SEVGİLERİMLE ORHAN ÇAM - 14.04.2022
276 kere okundu
Böylece sıra geldi yarım kalan işlere. Gidilemeyen tiyatro oyununa, yapılamayan tatile, aylak aylak oturup seyredilemeyen denize. Kıyısına üstelik denizin. Bir Karadeniz kasabasına hem de. Dalgasına köpük köpük, soğuk esen rüzgârına, kayaların üzerinden balık avlamaya çalışan beceriksiz arkadaşlarına. Yirmi yıl öncesine belki, hatta yirmi beş. Hadi sen de gel Orhan Çam, iki keyif yapar döneriz desem, karavanla gidelim der. Gidilmez karavanla oysa. Yoldan çıkar insan keyiften daha keyifli şeyler için. Yoldan çıkanı da gördüm. Geceden sabaha kadar gelmez aklı başına. Sabah kim bilir nerede uyanılır. En azından böbrek sağlamda. Zira biz sıradan insanlar yoldan çıksak da çok uzaklaşmayız bildiğimiz yerlerden. Bir gözümüz hep limandadır.
Sağ baştan say komutuna ilk Ziya cevap verir, sonra Ceyhun, Ulaş derken, Yeliz, Emel, Okan devam eder gider. Beni atla, sayma beni. Aklım başka yerde şu an. Gittim gelemiyorum. Kimse de gelmesin peşimden lütfen. Bi kırk dakika düşün yakamdan. Sonra ben anlatırım size yapamadığım her şeyi tüm ayrıntısıyla. Ne sandınız, beceriksiz olan sadece kayaların üzerindeki yeni yetme balıkçılar mı? Onlar denizde neyse ben de karada o. Başarısızlığımın hikâyesi buradan köye yol olur. Üstelik Orhan’la bile çıksan yola kaybolmazsın. Öyle lanet bir yol. Israrla ve anlam verilemez kararlılıkla beceriksizliğin kitabına sayfa eklenmektedir. Selamün Aleyküm dersin Hakkı Dayı’ya köyün girişinde. Aleyküm Selam evlat der. Yine o kahverengi ayakkabıları mı giyiyorsun. Başka yok ki Hakkı Dayı, başka yok... Söz, bunlar eskiyince siyahından alacağım. Gel gör ki eskimez o kahverengi ayakkabılar. Giremem Hakkı Dayı’nın gözüne. Yoldan çıkamam. Hiçbir şeyi beceremediğim gibi bunu da beceremem. Zaten biraz becerikli olsam Orhan ile ne işim var. Ayağım düz basınca babamı bile tanımam. Öyle de prensip sahibiyim. İstediğiniz kadar hafife alabilirsiniz beni. Ama lütfen Orhan'a Bey diye hitap edin.
Saçmalama hakkımdan kullanıyorum. Herkes kullanabilir ki kullansın da. Akıllı akıllı nereye kadar. Delisi çıkartıyor bu dünyanın tadını. Kahrı da akıllıya kalıyor. Buradan bakınca kim akıllı kim deli belli değil zaten. Ama o ego yok mu o ego. Ne geldiyse başımıza hep onun yüzünden. Düşmez ki yakamızdan delirelim. Düşelim çamurun içine debelenelim. Kuyruk dik olacak illaki. Duyuyor musun Orhan, kuyruk diyorum, dik diyorum. Zaten bu saatten sonra kuyruğumuzdan başkasının da dik duracağı yok! Tamam, tamam; siz benim gibi değilsiniz. Sizi özenerek yaratmış Allahcığım. Bin ben tukaka. Bi benim eğik başım!
Böylece sıra geldi yarım kalan işlere yine. Yine yarım kalacağını bile bile üstelik. İşler bitince hayat gayesi biter diyor kitap. Bitersin alimallah diyor. Ulan bir kere olsun bitsek ne olur sanki. Bir kerecik. Yarım kalanların tadına doyduk artık. Bir kere de bitelim ne olur sanki. Başlamak bitirmenin yarısıdır diyor geri zekâlı. Yirmi yarımdan bir tam elde edemiyoruz yıllardır haberi yok. Zengin olacağız Orhan. Söz ulan, bu kez olacağız. Olamazsak ibnesin. Beni karıştırma, babam kızar bana. Zengin olup o denizin kenarına, hatta nehrin sularının denize karıştığı kenara oturacağız. Uzatacağız ayaklarımızı. Kerem Starbucks’tan Americano getirecek bize. Çay içecek değiliz ya zengin olunca. Vizyonumuzu eşek şaapsın, Starbucks’tan öteye geçemem ben. İçime işlemiş köylülük. Neyse… Uzatıp ayaklarımızı havadan sudan konuşacağız. O Bergama’ya almak için gittiğimiz, benim göremeden döndüğüm arsadan bahsedeceğiz. Hep senin yüzünden diyeceksin. Ben karşılık vereceğim “ulan oralara köpek bağlasan durmaz” diye. Sen küfredeceksin bana. Ben Kerem’e, Kerem Fatih’e, Fatih Ercan. Sonra mı ne olacak? Sonra hepimiz sana…