AH BU GÖNÜL ŞARKILARI - 5.07.2022

766 kere okundu

Seninle doğan güldür bu gönül, ah bu gönül şarkıları. Sözlerini unuttuğumuz, bestesi çok eskilerde kalan, kazara duysak gönülden eşlik ettiğimiz gönül şarkıları. Ah o geçmiş zaman, çekip gidenler, arkasındaki boşlukları dolduramadıklarımız, eksildiklerimiz, yerle yeksan olduklarımız. İstemeden gitmiş olsalar bile bizi yalnız bıraktılar diye gönül koyduklarımız.

Bir gençlik masasında, ikimizin arasında, ah bu gönül şarkıları… Eskidendi o gençlik dediğin, masanın bacakları sallanıyor artık. Çay bardağında rakı var yarısına kadar dolu. Bir dikişlik hali kalmış. Şerefine kardeş. Öleceksek ölelim bu gece. Hem nasıl da güzel bir gece. Ölecekse böyle bir gecede ölmeli insan. Kayarken bir yerlerde yıldızlar. Usul usul eserken akşam meltemi. Sahildeki sarhoşların hep ayrı ağızdan söyledikleri şarkıyı dinlerken. “Taşır senin adını bu gönül, ah bu gönül şarkıları.”

Yirmisinde kaparken gözlerini hayata genç bir adam; öğretmenim diyor, bir çocuk esirgeme kurumuna verseler adımı. Orda büyüyen çocuklar bilse şehit olduğumu, bir amaçları olsa. Amaç dediği de ölmek; vatan için ölmek, millet için ölmek. Öğretememişiz genç adamlara vatan için yaşamayı, millet için yaşamayı, kendileri için yaşamayı öğretememişiz. Bilseler gönül koyardılar bize. Ölmek ne garip şey anne diyor türküsünde Ahmet Kaya, öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Belki bir kızı öpemeden, sokulup boynuna kokusunu içine çekemeden kapıyor gözlerini hayata. Bilseler ne uğurda olursa olsun ölmenin değil de yaşamanın güzel olduğunu. Ah bir bilseler.

Yavaş yavaş unutuluyor her şey. Sesler unutuluyor, yüzler unutuluyor, isimler unutuluyor. En çok da kokular unutuluyor. Ben kokuları yüzlerle eşleştiremiyorum. Seslerden isimleri çıkartamıyorum. Eskiden de öyleydim ama yaşlandıkça umursamaya başladım. Gönül koyuyor insanlar. Çok insan var. Yetemeyeceğim kadar çok insan var. Onlar hatırlıyor beni bir şekilde. Ben de hatırlıyorum çoğu zaman ama kimdi, nerden tanıyorum bilmiyorum. Gönül koyuyorlar belki, önemsenmediklerini zannediyorlar. Oysa herkes kadar önemsizler ve herkes kadar önemli. Sorun onlarda değil yani, bende. Unutmakta iyidir bazısı, bazısı hatırlamakta. Ben pek çok şey gibi insanları da tutamıyorum aklımda. Keşke onlar da beni unutsalar.

Zamansız gidenleri unutmuyorum, yaşananları, duyguları unutmuyorum. Ama insanlar başka bir dünya. Bir kızı öpemeden vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölen o genç adamı da unutacağım. Herkes unutacak onu. Annesi bir yuvaya bırakmış, orda büyümüş kendi başına. Diğer insanlarla karşılaştırınca yaşamış bile sayılmaz belki. Ama ölmüş vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölmüş. Ve biz bir cumartesi gecesi Kadıköy Çarşı’da meyhaneler arasında gezinirken duyduğumuz o şarkıya eşik ediyoruz gönülden. “Kavuşmanın tadını, ayrılık feryadını, taşır senin adını bu gönül…”

Ben unuttum şimdiden. Sözlerini de unuttum, bestesini de. Kim söylerdi, nerede kime söylerdi onu da unuttum. Nerede başlamıştı yol, ilk adım ne yöne atılmıştı unuttum. Orda kala-sam mı daha iyiydi yoksa burası mı bilmiyorum. Dönmeye karar versem geldiğim yolu unuttum. Kavun mevsimi… Eskiden Ankara’dan gelirdi, Manisa’dan gelirdi. Şimdi her yerde yetişiyor. İyisi hangisidir bilmem. Rakıyı da sevmem ben. Eş dost muhabbetinin hatırına. Her yudumda yeniden hatırlarım tadının kötü olduğunu. O yüzden bir dikişte bitirmek isterim de yapma der arkadaşlar. Yaparım ben. Gücüm yettiğince kafama eseni yaparım. Yaparım dediğim de tozla duman. Rüzgâr dinince kalmaz ortada bir şey. Her akşam da içilmez bu meret unutmak istediğin derdin yoksa. Dert dediğin de gidenler, eksik bırakıp gidenler. Aşk dediğin gökkuşağı gibi; yağmurdan sonra bir zaman görüverirsin, sonra ara ki bulasın. Ben annemi ararım zaman zaman bulamayacağımı bile bile. Okusa yirmisinde vücuduna saplanan mermilere yenik düşen genç adamı gözleri dolardı. Ama o da bir şey yapmazdı benim gibi, bizim gibi hiçbir şey yapmazdı. Öldüğüyle kalır çünkü ölen, gittiğiyle kalır giden. Sonra bardaklar tokuşturulur kalabalık yerlerde. Kahkahalar sigara dumanına karışır. Her ne varsa gönüldendir! İçi geçmiş kavunlara methiyeler dizilir ikinci kadehten sonra. Dilde yine o eski şarkı; “Ah bu gönül şarkıları…”

Seninle doğan güldür bu gönül, ah bu gönül şarkıları. Sözlerini unuttuğumuz, bestesi çok eskilerde kalan, kazara duysak gönülden eşlik ettiğimiz gönül şarkıları. Ah o geçmiş zaman, çekip gidenler, arkasındaki boşlukları dolduramadıklarımız, eksildiklerimiz, yerle yeksan olduklarımız. İstemeden gitmiş olsalar bile bizi yalnız bıraktılar diye gönül koyduklarımız.

