04.18 - gözlerimi ben boyadım - 2.08.2012
28 kere okundu
Ben görünmez bir şehrin görünmez bir odasında yaşayan görünmez bir adamım, ne yüzüm var ne de sesim, ne güldüğü mü duyar kimse ne kokumu alır. Ben odasında eski bir halı ucuz bir masa ve nereden alındığı belirsiz erik suyundan ibaretim. Kaydımı bulamazsınız hiçbir yerde, yıllar oldu ismimi duymalı, sokakta yattığım zamanlarda unuttum nerede doğduğumu. Ben görünmez bir şehrin bir o kadar görünmeyen parçasıyım, yoklamayın boş yere cümleleri.
Yürüdüğüm yollarda kararmış hava, günlerdir toplamamış çöpleri belediye, dünya koca bir hediye sokak kedilerine. Tekinsiz adamlar geçiyor yanımdan, paltolarına sarınmış, kafalarındaki bereleri gözlerine kadar çekmiş adamlar. Zaman zaman durup bir şeyler söylüyorlar birbirlerine ve itişiyorlar, belliki çok da ayık değil kafaları, gözleri benimkilerden iyi bakıyor Dünya’ya. Eskiden korkuturdular beni ama artık alıştım varlıklarına, görmüyorlar ki zaten görünmez bir adamım epeydir unutuyorum yer yer.
Bahçesinde uyuduğum evlerin kapıları ardına kadar açık, kimse yok ortalıkta, ben gelmeden çok önce terketmişler şehri. Mutfak tezgahında duruyor bulaşıklar, toplamamışlar çıkarken, eski bir yaşanmışlık kokusu, şımarık bir kedinin yerde sürüklediği yumak, bir eşini bulamadığım terlik, toz tutmuş ve belliki pek de kullanılmayan küllük. Girdiğim odaların duvarları boydan boya ayna, ne yana baksam görünmezim, oda görünmez, ev görünmez, şehir görünmez… görünen o ki uzun bir gece olacak yine.
Uyandığımda bir ağustosu gösteriyordu takvim, yaprağını kopardım ve iki oldu. Ufak bir hareketle değişiyordu zaman, hayat o kadar da karmaşık değildi. Uçuruma nasıl bakarsan uçurum da sana öyle bakar der Nietzsche. Ben yüksekten korkarım aslında, yaklaşmam uçurum kenarlarına. Sıradan hayatımı sıradan zamanlar doldurur, baktığımdan farklı görür işleyerek renklendiririm hayatı, görünmez bir şehir kurar içinde görünmeden yaşarım. Marshall’la hayatı renklendir diyor bir boya firması göz boyamak hevesiyle. Başlıyor ve bitiyor yaşam felsefesi üç kelimede, gözünüzü boyamaktan geçiyor herşey. Kendinizi başkalarına teslim etmeyin, hangi markayı seçtiğinizin önemi yok, hayatınız renklensin diye çılgınlık yapmanıza gerek yok, kendi gözünüzü boyamanız yeterli
Görünmez bir şehrin bir o kadar görünmez odasında sesi çok çıkan bir adamım ben. Doğru sözler söylemeye başladığımdan beri görünür olduğumu farkettim. Ve boyadım gözlerimi yine görünmez oldum.
03.06 - ve usulca fısıldadı zaman; bana bırak - 3.08.2012
320 kere okundu
Ve usulca fısıldadı zaman; bana bırak. Gövden senin olsun, dağ taş senin, dere tepe, denizler senin olsun, ruhuna bana bırak, kalbin benim, aklın benim olsun. Aklım mı var dedim, ben ruhumu yozlaştıralı yıllar oldu, her şey yapmacık, her şey alabildiğine düzen, yan yana gelmiş kelimeler, kalfa kıvamında söz oyunları, gramofon kâğıdından kurdaleler ve balonlar renkli renkli. Yangında kurtarılacaklar arasında bile değilim, ilk yağmurda kaybolur camımın süsleri, ilk rüzgârda uçar gider balonlar. Uçan halının üzerinde seyahat eden komşu kızı Irmak kadar yalanım, hepsi kamera hilesi, her şey bilgisayar oyunu sadece, üzerinden uçtuğum İstanbul değil, ayağımın altından kayıp giden hayat tüm yaşanamamışlığıyla.
Sahilinde mangal kokusundan yürüyemediğim deniz benim değildir, çarşaflı kadınlarla erkeklerin haremlik ve selamlık olarak ayrı oturup iftar açtığı alanın etrafını bantlarla çevirebiliyorlarsa o denizin sahili de benim değildir. Sokağında it kopuk yüzünden yürüyemediğim şehir, kaba saba şoförleri yüzünden kullanamadığım toplu taşıma, her seferinde beni kazıklamaya çalışan Pazar esnafı, her gün benzinime zam yapan hükümet benim değildir. Benim olmayan topraklarda ben olmaya çalışan ben zamana bırakmaktan iyi yol bulamıyorum kendime, karşı koyamadıklarımdan zevk almayı da beceremiyorum.
Siz bilmezsiniz bu işleri diyen koca koca adamlarla büyüdüm ben, onlar yok dedikçe var dedim kendi kendime, onlar var dedikçe yok. Nerde bir güçlü varsa yokluğunda karşısına dikildim, en duymadığı yerlerde ağzıma ne geldiyse esirgemedim. Küçük yerin ucuz kahramanıydım, Heman kılıcım vardı, Redkit silahım. Gölgelerden alırdım gücümü bilmez hiç biri, silahım ateş almaz, Düldül’üm yol bilmez, Rintintinim bir Titrek olur bir Atılgan…
Ve şimdi usulca fısıldadı zaman; bana bırak. Her şeyin üstesinden gelen bendim bunca zaman, sana neyi bıraktıysam ters gitti, çözmek değildi yaptığın alıştırdın sadece. Yokluğa da alıştırdın, acıya da, zulme de. Güzel günlerde sıklaştırdığın adımlar inadına yavaşladı kötü hissettiğimde. Kanmadım saate ömrümce, göreceliydi her saniye, akrebin bir tıkı için her şehirde altmış tur atmıyordu yelkovan. Trabzon neşeydi İzmit mutluluk, İstanbul kederdi, Konya ayrılık…
01.43 - sana bakacak gözüm kalmadı hayat, çekil huzurdan - 4.08.2012
3 kere okundu
Koca bir kütledir okyanus
İçmelik su bulmak istiyorsan karaya çıkmalısın
Denizi yudumladıkça için yanar
Daha çok susarsın
Tuzludur suyu
Ruhunu doyuramazsın
Sahi ne zaman doyacağız, ne zaman kendimiz olmaya başlayıp ruhumuzu bu eziyetten kurtaracağız. Yürüdüğümüz yol bitmez nasılsa, ölene kadar yaşasak da alamayız tadını, bir mevsim biter diğeri başlar, bir güneş batar diğeri doğar, yenisi girer eskisinin çıktığı kapıdan.
