boktan bir peri masalı - 2.04.2014

35 kere okundu

Vurup kafayı yatmalı, sabaha falan hak getire. Öyle birkaç saat değil üç beş gün yatakta kalmalı. Bir tuvalet, bir de yemek için kalkmalı. Bilgisayar da istemem, soğudum twitterdan facebooktan. Sanki sapık bir deli ortalıkta gezip hepsinin üstünden geçmiş. Kime kulak versen kafayı yemiş, kimi okusan çıkmış zıvanadan. Doğru birdi bin olmuş, bini de birbirinden beter olmuş. Hep yazarım dağ başına kaçmalı diye, bu salaklar kaçıp da kurtulacak çağı geçmiş çoktan. Bukowski’nin şiir kitaplarını buldum, bi onlar olsun yatağımda bir de Borges’ler. Oldu olacak eş dost tavsiyesi Şah ve Sultan’ı da bulundurayım civarda. Sonrası güllük gülistanlık; ver elini horultu ver elini kitap.

Ne seçimmiş be aga, ne kazananı belli ne kaybedeni. Kime sorsan kazanmış, kime sorsan hile hurda. Yüzde on fark yemiş adam bile yeniden sayılsın diyor. Hadi onu geçtim alacağı vereceği var. Ulan değme demokratlar bile sandığa itibar etmiyor. Oysa seçimde görev alanlar bilir, özellikle büyükşehirlerde hile yapmak çok zordur, her sandığın başında farklı partilerden birileri vardır ve sonuç örnekleri imzalı mühürlü alınır. Sorun varsa itiraz edilip doğruya yakın sonuca varılır. Tabiki hile hurda sıfır olmaz. Türkiye burası neticede, iki tarafında beş para etmezi zibil gibi maşallah. Ankara’da bir dolu insan toplanmış, seçimde hile var diyorlar. Melih Gökçek’ten her şey beklenir. Ama bu toplanan kalabalık yanlış yapıldı yeniden sayılsıncı değil, hile yapıldı Mansur başkancı. Oysa Melih’in bozuk sicili oy çaldığını ispatlamaz. Şimdi o YSK’dan Melih lehine bir karar çıkmadıkça o kalabalık yıkıp dökecek, kırıp geçirecek. Çünkü yok saygısı kendisinden başkasına, yok farkı AKP’den Tayyip’ten. Bir de Ceylanpınar var. Bir tarafta AKP bir tarafta Bdp. Ulan ben dibimdeki olandan bile emin değilken geri zekâlılar Ceylanpınar’da sayım yapıp sandıktan Bdp çıkarmışlar bile. Tamam, AKP masum değil ama Bdp de sanki Mevlana yanlısı bir oluşum. Daha bir hafta önce otuz yaşında ki anneyi yakarak öldürmedi mi soysuzlar. Tayyip’in batıda yaptığı baskıdan daha mı az PKK’nın, Bdp’nin doğuda yaptığı baskı. Ama düşmanımın düşmanı düşmanım da olsa eyvallah diyenlerle doldu memleket. Yeter ki AKP olmasın deyip PKK ile yatağa girenlerle doldu. Üzgünüm eşim dostum, benim kırmızı çizgilerim var. Düşmanımın düşmanı düşmanımsa onu dost tutmam, varsın düşman kalabalık olsun. Ben dostlarımla yoluma devam etmekten yanayım. Ama yine de seçimi Bdp kazanmışsa haklarıdır.

İşte sırf bu yüzden bile yatağa girmeli, dağa çıkmalı ya da yurt dışına kaçmalı. Hem bahar da geldi ne güzel. Domates biber eker, yaz boyu salatayla besleniriz. Sonbaharda şehre dönünce fit bir vücut, dinlek bir kafamız olur. Yok efendim yok durulmaz buralarda. Beşiktaş’a geçtim bugün, boğaz bile tersine akıyordu sanki. O kadar kaybetmişiz kıçı başı, o kadar gitmiş gelememişiz.

Peri masalı falan hikaye hep, uyanınca herkes kötü cadı, herkes pinokyo. Ya burunları uzuyor konuştukça ya da ellerinde ki zehirli elmayı kaşla göz arasında ağzına tıkmaya çalışıyorlar. Sonrasını biliyorsunuz zaten, ne siz sorun ne de benim ağzım yorulsun.

HERKES GİTSİN HUZUR GELSİN - 3.04.2014

0 kere okundu

Güneş ısıtmaya başladı, kemiklere kemiklere vuruyor gün ortası. Birkaç basket attım çuf çuf, terlemeye yakın bırakıp bir şişe meyve suyu aldım, verdim gövdemi güneşe…  Güney Amerikalılar biliyor bu işi, öğle sıcağında siesta yapıyor hıyarlar, yeme de yanında yat. Hatta Borges’in e bir hikayesinde kurşuna dizilecek Arjantinli esirlerin idam edilmeden önce siesta yaptıkları yazar. Adamlar ölmeden önce bile keyif yapacak kadar zevkli hale getirmişler hayatı. Düşünsenize, dünyanın en baba karnavalı bile onlarda. Kim Rio’da gününü gün etmek istemez mart başında Brezilya’da? Lafı bile insanın içini ısıtıyor.

