22.19 - rezil bir adamım ben Fehmi... - 1.12.2011

0 kere okundu

Baktım ne yazmışım diye, çok mu uygunsuz diye, ipe sapa gelmez mi diye… Değilmiş sıradanmış, hepsinin, herkesin yaptıklarından farksızmış, genelleştirip kelimelere dökmüşüm, kelimeleri satırlara, satırları tırı vırı Dünya’ya. Eğitimciye yakışmazmış, yanlış anlaşılabilirmiş, efendim bunu bilmenizi istemezdim ama ne yazık ki ben arada sırada sucuklu yumurta yiyorum ve sık sık bir öğretmene yakışmayan ayıp bir şey yapıyorum. (bakınız 10.11.2011 ya da http://www.xlargeworld.com/serbest_kursu_detay.asp?ID=1299) bununla yaşayamayacağım, itiraf ediyorum artık, sokakta beni gördüğünüzde yüzüme bakıp çaktırmadan “tüh yüzüne” diyebilirsiniz.

Samanyolu pazarlamadan arıyorum, Burak bey misiniz diyor, evet kim arıyor diyorum, Fehmi bey verdi numaranızı diyor, su arıtma cihazı tanıtımı için misafiriniz olabilir miyiz yarım saatcik, erikli var bende geçinip gidiyoruz diyorum. Uzatıyor, illa ki gelecek teyzem, akşam geç geliyorum eve gezerim ben diyorum, yapıştı bırakmıyor, gece on birden sonra yarım saatcik diyor. Bakıyorum olmayacak, asılayım da kaçsın diyorum, yavşak bir ses tonuyla su arıtma istemem ne zaman isterseniz gelin diyorum, anlıyor ve karşı atağa geçiyor, eşimle birlikte gelecem diyor, ben misafir sevmem diyorum, nerelisiniz diyor, Trabzonluyum diyorum, aaaaa diyor. Trabzonlular “yumuşak”  olur siz çok sertsiniz, nasıl yani diyorum, yumuşak derken… Yanlış anladınız diyor, yumuşağı mı diyorum… Ulan Fehmi, üçüncü kez aradı hatunlar, bir daha ararsalar sapığım ben ne zaman isterseniz gelin diyecem, ama erkek istemem üç beş kadın gelin diyecem, kapatmadan önce de ekleyecem, o Fehmi’ye de selamımı söyleyin, sizden sonra ki gün o da gelsin diyecem.

23.16 - can sıkıntısına şike ilacı - 4.12.2011

0 kere okundu

Şeref yoksunu virüs kırdı geçirdi hafta sonunu, önce ezgi sonra Ozan, ardından Esra ve Özge, kus babam kus, kus babam kus. Gece çocuk acilleri kuyruk düzeninde, canı sıkılan almış çocuğu koşmuş doktora, kapıda izdiham en hasta benimki diye, numara almışsın be amcam, sıranı bekle heyecan yapmadan. Biz mi ne yaptık, civarda ki tüm çocuk acilleri dolaşıp muayene olamadan eve döndük. Bu arada Ozan hastalık bayrağını annesine teslim edip uykuya dalmıştı bile. Sabah yine acil, bu kez rahatız, hasta çocuk değil, nereye gitsen iğneyi yersin. İşe yarar mı, yaramaz bazen, tut işte kaç saat oldu, aradım Safranbolu’yu, düzelme yok uykuya devam.

Şikeci amcaların iddianamesi açıklandı, bir aydan fazla tv’de cümbüş var, al Toroğlu ver Çakar, ulan Şener, vay Yıldırım. Rıdvan Dilmen yaptı açılışı, “içerdekilerin çıkmasından korkanları rahatlattı cumhurbaşkansının vetosu” diye.  Mehmet Baransu anında verdi yanıtı twitterdan; “Sevgili Rıdvan, laf atarsan, birisi çıkar sevgilinle ilgili, örgütüyle ilgili bir soru sorar cevaplamak zorunda kalırsın.” Araştırdım sizin için, bahsi geçen teyzenin adı Nilay Yılmaz, Milliyet’te çakma spor yazarıymış kendisi, hatta pek tarafsız Dilmen amca NTV’de program yaptırabilmek için kulis olayına girmiş kendisi için, öyle diyor özgür basın.( http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=nilay%20y%C4%B1lmaz) Gümüşdağ istifa ederim demişti, şimdi masumsum diyor, bizim Şener’de tık yok, dünyayı düdüklese ben yaptım demez zaten, abuk subuk bir konuda boş konuşup gündem saptırır en amatör uyanık haliyle. Can sıkıntısına yer yok en az bir ay boyunca. Şimdi Kanaltürk’de amcalar lak lak yapacak mesela, ben de keyifle röntgenleyecem.

Blog ödülleri yarışması bitti cumartesi, yarın açıklanacakmış, kategorilerinde en fazla oy alan on site amcalar ve teyzeler tarafından ki bu amca teyze kalabalığı jüri oluyor bişiler yapılacakmış, değerlendirme falan. Sırada Altın Örümcek var…

23.42 - bidiğiniz rezillik diz ile bel arası - 5.12.2011

0 kere okundu

Kadın olmak ne güzel anasını satayım, pantolon giymek zorunda değilsin, haliyle kilo alınca dikişleri de patlamıyor, mağazasına geri götürmek zorunda kalmıyorsun, bir dolu lak lak kendinden emin bir tonda, masallar ve masallar. Tamam, sağ olsunlar alıyorlar geri, yerine hediye çeki veriyorlar hatta ama yine de alışveriş merkezinin ortasında cart diye yırtılan pantolona mazeret değil bu. Düşünsenize üzerimde uzun bir mont olmadığını, kıçımın açıkta kaldığını, üstelik şerefsiz boydan boya yırtılmışken.