İyilik yaparsan iyilik bulursun der inzivadan dönen kel kafalı amca, yanakları kadar sevimli bir kız çocuğu karşılık verir; kötülük yaparsan kötülük bulursun. Sen yaptın yapacağını savdın sıranı, şimdi sıra bende desen de hayata dinlemez seni, her seferinde basar tekmeyi kaba etine. Pişiyorum der inzivadan dönen aynı amca, yandım der yanakları kadar sevimli kız çocuğu. Uçuruma bakarsın uçurumun sana baktığı gibi, oysa sana bakacak gözüm kalmadı hayat çekil huzurdan.
15.00 - pazar yazısı - 5.08.2012
0 kere okundu
Ne zaman unutur insan, ne kadar yaşanır anılarla, bitmez görünen yolların var mıdır sonu, her saat altmış dakika mıdır, her dakika altmış saniye… Buzdolabının kapısı açıktır ötmeye başlamıştır, her seferinde aynı hikâye, kapatıp açmak yerine açık bırakmak soğuk su şişesinden yardım alırken ve biiip biiip biiip. Sokağa çıkmalı, en azından karşı markete uğramalı, birkaç kutu soğuk çay, belki bir karpuz ya da kavun almalı. Eve dönünce balkona geçip sallanan koltuğa oturmalı, kaldığı yerden devam etmeli kitap; ne zaman unutur insan ne kadar yaşanır anılarla?
Bir yaz gününe daha merhaba, sekiz şehidin annesine, Metin Erksan’a üzülüp de körpe bedenlere ses çıkarmayan Elif Şafağa mesela, ya da vatan sağ olsun diyen başbakana, Türk askeri orada işgalci derken memleketimin kaymağını yiyen komşuma merhaba. Kandırılan Kürt çocukları polisleri taşlarken kendi çocuklarının one direction saçmalığı için kendilerini yerden yere vurmalarını keyifle seyreden anne babaya merhaba. Daha kaçırılan muhtarın döner dönmez BDP’ye geçişini kınayan ama vatandaşının PKK tarafından kaçırılmasına engel olamayan devletime merhaba. Ahmet Kaya’ya yaptıkları yanlıştan yıllar sonra dönerken memleketim şehitleri için ağzını açmayan ikiyüzlü sanatçıma merhaba. Taşı toprağı altın İstanbul’un sokaklarını ele geçiren, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan ama yine de özgürlük diye olay çıkartan “Kürt kardeşim”e merhaba. Pis işleri Karadeniz mafyasından alıp Kürt mafyasına veren, bitirmek yerine el değiştirtmeyi seçen ve en az bu işler kadar kirli adamlara merhaba.
İçi geçmiş gibi bu karpuzlar, manava mı gitmeli bu sıcakta, yoksa vaz geçip eve mi dönmeli, soğuk çay ve kolayla mı idare etmeli. Oku oku nereye kadar, kitabı bir kenara atıp televizyon mu seyretmeli. Eskiden pek yoktu ama şimdi fazlasıyla mevcut, insanlardan bıkana boy boy belgesel kanalı, tutup bir de hayvanı insana mı tercih etmeli.
Memuru enflasyona ezdirmedik derken içinin güzelliği yüzüne yansıyan, Edirne’den Hakkâri’ye memleketimi salak zanneden bakanım merhaba. Masa başında İsrail’e one minute derken, Suriye’de düşürülen uçağa ses çıkarmayan hükümetime merhaba. Daha düne kadar çok ezildiklerini düşündüğüm ama bugün bulduğu ilk fırsatta daha beterini yapmaktan sakınmayan muhafazakâr kardeşime abime merhaba. Dünün solcusunun savunduğu her şeyi bugün Amerika’yı keşfetmiş gibi sahiplenen adı bende saklı kalabalıklarım, sonradan görmelerim, yalakalarım, menfaat gruplarım, çıkar odaklarım merhaba.
Ne olurdu sahilde iskele yapmış olsaydı belediye, denize teslim edebilseydik gövdemizi ne olurdu. Deniz ki hayat, deniz ki huzur, deniz ki teslim et gövdeni temizlen. Ramazan olsa da doludur şimdi, mangalcılar bir yanda, iti kopuğu bir yanda. Kay kayıyla zibidilik yapan mı ararsın, semaverde çay içmek için tozu dumana katan mı? Sahile yakın oturan ben, tadını çıkartan, hatta tadını kaçıran kim bilir kimler. Sırtlarına yüklendikleri köylerini büyük şehirlere taşıyanlara laf etmek de kötü artık, yine milletin efendisi oldu cahil kalabalıklar. Köylü dediysem bunlar başka çeşit, ne saflığı var geldiğim yerlerin ne temizliği. Hepsi ayrı bir uyanık, hepsi ayrı cin. Kaşla göz arasında çarparlar seni farkına bile varmazsın. Köylü dediysem aldanmayın Karadeniz’imin Egemin temizliğine, bunlar doğma büyüme İstanbul köylüsü, sonradan görme şehirlisi.
Merhaba bir gece önce acilde sabahlamış olsa da bu sıcakta fındık toplayan annem, yetmezmiş gibi oruç tutan ablam. Merhaba üç beş kuruş para kazanacağım diye keçinin gezemeyeceği yerlerde fındık dalından asılan komşum, Allah büyüktür diyen dedem, vatan sağ olsun diyen kardeşim.
Vatan sağ olmuyor körpe bedenleri yutunca toprak, vermekle bitmiyor hak, toprak doyurmuyor yoldan çıkanın gözünü. Vatan sağ olmuyor ocaklara ateş düşünce, analar ağlayınca sorunlar son bulmuyor. Birilerinin eli güçlensin diye ve diğer birilerine haber olsun diye alınıyor son nefesler, giden gittiğiyle kalıyor, kalanların başı sağ olsa da içi yanıyor.
Sonra ne olduğunu söyleyeyim size. Çoğu Kürt Çoğu Türk arkadaşlarla sokağa çıkılıp gezilip tozuluyor ve yine sahiplerinin çoğu Kürt çoğu Türk mağazalardan havalı görünmek için alınan kıyafetlerle piyasa yapılıp çoğu Kürt çoğu Türk restoranlarda yemekler yeniyor. Sabah evden çıkmadan atılan şehit twitlerinin kaç retweet aldığı merak ediliyor belki ve kesinlikle konuşulup gülünüyor gün boyu her şey güllük gülistanlıkmış gibi. Vatan dünkü kadar sağken genç bedenler hiç olmadığı kadar soğuyor, ateş düştüğü yeri yakıyor biz rahat koltuklarımızdan afili cümleler kurmakla meşgulken.
