BAK YİNE AKŞAM OLDU - 8.08.2021

273 kere okundu

Ah o olmak istenilen gemi, egenin suları, yelken ve rüzgâr. Hep gidilmek istenen ama bir türlü toparlanıp da gidilemeyen sakin sahil kasabası. Sallanan koltukta pineklenilen veranda. Usulca akan zaman, akşam güneşi ve bir bardak çay. Ne hayaller var gerçekleşmesi için kıl kıpırdatılmayan. Ne hayatlar var zamanı tüketmekten başka işe yaramayan. Bazen temmuz, bazen kasım… Bazen de radyoda çalan eski bir şarkı; Oya Küçümen belki, ya da Grup Gündoğarken. Ankara’dan gelen abi, evde bir bayram havası, seven ve sevilen anne baba…

Ben seni bildim, ölçtüm ve biçtim, topladım ve çıkardım. Elde kalanların elden gidenlerden fazla olduğunu gördüm. Gidenlerin muhasebesini gördüm ve de kalanların. Asla bir daha elde edilemeyecek o ilk neşe, o çocuksu haz, o eski günler. Ama yine de yaşama sevinci, masum beklentiler, küçük ama samimi hayaller. Sonra çay koydum kendime. Sana da sordum ister misin diye; bira dedin, varsa bira içerim. Unutturmaz ki bira dedim. Gülümsedin usulca. Unutmak isteyen kim dedin. Ben bir şey demedim. Bira getirdim, soğuktu. Isıtmadan iç dedim, gerisi de var. Güldün yine. Bu kez ölçmedim seni, tartmadım. Topladım hep, hiç çıkarmadım. Bulaşıcıydı tebessümün. İtiraz etmedim hiç. Yarım kalanlara dedim, yarısı gidip yarısı kalanlara diye düzelttin. Çay bardağıyla bira şişesini tokuşturduk havada. Soğuğun içinde sıcak vardı, kötünün içinde iyi, temmuzda nisan ve yeterince güzel şey.

Yetmeyince yetmez çoğu zaman. Ne kadarıyla mutlu olacağını bilemez insan. Bilemediği şeylerden korkar. Korktukça huysuzlaşır, huysuzlaştıkça da mutsuz olur. Çıkamaz döngünün içinden. Önce başkalarını suçlar. Çeker gider o başkaları. Kimse kalmayınca kendisini de suçlamaya başlar. Kendisi gitmek ister bu kez. O sahil kasabasında kalır akıl, mutlulukla uyanılacak sabahlarda, yeni insanlarda. Kaldığıyla kalır akıl. Ne gidilir o sahil kasabasına ne de güler yüz.

Sonra unuttum seni ben. Yarım kalmış güzel bir kitabı diğer kitapların arasında unutur gibi unuttum. Senden biriktirdiğim paragrafların satır aralarında unuttum. Sonrasında devam ederim diye hesapladığım virgülden önce unuttum. Şaşırırım zannettiğim ünlemde unuttum. Üç nokta koydum yan yana; birinde senin hikâyen vardı, şizofren bir sevgiliydin belki bir diğerinde. Sonuncu noktada mektuplar yazdım sana. Senin anlayacağın dilden yazdım üstelik. Özenerek yazdım, her kelimeyi irdeledim içimde. Sana verdiğim değerleri unuttum. Belki bir gün hatırlarım diyerek unuttum. Bile bile unuttum. Çok kitap yoktur senin unutulduğun rafta, belki iki, belki üç… Her kitap unutulmaya layık değildir, varlığından söz edilmez unutulunca. Ben seni varlığından söz ede ede unuttum. Ne mi oldu sonra? Eylül geldi. Havalar soğumaya başladı. Deniz kenarına indim. Soğuk sandviç yiyip martıların dedikodusunu yaptığımız bankta oturdum. Esiyordu hava. Kimsecikler yoktu etrafta. Dalgaları seyrettim hiçbir şey düşünmeden. Ne ben onları umursadım, ne onlar beni. Tatlı bir seda okşayıp geçti yanağımı. Aklımda olsan sen sanırdım. Sanmadım.

Bak yine akşam oldu, yine kaldım bir başıma.