Efendim bundan yirmi üç ay önce Boynerci amcalardan bir Network marka gri takım ile bir de siyah Fabrika pantolon aldım. Gel zaman git zaman giydim bu meretleri, üstelik severek de giydim, değer verim, sahiplendim, kendimden bildim. Ama ne yaptı onlar, şerefsiz kere şerefsizler… Digiturkcü amcalar geldiğinde amelelik gereği eğilmemi fırsat bilen gri takımın poposu cart Ayşe Teyze… Ayşe Teyze Ayşe Teyze de olmuyor öle Ayşe teyze… ACE kullanmıyorum ki ben, kuru temizlemeye veriyorum şeref yoksunu iki bacaklı yandan ceplileri. Gitti bizim takım anlayacağınız, severdim de üstelik bişi diyemedim, yandım sadece, yandım ve Boyner’in yolunu tuttum. Efendim dedim olmaz böle şey, sökülmeye evet ama yırtılmaya hayır iki yıl olsa da. Pazar malı değil bu Network en sahisinden. On beş gün sonra aradılar, hediye çekinizi alın takımınızı geri aldık. İyi de seviyordum ben onu, paradan farklı şeyler vardı aramızda ki bağ adına.

Gel zaman git zaman tarih 1 Aralık 2011 oldu, benim yolum Maltepe Carrefour’dan geçti, kucağımda kuzenimin oğlu, dedim in aşağı eşek, eğildim ve yine aynı ses; cart Ayşe Teyze. Bu kez de siyahını sevdiğim Fabrika pantolon gitti başıyla bacağıyla. O da yırtıldı üç aşağı beş yukarı aynı yerden, kaba etim civarından. Anladım durum vahim, bildiğiniz dışarı çıktı popom koca yırtıktan, Allahtan saklıyor dizlerime kadar uzanan kaban, yoksa durum içler acısı.  Hatta üst katta bizim çocuklarla karşılaştık, Ozan, Aykut, Kadir, İbrahim… Bilseler pantolonun arkasında koca bir yırtık, bilseler popom bildiğiniz halka arz, kıçlarıyla gülerler bana kıs kıs. Ama bende alabildiğine rahatlık, sanki kıçında pantolon olmadan alışveriş merkezinde gezinen ben değilim.

Öyle işte canlarım, siz siz olun bir daha Network ya da Fabrika’dan kıçınıza bişi almayın, olur olmaz zamanda göt gibi ortada kalır bir tarafınız.  

18.12 - yağmur yağan her şehir Trabzon´dur - 7.12.2011

0 kere okundu

Yağmur yağan her şehir Trabzon’dur güncemde, tenime vuran damlalar alır götürürür toprağımın kokusuna, kaparım gözlerimi yeşile, alabildiğine mavisine denizin, usul usul süzülür yüzümden su, yüzünde hüzün, hüzün ki uzansan dokunamayacağın kadar uzak… Ve yağmur ve İstanbul ve dilimin ucunda kelimeler,  söylesen suç sussan günah, her yol Trabzon’a çıkar…

Çok küçükken karar verdim Trabzonlu olmaya ben, okul yolunda inadına suların içinden yürürken daha, incir ağacının dalında kovboyculuk oynarken Sunay´la, Kadani’de fındıklığa yuvarlanan topu Gışla’ya vur diye bağırırken Halis, her akşam abimle aynı odada uyurken… Çok küçükken karar verdim Trabzonlu olmaya ben, şampiyon olan Trabzonspor’un kutlamalarını şaşkın gözlerle seyrederken, her şehre gittiğimde Pelitli’de asılı bordo mavi bayrağın altından geçerken belediye otobüsüyle, dayımın lokantası hala dayımın lokantası iken… Çok küçükken karar verdim Trabzonlu olmaya ben, hep uzağında kalacağımı bilmeden denizinden, mutluluk veren hüznünden…

Yağmur yağan her şehir Trabzon’dur güncemde, sokağında yürümek neşe, soğuğunda üşümek zevk. Bir çocuk ürperir içimde, üstü çıplak çıkar evden, arkadan annesi seslenir oğlum nereye, açar ellerini gökyüzüne, vücudunda birikmez yağmur akar gider, alır götürür daha terlememişken bıyıkları, daha Trabzonlu olduğunu bilmeden, kulağında annesinin hayat veren sesi, deli… Deli… Deli…

Çok küçükken karar verdim ben Trabzonlu olmaya ve her nerde yağmur yağsa çocukluğum düşer aklıma, yağmur yağan her şehir Trabzon olur.

09.13 - tırı vırı dünya twitter´da - 9.12.2011

0 kere okundu

Twitter’a yazmaktan ilgilenemedim senle “tırı vırı Dünya”m… Ne yapıyorsam senin için inan, her gün ortalama elli yüzü arası takipçi topluyorum, arada linkini yayınlıyor seni tıklamalarını sağlıyorum, büyütüyorum seni, halka açıyorum, yeter koruyup kolladığım, sevip kokladığım, artık hayata salıyorum…

Formül şu efendim, önce bir takipçi buluyorsun, kadın olması tercih sebebidir, çünkü memleketim erkekleri ziyadesiyle öküz olduğundan espirilere küfürle karşılık verip, keyfinizin içine etmeleri olasıdır. (Ama haklarını da yememek gerek, çok eğlenceli hemcinslerim de var.) sizi takip eden kadın kişinin takipçilerini de talip etmeye başlıyorsunuz, bu arada twitler atılmaya devam ediyor… Sizin takip ettiğiniz kadın kişi sizi takip edenlere baktığında ne görse beğenirsiniz, kız arkadaşları da sizi takip ediyor. (Kızlar hödük dolu bu memlekette kız arkadaşlarının erkek arkadaşlarına daha güvenle yaklaşırlar) duvarınıza göz gezdirdiklerinde görecekleri de önemli, iyi şeyler karalamalısınız, aptalca ya da itici muhabbetlerden kaçınmalısınız, fazla bireyselleşmeden içinde kendinizin de olduğu herkesi ilgilendiren bazen da kişiye özel cümleler kurmalısınız, kaliteyi düşürmemeye dikkat. Sonra ne mi oluyor? Takip etmeye başladığınız 50 kişiden on tanesi ekliyor sizi. Ve maraton tekrar başlıyor… Sizi takip eden kadınların özellikle kadın arkadaşları… Matematik değil bu, herkesin başarması olası değil, takipçilerinizi takip mesafesinde tutmanız için keyifli cümleler kurmalısınız, işte burada ben devreye giriyorum ve en iyi yaptığım işi yapıyorum; kelimelere hayat veriyor cümleler kuruyorum.