02.29 - eğitim cahilliği alır eşeklik baki kalır - 7.08.2012
0 kere okundu
Küçükken yeni saç tıraşı olmuş arkadaşların ense köküne şaplağı patlatıp toz olurduk, önce kendine gelir sonra ardımızdan koştururdu günün şanslısı garibim ama yakalayabilene aşk olsun. Hepimiz yakalamaktan daha becerikliydik kaçma konusunda, tutmak zordu kaçanı, kovalamak hiç keyif vermezdi yakalanmayanı. Şimdi büyüdük, kimimizin saçı döküldü, kimimizin ki beyazladı, yeni tıraş olmuş arkadaşlara “Atatürk açık gördüğün enseye vuracaksın der” demiyoruz artık.
Artık elimi kullanmıyorum ama yine hatır etmiyorum açık gördüğüm enselere, gelişine vurmak denir ya benimki öyle artık. Zaten açık enseye vurulmanın esprisi iyi ses çıkarıyor olmasıdır. İyi ses çıkaran her darbe açık ense artık benim gözümde. Olaylar gelişiyor, cümleler birbirini kovalıyor, bazen sen sürüklüyorsun bilinçli olarak bazen karşındaki tıpış tıpış geliyor ve huzurlarınızda olanca açıklığıyla tertemiz bir ense. Vurmasan sana eziyet vursan enseye, ben küçük zevklerin adamıyım yapıştırıyorum lafı, içimde en ucuzundan bir böbürlenme, karşımda bir kızarıklık… Dedim ya ben ucuz zevklerin adamıyım, ne babam İngiliz asilzadesi ne de annem Fransız düşesi. Seviyor muyum bu huyumu, hayır sevmiyorum, peki çok mu rahatsızım, hayır hiç ilgisi yok. Olmasa iyi olurdu ama oldu diye oturup ağlayamam. Bu toprakların insanı o kadar yüzsüz o kadar uyanıklık meraklısı ki, susanı görmüyorlar kalabalık içinde, tepkini okumak akıllarından bile geçmiyor, tepkisizliğin bir tepki olabileceği yazmıyor kafalarının hiçbir yerinde.
Kimse ölmüyor damacana sular mikroplu diye, kimse boyu iki metre diye basketbol oynamaktan vazgeçmiyor, amaç mutlu olmak ve attığın her topun potaya girmesi gerekmiyor.
Aslında daha net bir şeyler saydıracaktım bir sığıra ama ne gereği var. “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakki kötektir” demiş vaktiyle Ziya Paşa isminde bir amca. Laf adama denir ki o da birkaç kez, onlarca kez aynı cümleyi kurduğun bir insan hala aynı şeyleri yapıyorsa en iyisi onu kendi pisliğinin içine terk etmektir. Hayat zaten bu kafadaki birisini kötek yemekten beter etmiştir. Hayatın yaşatarak anlatamadığını sen cümle kurarak mı anlatacaksın, olsa olsa kendini tatmin edersin ki bu yaz sıcağında hiç gereği yok.
Bazı insanlar kalitesiz yaratılmışlardır ve bunu değiştirmemek için ellerinden geleni yaparlar. Bakmayın operaya gittiğine klasik müzik dinlediğine, içinin kokuşmuşluğunu değiştirecek hiçbir nota icat edilmemiştir. Yine muhtemelen Ziya Paşa’dan bir söz size “eğitim cahilliği alır eşeklik baki kalır”
20.15 - ergen sığırlar üzerine - 7.08.2012
0 kere okundu
Sokmayacaksın ergen öküzleri halka açık yere, toplumdan uzak tutacaksın insan gibi davranmayı hak edene kadar. Ulan Dünya’yı ahır zanneden manda yavruları, ulan konuşmayı bilmeyen üretim hataları. Havuza mı gelmiş hayvanat bahçesine mi belli değil, bağırıp çağırma mı dersin, her cümlenin içine en ucuzundan eklenen küfürler mi dersin ya da yaşıtı ergenlerin ilgisini çekmek için yaptıkları türlü türlü magandalıklardan mı bahsedersin. Kılığına baksan adam zannedersin ama konuşup hareket etmeye başlamasın insandan bile nefret edersin.
Ulan sığır oğlu sığır ya da yanındaki piyasa malı ucuz karı, sizin ne işiniz var insan gibi insanların yanında, gidin çöplüğünüze eşelenin, bulduğunuz solucanı iç edip rastladığınız su birikintisinde eğlenin. İki ayak üstünde durmakla insan olunmuyor ki ya da lise hatta üniversite diploması almakla. Be beyninin içi kereste talaşı dolu deve, kıçına çakma da olsa Levis geçirmesini bilen cümle kurmasını bilmezci, hadi bilmiyorsun ele güne rezil olmamak için susmasını beceremezci.
Yok arkadaş bendeniz karşıyım bu işlere. İnsanları hor görmekse evet hor görüyorum, beğenmemekse evet beğenmiyorum. Sen halka açık bir yerde küfürlü konuşacaksın, eğlendiğini zannedip bağırıp çağıracaksın, sanki suya ilk kez giriyormuş gibi aptal aptal hareketler yapacaksın ama ben sesimi bile çıkarmayacağım. İnsan seviyoruz ya, hümanistiz ya, kötü ya sınıf ayrımcılığı yapmak. Benimle aynı okullara gidip, benimle aynı televizyonu seyredip, aynı kitapları okuma ve aynı kültürel faaliyetlere katılma olanağına sahip olacaksın ama ekran başına geçince en abuk sabuk şeylere bakacak, kitaptan uzak duracak, Recep İvedik´e tapacaksın. Sonra da efendim yaratanı severiz yaratılandan ötürü. E peki ona da tamam ama ben öküzü seviyorum diye evimde yatırmıyorum ki, kediyi seviyorum diye lokantada servis açtırmıyorum ki. Hayvana hayvan muamelesi yapmazsan kendini insan zanneder, işte böyle gelir senin yüzmeye çalıştığın suya küçük abdestini eder.
19.40 - Kalamış´ta kalmıştı huzur - 8.08.2012
5 kere okundu
Huzurun Kalamış’tan alındığı yıllarda kaldı aklım, musluktan ağzımı dayayıp su içtiğim, incir ağaçlarında günümü gün ettiğim günlerin neşesinde, nisanın baharında Kasımın güzünde sevdanın hüznünde kaldı aklım, sende kaldı gözü çıkasıca aklım.