Bir gençlik masasında, ikimizin arasında, ah bu gönül şarkıları… Eskidendi o gençlik dediğin, masanın bacakları sallanıyor artık. Çay bardağında rakı var yarısına kadar dolu. Bir dikişlik hali kalmış. Şerefine kardeş. Öleceksek ölelim bu gece. Hem nasıl da güzel bir gece. Ölecekse böyle bir gecede ölmeli insan. Kayarken bir yerlerde yıldızlar. Usul usul eserken akşam meltemi. Sahildeki sarhoşların hep ayrı ağızdan söyledikleri şarkıyı dinlerken. “Taşır senin adını bu gönül, ah bu gönül şarkıları.”

Yirmisinde kaparken gözlerini hayata genç bir adam; öğretmenim diyor, bir çocuk esirgeme kurumuna verseler adımı. Orda büyüyen çocuklar bilse şehit olduğumu, bir amaçları olsa. Amaç dediği de ölmek; vatan için ölmek, millet için ölmek. Öğretememişiz genç adamlara vatan için yaşamayı, millet için yaşamayı, kendileri için yaşamayı öğretememişiz. Bilseler gönül koyardılar bize. Ölmek ne garip şey anne diyor türküsünde Ahmet Kaya, öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Belki bir kızı öpemeden, sokulup boynuna kokusunu içine çekemeden kapıyor gözlerini hayata. Bilseler ne uğurda olursa olsun ölmenin değil de yaşamanın güzel olduğunu. Ah bir bilseler.

Yavaş yavaş unutuluyor her şey. Sesler unutuluyor, yüzler unutuluyor, isimler unutuluyor. En çok da kokular unutuluyor. Ben kokuları yüzlerle eşleştiremiyorum. Seslerden isimleri çıkartamıyorum. Eskiden de öyleydim ama yaşlandıkça umursamaya başladım. Gönül koyuyor insanlar. Çok insan var. Yetemeyeceğim kadar çok insan var. Onlar hatırlıyor beni bir şekilde. Ben de hatırlıyorum çoğu zaman ama kimdi, nerden tanıyorum bilmiyorum. Gönül koyuyorlar belki, önemsenmediklerini zannediyorlar. Oysa herkes kadar önemsizler ve herkes kadar önemli. Sorun onlarda değil yani, bende. Unutmakta iyidir bazısı, bazısı hatırlamakta. Ben pek çok şey gibi insanları da tutamıyorum aklımda. Keşke onlar da beni unutsalar.

Zamansız gidenleri unutmuyorum, yaşananları, duyguları unutmuyorum. Ama insanlar başka bir dünya. Bir kızı öpemeden vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölen o genç adamı da unutacağım. Herkes unutacak onu. Annesi bir yuvaya bırakmış, orda büyümüş kendi başına. Diğer insanlarla karşılaştırınca yaşamış bile sayılmaz belki. Ama ölmüş vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölmüş. Ve biz bir cumartesi gecesi Kadıköy Çarşı’da meyhaneler arasında gezinirken duyduğumuz o şarkıya eşik ediyoruz gönülden. “Kavuşmanın tadını, ayrılık feryadını, taşır senin adını bu gönül…”

Ben unuttum şimdiden. Sözlerini de unuttum, bestesini de. Kim söylerdi, nerede kime söylerdi onu da unuttum. Nerede başlamıştı yol, ilk adım ne yöne atılmıştı unuttum. Orda kala-sam mı daha iyiydi yoksa burası mı bilmiyorum. Dönmeye karar versem geldiğim yolu unuttum. Kavun mevsimi… Eskiden Ankara’dan gelirdi, Manisa’dan gelirdi. Şimdi her yerde yetişiyor. İyisi hangisidir bilmem. Rakıyı da sevmem ben. Eş dost muhabbetinin hatırına. Her yudumda yeniden hatırlarım tadının kötü olduğunu. O yüzden bir dikişte bitirmek isterim de yapma der arkadaşlar. Yaparım ben. Gücüm yettiğince kafama eseni yaparım. Yaparım dediğim de tozla duman. Rüzgâr dinince kalmaz ortada bir şey. Her akşam da içilmez bu meret unutmak istediğin derdin yoksa. Dert dediğin de gidenler, eksik bırakıp gidenler. Aşk dediğin gökkuşağı gibi; yağmurdan sonra bir zaman görüverirsin, sonra ara ki bulasın. Ben annemi ararım zaman zaman bulamayacağımı bile bile. Okusa yirmisinde vücuduna saplanan mermilere yenik düşen genç adamı gözleri dolardı. Ama o da bir şey yapmazdı benim gibi, bizim gibi hiçbir şey yapmazdı. Öldüğüyle kalır çünkü ölen, gittiğiyle kalır giden. Sonra bardaklar tokuşturulur kalabalık yerlerde. Kahkahalar sigara dumanına karışır. Her ne varsa gönüldendir! İçi geçmiş kavunlara methiyeler dizilir ikinci kadehten sonra. Dilde yine o eski şarkı; “Ah bu gönül şarkıları…”