İşte böle canım Dünyam, senin için bunca zahmet, bunca çaba senin için, yoksa bilirsin hiç sevmem lak lak etmeyi :-)

13.33 - dönersen ıslık çal sevgili uyku düzenim - 11.12.2011

0 kere okundu

Dönerci Ali işini iyi yapıyor arkadaş, pilavın üzerindeki ince kesilmiş kırmızı etler ağzıma layık, hafta sonumu eğlenceli kılan sevgili arkadaşımın kesesine bereket. İki tarafın da karlı olduğu bir anlaşma oldu, dün pizza bugün döner…

Sabahları uyunuyor diye güzeldi cumartesi, geviş getirerek yatak keyfi yapılıyor diye özleniyordu Pazar.  Para peşinde heba ettik sonunu haftanın, sınav mağdurlarıyla mağdur olduk iki gün, sattık özgürlüğümüzü iki kuruşa…

Uyumadı Janset Hanım, ağlamayı bilmeden ağlamaya çalıştı gece boyu… Annesi bir yandan babası bir yandan uğraşsa da kafaya koymuştu, uyumayacaktı. Yaptı da kafasına koyduğunu, ben uykuya teslim ederken gövdemi gecenin ikisinde, sesi geliyordu yan odadan acemi bir tonda.

Uyku düzenim bozuldu internet yüzünden, gece uzak kaldığım yatağımı gündüz özlemekle geçiyor zaman. Televizyon bir yandan, programlar bir yandan, kursun dersleri, okulun angaryaları, sosyalleşme çabaları medya üzerinden… Heba ediyorum bir şeyleri, yarın ölecekmiş gibi yaşıyor, hiç ölmeyecekmiş gibi düşünüyorum.

00.59 - cennetler peşinde cehennemden cehenneme - 14.12.2011

0 kere okundu

Blog ödüllerinde finale kalmışım, benim gibi on amca ya da teyze daha en iyi olmak için yarışacak… Yarışmacılardan biri geçen yılın da birincisi ama sanırım üst üste iki yıl aynı amcaya vermezler ödül. Gerçi ben de sevdim sayfayı ama eleman ana sayfaya poz vermiş… Fotoğrafı gece çektirip bir de güneş gözlüğü koysaymış tam olacakmış. Ben de ilk zamanlar fotoğraflarımı koymuştum siteme ama sonra facebook falan çıktı, gerek kalmadı hava atmak için tırı vırı Dünya’mı kullanmaya. Sonra sular aktı köprünün altından, aylar yıllar geçti… Ne işi var milletin benim fotoğrafımla, görmek isteyene canlısı ortalarda zaten… Amcanın yazılarını okumadım, doğruya doğru anacım. Bir kere vazgeçmişim okumaktan, o kadar ki kendi yazılarımı bile okumuyorum, başkaları söylüyor yayınladıktan sonra şurayı yanlış yazmışsın burada nokta koymamışsın diye. Hayat kısa, noktayla virgülle zaman harcayamam, koca bir yazıda varsın iki üç kelime yanlış olsun. Anlayana doğru olanlar yeter, anlamayan Adalar’a gitsin. (Yazar burada anlamayan Fenerli olsun diyecektir aslında ama jüridekilerden birinin Fenerli olma ihtimaline karşı uyanıklık yapar.)

Öyle işte yüzü gülesiceler, işler biraz boka sardı, ters gitti bir şeyler, birileri üzüldü eşekliğimden birileri sustu, bağırdı çağırdı birileri. Ben bildiğiniz ben, denize hasret, suya tutkun, huzura aç… Ben işte bildiğiniz ben, masayla bacağım arasına sıkışan parmaklarını yaralayan, kanı akan, eli acıyan… Ben işte bildiğiniz ben konuşan ve yazan, kısacık ömre bir halt sığdıramayan…

Yağmurdan sokağa çıkılmazdı çocukluğumun bu mevsiminde, evde annem olurdu, televizyonda tek kanal, yanımda abim, ablam… Babam akşam eve gelirken eli boş gelmezdi, her akşam ne getirecek diye merak ederdik, üç aşağı beş yukarı her gün gelen aynı şeylere her gün yeniden aynı coşkuyla sevinçler yaşayarak karşılık verirdik. Sahi senin neyine korniş takmak be kanadı kırık öküz, sen ki iki eliyle bir değnek tutamayan, bir koyun güdemeyen, yiyen ve içen ama meyve vermeyen… Sahi senin neyine korniş takmak be manda yvrusu, malak bozması…

Çocukluğumdan terki diyarlar… Dönüş yok size bilesiniz, uzaklaştıkça zorlaştı vuslat, artık imkânsız buluşmamız, siz orda başkalarına emanet ben burada yalan cennetler peşinde cehennemden cehenneme.

03.02 - kıçı başı kaybetmek... - 16.12.2011

0 kere okundu

İki saat dedim kendi kendime, iki saat harcayacam şu merete, Twitter denen şebeğin peşinde heba etmeyecem zamanı. Her ne kadar araya Kurtlar Vadisi’ni ve yarım bir filmi sıkıştırmış olsam da akşamın yedisinden beri başındayım klavyesi kırılasıcanın. Yatma vakti şimdi, erken kalkanın çok yol aldığı memlekette yolumun kısalığından olsa gerek ancak zıbarmak eylemine başlıyorum…

Biri bana bişiler yapsın, kıçı başı kaybetmek denir ya o hallerdeyim bu ara. Ya kar yağsın ya yaz gelsin, bişiler olsun yani, bişiler değişsin. Heba olup gidecem yoksa geç saatlere kadar. Kilo bile vermişim bin gramdan iki ölçü… durum o kadar vahim anlayacağınız, abur cuburu bile bir seferde yiyorum, bölemiyorum zamana. Ya da bana iyi bir sopa hem yiyene hem atana yarar cinsten.