Bir bahar akşamı yolda rastlanılıyor ve kötüye yoruluyordu sevinçli hüzünler. Sevgili mahçupluğu değildi öne eğilen başın nedeni, kelimeler yetmiyordu cümle kurmaya, en iyi cümleler kifayetsiz kalıyordu beni anlatmaya. Yerle birdi yelkovan yerle birdi akrep, zamanın değirmeninde zaiydi hayat. Bir bahar akşamı karşılanıyordu yolda, mevsim incir mevsimi değildi, Aydın’da akrabalar yoktu daha, zeytinyağı bakkaldan temin ediliyordu.
Bakmayın yazdığıma Kalamış’ı, huzuru, ne bilirdim oraları ne de dingindi ruhum. Yıllar yıllar sonra yolum düştüğünde kalmamıştı eski şarkılardan eser, ne Behçet kemal oturuyordu sahilinde ne de Münir Nurettin’in sesi duyuluyordu. Geç kalmışlık, fırından yeni çıkmış ramazan pidesi kadar hissediliyordu midede; kavuşmanın tadı ve yetişememiş olmanın mide ağrısı.
Sanma ki çekilmez oldu şimdi sensiz buralar, bu şehir bu sokaklar yaşnmaz sanma. Bir otomobilin sesine takılır gider kulağım, kanadına takılıp martının döner evine. Zaman zaman adalara dalar gözlerim, Dikmen kokusu gelir burnuma, ben denize bakarım deniz bana. Mevsim bahardır, yazdır mevsim olanca sıcağıyla, güneşi umursamam tenimi okşayıp geçen rüzgârın varlığında. Gidenler dönmemiştir, yeri dolmamıştır yoklukların, zaman geçmiş mevsimler değişmiştir, sıcakta gidenin üstüne kar yağmış, soğukta gidenin ardından güneşler doğmuştur. Ve ben fasıldan alırım faslı, çeker giderim ümitsizce Kalamış’a, nerdedir huzur bilmem, aldanırım kanundan dökülen belli belirsiz notalara.
sude
...
19.12.2012 Çarşamba
23.22 - bazen aptalını seversin insanın - 10.08.2012
0 kere okundu
Bahçeye dükkan açmış serseriler, akşama kadar bir gölge bulup yatıyor, akşam da öteye beriye sataşıyorlar. Sokak köpeği deyip geçmeyin, bizim payımıza akıllıları düşmüş, güvenlik müvenlik hak getire, kokusundan tanıyor iti köpeği şerefsizler. Gece yarısından sonra karşı binaya hatun bırakan elemanın arabasını kovalıyor, dilenci görünce hırlamaya başlıyorlar. Su beleş yemek beleş belki ama bizden birinin geldiğini görünce de saygıda kusur etmiyorlar. Dillerinden anlasam çevrede bu aralar pek bir bollaşan çöp toplayan Çingenelere saldırmalarını isteyeceğim ama henüz dostluğumuz o kıvama gelmedi.
Birisi şimdiden şımarmaya başlama ama artık bu işi yapmaya başladın diye yazmış, keyif veriyormuş yazdıklarım. Gülsem mi ağlasam mı, artık demiş amcam ya da teyzem. Yılmaz Özdil’den hoşlanmıyorum dediğimde kendini onunla mı kıyaslıyorsun demişti geçenlerde Erol Özdemir ağabeyciğim. Bu ondan da beter, Erol Abi’nin cümlesi en azından espri barındırıyordu ama bu öylemi ya. Yıllardır yazan ben artık bu işi yapmaya başlamışım. Satsam para eder mi cümlelerim mesela, kelimelerimden ev yapılabilir mi. Çatısı su akıtır mı mesela, iyi midir yalıtımı, kapıları açılıp kapanırken gıcırdar mı. Şaka şaka, birileri dün karar verir iyi yazdığına birileri bugün ve birileri için henüz erkendir zaman. bir elin parmakları kadar olsa da güzel yazıyorsun diyenlerin olması hoş şey, yaz günü yağmur gibi, kış ortası güneş gibi bir şey.
Okan başladı şimdi, banttan bıdı bıdı yapıyor, Yılmaz Özdil değil de Okan’ı kendime rakip görebilirim. Bende olup da onda olmayan ne biliyor musun diye sormuştum Esra’ya, ne demişti gülerek hınzır hınzır, ben konuşabildiklerimi yazıyorum ama onda tık yok deyince onda olup da sende olmayanları da sayalım mı cümlesi yetmişti konuyu kapatmaya. Bazen kapatmalı konuyu dönmeli karanlığa giden yoldan, vazgeçmemeli gülmekten. Televizyona çıkan adamların pek çoğu beş kuruş etmese de bazılarının geçmişini bilmeden hükümler yürütürüz, boyumuzdan büyük laflar ederiz haddimizi bilmeden. Emre Yılmaz “bizim sayemizde ünlü olup cakasını bize sattıkları için sevmeyiz ünlüleri” der. biz de olmayanı gözümüzün içine sokan adamlara sokacak tek şeyimiz laflarımızdır ki onları da duymazlar.
Şimdi spor zamanı agasi… Aga derler bizim oralarda abiye, Akçaabat’da özellikle. Şike kararının gerekçeleri açıklanmış, bir tek Ahmet Çakar ve saz ekibi var televizyonda. Onlar da en az benim kadar salak, benim yirmi üç katım gereksiz; suçlu olan suçludur bizim gözümüzde ve masum olan da masum. Deliller umurumuzda değildir, kanun bilmez bizim kadar, hakim ve savcılar bizim yarımız kadar güvenilir değildir. Şenaylar’ın oyununa gidersek iyi olur, konusunu bilmiyoruz diyor lafın cambazı Okan, iyi de biz Şenay’ı sevmeyiz. Yedi kocalı Hürmüz’ü sevdim ben diyor Oya Aydoğan, giren çıkan çok var, canı sıkılmıyor insanın. Nereden baktığınıza bağlı nasıl göründüğü, arkasıyla önü bir değil sahnenin, bazen aptalını seversin insanın bazen sevdiğin aptaldır her sahnesi geldiğinde.
05.44 - sahi nerdensiniz siz, niye geldiniz - 11.08.2012
6 kere okundu
Sahi siz nerdensiniz, kimsiniz, ne işiniz var burada kime geldiniz? Gözleriniz şaşkın şaşkın bakıyor etrafa yer yurt bilmez misiniz, doğru yer mi burası yoksa yolunuzu mu kaybettiniz? Saçlarınızın rengi pek güzel Çingene kızılı derler buralarda, geçenlerde bir çocukta görmüştüm yalınayak yürüyordu sokakta. Kirli pantolonunun üzerine kirli bir kazak geçirmiş aldırmıyordu sıcağa, güneş vurdukça parlıyordu saçları, sanırsınız yeni çıkmış kuaförden, sanırsınız saçlar başka biri o başka. Sahi sizin mi saçlar, geldiğiniz yerden mi getirdiniz, güzel de kokuyorlar çok istesek bize verir misiniz?