Bizim memleket salaklar sürüsü, varsa yoksa siyaset, varsa yoksa ekonomi, futbol, etnik köken, din, iman. Tayyip’le falan da ilgisi yok bunun, hamurumuzda var salaklık. Tarihin her yaprağı aynı boku ısıtıp ısıtıp yediğimizi yazıyor. Herkes gitsin huzur gelsin fikrimce. Ama bana sormuyor koduğumun danaları, kime sorsan her bokun en iyi bileni, kime baksan bok içinde badem. Yine attı kafam Abidin, kaçıp Rio’ya mı yerleşsem. Hatunlar bitince, denizler kuruyunca döner gelirim.

Lokum mu yesem cezerye mi, cezerye mi yesem, kadayıf mı, kadayıf mı yesem, beyaz çikolata mı? Yemek üzerine düşünüp duruyor koca kafam. Önce öğünü hallediyor sonra fantezi yapıyor. Boğazımın derdine yaktım dudağımı çenemi. Ah be şerefsiz ıhlamur, ah be şerefsiz papatya. Yananı Allah görüyor diyorlar, tevekkül benden gerisi Allahtan. Ihlamurla da bitmedi yangın gerçi, dünkü bile bile ladesti. Feryat figan yardım edecek birisini aradım ama nafile. Herkes kış uykusundan uyanıp bahar temizliğine girişmiş, herkes kendi derdinde.

Abim siyasi hayatına AKP ile giriş yaptı, kendisine başarılar dilerken Allah’tan ona akıl fikir vermesini diliyorum. Abim de benim kadar huzuru sever aslında ama arkadaşlarının gazına gelip girdi bir işe. Umarım kaçmaz keyfi, umarım pislik bulaşmaz üstüne. Gerçi bulaşsa da abimdir, canımdır. Onun pisliği benim pisliğim, anca beraber kanca beraber. Kabahati olursa söyler ama arkasında da dururuz.

Twitter açıldı, bok vardı. Özgürlük dediğiniz şey benim huzurumu kaçırıyorsa o kadar da özgürlük değildir. İpini koparan yüz kırk karakterle dünya kurtarıyor ama aynaya bakmıyor. Ulan önce götünüzü kurtarın demiyor kimse yanındakine, hepsi demokrasi fedaisi, hepsi çağdaş, hepsi medeni. Yalan söyleyen ipne olsun diyeceğim ama çoğunu ipne yapsan kabul etmez yanlışını. Bir bok kuyusu ki, içindeki de her boktan emin dışındaki de. Bize de kokusu geliyor pis pis, ne kaçıp kurtulabiliyoruz, ne içine girip yaşayabiliyoruz. Huzurumu kaçıranın çükü düşsün, ne diyeyim bundan başka bilmem ki.

Huzuru kendi fikrinden başkasında görmeyen herkes ölse ne süper olur. Bir dolu cenaze namazı kılar, eve dönerdik. Akşam yemeğine kadar hüzünlenir, yemekten sonra aramızda kalsın seyrederdik. İsteyen kurtlar Vadisi’ne de bakabilir. Rasim Ozan Kütahyalı ve karısı da öleceği için televizyona da huzur gelirdi, reklamlara bile razıyım yemin ederim. Yeter ki ölsünler. Allah’ım ben mevzuyu yeterince açıkladım, gerisi sende. Hem içimi biliyorsun, kendim için istediğimin en az dörtte birini diğerleri için de istiyorum. Huzur dediğin şey zaten paylaşılarak büyütülür.

ZEKİ DENİZCİLER ŞIMARIK RÜZGARLARA YELKEN AÇMAZ - 7.04.2014

0 kere okundu

Ne ara bu kadar uzadı boyumuz, kıçımız göbeğimiz alıp başını nereye gitti. Uykunun da bir sonu var, cumadan yatağa girip pazartesi sabahı kalkmak da nereden çıktı. Hem yağmur mu yağdı da kaçtık sığındık çatı altına, rüzgâr mı esiyor da kapadık kapıyı pencereyi. Yürü aga yürü bozuldu buralar, biz gidelim sevdiklerimiz kalsın. Özlemek diye bir şey icat etmiş Arnavutlar, yaşamak lazım. Yatak güzel, yemek güzel, özlemek güzel, sen de güzelsin ama söylemiyorum şımarma diye.

Yüreğimin hamuruna mısır unu katmışlar sertleşsin diye, bölünüp parçalanmasın diye. Ama gel gör ki bir ağlamak sevdası içimde, ota boka tutarım kendimi. Eyvah Eyvah’da Hüseyin’in çocuğu kaçırılınca sinemanın karanlığı gizler beni zannettim ama yakalandım. Yaş mı gelirmiş delikanlının gözünden, bastım inkârı. Ağlanacak bir şey olsa gam yemeyeceğim, dedim ya ota boka. Kadın çıkmış bankadan bağırıp çağırıyor. Banka bi şekilde parasını gasp etmiş. Sonra da tamam demiş para senin. Ama geri alman için havale parası vereceksin. Kadın isyanda; “paramı almak için para mı ödeyeceğim bu şerefsizlere?” Kim mutlu bu memleketten deyip saydırıyor Tayyip’e. Delirmek için bir dolu sebep var. Bir tarafı sıkarken öbür tarafı koy vermişiz, ufak ufak delirmişiz belki de. Yok aga yok, biz ağlarız gülünecek halimize. Demedi deme Abidin, çıkar bunların acısı.

Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya  :))

http://www.dr.com.tr/Kitap/Tiri-Viri-Dunya/Burak-Sarimehmetoglu/Edebiyat/Deneme-Yazin/urunno=0000000644658

http://www.kitapyurdu.com/kitap/tiri-viri-dunya/367096.html

 

TADI KAÇTI ELMALARIN - 11.04.2014

12 kere okundu

Akşam yemeğinde meyve bölümünde yeşil elmalar vardı, iki tane kaçırdım. Kahvaltıda da yaptım aynı şeyi. Dört tane elmam oldu. Yeşil, kütür kütür elmalar. Tadından geçtim, yemesi bile zevkli, sağlıklı. İş yerimde her sabah bir tane yiyorum, kahvaltı yok elma var. Karşı marketten gidip tek tek seçiyorum, en yeşilini, en parlağını, en dirisini, kütür kütür, sağlıklı. Eskiden, henüz bıyıklarım terlememişken, daha köyde yaşarken fındık ocaklarının arasında elma ağaçları olurdu. Laz elması vardır bilen bilir, biraz ekşidir, sonra Yomra elması, Amasya… Ürün çok olduğunda ağacın dibi elma dolardı, halamlar çürüyen elmaları toplayıp ırmağa atardı inekler yiyip de zehirlenmesin ya da boğazlarında kalıp boğulmasınlar diye. Tertemiz, organik mi organik elmalar iki günde çürürdü dalından koparıldıktan sonra.

Geçenlerde ithal eriklerde bulunan bir kimyasalın günlerce bozulmadan kalmayı sağladığına dair bişeyler okumuştum. Az önce elma yerken geldi aklıma. Çocukluğumun elmaları hemen çürüyordu da bugünün elmaları neden taş gibiydi. İçimize kadar girmiş birileri, her şeyin dirisiyle, gösterişlisiyle kandırıyorlar bizi. Vazgeçtim senden yeşil elma, mor erik, zamansız açan çiçek, hormonlu çilek… Aş mı eriyoruz anasını satayım, elmayı kışın, kirazı yazın yemeli. Yemeli de bizim yerli şerefsizler de rahat durmuyor. Mahsul bozulmasın gösterişli olsun diye basıyor ilacı, basıyor hormonu. Sonra çocuğum kanser oldu, bir parmağı fazla doğdu diye viyaklıyor. Açgözlü şerefsiz, sen doğayla oynarsan doğa da senle oynar. Ama akıllanmazsın ki, bir çocuk kusurlu olursa bir daha yaparsın, ölürse ardından ağlarsın, yaşını silip hileye hurdaya kaldığın yerden…

Klavyenin tuş seslerine yetmişli yılların parçaları eşlik ediyor… Yetmedi pencereyi de açtım, yağmurun sesi de katıldı bize; kemanınla, gitarınla, o güzel şarkılarınla al götür beni aşkıma. Çal çingene çal bir daha Tanju Okan’dan.

Bahar yağmurları gibisi yoktur, gerçi yaz yağmurları da fena değildir. Hatta güz… Bütün yağmurlar iyidir aslında. Ne var ne yok temizler damlalar, mazgalların arasından akıp gider tüm pislikler. Eskiden, hani elmaların hemencecik çürüdüğü zamanlarda daha çok yağardı hava. Trabzon’daydım, çocuktum, temizdim, annemin dayaklarından başka hiçbir şeyden korkmazdım. Köpekten korkardım gerçi, yüksekten de, okulda ayakkabılarımı kaybetmekten de, benden büyük çocuklardan da, gece yatağın altına gizlenmiş canavardan da… Neyse işte biraz korkak bir çocuktum ama bu yağmurun güzelliğini değiştirmezdi hiç, bir hışımla gelir kalırdı. Ağaç yapraklarına hızla vuran damlaların sesi yağmurdan önce gelirdi, annem yoksa kapıya çıkardık, annem varsa pencereden dinler mutlu olurduk. Sonrası sel sağanak, günlerce aralıklarla yağardı. Yağmurun çok olduğu yerlerde kötülük az olur sanırım, buralara fazla yağmıyor.

O şerefsiz termosla dudaklarımı yakmıştım ya… Çözdüm olayı, papatya, yeşil çay, ada çayı ya da ıhlamurdan ikisini karıştırıp termosa dolduruyorum. Çalışma odamda gecelediğimde bardağa azar azar döküp içiyorum. Diyeceksiniz zaten evdesin demlikten içsene. Haklısınız ama böyle daha havalı hissediyor insan, uzak bir yerdeymişsiniz gibi, imkânsızlıklar içindeymişsiniz gibi. Tamam, büyümüş eşek kadar olmuş olabiliriz ama oyun oynayamayacağımız anlamına gelmez bu. Bu sene ikinci oldu bu, daha önce ne scrable oynamıştım ne de kişisel termosum olmuştu. Eski köylülerden kim kaldı Abidin; bi sen, bi ben.