03.45 - bence en iyisi topitoptur... - 17.12.2011

0 kere okundu

Bence en iyisi topitoptur, sapından tutup şekerin hem oynamak hem de ağzı tatlandırmaktır. Çocukluktur ne kadarı kalmışsa, eğlenmektir şekerlenirken, merdivenleri sekerek inmektir, erik ağacına tırmanmak, terk edilmiş bir evin camlarını taşlayıp kaçmaktır. En iyisi topitoptur, yürürken tekme attığın taşın peşinden koşmaktır evden uzaklaştığını umursamadan.

Röveşata gol atınca Bursalı olup timsah yürüyüşü yap da beni bekleme ardın sıra, yorgunum çökemem, çöksem de kalkamam üstelik ben yaşlı ve yorgunum, göbeğim çıkmış hafiften belim bükülmüş. Tekmeyi yiyen bacağın morarınca anlarsın öğretmenine çalım atmamayı Kadir Efendi, onlar vuruyorsa sen de vur Ozan, iyi de Osman da hal mi kalmış adım atacak.

Büyüyünce topitop da emmez bunlar, sözünde durmaz, maç alalım der gelmez bunlar. İki saat kalmışken kursu çıkar Fehmi’nin, Ömer’in baba evine gidesi gelir, Şerafettin’in ayağı atıl, Kerim hoca kanadı kırık Kartal’ın maçına gider. Büyüyünce tadı kaçıyor insanın, en delikanlısının lafı kuru gürültü.

Sabahları uyanmak gelmiyor içimden, okula gidesim gelmiyor, uyumak çekiyor canım, öyle malak gibi uyumak, saatlerce uyumak, uyumak da uyumak. Saat bir olmuş yatamamışım, şike sever Rıdvan konuşur NTV’de, Erman Amca Kanaltürk’de, hep aynı teraneden, hepsi uykuma uykuma basar tekmeyi, hakem evine gitmiş düdük çalan yok, git uyu diyen yok sabah kalkamadığımı bile bile...

En keyiflisi okul çıkışı, Özer’in sakızlı kahvesine üç ortak, iki de misafir biri kahve düşkünü, diğeri Ünzile’nin ayak izinde. Duvar ki yıllar öncesinden yadigâr, kim bilir kaç küçük işçi çalışmış inşaatında, arkasından bir ses “Urfa Dağları’nda gezer bir ceylan”…

18.58 - kabız sığırlar gibi... - 17.12.2011

0 kere okundu

Blog ödüllerinde finale kaldım güya, güya kelimeleri kullanıp jüride ki amca ve teyzeleri etkilemeye çalışacağım. Ama ne gezer efendim, kabız olmuş sığır gibi kuyruğumu bir sağıma bir soluma vurmaktan ibaret güncem. Değil cümle kurmak fikir gelmiyor aklıma, bendeniz kelimeleri kendime orospu etmiş Burak yazacak bir şey bulamıyorum… hatta inanmazsınız aylar öncesinden bir yazı bulup dün akşam yazmışım gibi yerleştirdim günceme. Jüride ki amcalar ve teyzeler birkaç yazı okuyacak en fazla, öyle aylar öncesine gitmeyecekler fikrindeyim.  Çok uyanığım çoook, açık sözlüyüm de üstelik…

Kısır döngü bu aslında, ben iyi görünecek kötü bir şey yapacağım, vicdanım rahatlasın diye itiraf da edeceğim ama olay bu kadarla da bitmiyor. Elemanlar iyi şeyleri okuyunca pozitif yaklaşım artacak, üstüne bir de açık sözlülüğüm eklenecek, biraz daha artı yani, bir de akıl oyunları her ne kadar üçüncü sınıf olsa da… Hem eninde sonunda benim yazılarım yayınladıklarım, farz edin ki temcit pilavı, ısıtıp ısıtıp masaya koyuyorum, yerseniz yani… İşte böyle canım koca kafalılar… Üçüncü sınıf blog yazarınız konu kısırlığı sebebiyle boş işler ile uğraşıp orta sahada top çevirmektedir… Ki aynı şeyi yapan Trabzonspor haftalardır galibiyet yüzü göremediği gibi başkanı ve teknik direktörü benim gibi boş boş konuşmaktadır her rastladığı kameraya.

Şimdi sinema vakti canlarım benim, biraz sokak iyi gelebilir son bir haftada iki kilo vermiş gövdeme. Arthur Conan Doyle´un hayat verdiği Sherlock Holmes gecenin kahramanı. Robert Downey Jr. Ve Jude Law beyaz perdenin ardında koştururken biz kırmızı koltuklara yaydığımız kıçlarımız eşliğinde bol GDO’lu patlamış mısırların tadını çıkartacağız. Belki elin yakışıklı gâvurları ya da güzel hatunları ilham verir de karalayacak bir şeyler bulurum jüriyi etkileme hevesinin de verdiği gaz ile.

Akşam yemeği olayı da var ama ben çok hevesli değilim. Sabah krep ve sucuklu yumurtaya eşlik eden zengin kahvaltı kadrosu çay suyunun akıntısına kapılıp sürüklendikleri midemde hissedilir bir şişkinlik oluşturdular.

