NASİP DEĞİLMİŞ - 3.02.2021
183 kere okundu
Her şeyi bilen ben bilmiyorum en kötüsü nedir. Her şeyden emin olan ben iki ayağımın üzerinde duramıyorum. Bekliyorum bir rüzgâr essin de devrileyim, eriyeyim ilk yağan yağmurda, kuruyup gideyim güneşin altında. Ben bilmiyorum iyi nedir, kötü olan kim, hangisi benden yana, hangisi karşımda! Önemli mi yanımda olmaları birilerinin, karşımdaki birileri ne kadar umurumda. O eski sevdalar, eski kavgalar. Her gün ısıtıp ısıtıp önüme koyduğum ne varsa göz açıp kapayana dek eskiyorlar.
Mavi o eski mavi değil, yeşilin kahverengiden farkı yok artık. Kitaplarda bahsi geçen boşluğun içinde her şeyden ne kadar haberdarsam bir o kadar da habersizim. Ne tutunduğum bir şey var ne de düşüyorum. İçimde koca bir deniz, kara bir deniz. Ne dalgası var ne de kokusu. Ölmüş bütün balıkları, bütün yosunları kıyıya vurmuş. Mürettebatıyla batmış gemiler var içimdeki denizde. Enkazlarında kayboluyorum her seferinde.
Demiştim ben olmaz bu böyle diye. Demişimdir yani… Her şeyi derdim çünkü ben, hatırlıyorum. Ben o defteri kapamadan önce çok yazılar yazdım çünkü, çok laflar ettim. Beğenmedim sildim bazısını, bazısına kızdım karaladım. Çok kelime kullandım, çok dil döktüm, çok cümle kurdum buraya gelene dek. Tatlı sözlerim de oldu, kallavi küfürlerim de. Hem yalanlar söyledim, hem açık ettim gizli kalması gerekenleri. Olmayacak yerlerde olmayacak laflar ettim defalarca. Elbet bir yerde çarpılacaktı duvara, bitecekti yol bir yerde. O yerde gelecekti akıl başa, o yerde ihtiyaç kalmayacaktı artık akla. Zaman kaybedecekti değerini, hükmü kalmayacaktı. Müzik susacak, gül kokmayacaktı. Solacaktı yaprakları, sararacaktı. Düşecektiler daldan tek tek... Eskiden olsa hevesti Arnavut kaldırımı ama artık kuru toprak sadece. Kara toprak. Ya o bizi alacaktı, ya biz ona doyacaktık. Olmayacaktık artık. Yokluğumuz can sıksa da biraz, varlığımız anlamsızlaşacaktı.
Kime gönül versem sana benziyor diyor ya şair... Anladım ben de; kimi sevsem çekip gidecek bir gün. Gülmeye karar vermiştim, nasip değilmiş.
ÖZLEM - 13.02.2021
96 kere okundu
On ikiden fazlaydım, birden azım şimdi. Deniz kenarıydım, dağ başıyım şimdi. Sıcaktım, şendim, soğudum şimdi. Vardım yokum, çoktum azım. Dünden iyiyim, yarından kötüyüm şimdi. Pazartesi de Salı şimdi, Perşembe de; eylül de aralık, nisan da. İyinin kötüden farkı yok şimdi.
Dal kırılmaktan bıkmış, rüzgâr bıkmamış kırmaktan. Çok dallar kırıldı, çok yapraklar kurudu düştü yere. Çok zaman geçti ama geçmedi acı. Bir daldan öbürüne sıçradı, arttı azalmadı. Yeşile döndürdü sarıyı, güze çevirdi baharı. Bir rüzgâr esti, bir güneş battı.
Ağzıyla çalgı çalıyor, tuttuğu takımın forması var üzerinde. Öyle mutlu, öyle hayat dolu ki. Umurunda değil dünya. On bir – on iki yaşlarında. Yayla çocuğu gibi kırmızı yanakları. Evden kaçıp maç yapmaya gitmiş arkadaşlarıyla. Belki haber bile vermemiş annesine. Dönünce sopa var belki; terlik mi dersin, çalı süpürgesi mi dersin belli değil. Henüz başında yolun. Ne çamur değmiş paçasına, ne dalı kırılmış. Alabildiğine yeşil, pervasızca kırmızı. Uçuşan yapraklar ıslıkla eşlik ediyorlar ağızla çalınan çalgıya. Ne yapraklar farkında başına geleceklerin, ne de çocuğun haberi var dudaklarından dökülen kelimelerden… “Ben yanarum yanarum, kaderime yanarum… “
“Kader diyemezsin diyor sen kendin ettin.” Ne ettim ki, kime ne ettim ki diyor kadın. Yaşamaktı tek derdim. Herkese, her şeye rağmen yaşamak. Kendimce bir düzen; iki eksik, üç fazla. Olmadı ama, oldurmadılar. Tam yaşamaya gelmişken sıra. Tam sürülecekken kayıklar maviliklere. Güzel günlere sıra gelmişken oldurmadılar. Kader diyemezsin sen kendin ettin diyor ya şarkı. Ne ettim ben, kime ne ettim de karardı dünya. Kırıldı dal, sarardı yaprak. Acı baştanbaşa. Ve koskoca bir yalnızlık. Boşaldı dünya. Doğru sanmıştım, değilmiş meğer! Kader diyemem ama ben de bir şey etmedim.