Sahi siz nerdensiniz, kimsiniz, gece vakti korkmadınız mı kapımızı çalarken hem neden bize geldiniz? Yakın mı hissettiniz, bizi mi gözünüze kestirdiniz, kötü birine benzemiyorsunuz ama alsak mı sizi içeri almasak mı ne dersiniz? Siz bilirsiniz üç kişiyiz biz; ben, oyuncak köpeğim Pala ve çalmayı bilmediğim gitarım Mustafa. Hadi siz iyisiniz diyelim de acaba bize güvenir misiniz, hadi misafir sevmediğimizi unuttuk diyelim peki siz bizi sever misiniz, cümleler kurup gecemizi neşelendirir misiniz, çay yapsak bizimle içer misiniz?
Sahi siz nerdensiniz? Kar yağar mı geldiğiniz yerlere, soğuk mudur şimdi, ayaz yapar mı geceleri, düşündükçe içlenir misiniz? Sokağa çıkmak ister misiniz, gökyüzüne baktığınızda yaşamak içinizden gelir mi? Denizi var mıdır sahi, kuş sesi duyulur mu, uzak mıdır buralara çok yürünse varılır mı?
Kalmayın kapıda gelin şöyle, emektar koltuğumu vereyim size, onun da bir adı var ama söylemeyeyim; Pala, Mustafa, siz ve ben yeterince kalabalık olduk zaten şimdi. Sahi nerede kalmıştık ne diyorduk unuttum, sandalyeydi gitardı derken dağıttım konuyu. Neredensiniz, adınız ne, kimsiniz kimlerdensiniz, in misiniz cin misiniz, dün gazetede okumuştum, tam memur soracakken kalkmış kız masadan, yokmuş cevaplarında evet, hayır da diyemezmiş, olur sanmış ama becerememiş. Herkes ne olduğunu anlamadan kaçıvermiş, evlenmek mi ona göre değilmiş o mu evi olsun istememiş bilemedim şimdi, öylesine göz gezdirdim okumadım gerisini taktir edersiniz. İçeri geçince söyleriz Pala’ya bakar gazeteye, belki resminiz de vardır merak edersiniz. Tamam tamam karışmıyorum çenem düştü yine ama ne yapayım tam da muhabbet ediyorduk üzerine geldiniz. Sahi siz de benim kadar yüreksiz misiniz, gelen olsa kaçar, gel diyen olursa da tamam deyip gitmez misiniz?
Sahi nerdensiniz siz hangi memleketten geldiniz, adınız ne demiştiniz unuttum şimdi, çaya kaç şeker atarsınız ya da şekersiz mi içersiniz? Pötibör bisküvi var sever misiniz? Annem yapardı küçükken, sıcak çikolatayı bisküvilerin arasına dökerdi, öğrendiğim kadarını yapıyorum ben de. Mustafa sevmez ama Pala bayılır, hiç hayır demez, hatta uzun süre yapmasam içi kıyılır. Peynirim var annem göndermiş memleketten, bizim ilçede fabrika açılmış peynir fabrikası, oradan almış geçenlerde. Sütü nerden bilmem, içine ne katıyorlar, temiz midir kirli mi hiç bilmem. Memleketimin diye seviyorum belki de, ekmeğin yanında versem yer misiniz? Üşümüşsünüzdür şimdi üzerinize bir şey ister misiniz? Biz alışkınız soğuğa o yüzden yakmayız pek sobayı, hem yaktıkça yakmak gerekiyor zor geliyor. Pala da Mustafa da çok tembel, aramızda kalsın ama evin bütün işi benim elime bakıyor.
Sahi neredensiniz siz, kimsiniz? Ne iyi ettiniz de geldiniz, şeref verdiniz. Ben konuşmasam ağzını açmaz bu ikisi, sandalyeme oturur kitap okurum, pencereyi açar yağmura dokunurum, üşürüm sabaha karşı ve üşüdükçe annemi düşünürüm. Sahi ne güzel ettiniz, şeref verdiniz, çok mu konuştum geldiğinizden beri hep beni dinlediniz, bazen tebessüm edip bazen çekindiniz, bazen tuhaf tuhaf baktınız bana bazen bir şeyler düşündünüz.
Sahi nerdensiniz, niye geldiniz, biri mi gelmenizi istedi yoksa tesadüf mü ettiniz, adınız ne, yurdunuz neresi, kimlerdensiniz? Bahar desem yeşil değilsiniz deniz desem mavi, eylül desem yaprağınız yok kış desem saçlarınız kızıl... Sahi siz hangi hikayeye geldiniz, hangi satırda soluklanmak niyetiniz, hangi kelimeler arasında susup hangi kelimeden sonra söyleneceksiniz. Hatırladınız mı Mustafa’yı, Pala’yı bildiniz mi, daha önce de gelmiş miydiniz buraya yoksa bu ilk mi?
06.00 - hastasıyız dedik ulan ölmedik ya - 13.08.2012
402 kere okundu
Şimdi dağıtırdım ya burayı, çeker giderdim uzağına, rüzgâra uyardım ya da kendimi bırakırdım suya, su nereye ben oraya. Şimdi sensiz çekilmez oldu ya dünya, yaz yazlığını unuttu, güz görünmez oldu ya. Yaşım gitti neyleyim, ilk gençliğim aptallıkla gerisi olmak ya da olmamakla... Oldum mu şimdi ham durmak varken, piştim mi narında, yandım mı sanırsın sana sevgili, oldu mu ya; hastasıyız dedik ulan ölmedik ya!
Ben bir şarkı söyledim duyan olmadı, nota olmadı, söz olmadı, şarkı bildiğin baştan aşağı hiç olmadı. Ben bir şarkı söyledim gece vakti narçiçeklerine, kırmızı desen değil, turuncu desen hiç değil, sendin o çiçekler desem de fark etmez artık demesem de. Dilimde bir şarap tadı her zamanki Dikmen’den, kiloluk şişe yok ortalarda, aklımda sen, elimde elden düşme kelimeler, notalarım es tadında. Bir duruyorum bir daha duyan olmuyor. Deniz sende, şarap sende, sen bende belli belirsiz... Şimdi ne gidilir buralardan ne de geri dönülür aslında; hastasıyız dedik ulan ölmedik ya!