Köyde karayemiş yapraklarımız vardı, abim ben ve çiğdem oynardık. Çiğdem küçük kardeşim, çok bahsetmem kız kardeşlerimden. Hayvanım ya ondan sanırım. İkisini de çok severim, ablamı da Çiğdem’i de. Varsa yoksa Kazım, erkek egemen kültürü işte. Bir de bizim oralarda kız kardeşlerden bahsedilmez pek, onlar bize özeldir, namustur. Her neyse, bizim Çiğdem’in oyunlardaki adı Hostabacı olurdu. Karayemiş yapraklarından para yapardık. Her nedense abim bu işlerden hep karlı çıkardı. Bizim paralarımız oyunun sonunda onun elinde toplanırdı. Çok parası olan da mutluydu az parası olan da, ortalık karayemiş ağacı, karayemiş ağaçları da yaprak doluydu. Para harcayıp mutlu olmak sonradan icat edildi. Ben zamanı doğru işlere, doğru kişilere harcayıp mutlu olmaktan yanayım. Yağmurdan yanayım bir çardağın altında gece vakti, yanında yabancı hissetmeyeceğim insandan yanayım, hormonsuz elmadan, içten gülenden yanayım. Mutluluklarımı karayemiş yaprağına sarıp saklamaktan yanayım; karayemiş yaprakları uzun ömürlüdür, yazında kışın da ne solar ne dökülür.

KUMDAN KALELER - 13.04.2014

570 kere okundu

Bir aşk masalı kumdan kale kıvamında, dalgalar öyle yakın, ev öyle uzak ki. Ne gidilir bu saatten sonra ne de geri dönülür. Kim dikmiş bunca çiçeği bu yola, kim bakmış büyütmüş. Güzel kokuyorsun sevgili, deniz gibi, kum gibi kokuyorsun. Kalemin duvarları da sensin kapısı da, yıkacak olan da sensin yapan da sen. Adımlarımın sıklaşması havanın kararmasından, dalgalar öyle azgın, öyle sinsi ki. Yedi verenlerin yedisi de küsmeye hazır, gidip dönmemeye hazır. Yol da kumdan, sen de kumdansın sevgili. Deniz bildiğim kötü yüzlü gâvurmuş meğer.

Muhittin geldi dün. Hani bizim makine mühendisi bacaksız. Üniversiteden ev arkadaşım şerefsiz. Bakmayın şerefsiz dediğime, elimde büyüdü minik öküz, severim... Hatta elimdeydi büyüyemedi. Dükkânı kapatıp eve dönmüştü, Aydın’a. Bir yıl olmuştur görüşmeyeli, sevgili olmadığımız için saymadım günleri. Dün gece geleceğim dedi sabahın beşinde düştü. Taksim’e gitmiş dana, arkadaşlarıyla içmiş. İçmek dediysem iki biraya Leyla olmuştur, Mecnunu bulamadığı için de bende açtı gözlerini. Ya da tam tersi; Mecnun’un yerine Leyla’yı koyun, Leyla’nın yerine Mecnun’u. Gerçi tek başına olunca ha Leyla, ha Mecnun… Koy götüne rahvan gitsin bu saatten sonra. Saat dediysem sabahın dördü oldu. Bu gece erkenci beyimiz. Gitmiş el alemin kızlarıyla gezmiş. Ama eve yine sap gibi… Ulan salak, cumartesi iki kızla dışarı çıkılıp eve yalnız dönülür mü? Bi bok öğrenememiş benden kafasına sıçtığım. Çayı demle geliyorum dedi bir gibi. Git kızlara şarap ısmarla gel benle çay iç, benim taraftan da baksanız onun taraftan da baksanız kurtarır yanı yok. Rusça çalışmasını söyledim, yazın onu Alanya’ya götüreceğim. Ben şezlongda kitap okurken o Rusçasını ilerletir artık. Onu da beceremezse hayvanı hadım edip Muhteşem Süleyman’ın kadrosuna harem ağası yapacağım. 

Bir gece çıkıp bu eşek, ben, Umut, Eray ve adı gizli bir şeker tiramisulu dondurma almıştık bakkaldan. İzmit Plaj Yolu’nda oturuyorduk o sıra, hapishanenin yanındaki öğretmen bloklarında. Tiramisu bizim neyimize, para heba olmasın diye bile yiyememiştik. Bu paragraf gereksiz oldu okumadan atlayabilirsiniz. Hem daha önce de bahsetmiştim bundan. Yaşlanınca daha çok tekrarlayacağım sanırım, bunaklığın da kendine has bir sevimliliği var. Ya da umarım vardır!