Ve Twitter olayı üzerinde durulması gereken. Bir ay önce girdiğim ama on gün öncesine kadar yaprağını kımıldatmadığım trend sosyal paylaşım ortamında tamamen kişisel çabalarımla bin takipçi sayısını aşmış bulunmaktayım. Bir dolu retweet ve bir dolu add to favorites de cakası. İşler yolunda gidiyor anlayacağınız, zaman zaman paylaştığım blog linklerimle takipçi sayımda birkaç kat artış gözlemledim son bir hafta içinde. Hatta abartıp sayfamın linkini paylaşanlara bile rastladım. Aksi durumda asosyal toplumdan yana tweet mecrasında geçirdiğim zamana, dibime yanardım…

09.11 - başın sağ olsun Celalim - 20.12.2011

0 kere okundu

Bir tane somon bir kilo da hamsi ver dedim amcama, somon yerlisinden hamsi Marmara uyruklu… Peki dedi amcam, temizlenecek mi diye sordu. Evet dedim evde tekrar temizleyeceğim halde, kafasını kesip kaba pisliğini alın. Her ne demekse balığın kaba pisliği, öyle geldi aklıma öyle söyledim. Yıkarken fark ettim kaçak yolcuların balıkçıdan aldığım poşete sızdığını, hamsilerin yanına sardalyelerin karıştığını. Daha balıkları yıkarken durum bir sıfır oldu karşı taraftan yana. Güzel güzel kızarttım pulu kuruyasıcaları, mısır ununa bulayıp balık tavasına dizdim, az yağ ve kısık ateş… Allahtan salata vardı da aç kalkmadık masadan, balıklar çöpe ben salataya marş marş. Gerçi belki balıklar o kadar da kötü değildi ki ilk kez yemiyordum suyu bozuk Marmara’nın hamsisini ama yine de geçmediler boğazımdan, biraz o sebepten biraz bu sebepten. Birisi beddua etmiş olmalı, bir ay oldu ağız tadıyla balık yemeyeli.

Celal Hoca var bilmez bazılarınız, ilk geldiğim gün karşılaşmıştık kütüphanede. Ömer ile kitapları düzenliyordu… Seni bir yerden tanıyorum demiştim Ömer’e yanında ki cemaatçi kılıklı adama aldırış etmeden, o da benden çok haz etmemiş, bu ne biçim adam selam yok sabah yok seni bir yerden tanıyorumla giriyor mevzuya demiş kendi kendine. Gel zaman git zaman fark ettim ki içi de dışı da güzel bir adammış bizim cemaatçi kılıklı Celal hoca. Dün babasının cenazesine gittik, kızarmış gözleri ve gardı düşmüş sesiyle sağ olun dedi yanımda olduğunuz için. Oysa yanında falan değildik, namazı kılıp işlerimize dönmüştük, birimiz bile kalmamıştı destek olmak için. Ki iş arkadaşlarımızdan en sevilenidir belki de, herkese en çok iyiliği dokunanı. Angarya işlerimiz için bol bol harcadığımız zamanın birkaç saatini ayırmamıştık Celal hoca için. Şimdi insanlar beş para etmez desem bir dolu çemkiren çıkar ama bilmezler ki bu gerçeği değiştirmez, yüzümüze tokat gibi vurulur bir gün, takatimizde yoktur üstelik karşı koyacak, ya bir hastamız ya defnedilmesi gereken bir cenazemiz vardır. Celal Hoca yalnız mı kaldı, tabi ki hayır. Biz sıradan insanlar kendimizi dev aynasında gördüğümüzden çok önemli işlerimizden insanlığa ayıracak vaktimiz kalmamıştı gün itibariyle. Benim de kendimce mazeretlerim var herkes gibi ama hepsinin kendimi avutmak için uydurduğum kocaman yalanlar olduğunu da bilmekteyim.

19.58 - kahvaltı sevmem ben - 20.12.2011

0 kere okundu

Kahvaltı sevmem ben, yalanı da savaşmayı da, uzağını da sevmem yokluğunu da, sevmediğim bir dolu şey var senin sevdiklerine inat. Sana inat yaşadığım zamanlarım var, vapur iskelesine gidip gidip geri döndüğüm hatıralarım, sensiz adımlarım, içten içe mırıldandığım şarkılarım var. ” sen elimi bıraktığında tam sonbahar yağmurlarında,  biz senle aşkın masum çocuklarıydık, yanlış mevsimde açmış bahar dalıydık…” Bahar dallarında yeşerirken yapraklar, soğuk üşütürken, geceyken vakit saat sabahın üçüyken, uykulu uykusuz, sevdalı sevdasız, senli ve sensiz Adalar var, Kartal, Bostancı var…

Bu gece dans etmek gerek, sokaklara çıkıp koşmak, serserilere sataşmak gerek... Bu gece içip sarhoş olmak gerek, duvar kenarlarına kusmak, ayılmak için çorbacıları dolaşmak gerek… Bu gece içimde bir dolu şey, her adımda sen, her yudumda sen, dokunduğun ten, öptüğüm yüz sen, rüzgâr sen yağmur sen, bu gece sırf sen…

03.08 - evimin yolunu kaybettim - 22.12.2011

0 kere okundu

Beni neden eklemiyorsunuz facebook’ta diye başladı söze koca kafalı olan. Görmedim ki, hem sen yoktun oralarda dedim, artık varım dedi, hayırdır dedim, hayır dedi. Ayrılmış kanadı kırık topçudan, yalanını yakalayıp basmış tekmeyi eşek. Özledik sizi dese de belliydi konuşacak bir şeylerin biriktiği. Boş ver dedim, hayat gününde güzel, olması gereken olur, zaten siz demiştiniz dedi, evet demiştim.

Minik melek aldı telefonu, önce buse geldi, ardından Merve, şimdi de filiz, ben sevmiyorum bunları… Senin yerin ayrı, neden kafana takıyorsun onları dedim, ciddi misiniz dedi tabi ki dedim. Herkese aynısını söylüyorsunuz diye çemkirdi eşek, olur mu dedim, herkese aynı yalanlar söylenir mi. Hatta açtırdım hoparlörü dinletti diğer meleklere; “Gözde’nin yeri ayrı”.

Sabah erkenden kalkıp Kadıköy’e geçmiştim halamı almak için, önce eve geçip oradan da Sabiha Gökcen’in yolunu tutmuştum. Dönüşte Aydos’tan geçerken geldi aklıma koca kafalar, on beş dakika sonra da onlar aradı malum olmuş gibi. Yürürken yolumu kaybetmişim, baya baya aptallaştım telefonda lak lak ederken. Koca bir tavuk aldım şişe geçirilip kızartılmış, yürüdüm eve doğru gittiğimi zannedip, yanılmışım, ne Dap Yapı’nın evlerini gördüm ne denizi. Serseriler dedim, sizin yüzünüzden kayboldum, harbiden kayboldum, evim vardı buralarda benim, bu boş arazi nereden çıktı, bağlantı yolu nerede…

Twetterdan soğumaya başladım, taşıma suyla değirmen dönmüyor, üç beş ziyaretçi sayfamı tıklayacak diye saatlerce uğraşıyorum, bir dolu gereksiz insanla gereksiz konuşmalar yapıyorum ki pek çoğu sadece lak lak...  Bugün dünden daha az takıldım, muhtemelen yarın da bugünden az olacak.