Kitaplardan çaldığın kelimeleri süsleyip servis etmek, neşeyi bir cümleye kederi diğerine yüklemek, konuştukça dans etmek, her kıvrımda yara alıp her topuk vuruşunda ölmek… Arjantin’de tango, Küba’da cha cha, sirtaki yapalım Rodos’ta ya da bırak kollarıma gövdeni bizi bekler Polonyalı mazurka. Şimdi dağıtırdım burayı demiş miydim, içmiş miydim daha ilk satırda; hastasıyız dedik ulan ölmedik ya!
Konuşsam dinler misin, en bilindik kelimelerle en kuytu cümleleri kursam sana, söz bana ait müzik bana. Bir kayık düşün dut ağacından kürekleri, nehir boyu takılmışız akıntıya, aklımızda büyük sular, kâğıttan kayığımız usul usul batmakta. Sahi dans edelim demiştin unuttun sen, düştü çenem boş lakırdılar girdi araya, beline dolamasam da olur kolumu bu saatten sonra; hastasıyız dedik ulan ölmedik ya!
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
18.18 - hoşgeldin sevgili hüzün - 14.08.2012
0 kere okundu
Sabahın beşinde girilen yataktan öğleden sonra üçte kalkılır, belki yıkanır yüz belki bir sonraki güne bırakılır, sakal almış başını gitmiştir, saç şaşırtıcı şekilde uzamış. Sıcaktır hava, oda havasızdır, olur olmaz yerlerden dem vurulur kimse duymadan, kimse görmeden tuhaf yerler gidip gelinir, sarhoş oturulan masadan ayyaş kalkılır, selam verilerek girilen evden kavgayla çıkılır. Kaos güzeldir, sevimlidir, varlığı sineye çeker zaman ardına takılır, düz giden yollardan sapalara varılır, ölür ve dirilir, sekiz parçasını kollarına teslim eder üçünü geride bırakır. Daha güzel bir hayat vardır der düşünen adam ama o güzel hayat o üç parçada kalır.
Şimdi bir dalga vurur kıyıya, bir balık sıçrar suda, kum soğuktur, su soğuktur balık sıcak. Ardında bırakıp koca kumsalı uzaklaşır, kuzular meler inekler otlaşır, birbirine girmiştir hayat bozulmuştur düzen, sele gebe bir yağmur başlamıştır. Önüne geçen ne varsa alıp gidecek bellidir, güzeldir, kaos kadar sevimlidir, çamura karışacaktır beden ilk düşen damladan bellidir.
Tanıyorum sizi sanırım siz de yıkamamışsınız yüzünüzü, yağmur vurmamış teninize, başka kollarda başka hayatlarla avunmuşsunuz, hep daha iyisi için, dün için heba etmişsiniz baharınızı güzünüzü.
Uzaklardan bir misafir gelir sabaha karşı, açarsınız kapıyı girer oturur. Gâvur olmuştur, soyu olmuştur en sevimsiz milletin, ne zaman açsanız kapıyı hoş gelmemiştir ve bir süre gitmeyecektir de. Hiç kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir ses, başı öne eğik yetim çocuklar gibi mırıldanır; Hoş geldin sevgili hüzün, sen olmazsan ben n’apam…
08.50 - biri patatesli biri sade - 15.08.2012
0 kere okundu
Boğulan bir adamı kurtaracaksan ya iyi yüzüyor olmalısın ya da boğulmayı göze almalısın; ben suyun kenarında durup seyretmeyi seçtim… Çırpındı biraz, su yuttu önce, battı ve çıktı, biraz daha çırpındı, yine battı ve yine çıktı, bir şeyler söylemeye çalıştı sanki. Belki pişman olmuştu, caymıştı belki… Son kez battı bir daha çıkmamak üzere.
Çok kötü değildi, üçüncü sayfada her gün gördüğünüz haberlerden biriydi sadece, sabahın körüydü ve bomboştu sahil. Niye gelmişti oraya, uykusu mu kaçmıştı benim gibi ya da spor yaparken suya dokunup serinlemek mi istemişti bilmiyorum. Ben gördüğümde üzerindeydi kayaların, uzağında bir yerde denize bakıyordum. Ayaklarımı uzatıp telefonumun fotoğraf makinesini kullanacaktım. Her zamanki ayakkabı fotoğraflarımdan birini daha çekmekti niyetim, bu kez fazladan dalgalar olacaktı fonda, aptalca pozlarıma yeni bir boyut katacaktım.
Önce bir ses geldi, kafamı çevirdim yoktu kimse, sudaydı ve yüzmeye benzemeyen hareketler yapıyordu, giyinikti zaten normal değildi. Birileri koştu öteden yaşlı bir adam ve adamdan biraz daha genççe bir kadın, cesaret edemediler, yardım edemediler. Bana seslendiler yüzme bilmiyoruz dediler, duymadım, seyrediyordum; her iş olacağına varırdı, bunun varacağı yeri anlamıştım ve öylece bekliyordum.
Her şey iki dakikanın içinde oldubitti, fotoğraf çekmek için kullanacağım telefonun kamerasını kullanabilirdim, yapmadım, yaşlı adamın gelenlere beni gösterip elini kolunu sallamasına aldırmadım. Her şey iki dakikanın içinde oldubitti, artık kalabalıktı kıyı, bir yerler aranıyordu, adam yüzü suyun içinde yatıyordu.
Gitmeli artık, bu saatten sonra fotoğraf da çekilmez, polis gelir, ambulans gelir, ses gelir, duyan gelir… Gitmeli artık, iki poğaça almalı biri patatesli biri sade, bir çay demlemeli ya da neskafe.
Denize giriyorsan yüzmeyi bilmelisin, hayattan vazgeçmişsen tenha bir yer seçmelisin, pişman olacaksan da yanında birilerini götürmelisin. Boğulan bir adamı kurtaracaksan ya iyi yüzüyor olmalısın ya da boğulmayı göze almalısın; benim çok daha sade planlarım vardı, kargaşa yoktu içinde, ölüm yoktu kalım vardı; biri patatesli biri olabildiğince sade, şekerini kimsenin umursamadığı bir bardak çay ya da bir fincan kahve kadardı.
01.42 - noktalı virgülle ayırıp üç noktayla ara veriyorum - 16.08.2012
0 kere okundu
Niye noktalı virgül, neden üç nokta?
Noktalı virgül için sıralı cümleleri birbirinden ayırmak amacıyla kullanılır diyor Türk Dil Kurumu, üç nokta ise anlatımı bitmemiş cümlelerin sonuna konur. Neden ayrılmaz birbirinden cümleler, neden nokta konulup bir diğerine başlanmaz da üç noktayla ucu açık bırakılır?
Niye yok hiç ünlem, soru işareti neden değersiz?