Bebem gitti kapıyı kırdı. Halı saha maçında yenilmişmiş. Ulan tevekkal, tamam on sekiz yaşında olmayabiliriz ama henüz eli ayağı çekmedik Dünya’dan. Fiziksel açığımızı aklımızla kapatabilecek yaştayız daha. Hem yensen ne olacaktı. Senin kötü hissettiğinin onda biri kadar ben iyi hissetmedim. Ter atmak yetiyor da artıyor. Skor saymaktan vazgeçer insan belli bir zamandan sonra. Söz, senin de o çağların gelecek. Kaç kez yaptığın değil ne kadar mutlu olduğun kalacak aklında sadece. Kaç kez derken golden bahsediyorum. Halı saha olayları, bildiğiniz futbol yani.

Bu cumartesi sokağa çıkılacak cumartesilerden değilmiş. Açıklama yaptı Tabi Kaynaklar ve Spor Bakanı; yatakta kalın dedi. Otoriteye saygım vardır benim bilir herkes, girdim yatağa çıkmamak üzere. Ama ne mümkün, gâvur olmuş herkes, üstelik bi bana gâvur. Carrefour’a gittik geldik, istemeye istemeye yapınca böyle oluyormuş. Sanki koşarak gidip gelmişim gibi yorgun düştüm eve. Yatmak lazım dedik ama sabahın dördünde ayaktayız. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git diye bir kitabı vardı Susanna Tamaro’nun, uyduk hazırdaki imama, yönümüz zaten Trabzon, artık kaç tekbir gerekiyorsa…

Kaç kişiydik o zaman kaç kişi kaldık diyor söz yazarı, amcalarda söylüyor güzel güzel. O kumdan kale yıkılsa da altında atar durur kalp, yedisinin de kokusu kalır derinde. Tek başımıza kalsak ta devam eder hayat, görünmez kumdan kaleler, karışır gider denize. Bin parçaya ayrılır tane tane kum, yola toz olur, toza rüzgâr, rüzgâra ses.  Gelir gözüne kaçar, bir damla yaşa gebe kalır en acıtan yerde.

Oyun bunların hepsi oyun, üçe kadar sayıp bitireceğiz. Çizikler benden taş sizden, ben betonun üzerinde kareler çizeceğim, becerebilirsek döner çocukluğumuza oynarız gönlümüzce.  İnananla bitiririz oyunu nasılsa. Hangi çocuk çocuk kalabilmiş zaten, hangi oyun sürmüş sonsuza dek. Kader diye bir şey icat etmişler, ağız dolusu küfürlerim var hep atarım içime.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

OLMUYOR ÇÜNKÜ - 14.04.2014

18 kere okundu

Oturmuşum koltuğa, sırtımı vermişim camdan giren güneşe, parmaklarım klavyede, aklım deniz kenarlarında, akşam rüzgârlarında… Yomra’dan ırmak ağzına kadar yürümüşüm, kısa pantolonum lacivert, tişörtüm beyaz, ayağımda sandaletler. Arabalar geçmiş yanımdan, bakınca lise zamanlarımı hatırlamışım. Atilla, Ferhan ve ben sahile inmiş, ilk gelen minibüsü beklemişiz. Başka yolcusu olmaz, servis almaya gidiyor Erdoğdu’ya. Elin adamıyla arkadaş olmuşuz, okulun yanına kadar gidiyoruz ama eksik para alıyor bizden. Daha kimseler gelmemiş, yürürken Ticaret Lisesi’nin kızlarına bakıyoruz, bir tanesi dikkatimizi çekiyor, her sabah hakkında laflıyoruz.

Havalar ısınmış, mevsim bahar, bitmek üzere okul. Daha ikinci sınıftayım, dersler nedense pek bir umurumda. Gidip kitaplarımı bırakıyor bahçeye çıkıyorum. Okan ve Ziya gelmiş, Ceyhun da damlar birazdan. Ulaş yurttan bir arkadaşıyla laflıyor ilerde. Makine ressamlığının kızlarının Ticaretinkilerden geri kalır tarafı yok, salınıyorlar havalı havalı. Hem tarzımız değil hem haddimiz. Bildiğin liseli bebeleriz; biraz ürkek, çokça mahcup ve utangaç. Hem aşığız hepimiz birilerine, görmüyor gözlerimiz başkasını. Zil çalıyor, toplanıyoruz. Günlerden pazartesi, İstiklal Marşı okunuyor şevkle. Eskiden öyleydi, daha bir Türk’tük, daha bir vatansever. Sırayı bozmadan binaya giriyor sonra dağılıyoruz.

Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya  :))

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın

 

ayak deniz suyuna değecek - 17.04.2014

0 kere okundu

İçimde bir neşe, gün bitmiş, tepede güneş, ayağımda rahat pabuçlar, aklımda huzur… Ne duracam bu ipne şehirde, bu hayvancıkları neden görecem. Gidiyorum ben aga, uzak yerlere gidiyorum. Paçalarımı sıyırıp kumsalda yürümeye, deniz suyunu ayak parmaklarımla buluşturmaya gidiyorum. Dur diyen Fenerbahçeli olsun.