Savaş yemin töreninden sonra Trabzon’a dönecek, oradan da Diyarbakır’a yolculuk. Usta birliği Diyarbakır Silvan, pek hoş gelmese de kulağa, tehlikeli olsa da gidilecek ve gereken yapılacak. Yarın yolculuk var, sabah gidersem yemin törenine yetişemeyeceğimden akşamdan gidip Seferihisar’da kalacağım.

20.54 - güncemden İzmir geçti - 23.12.2011

0 kere okundu

Kanadı kırık bir kuş uçar Karşıyaka’dan bu yakaya, gagasında eski püskü zeytin dalları. Bakımsız bir kadın, sürmesine yağmur suyu değmiş, siyah gözlerinde hüzün saklı, sokağında ben, ben de yol sevdası... Dün yağmurun Trabzon’du İzmir, bugün denizin.

Savaş yemin edecek dedik, asker olacak adam olacak dedik, atlayıp uçağa İzmir dedik, Seferihisar dedik, otel odası dedik film koptu. Sabah uyandığımda saat tam da o saatti dokuz otuzdu, tören vaktiydi koşmam gereken, kahvaltıya zaman yok, çaya kahveye ihtiyaç… Ver dediler telefonu, ne yapacaksınız dedim sizin yok mu, yeşil üniformasıyla baktı suratıma bi siktir git der gibi, sabahtan beri senin gibi kaç yavşakla uğraştım der gibi. Verdim telefonu, sırt çantası dedi, bilgisayar dedim, onu da ver dedi… bi siktir git deme sırası bendeydi, acemi askerlerin yürüyüş düzenini mi sızdıracaktım internetten İsrail’e, Fransa’ya. Emir demiri keser, adamlar kalabalık, belde silah, elde yetki… Peki dedim, peki… Alın bi tarafınıza sokun hem telefonu hem de bilgisayarı…

Bir dolu adam yemekhanede, bizimkiler sudan çıkmış istavrit, çırpınıyorlar en aptal halleriyle, bilmeyen özel seçmişler der, bilen bilir üniformanın bahşettiği aptallığı, sudan çıkmışlığı… Savaş dedim, bu bölük o bölük mü? Onlar sonra dedi, omuzu pırpırlı, irdelemedim, onda da silah vardı, kalabalıktı. Yanımda duruyormuş, ne haber oğlum dedim, iyi abi dedi, sivilleri giymiş, aptallığı valize sıkıştırmıştı.

Kumru aklıma gelince kumpir diyor dilim, nedense ikisine de hasret kaldım iki gündür. Twetter denen şekli bozuğa sordum İzmir’de kumru yenecek yer, Bostanlı cevabı geldi, ben Üç Kuyular’daydım yaramadı işime. Üç Kuyular ki Yusuf’un atıldığı kuyu gibi gece vakti, in cin top atar, yolda kalmışlar telaşlı, ben üniformam olmasa da aptal.

Bugün erdim muradıma, sucuk, sosis ve peynirden mütevelli ekmek arası “vitamin kaynağı” yanında eski sıkılmış şeftali suyu, Büyük Efes Oteli arkası, adını bilmem bir yer, çıtı pıtı bir garson, diğer ikisi ziyadesiyle öküz, öküzlerden biri kadın üstelik, eğilince estetik yoksunu göğüsleri seyre amade…

Dün uçakla gelirken tükürmek geldi içimden, camı açıp on bin metreden tükürmek kime kısmet olacak bilmeden, yanımda oturan hatuna baktım, pek bir hanımefendi, yapsam burun kıvırır, yapmasam kıvırmaz can sıkıntıma inat, hostese sorsam cam nasıl açılıyor, aptal suratı daha bir aptal… Sahi eskiden manken deyince akla güzel kızlar gelirdi, havalı kızlar. Şimdi güzeli gitmiş batasıca havası kalmış. Bari İzmir uçağına güzel hatun verin, giriş güzel olsu şehri hatuna… Yok be Şerafettinim kötü kedim, fikrim sabit değişmez, çık caddeye bak çevrene, on basar İstanbullun kızı İzmir’inkine, üstelik geçim ehli, üstelik burnuyla hava arasında seviyeli ilişki, üstelik evdeki domuz dağda ki sığırdan iyi.

Doksan sekiz yazıydı, Mehmet ve ben kıçı kırık gönlümüzü gövdemize yükleyip Ege2nin yolunu tutmuşuz, İzmir’e düşmüş yolumuz, otosuna stop dediğimiz adam Bulgar çıkmış, adam Türkçe bilmez, Mehmet Bulgarca, ben birine Fransız diğerine Trabzonlu. Kız Bu Efes oteli ne taraf dediğimiz her eteği eksik burun kıvırır, oysa ziyadesiyle serseriyiz, yırtık kotlarımız top sakalımız, sırt çantamız bile var arka koltukta. Ulan Mehmet dedim ne kadar hatun varsa şu İzmir’de… Sen coştun yine dedi gülerek, üçü beşi neyine yetmiyor, hepsine göz diktin. Gel zaman git zaman üniversite yılları, çıtı pıtı bir orta malı seğirtir etrafımda, çocuklar gaza verdi yanına gittim, hatun kafa bulacak benle niyeti bozuk, kızlarla kötüyüm o zamanlar ama kelimelerim kaşarlı, bir daha olur olmaz birisiyle kafa buldu mu bilmem ama suratıma bakmadığını herkes biliyor.

