KEYFİMCE YAŞIYORUM - 4.12.2015

2520 kere okundu

Kadın sessiz bir gülüşe saklamış sevinçlerini, biriktirmiş kuytusuna. Dokunmuyor zamana, mekândan bağımsızlığını istiyor. Yeşil üzerine siyah gül desenleri olan pijamasını giymiş. Siyah kalın hırkasını geçirmiş sırtına. Kendine kahve yapmak için mutfağa giderken antredeki mor halının üzerine basıyor çıplak ayaklarıyla. Beyaz üzerine kırmızı kalpli kupasını alıyor dolabın üst gözünden. İkisi bir aradanın ağzını yırtarak açıyor, boşaltıyor bardağa. Düğmesine basıyor ısıtıcının. Biraz sonra tık diye bir ses duyuluyor. Pencereden dışarı seyreden gözlerini ısıtıcıya çeviriyor. Bardağı sıcak suyla dolduruyor. Isıtıcının fişini çekip oturma odasına yürüyor. Koltuğuna oturmadan kahve dolu kupasını sehpanın üzerine bırakıyor. Karıştırmadığı geliyor aklına ama üşeniyor tekrar mutfağa gitmeye. Koltuğun kenarına koyduğu kitabını alıyor eline. Seksen dokuzuncu sayfayı açıyor;

Haz;
Yaşamın doğrusu yanlışı, haklısı haksızı olmaz.
Hazlısı hazsızı olur.
Keyfimce yaşıyorum, demek ki haklıyım.

Yaşamak milyonlarca bilinmeyeni olan bir denklem. Ve milyonlarca yoldan çözülebiliyor tuhaf bir şekilde. Ve yine tuhaf bir şekilde milyonlarca yoldan denenip çözülemiyor bir türlü. Kalabalıkta kaybolarak deniyor şansını bazısı. Bazısı gününü gün ediyor tanıdığı ve tanımadığı insanlarla. Durgun akan bir nehrin kenarına ev yapıp domates biber yetiştirmeyi seçen de var, onlarca katlı, dışı camla kaplı binalardaki havalı odalarında son nefesine kadar çalışan da. Akşam olunca dingin bir şarkı duyuluyor. Buğulu sesi iliklerine kadar işliyor insanın, kadına eşlik ediyor adam kemanıyla. Bir tek cümle kalıyor akıllarda; “Tanrıya inanırız, şeytanı ise biliriz!”

Bir yudum alıyor ikisi bir aradasından, kupanın sıcaklığını hissediyor dudaklarında. Yaslandığı minderin yerini değiştiriyor. Dizlerini kırıp ayaklarını altında topluyor, biraz daha gömülüyor siyah hırkasına, kaldığı yerden devam ediyor okumaya.

Yirmili yaşların hızından kurtulduğumuzda başlıyoruz yaşamaya. Hızla akıp giden hayattın kenarına çekilip seyrediyoruz olup biteni. Daha önce hiç düşünmediğimiz anlamlar yüklüyoruz geçip gidenlere. Kalanların kıymetini gözden geçiriyoruz. Vazgeçiyor bazı şeylerden, sıkıca sarılıyoruz bazılarına. Denizin mavisine aşık oluyoruz tekrar. Saçlarımızı okşamasına izin veriyoruz sabah rüzgârının. Güneşin batışını seyrediyoruz verandada oturup. Duruyor zaman, zamanı durduracak güce sahip olduğumuzu anlıyoruz ilk kez. Ayrı ayrı tanrılar biriktiriyoruz kendi kendimize, hep aynı inanıyoruz. Karşılıksız sevmeler acıtmıyor. Beklemiyoruz artık gelmeyeceğini bildiklerimizi. Sessiz gülüşe sakladıklarımızı çıkartıyoruz sakladığımız kuytudan. Eski resimlere bakar gibi bakıyoruz yalnız kaldığımızda. Birilerinin geldiğini görünce yerine koyuyoruz tekrar. Büyütüyoruz duvarlarımızı, dünyalar kuruyoruz bi başımıza, sokmuyoruz kimseleri dünyamıza.

Yağmurun sesine takılıyor kulağı, okusa da uzaklaşıyor kitaptan. Bilinçsizce ilerliyor satırlarda. Akşama nohut yapacaktı, suya koymuştu geceden. Ve bulgur pilavı… Severek yapmadığında güzel olmazdı. Sevmiyordu son zamanlarda yemek yapmayı. Külfet haline gelmişti. Tek başına yemekten mi sıkılmıştı yoksa çok yapıp bitirememekten mi bilmiyordu, düşünmemişti de hiç. Soğan, domates, çarliston biber ve havuç atıyordu bulgur pilavının içine. Bu sefer havuç kullanmasam mı diye düşündü. Yağmur hızlanmıştı. Kalkıp pencereye yürüdü. Tülü çekip cama yaslandı. Ne güzel de yağıyordu. Üşüdüğünü hissetti. Çıplak ayakları geldi aklına. Yatak odasına gidip çekmeceyi açtı. Kırmızı çizgili çoraplarına uzandı önce. Sonra fikrini değiştirip siyah olanları aldı. Yatağın kenarına oturup çorapları ayağına geçirdi. Ayaklarının artık üşümediğini hissetti. Minik adımlarla tekrar pencerenin önüne yürüdü. Omzunu cama yaslayıp yağmurun altında yukarı aşağı koşuşturan insanlara baktı. Otuz üçündeydi ve eskisinden daha yaşlı hissediyordu. Marketin önündeki tezgâh ıslanıyordu. İş çıkışı eve dönen kız ıslanıyordu. Öğrenciler, Pazar alışverişinden dönen kadınlar ıslanıyordu. Sokak köpekleri eski dükkânın saçağının altına sığınmış yağmuru seyrediyordu. Başıydı aralığın. Hiç şairane bir ay değildi, yağmur uzağındaydı romantizmin. Soğumuştu hava. Uzanıp kahvesini aldı sehpadan. Büyük bir yudum alıp usulca yuttu. İki ekiyle sarıldı kupaya, içi ısındı. Güzel şeydi yaşamak. Son birkaç yılda ne çok şey öğrendiğini düşündü. İnsanın bilmediği şeyler bildiklerinden fazla olursa hayata daha sıkıca bağlanırmış, öyle okumuştu kitapta. Düşününce güldü. "İyi ki her sorunun cevabını bilmiyorum, yoksa nohudu suya boşuna koymuş olurdum dün geceden!"

(Emre Yılmaz’ın şeytanın fısıldadıkları kitabından alıntı vardır)