ama biz onlardan olunca onlar onlar kalır mı bilemem. Üç gün yan gel yatı bilirim. Yiyip içmeyi bilirim. Sevişmeyi bilirim. Sağlıklı beslenip ve zaman zaman da savaşmak isteyen varsa lütfen uzağımda tepinsin. Ben insan sevmiyorum zaten. Balık olsun, dana olsun tercih ederim. Tavuk göğüsleri büyütüyormuş. Hiçbir döneminde süt vermeyecek olan memelerin gereksiz yere büyümesine karşıyım zira. Gerçi erkeklere de karşıyım ben ama ağır işleri yaptırmak için birkaç tanesi civarda olabilir.
Ben istediklerimi yazdım Allah’ım. Saçlar dökülünce alnımdaki açıklık büyüdü. Boş kalan yerlere sen de seveceğim bir şeyler yaz lütfen. Ne yapıyorsun diye çemkiren olursa alın yazım böyleymiş derim. Sevgilerimle… Kulun; Burak