15.24 - Twetter´dan gelenler... - 24.12.2011

0 kere okundu

Twetter denen merete bulaştığımdan beri yazmak zor gelmeye başladı. Tüm sözleri twit atarak tüketiyor yazmaya bir şey bırakmıyor gibiyim. Mesut bu kıyağımı unutmayın diyor arkadaşlara, sayemde size sarmıyor artık, Vildan sen bu aralar duruldun bir şey mi var diyor, Naide veriyor cevabı; artık Twetter´da konuşuyor, bilmiyor musun? Mesut gir dedi bana girdim, ben gevezeyim yetmez yüz kırk karakter dedim kendi kendime ama kısa zaman da yetinmeyi öğrendim. Edebiyat dediğin az kelimeyle çok şey anlatmak zaten, üstelik olanca yalınlığıyla. Gerçi havalı ya da esrarengiz görünsün diye arada karmaşık bir şeyler yazmıyor da değilim.

Daha önce dile getirmiştim Twetter’a girme nedenimi; dilimin kıvraklığından dolayı üzerime yönelen ilgiyi sayfama yönlendirecektim, tırı vırı Dünyama… Biliyorum dilimin kıvraklığı derken kendini beğenmiş bir tutum sergiliyor gibi göründüğümü ama zaten beni okuyanlar biliyor, doğrum kadar yanlışı mı da söylerim. Bu hayatta iyi yaptığım topu topu iki üç iş var, kötü yaptığım onca işi söylerken iyi yaptıklarımı neden yazmayayım. Lise hayatım kitap okumak, boş boş konuşmak ya da birilerine sataşıp sonra da hırpalanma korkusuyla abimin arkasına saklanarak geçti. Çok konuştuğumdan çok laf işittim, çok yüzüm kızardı, çok kapak yedim, kaşarlandım yani. Bu arada mutfakta da iyiyimdir, balık dedin mi Burak’ta duracaksın, inanmayan kime isterse sorsun. Hatta şimdi sürüp Pendik´e geçeceğim, İstanbul’da ilk alışveriş yaptığım, her seferinde taze balık edinebildiğim balıkçı orada, Pendik Balıkçısı. Geçen hafta Maltepe’den aldığım hamsilerin yarısı sardalye çıkmıştı mesela, yemeden çöpe atmıştım tadına baktıktan sonra.

Çok uzadı paragraf, yenisine geçmeden bitmeyecekti konu… Efendim Twetter demiştim, sayfama yönlendirmekten bahsetmiştim… Birkaç arkadaş edindim fikrime dost zikrime ziyaretçi. Aysun Kırtaş, İnci Kadıoğlu, Ayşe Ayar ve Nihan Özveren şimdi aklıma gelenler… Yalan oldu azıcık pardon, aklıma gelen değil de Twetter hesabıma baktığımda ilk gözüme çarpanlar. Son yirmi gündür topla yirmi yedi ülkeden ziyaretçi çekmiş sayfam, günlük ziyaretçi sayısı üç katına çıkmış, hepsine teker teker sevgilerimi gönderiyorum. Sanırım bu kötü bir şey değil ama Twetter´dan vazgeçtiğimde de aynı ilgi devam edecek mi bilemiyorum, etmeyecekse o kadar da iyi değil demektir fikrimce. Beğenilmek güzel şey her şeye rağmen, kaşının gözünün beğenilmesinden öte bir şey fikrinin, kaleminin beğenilmesi, daha sağlam bir şey.

Dün akşam uçağa bindiğimde ki bilenler bilir minik bir İzmir ziyareti yapmıştım pilot amca havada rüzgâr var arada sarsılabiliriz diye uyarıda bulunmuştu. Ulan göte geldik dedim içimden, zaten özünde korkarım uçaktan, ayağım yere basmalı. Tam da ortada oturuyorum, kanat üstünde kaza halinde uçağın boşaltılacağı yerde, sakatta yani bence. Sağ tarafıma baktım kıllı mıllı bir öküz, korkunca elini tutsam uçaktan inince o da benimkini tutmak ister, fena yani. Uyuyayım dedim iyisi mi… bir gürültü üstelik fena bir gürültüyle uyandım. Camdan dışarı baktım bişiler var, ulan düştük mü dedim saniyenin onda biri zamanda, yok dedi yarım aklımın sesi, indiniz oğlum, indiniz. Ohh be dedim, yırttık yine.

21.53 - beyaza ve siyaha bürünür gecem - 25.12.2011

0 kere okundu

Tanımadığım insanların şehrinde tanımadığım bir hayat yaşadığım, çocukluğumun düşlerinden uzak, ilk gençliğimin sevdalarına yabancı, yazdan kıştan gün görmemiş, günü akşam akşamı sabah görmemiş. Rahatsız edici bir mutluluk hissinden bahsetmiştim, sebepsiz üstelik inadına gülücükler, boş sözler daha boş gövdelere, minik sarsıntılar, şiddetli korkular ve yine yazlar kışlar… Ben sonbahardan yanayım, üstelik eylülü severim, eylülü seveni severim üstelik, dökülen yaprakları, güz yağmurlarını, toprak kokan sokakları. Sahilleri boştur, denizi dalgalı, suyu soğuk, insanı az… Ben son baharları severim, ilkbaharlarda ki toyluğa inat, ben yaşanmışı severim maceradan uzak…  Yalanlarım vardır üstelik irili ufaklı, söylemekten utandığım, utansam da yaşadığım… Yağmursuz geçti mevsim, hüznüm ondandır belki, belki artık ayağım denizi çekmediğinden. Benden sana tek hatıra sözlerim kalsın gülüm, sonbaharlara sakla, sözlerimde sonbaharı sakla…

Ah be hayat, neden elimizde sihirli değneklerin yok, neden burnumuzu oynattığımızda değişmiyor dünya. Yaşlanmaktan mı korkuyorsunuz diyor, gülüyorum. Sahi yaşlı mıyım ben alıp başımı gitmek isterken, yeni yıllara her gözümü kapadığımda. Yeni yıllar ki altı metrelik tahta kayığın dümeni, sağa çevirsem sola, sola çevirsem sağa gider, ne dediğim önemsiz o nereye isterse oraya gider.  Kayık ki iskelesi ayrı renk küpeştesi ayrı, baş üstü ayrı sancağı ayrı…