Türk Dil Kurumu bu konuya da açıklık getirerek; ünlem sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümle veya ibarelerin sonuna konur diyor, soru işareti ise malumunuz. Şimdi buradan benim hiç şaşırmadığım mı çıkıyor, acı ya da korku duymadığım mı? Hadi geçtik bunları diyelim, hiç mi sevinmiyorum, kıvanç duymuyor ya da kendime sorular sormuyor muyum? Bu kadar mı net hayat, iki kuruşluk aklımla her şeyin farkında mıyım?
Bunca soru işareti varken ve bunları yazarken her şeyden öte koca bir yalancı mıyım?
Yine ünlem yok, soru işareti yok yine. Can çıkar huy çıkmaz derdi annem; noktalı virgülle cümleyi ayırıyor, üç nokta kullanarak yazmaya bir süre ara veriyorum…
22.56 - yağmur yağan her yeri evim bilmişim - 27.08.2012
7 kere okundu
Yağmur yağan her yeri evim bilmişim, her toprak kokusunu içime çekip her gök gürültüsünde sevinmişim. Islanmak ibadettir; müminim ben kazam yok, her vakit geldiğinde secde etmişim, “O” yağdırmış ben kıymet bilmişim.
Yağmurlu bir günde görmüşüm seni ve yağmurlu bir tatil gününde ölesiye sevmişim. İlk satırlarımı karalarken yağmuru seyretmiş, ilk beni sevdiğini söylediğinde içimdeki coşkuyu yağmur altında dindirmişim.
Ve şimdi yağmur ver İstanbul’da… Evim İstanbul, tanımadım bir dolu insan evimde, üstelik sevmiyorlar yağmuru. Ben yağmuru sevmeyenleri sevmiyorum, ben gölü, ben ırmağı, ben denizi ve yağmuru seviyorum.
sende iyi bir şey var
gördüm ben, biliyorum
yağmuru sever gibi seviyorum onu
ıslandığımda tenimden akan damlalar gibi akıyor gözlerinden
sende iyi bir şey var
mutlu olmayı hak eden bir şey…
ben o şeyi sen mutlu olduğunda daha çok seviyorum
02.35 - eve temizlikçi kadın al-ma-ya-cak-sın - 29.08.2012
0 kere okundu
Evini kendin temizleyeceksin arkadaş, elin kadınının eli değmeyecek evine. Eğer beceremiyorsan pisliğe ve dağınıklığa alışmayı öğreneceksin, mutsuz olmamak için kendini değiştireceksin. Bir dolu temizlikçi kadın gördüm ama hiçbirinin yaptığı işten memnun olmadım. Tamam, ben pinpirikliyim biraz ve birazdan fazla beğenmeme sorunum var. Ama yine de vasıfsız bir eleman için aldığın yüksek ücretin hakkını vereceksin. En azından mutfağın dolaplarını sileceksin mesela, görünmeyen yerlerde de gezecek bezin, klozetler bıraktığımdan daha beyaz olacak, çıkmamaları için de kornişlerden çıkardığın dalgaları yerine takacaksın. Mutfağın jalûzilerini silmemek ne demek, buzdolabındaki lekeler fiyata dahil değil miydi? Ulan en azından yemek yediğin tek tabağı yıkasaydın, olmadı bulaşık makinesine koysaydın. Ulan hepsinden geçti Allah rızası için yemek yediğin masayı silseydin, parası neyse verirdim oldu olacak. Yok efendim yok almayacaksın eve temizlikçi memizlikçi, iki kuruşluk adama on kuruş verip bir kuruşluk iş yaptırmayacaksın. Ben nasıl işimin hakkını vermeye çalışıyorsam sen de öyle yapacaksın, hoşuna gitmiyorsa yapmayacaksın. Bunun temizlikçi kadını küçümsemekle ilgisi yok, yaptığın iş ne olursa olsun hakkını vermiyorsan kötü insansın, ister çöpçü ol ister mühendis.
Temizlikçi kadınlar kötü insanlar mı bilmiyorum ama muhtemelen değillerdir. Ama tecrübeyle sabit ki genellikle işini kötü yapan insanlar. Ben kötü bir insan mıyım diye sorsam en azından bu cümleleri okuyunca biraz bıdı bıdı edecek iç sesiniz. Kadın hem pisliğini temizleyecek hem de beğenmeyeceksin diyeceksiniz. Kimse parayı ağaç dalından toplamıyor, asgari ücretin iki üç katı para kazandığın bir işin hakkını vermeyeceksen yakınıma uğramayacaksın. Haksız yere benden tahsil edilen kuruşlara bile tahammülüm yok. İki katını iste benden ama işini adam gibi yap.
Şimdi yine o salak iç sesiniz niye bu kadar abarttın diyecek. Eğer siz de ücretini ödediğiniz işi bir sonraki gün yeniden yapmak zorunda kalırsanız hiç iyi hissetmezsiniz. Evimi adam gibi temizlemeyen bir insan diğer dokunduğu şeylere de özen göstermemiş muhtemelen pisletmiştir. Düşünsenize; banyo ya da tuvaleti temizlemek için kullandığı bezi evin diğer yerlerine sürmediğine hanginiz garanti verir bana.
Yeter sanırım, beni kazıklayan ve bana fazladan iş çıkartan aptal bir kadına ki gün itibariyle ben daha aptal hissediyorum bu kadar cümle yeter. Kestik.
00.34 - yatacaz kalkacaz, yatacaz kalkacaz... - 30.08.2012
0 kere okundu
Her gün on kilometre koşarsan Kıvanç gibi baklavaların olur demişti bir aklı evvel, anam ağladı iki aydır ama ne baklava var ortada ne de şekerpare. Denizi görmek olmasa çekilir dert değil spor, hem baklavan olacak da ne olacak, sanki soyunup sokağa atacaksın gövdeni, ya da… Eve hatun atmışsın mesela, baklavalarım var diye gerim gerim geriniyorsun ama hiç aklına gelmiyor hatunun baklava yemeye gelmediği. Ne yapacaksın mesela, göbeğini açıp kadının gözüne mi sokacaksın, hadi soktun diyelim ne işine yarayacak, aşık mı olacak sana hatun. Zaten eve gelmiştir baklava görmeden, olay tamamdır, yeterince tatlanmıştır mesele, hamur işine gerek kalmamıştır. Diyeceğim o ki gerek yok, erkek adam baklavasız da devam ettirebiliyor hayatını. Hem ne öyle her gün vıcık vıcık, elden ayaktan düşmüş orta yaşlı bir gövde, sahilde mangal yapan öküzler, sağda solda dolanan bir dolu babası meçhul tip, İstanbul…
Ulan şerefsiz diyor ne var orada, sahi ne var orada hakem amca, neden faul verirsin Fener’in düşmanına. Tüh be olmadı diyor karşıda oturan abla, karşıda Bülent Uygun’un çalıştırdığı bir takım yoksa o kadar uzaktan olmaz zaten be abla. Hem sen boş ver, yumul önündeki kebaba, yudumla rakını, bak dalgana. Yense iyi olurdu fener, tur atlasa fena olmazdı ama olmadı. Üzüldüm mü? Hayır. Sevindim mi? Her zaman sevinecek bir şeyler vardır, tur atlasa iyi olurdu tur atlayamadı yine iyi oldu; Trabzonsporluyum ben agaaaa.