O dal, o yapraklar ve o kadın... Ah o kadın, en çok da o kadın! Gel gör ki on iki kişi bir araya gelse bir kişi etmiyor artık. Kış bitmiyor, bahar gelmiyor artık. Büyük konuşmuştum özlemem diye, şimdi elde bir o kaldı.
PEMBE KAR - 18.02.2021
520 kere okundu
Herkes aynı şeyleri yaşıyor, aynı şeyleri hissediyor. Üç aşağı beş yukarı aynı yerlerde ve aynı zamanlarda... Misal kar; üç gündür yorulmadı yağmaktan. Hep aynı renkte üstelik… Tamam, kötü değil, iyi bile sayılabilir. Ama bir kerecik de pembe yağsa, mor yağsa fena mı olur. Gri binaların takım elbiseli insanları sevmez muhtemelen ama ben severim. Ben çok severim. Yaşasaydı annem de severdi belki. Beyaz olanı sevmezdi, belki pembeyi severdi. Ama ömrü yetmedi, o yaşadıkça hep beyaz yağdı kar. Her yıl da yağdı bıkmadan, usanmadan.
Hadi o üşenmedi yağdı, siz ne akla hizmet yürürsünüz üzerinde. Düşünsenize; güzelim örtüde ayak izleri, insan lekeleri. İnsan sevmemek için milyonlarca sebep var zaten, ne gerek var daha fazlasına! Üstelik zevk de alırsınız ilk olmaktan. Oysa sizden önce milyonlarcası aynı kirliliği hediye etmiştir hayata zaten. İlk değilsinizdir yani, her zamanki gibi kandırıyordur sizi hayat. Allahtan pembe değil kar, olsa daha da kötü olurdu!
Pembe kuşlar var mesela, kar yok ama kuş var. Gel gör ki o da diğerleri gibi. Bir gaga, iki de göz. Kanatsız kuş yok mesela. Ne olurdu kanatsız kuş da olsaydı. Ya da bir gözü korsan gibi deri bir bezle kapalı olsaydı bir flamingonun. Güvercin olmaz, ona yakışmaz. Naiftir kendileri, ısrar edilse de korsanlık yapmaz. Fena mı olurdu. Renklenmez miydi dünya, değişiklik olmaz mıydı korsan flamingo?
Belki de rastlamışızdır da görmemişizdir, dikkat etmemişizdir. Dikkatsiziz çünkü, özensiziz. Hem başkalarına karşı, hem de kendimize. Düşünsenize… Kırk yıldır aynı günü yaşıyoruz ve hayatımızdan memnunuz. Delilik bu, damıtılmış delilik. Aklı başındaki hiç kimse kabul edemez bunu, etmemeli. Ama ediyor işte, düşünmüyor, düşünmeye layık görmüyor. Memnun hayatından, milyonlarca sıradan deli ile aynı kaderi paylaşıp kendisini farklı zannediyor.
Sorular soruyorsun kendine, başkalarına… Cevaplar hep tanıdık. En sevdiğim renk mavi diyorsun ama gidip yeşil bir gömlek alıyorsun. Yakışıyor bana çünkü diyorsun; gerekçen gayet doğal. E hani maviyi seviyordun. Oysa sevdiğin maviyi değil de yeşili yakıştırıyorsun kendine. Eğlenceli insanlardan hoşlanıp aklı başında birisiyle evleniyorsun. Sonra ben niye mutsuzum. Aynaya bak, gömleğin sana bir fikir verecektir! Ya da bana sor, yalanlar söyleyeyim sana. İnan sen de, benim seni kandırmam senin kendini kandırmandan iyidir. Suçlayacak birisi olur elinin altında.
Soru sormadan sohbet edemiyoruz. Hep bir merak var içimizde. Oysa havadan sudan konuşurken cümlelerin içinde bir dolu şey saklanır. Hazıra alışmasak, çekip çıkarsak gizli olanı, süsleyip şekil versek... İstemek yerine alsak, kendimiz çizsek resmi. Hanımeli misal; cennet diye bir yer varsa her köşe başı, her duvar hanımeliyle bezenmiş olmalı, hanımeli kokmalı. Bir gün Çarşamba, bir gün cumartesi olmalı. Diğer günler cehenneme gitsin. Garantin var mı senin de cehenneme gitmeyeceğine diyen çıkar içinizden, çıkmasın. Benden iyisini mi bulacak cennet, benden eğlencelisini mi?
Değilim kimsenin peşinde, bir şeylerin derdinde. Geçerken uğradım yalnızca. Pembe karda da yok gözüm, havalı kuşta da. Cennet insanın içinde zaten; ya mutlusundur ya da cehennemdir yaşadığın. Güzelleşecekse hayat yalanlar da söyleyebilirsin. Beklediğin birisi yoksa, istemiyorsan bir şey kimseye zararı yoktur yalanın. Duvarı sulu boyayla boyamak gibidir. Güzel görünür bir süre, sonra akar gider yağmurla. Ne var ki akıp gitmeyen zaten. Sen yerinde dursan da inatla akıp gider zaman. Başladığı andan itibaren sona yaklaşır her şey. Flamingo bir gözünü kapamaz, pembe kar yağmaz, istemediğin biter burnunun dibinde ama istediğin olmaz. Sonra cennet mi cehennem mi. Mümkünse cennet bugün, yarını yarın düşünürüz.