DAHA YOLU YARILAYAMADIK - 15.06.2020

58 kere okundu

Otlar çok arsız; domatesin dibine gübre atıyorsun onlara yarıyor, suluyorsun onlara yarıyor, çapalıyorsun yine onlara yarıyor. Vergiyle ayakta duran devletler gibiler. Nefes alsan yarısını kendi tarafına çekiyorlar. Sen de stres atıyorum ayağına her gün ot yoluyorsun. Kafan ne kadar rahatsa belin de o kadar dara düşüyor.

Günün sonunda şikâyetçi olup olmadığın önemli tabi! Ben değilim. Balık lokantası işletirken parmağımı kesmiştim. Tendomlar telef olmuştu. On dört dikişli izin hatırasını hala saklarım bedenimde. Ama gel gör ki filetosunu çıkarmaya çalıştığım palamudun hali benden kat be kat kötü. Benim yaralı çıktığım mücadelede o son nefesini vermişti. Otlar kaderi de palamudunkiyle aynı.

İki bin sekiz yılının kasım ayıydı sanırım. Günlük tutmaya başlamıştım bu sayfada. Kaçta kalktığımı, ne yediğimi, kimi sevip kime kızdığımı paylaşırdım insanlarla. Başladığı yere zaman zaman geri dönüyor insan. Sürekli derin mevzulardan, sosyal ilişkilerden bahsedecek değiliz ya. Bazen bahçeye diktiğimiz domatesin yaprağını ovalayıp mis gibi kokutmak da gerek buraları. Bağından salatalık koparmak lazım, biberleri sulamak lazım. Topraktan geldik toprağa döneceğiz. Ben gittim dönüyorum. Yolun yarısı otuz beş demişti yıllar önce üstat. Kırk dört olduğum bugün bile daha yolu yarılamışlık hissinin uyanmamış olmasını iyiye yoruyorum. Varmak dert değil, yürüyor olmak mesele.

İlk kitabımı çok büyük bir hevesle yayınlamıştım beş yıl önce. Çok satacak, çok okunacak diye hayal etmiştim hep ama olmadı. İşin içine girdikten sonra anladım ki basılan kitapların ancak yüzde beşi çok okunup, çok satılıyor. Ne kadar iyi yazarsanız yazın değişmiyor kaderiniz. Ancak üçüncü beşinci kitaptan sonra biliniyor değeriniz. O da hem iyi hem de şanslıysanız. İkinci kitabımı da yayınladım. Hevesten çok yapılması gereken bir işi yapmış olmanın rahatlığı var. Önce deneme, sonra şiir, sonra da roman. Yazması kolay, yayınlatması zor bir tür şiir. Sevilse de okunmaz, okunsa da para verilip alınmaz. Salatalık seviyoruz biz, domates seviyoruz, karpuz kavun seviyoruz. Çiçek böcek sevmiyoruz. Olursa kokluyoruz, ne kadar güzel diyoruz. Olmazsa aramıyoruz. Şiir de o misal. Yine de yazdım. Çünkü yazabiliyorsa yazmalı insan, okuyup okumamak okurun sorunu.

Otlar diyorduk, çok arsız. Ama yine otlar iyi ki var. Her gün elin toprağa değmesine sebepler. Her gün bahçeyle ilgilenmek için sebepler. Az insan çok huzur; çok domates çok huzur. Toprağa değsin elleriniz, ayaklarınız değsin. Telefonu bırakın elinizden, kapatın bilgisayarı ve televizyonu. Saksıyı toprakla doldurun ya da çıkın bahçeye kazmayı toprağa saplayın. Domates ekin, salatalık ekin. Hanımeli ekin. Bir şeyler yapın yani. Benim sadık yârim kara topraktır diyor Veysel; o gitti, sıra bize de gelecek. Eninde sonunda kavuşacağınız sevgiliyle iyi geçinin, sonsuz mutluluk onda çünkü.

Son paragrafta bilgece öğütler vermek işin kuralı; ben koydum az önce. Giriş, gelişme ve sonuç neticede. Lisede kompozisyon dersi alan herkes bilir bunu. Gökten üç elma düşmüş; birini Fatih yedi, birini Kerem. Üçüncüyü de Ercan ile ben bölüşmem umarım. İllaki birisi yiyecekse gönlümden geçen isim Orhan. Hadi hayırlısı!