Yatacaz kalkacaz, yatacaz kalkacaz, yatacaz… Yok, yatmayacaz sanırım, sabahlar olmasın sanırım, Eylül’ü havai fişeklerle karşılarız sanırım, yatmadığımız gece on ikiden sonra 1 Eylül olacak, sonra Eylüller iki olacak.
Dün saydırdığım temizlikçinin yarım yaptığı işi tamamladım bugün, baştan aşağıya temizledim mutfağı. İyisi mi bir iki erkek arkadaş bulup bir temizlik şirketi açayım, çıtayı yüksek tutup kendimi pahalıya satayım. Hem karşılığında bir şey alacaksan temizlik yapmak keyifli olabilir, malak gibi kendi evini temizlemenin hiçbir esprisi yok.
01.26 - fotuk kaya ve Trabzonspor - 31.08.2012
0 kere okundu
Yerde iki sıra halinde üçer tane minik çukur açıp (bizim oralarda fotuk denir) hepsine altışar minik taş ya da fasulye (hatta fındık da olabilir) yerleştirirsin. Fotuklardan üçü senindir üçü rakibinin. Bir taraf oynamaya başlar; taşları alıp sırayla fotuklara dağıtır, sonra aynı şeyi rakibi yapar. O da kendisine ait üç fotuktan herhangi birindeki taşları alıp sırayla dağıtır. Dağıtırken taşların bittiği fotuktaki taş sayısı çiftse (iki, dört, altı gibi) dağıtan kişi o taşları alır, dağıtımın bittiği fotuktaki taş sayısı tekse(bir, üç, beş gibi) dağıtma sırası karşıdakine geçer. Bu fotuklardaki taşlar bitene kadar sürer, amaç taşlar bittiğinde en fazla taşı almaktır. Ekstra bir durum da vardır oyunda; eğer dağıtımın bittiği fotuktaki taş sayısı çiftse o taşlar alınıyordu. Taşları aldığınız fotuğun yanındaki fotukta da taşlar çiftse onlar da alınır, bu kural taşların çift olduğu her bitişik fotuk için geçerlidir. İlkel metodlarla sayısal zekâ geliştiren bu oyunun adı “fotuk kaya”dır ve basit olduğu kadar da eğlencelidir. Her ne kadar yirmi yıldan fazladır oynamamış olsam da çocukluğumdan kalma hoş bir hatıradır. Torasan inciri vardır bizim oralarda bilmez çoğunuz; Ege’deki beyaz incirin az gelişmişidir ve genelde incir reçeli yapmak için kullanılır. Adı geçen incirin hemen altı fotuk kaya oynama alanıdır. Şimdi ne o torasan inciri duruyor yerinde ne de fotuk kaya oynayan var memleketimde.
Ne çok fotuk dedim değil mi, neredeyse her kelimenin yanına bir tane yerleştirdim. Ne kadar çok olursa o kadar özlem sıkıştıracakmışım gibi, ne kadar bol olursa o kadar çocuklaşacakmışım gibi.
Abim aradı, bitmedi mi hala maç dedi. Yok dedim. Gol var mı dedi, üç gün oynasalar olmaz dedim. Futbol çocukluğunda fotuk kaya oynamayı beceremeyenlerin oyunu. Üç beş tane kural var, topu çevir, ceza sahasına ulaş ve gol vuruşu yap. Ama memleketim futbolu bunu bile yapamayanların oyunu. Sergen gibi Rıdvan gibi adamların bu oyunda zeki olarak nitelendirilmeleri bile olayın seviyesini gösteriyor. Ama olmuyor işte, iki yüz on dakika peşinden koşturduğun top gol olmuyor. Ama bu gol olamama durumu topun topluğundan değil de oynayanların “got”luğundan tamamen. Fotuk kaya oynayanları seyrederken yanlış oynayana “ula ne got kafalisun“ derdik, bu gotluk oradan geliyor.
Oyunlar oynanır birilerinin kazanmasına gebe, başka birilerinin de kaybetmesine. Biz kaybeden tarafta olmayı seçtik. Gerçi sormadılar bize hangisini seçiyorsun diye, kafadan kafa kâğıdımıza Trabzon yazmışlar. Bizim oralarda kafa kâğıdına Trabzon yazanın başka takımı tutması ayıptır, yine bizim oralarda ayıp olan şeyleri yapan adama iyi gözle bakmazlar. Diyeceğim o ki bizim oralarda bize iyi gözle bakarlar, başkaları nereye bakar kime bakar umursamayız bize bakan gözlerin güzelliğini gördüğümüzden beri.
23.55 - Ağustos bitti - 31.08.2012
0 kere okundu
Uyurken çalan telefonlar sevilmez, hele uyanıp tekrar uykuya dalındığı anda titreşmeye başlarsa meret bal olsa ekmeğe sürülmez. Ama bu kez karşıdan gelen ses Semih hocanın sesiydi ve ekmeğe sürülür memleketim balıydı. Devrimleyiz atla gel demesi tatlı uykumdan uyanmama yetti, ver elini Beşiktaş. Devrimin evinde lak lak etmek çok zevkli değildi, yok yaşlanmışsın da, yok 68 doğumlu gösteriyorsun da, bıdı bıdı. Hiç kalkmasa mıydım yataktan, koşturmasa mıydım Beşiktaş’a. Semih hocayı uğurladıktan sonra Levent yaptık Devrimle, bir saatlik keyifli bir koşturmacanın ardından başladığım yere dönmek için yola koyuldum.
Geldiğimde kalabalık sayılırdı ev, daha sonra daha da kalabalıklaştı, yemekler yendi, çaylar içildi Fikret’in aslında kendisi için aldığı çikolatalı eklerin eşliğinde. Ve bir dolu geyik döndü durdu.
Ağustosa hoşça kal derken Eylül telaşı hafif hafif kendini gösteriyordu.
Yazamadım ben bunu, olmadı ama yine de silmeyeceğim. Kim mükemmel ki ben mükemmel olayım. Hem bu soğuk havada neden terliyorsam.