Sabahın altısına kadar ayaktaydım, ne bok varsa artık. Bir buçuk saatlik uykudan sonra işe geldim. Duş da almadım. Az sonra maçım var, terleyeceğim nasıl olsa. Hem koklamasınlar bir gün, ölmezler ya. Haydar sattı bizi bugün; Adem, Mahmut ve üç dört bebe karşı takımdaki bebelere karşı pata küt. Hırs yapıyorlar üstelik. Sanki bizi yenerseler boyları uzayacak. Yok, yenseler de gam yemeyeceğim. Her hafta tukaka, her hafta pata küt. Terlemek iyidir, göt göbek küçülüyor binde on altı. Gerçi akşam devirmeyi düşündüğüm hamburgerler ve patates kızartmaları yüzde üç olarak ekleniyor öteme berime ama olsun. Verilen kilo alınan kilodan hep daha değerlidir.

 

bir varmış bir yokmuş - 20.04.2014

1 kere okundu

Pazar sabahları kahvaltı keyfi çok eskilerden kalma bir alışkanlık değil. Bilen bilir ben pek sevmem minik parçalarla öğün yapmayı… Üniversitenin ikinci sınıfındaydık; İzmir’den Serhat, Sinop’tan Kutsal, Rize’den Osman ve Trabzon’dan ben… Pazar günleri Yahya Kaptan’da Pazar kurulurdu, sabah nispeten erken kalkar ikimiz alışverişe giderdi. Öğrenci evi şartlarında mükellef bir kahvaltı hazırlanırdı. Çoğu zaman Kutsal’la, zaman zaman da Serhat’la. Şak geçerek Pazar sabahını kahkahalara boğardık. Başrollerde hemşom Osman ve ben.

Domatesler seradan kurtuldu, salatalıklar yüzünü Çengelköy’e döndü, biberler bahçeden… Sabahın yedisinde başlayan gün on ikide yapılan kahvaltıyla güzelleştirilmeye çalışılıyor. Patatesli yumurta Yahya Kaptan’ı hatırlattı, kızarmış sucuklarla anım yok, domates, salatalık ve biber köyümden yadigar, zeytinlerin biri Carrefour’dan biri Aydın’dan. Çay Rize’den ama paketine Lipton yazıyor, içimizde ki asil İngiliz’e selam olsun. Kebir’in tereyağını denemelisiniz, markette ulaşabileceğiniz en iyi tereyağı çünkü. Peynirlerden bahsetmeye gerek yok, üçü de ilgimi çekmedi açıkçası. Varsa yoksa manda kaymağı… Ne yediğinin bir önemi yok aslında, mutlu bir sofranın etrafına dizilmiş mutlu insanlar yetiyor, bir yudum çay ve birkaç dilim ekmek.

Dün Aluli öldü, Hikmet Yenge. Mahallemizin en renkli kadınlarından biriydi; annemin komşusu, çocukluk arkadaşım Hasan’ın annesi, Mecbure Yenge’nin kardeşi… Eskilerden kimse kalmayacak beş on yıla kadar. Biz eskiyeceğiz gidenlerin yerini doldururken, hayatın çarkında ufalanıp gideceğiz bir bir. Eve dönmek gerek aslında, eskilere yakın durmak çok geç kalmadan. Ama hep farklı öncelikler, ucuz zevkler, kötü alışkanlıklar… Erikler olmaya başlamıştır, dutlar göstermiştir kendini… Yeşil kokuyordur memleketim, mavi mavi çıkıyordur sesi. Hasan’ı aramam gerek başsağlığı dilemek için, Osman Abi’yi aramak gerek. Daha bir ay önce Yaşar Abi’yi, Reyhan Abla’yı aramıştım İsmail Amca için, birkaç damla yaş dökülmüştü gözümden zorla kurduğum cümlelere ayaktaş. Zor şey ölüm; bir giden kurtuluyor, gerisi irili ufaklı hüzünlere terk… En kötüsü de bir gün başsağlığı dilemek için aradıklarımızın bizi arayacak olması endişesi sanırım. Hayat çok garip ve her gidenle daha da garibanlaşıyor…


 

kabızlık durumları - 21.04.2014

0 kere okundu

Yazlıklarla kışlıklar yer değiştirdiğinde ya yaz gelmiştir ya da kış. Bir ihtimal de sizin erken davrandığınız durumunu içerir ama erkekliğe bok sürmemek için fazla dillendirilmez. Hazır hafta sonu erken uyanmış günün içine etmişken bari bi boka yarayalım, kazaklardan montlardan kurtulalım dedik. Her yıl hurçlardan çıkardığım ama çoğunu 1 kez bir kaçını hiç giymediğim gömleklerimi, tişörtlerimi seve okşaya piyasaya sürdüm. Yaz geldi abiler ablalar, üst baş yeşillenmeli.

Yaz sadece sıcağıyla, tiril tiril kıyafetleriyle gelmedi ama. Evimin yanında ki boş araziyi mesken tutan çingenelerle, sahilin anasını belleyen mangalcılarıyla geldi. Belediye belediye değil ki. Yapacaksın bu danalara birkaç mangal alanı, o alanlar dışında tüttürene de basacaksın cezayı. Ama nerede, alanı memnun satanı memnun bir mezbele İstanbul dediğin... Benim gibi kelaynaklar da eve kapanıp kitap okusun. Şimdi eş dost kıs kıs gülüyordur kitap okurum dememe ama kim takar onları. Okumasam bile okumak istiyorumdur, niyetim vardır yani. Ev kitap dolu hem, siz ne karışıyorsunuz. Bi sittirin gidin.

