ÜŞÜYOR ÇOCUK - 22.02.2023
238 kere okundu
Kararıyor hava, gecenin bir buçuğu. Çöpleri karıştırıyor bir adam, üstü başı düzgün bir adam, kırlaşmış saçları biraz. Omzunda çantası var, elinde bir poşet, kırk yaşlarında bir adam. Önce yoksulluk sanıyorum, sonra bir şeyler aradığından şüpheleniyorum. Uzaklaşıyor çöpten, telefonun ışığı yanıyor, kayboluyor karanlık sokakta. Martılar yiyecek bir şeyler arıyor, vakit yeterince geç.
Soğuktan üşüyor bir adam minibüsün arka koltuğunda. Üzerinde iki ince polar battaniye. Yetmiyor örtünmesi için, beceremiyor belki de. Buldukları her odun parçasını yakarak ısınmaya çalışıyor birileri, birbirini daha önce hiç görmemiş birileri. Bir gün önce çok farklı yerlerde yaşayan birileri. Minibüsün diğer koltukları da üşüyor. Hava çok soğuk ama soğuk dertlerin belki de en küçüğü.
Sesler geliyor derinlerden. Giderek azalan sesler, acı dolu sesler, çaresizliğin tınıları, güçsüzlüğün, sıkışıp kalmanın, ölümün sesi geliyor. Duymuyor kimse, duysa da unutuyor. En çok duyan en az unutuyor ama unutuyor herkes. Sabah olmak üzere. Hava aydınlanıyor ama doğmuyor güneş. Feci bir karanlık, görmüyor kimse kimseyi, duymuyor kimse kimseyi. Umursamaya mecbur olanların umurunda sadece. Geri kalan kim varsa yalan söylüyor. Büyüdükçe büyüyor yalan, içine alıyor kim var kim yok. Ateşin başındaki kadın bir başkasını çekiştiriyor arkadaşına. Unutmuş duyduğu sesleri, ateşi bulunca üşümesi geçmiş.
Hazır mı çay diyor adam, bir bardak alıp gideceğim. Yok diyor bir diğeri, yüz derece olması gerek. Zamanı mı şimdi diye katılıyor itiş kakışa bir başkası. Hava soğuk, suyun yüz derece olmasını bekliyor sıradakiler. İkna olmuyor suyun başındaki adam. Tamam diyor diğeri, lanet olsun!
Kalabalık öteye beriye koşturuyor. Herkes her şeyin en iyisini biliyor ama kimse yapmıyor hiçbir şey. Gece diyor burası Didem, düşerim diyor, çıkmam dışarıya. Ben de bilmiyorum ne yapacağımı, git orda dur diyor büyük bir şehirden geldiğini söyleyen sıradan bir kadın. Kalabalık heyecanlı, duramıyor yerinde kimse. Kıvrılıp yatıyorlar bir yerlerde. Daha önce yattıkları yerlere benzemiyor ama şikayetçi değiller. Nihat Amca cevapsız bırakmıyor hiçbir cümleyi. Şarkı söylüyor Didem. Mustafa Sandal’ı seviyor. “Onun arabası var, güzel mi güzel…” Didem’in arabası yok, araba takım elbiseli adamın ve niye bu kadar kızdığını anlamadığım kadının!
Çığlıkların anlamı yok, biri bitip biri başlayacak çünkü. Kimsenin yarasına merhem değil kimse. Yarası olan ömrünce taşıyacak yarayı. Geri kalan anı biriktirmekten öteye gidemiyor. Ölmek istemiyorum diyor dört yaşındaki çocuk. Oyun bunlar diyor babası. Hepsi oyun, ölmek diye bir şey yok. Ablası farkında durumun. Yağmur başladı diyor; sığınacak bir yer lazım, bir şeyler yapmak gerek. Ben yaparım diyor takım elbiseli bir adam. Hayır diyor başka bir takım elbisenin içini dolduran et ve kemikten ibaret diğeri. En iyisini ben yaparım, sen değil! Söz dalaşından sıra gelmiyor bir şeyler yapmaya. Terliğinin içindeki çıplak ayakları üşüyor kız çocuğunun. Eline kağıt paralar sıkıştırıyor büyüklerden birisi. Parayı biliyor herkes, en küçüğünden en büyüğüne herkes biliyor. Sarılıyor amcalara çocuk. Ellerini ısıtıyor kağıt paralar ama ayakları çıplak hala, yerler çamur. Yağmur başlamış, ıslanıyor bazıları!