Şu güzin abi bölümü biraz pasif kaldı sanki. Güzin abla ile görüşmelerim devam ediyor, anlaşabilirsek abiyi kovup ablaya işbaşı yaptıracağım. Sayfayı düzenlerken zenginlik olur diye düşünmüştüm ama arkadaşın dediği gibi varoş oldu biraz. Bloğumun gecekondu sakinidirler Güzin abi dediğimiz. Ya bu deveyi gidecek ya da bu diyardan gidecek. Aha da şahitsiniz, bir hafta süre verdim kendisine.

Bu aralar çok keyifli yazılar yazmıyor olabilirim. Bunun nedeni mutlu ya da mutsuz olmak değil. Bazı zamanlar kabız oluyor insan, yazma kabızı. Zorluyor kendini yazmak için. Cem Yılmaz’a hadi bir espiri yap da gülelim deseniz kim bilir nasıl bişey çıkar. Benimkiler ondan da beter olabilir. Ama sırf yazma alışkanlığını kaybetmemek, sayfamı güncel tutmak için karalıyorum. Zaman işte, kabızlığın da ilacı zaman.

 

BİZ ÖLMEZSEK AŞK ÖLÜR - 22.04.2014

14 kere okundu

Kadın adamı üzerinden itip sigarasına uzanır, Parliament'inden bir dal çıkartıp yakar. Mutludur ve kimse umurunda değildir artık. Denizden gelen rüzgâr tülü okşayarak içeri girer. Yosun kokusu ter kokusuna karışır. Karanlığın içinde parlar sigara her nefes çekişinde, dumanı dağıtır rüzgâr, kadın sigaraya saklar kendini, adam artık çok uzaklardadır.

Aşk ölmeden biz ölelim diyor şair. Hem aşk ölüyor hem de şair. En güzel aşklar mısralarda gizlidir, en içten cümlelerinde şairlerin... Zaman durur bir kelimede, dünya yıkılsa kıpırdamaz yerinden. Koca bir muamma çözülmüştür kâğıt üzerinde. Her gün kullandığımız onlarca kelimede gizlidir şifre; aşk ölmeden biz ölelim sevgilim, çünkü biz yaşarsak ölecek aşk.

Eyfel Kulesi'nde sevgilisine evlenme teklif ederken yüzüğü düşürmüş adam. Gerisi ne bilmiyorum, şimdi arkadaş olmaya çalışıyorlar. Oysa eski sevgiliden arkadaş olmaz, olsa olsa sevişmek için bir ihtimaldir o. Ki kulenin tepesinde teklif edilen ya da edilmeye çalışılan akla zarar. Evlenmek doğasına ters insanın. Aşk evliliği diyor kadın ama insan aşkını öldürüyor imzayla. Bak diyor yazdım şuraya, üç zamana kadar ya sen gideceksin ya da aşk. Önce aşk gidiyor sonra kadın.

Evlilik denen şey aşkla ilgili değil aslında. Bunu icat edenlerin tek derdi düzen. Kimin sahibi kim herkes bilsin diye atılır imzalar. Çocuklar babasını bilsin, kadın kocasını, adam karısını bilsin diye. Her akşam aynı eve gidilsin, aynı sofrada kahvaltı edilsin sabah evden çıkmadan. Yazları tatile giderken her seferinde kimle gitsem, nereye gitsem diye düşünmesin insanoğlu. Bu yıl nereye gitmek istersin canım cümlesinde çözülsün sorun. Liman olsun gönüller birbirine, vücutlar nefes alsın diye her şey. Yoksa hangi aşk yenik düşmemiş evliliğe, hangi evlilik aşk için yürümüş yıllarca?

Ne diyordu şarkıda; bu son gece ölüm yakın savaş benimle, seviş benimle… Hiçbir savaşın kazananı olmaz. Ölüm olan yerde herkes yeniktir aslında. Aşk ölürken yüreklerdeki yaşama sevincini de götürür yanında, ardında yürüyen ölüler bırakır. Aşk bir savaştır; önce keyifle, sonra hırsla ve ümitsizce devam eden. Ve sonu ölümle bitecek hiçbir yola girilmemelidir.

Kumsala kadar yürümüştür adam, ayağına yapışan kumlara aldırmadan şezlonga uzatmıştır sıcak gövdesini. Ayın şavkı hep aynı güzellikte vuruyordur denize. Oysa her şey eskirken bu da eskimelidir, kaybetmelidir güzelliğini. Uzatır elini dokunamaz, içine çekmek ister ama alamaz kokusunu. Ne ay yeterince yakındadır ne de şavkına dokunulmasına izin verir. Göz yanılmasıdır her şey, güneş yüzünü göstermeye başlayınca bozulacaktır büyü. Ayın sırrı ulaşılmaz olmasındadır. Yeterince uzağında durmayı başarırsan hep güzel kalır kadın, yenik düşmez zamana.