Saat dokuz elli beş. Çimentolar yine beklendiği gibi, demir çelik de öyle, boya da. Yeni sesler duyuluyor, mutlu sesler, umutlu sesler. Uluorta yanan ateşler yerini elektrikle çalışan ısıtıcılara bırakmış. Umut var yarınlara dair. Zaman ve mekan değişince şartlar da değişiyor. Bir kadın pislik diyor kürsüde konuşan adama. Yetmiyor elindeki şişeyi fırlatıyor. O da yetmiyor üzerine yürüyüp saldırıyor. Bıraksalar vuracak. Belli ki rahatsız bir şeylerden. Çöpü karıştıran adamdandır belki diyorum ama değil. Yoksa ayağı üşüyen çocuk yüzünden mi kızdı bu kadar. Soruyorum kim bu diye. Bir kaçı öve öve bitiremezken, birkaçı da yerin dibine sokuyor. Yerin dibinden sesler geliyor oysa. O kadının sesi değil bu, çocuk sesleri geliyor. Tıkıyorum kulaklarımı ama nafile.
Kötü günler yaşıyoruz diyor çayını yudumlayan başka bir kadın. Yok diyorum, o kadar da kötü değil günler. İndirim varmış giyim ürünlerinde. Bin iki yüz elli liralık alışveriş yaparsan kasada beş yüz lira indirim kazanıyorsun. Kızıyor bana, bu günkü günde bu mudur derdin diyor! Çekip giderken telefonun ışığını görüyorum. Çöpü karıştıran adamın telefondaki ışığa benziyor ışık. Ama daha renkli! Oysa bana sorsaydı aramak zorunda kalmazdı indirim mağazasını.
Kararıyor hava, birbiri içine girmiş sokaklarda kayboluyor gözden adam, kadın kayboluyor gözden, çocuk da… Kimin nereye gittiği belli değil. Bir dolu renk var ama hepsi karanlık. Önümü görüyorum. Sesleri de duyuyorum. O kadar net ki her şey. Kubbeli yapıların yanı başından göklere uzanan kulelerden bilmediğim bir dilde şarkılar söyleniyor. Nedir bu diyorum yanımdakine, ne diyor? Birlik olmamız gerek diyor. Kimle diyorum? Etrafımda bir dolu insan var. Çöpü karıştırıyor biri. Karşı binanın penceresi aralanmış. Bir kadın seyrediyor adamı. Sonra bir adam daha beliriyor perdenin diğer tarafında, camın arkasında. Oynatma perdeyi diyor kadın adama, görecek seni. Görmez diyor adam, karanlık her yer. Oysa görüyor herkes herkesi. Herkes herkesi biliyor içten içe. Ama söyleyemiyor gördüklerini. Duyacaklarından korkuyor, biliyor gördüğü kadar da göründüğünü. Ölmek istemiyorum diyor dört yaşındaki oğlan çocuğu. Ölmeyeceksin diyor babası, oyun bunların hepsi. Yerin altından sesler geliyor, artık yaşamayanların sesleri. Israrla söyleniyor çocuk, ölmek istemiyorum baba… Ayakları üşüyen kızı ateşten uzak tutuyorlar alışmasın diye. Sıcağa alışırsa soğukta hayatta kalamaz çünkü. Çünkü böyle düzen biz inkâr etsek de. Kararıyor hava, hava üşüyor çünkü.