130 96
25.04.2014 Cuma

hepimizin kafasından buna yakın şeyler geçiyor aslında. ama kimse bunları paylaşamıyor, söyleyemiyor.

ÇAMDAN KAVAKTAN - 28.04.2014

3 kere okundu

Bazıları kuş gibi, eşek yüküyle yağmur yağar ama onlar hiç ıslanmaz. Rahmet bu yağsın yağabildiği kadar, ıslatsın gönlünce. Konya’da geçen zamanların birinde birkaç ayın üzerine şiddetli bir yağmur yağmıştı. Sırılsıklam bir halde yürürken saçak altına gizlenmiş bir tanıdığa rastlamıştım. Bir cemaatin yurt müdürü olan bu arkadaşın yağmurdan korunmak için biçimden biçime girmesine çok güldüğümü görünce sormuştu bana; hoca niye ıslanırsın, neden gülersin? Gülmem geçince cevap vermiştim, ulan Müslümanlık der ahkam kesersin ama yaz günü Allah’ın rahmetinden kul yapısının altına kaçarsın. Siz uçuruma nasıl bakarsanız uçurum da size öyle bakar der bir düşünür. Yağmur da aynı hesap; saçım ıslanacak sinizütüm azacak derseniz azar meret, üşüyüp hasta olacağım derseniz hasta olursunuz. Oh ne güzel ıslanacağım derseniz benim gibi hissedersiniz. Ama siz siz olun baharda bile olsa yağmur yağarken sokağa çıkacaksanız üzerinize bir yağmurluk alın, tevekkül diye de bir şey var.

Bizim oralarda hırsıza hırsız derler hala. Fener şampiyon olmuşmuş; iyi de banane, bana mı olmuş. Güçlünün hukukuna biat etmek ikiyüzlülüğüne ortak olmamaktan yanayım ben. Sen çalıp çırpacaksın, yakalanınca da yok ben yapmadım diyeceksin. Yıkıp dökeceksin, asıp keseceksin ama işine gelmeyince de yeniden yargılanma diyeceksin. Yemezler efendim yemezler, bizim oralarda yemezler. Yanlış yapanın arkasında durmayı anlarım, Fenerbahçe şike yaptı ama ben Fenerbahçeliyim demeli insan. Ama biz kalabalığız, biz güçlüyüz, suç yoktur, yasalar yanlış, insanlar yoldan çıkmıştır deyip sizin gibi düşünmeyen herkesi yok sayarsanız, yok etmeye çalışırsanız benden yana üçün biri düşer payınıza. Daha doğmamış çocuklarınıza bile şikeci diyecekler, gücünüz yetiyorsa bunu değiştirin. Tarih güçlüleri de yazar, haklıları da. Sizi güçlü diye yazacaklar, haklı diye değil.

1 mayısta evde yatanla da olur sokağa çıkanla da. Ama kırıp döken it evladı ittir benim gözümde. Sen Tayyip’e oy veren işçiye köylüye cahil diyeceksin, takvimler bir mayısı gösterince de onlar adına kırıp dökeceksin. Yok efendim yok ben karşıyım bunlara. Yıllar önce devrimci bir kadından Trabzonluların koyun olduğunu duymuş kötü hissetmiştim. Birilerinin parmağıyla işaret ettiği yerleri kırıp döken, yakıp yıkan sırtlan olmaktansa evde geviş getirip yatan koyun olmayı her zaman tercih ettim, her zaman da edeceğimdir. Zaman kırıp dökenin değil, zamanı gelince hamle yapanın yanındadır. Sizin sürünüz benden akıllı sanıyorsanız ona da eyvallah. Zira sizin gibi devrimci olmaktansa faşist olmayı yeğlerim. Nefrete sevgiden daha çok inanırım der şair, zira nefretin sahtesi olmaz ama siz ayağınızdaki Adidaslarla, kıçınızda ki Levislarla öylesine ikiyüzlüsünüz ki anlatamam. Ama isterseniz 1 mayıs akşamı Starbucks’da buluşup kahve içebiliriz. Faşistlerle savaşmalı, devrimcilerle sevişmeli insan.

Nasıl bir hırstır bu, ne biçim göz kararmasıdır. Beklediğinden on puan fazla almışsın, seçimlerin üzerinden ay geçmiş ama sen hala ağzından köpükler saçarak asacağım keseceğim diyorsun. As be kardeşim, kes be kardeşim ama yeter. Artık vurdulu kırdılı cümlelerinden bıktık, yapacağın her yap elinden geliyorsa. Başbakansın sen mafya lideri değil. Azıcık sakinleş, azıcık kendine gel. İşlemediğine inandığı bir suç yüzünden hapis yatacak Aziz Yıldırım bile senin onda birin kadar saldırgan değil. Hem İslamiyet’in neresinde bu kadar kin var, öfke var. Aynı kitap mı inandığımız, aynı din mi yaşadığımız. Yoksa hırçınlığın duyulmaması gerekenlerin duyulmasından mı, bilinmemesi gerekenlerin bilinmesinden mi. İş üstünde yakalanmış yaman hırsızlara benzeteceğim seni ama halkın seçtiği başbakanımsın, yakıştıramıyorum.