Kısılır soluğum susar sesim, bir mavi hüzün çöker üstüme, bir gri kar yağar, beyaza ve siyaha bürünür gecem, mevsimim kış, ellerim soğuktur. Başımı alıp gitmek zamanıdır yol iz bilmeden, kimseye hoşça kal demeden, merhaba demeden…

10.36 - çok dertiliyim çoook - 27.12.2011

0 kere okundu

Bir göz yanmasıdır, baş ağrısıdır almış gidiyor, geceden kalıyorum, sabaha çıkamıyorum, sokağa çıkmasam da sokağa çıkıyorum, öle bilmediğiniz salak, duymadığınız aptal, kel kafa, minik göbek, soğuk hava, sıcak yatak… Her sabah uyanınca varsa yakınlarda su içerim, banyo uzakta olsa da gider duşumu alır, suyla merhaba derim güne. Bugün de aynısı oldu önce içimi sonra dışımı yıkadım ama uyanamadım, geçmedi gözümün yangını. Erken yatacaktım güya, önce saat dokuz gibi bozdum niyeti sonra gece yarısı, finali gece yarısından üç saat sonra yaptım, gözümün üzerine yerleştirdiğim dondurucudan çıkmış ped ile uyku teyzenin kollarına teslim ettim gövdemi. Hor kullanmış haspa, mutlu edemeyen yosma… Ya da bu uyku denen şeref yoksunu erkek mi diyorum zaman zaman, kendimi teslim ettiğim kısa zamanlarda mutlu etmiyor beni, öle iki arada bir derede kapı dışarı durumu yaşamak zorunda bırakıyor.

Siyah pantolon Trabzon’dan, siyah gömlek karaca, fuşya kravat Dufy’den ve koyu gri balıksırtı desenli ceket Kip’den. Bakıyorum bakıyorum aynaya anlayamıyorum, kılık kıyafet fena değil de bu içinde ki sığır nereden. Ne işim var benim burada, sabahın köründe üstelik, İstanbul denen hayvanat bahçesinde, evimden uzakta, yatağımdan uzakta, annemden uzakta… Saat 10.21 ve ben yeni uyanmış kuymak yiyor olmalıydım, sonra yatağıma dönüp biraz daha uyumalı, uyanınca da hayatı doğaçlama yaşıyor olmalıydım. Denizin kenarında üstelik bir tarafım yeşil diğeri mavi, parmağımı şıklattığımda yağmur, göz kırptığımda kar, üşüyünce güneşe doymalıydım. Ahhh bu uykusuzluk akıl mı bırakıyor adamda, kıçı kırık halimle nelerin sevdasındayım…

Derin konuşmayı öğrenmiş olsa şimdi arar “amcanı çok mu özledin” derdim, mırın kırın ederdi belki, belki evet amca derdi ama ben her durumda uzattıkça uzatırdım eşeğin sesini duymak için. Sonunda dayanamayıp amca yaaaaa deyince zaten ananla babanın kızısın defol git serseri diyerek bir daha ki konuşmamıza kadar trip moduna girerdim. Şimdi arıyor babası keyfi yerinde konuşun diye, gag guk sesleri geliyor ara ara, ağabeyim duydun mu konuştu diyor, emin misin diyemiyorum, evet duydum demek daha sevimli geliyor. Özledim eşeği, büyümüştür de şimdi, azar azar konuşmaya başlamıştır, belki canı amca demek istiyordur, sıkılmıştır anne ya da baba demekten, dede demekten. Sahi babalar ve dedeler daha şanslı anneden, sessiz harfle başladığı için baba ya da dede kelimesi daha erken öğrenilir minik canlılar tarafından. En kötüsü de amca olmak, hem sesliyle başlarsın hem uzaktasın, hem dağ hem deniz… Çok dertliyim çooook…

18.07 - yarından uzak bir gün - 28.12.2011

0 kere okundu

Gün içinde koşturarak biriktirilen yorgunluk akşamları dinlenerek azar azar harcanır sanırdım. Nerden temin etmişim, niye gövdeme dert etmişim bilemedim, günlerdir bir yorgunluk üzerimde, saatlerce uyusam da, ayaklarımı uzatıp otursam da geçmiyor. Gözümde bir yanma, bacaklarımda hamlık, başımda ağrı itele itele gitmiyor. Yarayı tuzla ovmak gerek, yorgunluğun üzerine gitmek gerek, madem terk etmiyor gövdemi üzerine kuma getirmek gerek… Karacan’dan aradılar, maç var akşam gelir misin dediler, gelirim dedim, seve seve üstelik.

Sabahın köründe çaldı telefon, abim; Derin senle konuşacak dedi. Gıy gıy gıy bişiler mırıldandı deniz görmüş minik akide şekeri, belki özledim seni amca, belki gel artık dedi. Az kaldı gözümün nuru, ocak sonuna kalmaz yanındayım, üstelik on gün sen ve ben…

Sabahın körü dediğim 10.00 civarıydı, telefondan sonra geri döndüğüm uyku keyfinden öğlen uyandım ve sokağa attım kendimi. Bizim kafası kocaların iş yerlerini gezeyim dedim ama pek başarılı olamadım. Ne işiniz var sağda solda, anasının gözünde Çekmeköy’de, Üsküdar’da… Gitmem arkadaş yok keyfim bugün, yarın belki yarından da uzak bir gün, kısmet artık.

00.24 - oyun devam ediyor - 30.12.2011

0 kere okundu

Neyine senin maç yapmak koca kafalı, yersin tekmeleri oturursun aşağıya. Karşı takım da ayrı bir öküz arkadaş, erkek değiller mi canlarına ot tıkasıcalar. Sol ayağımın bileğine çalıştı önce zıbıdının biri ardından üç ayrı zıbıdı birer kez sağ ayak bileğimin aynı yerine pata küt. Kavga mı istiosunuz olum, ben o bildiğiniz yumuşak bileklilerden değilim, bildiğiniz belki de bilmediğiniz kazmayım, vurmayın işte acıyor.

Ayaktan geçtim gözler sorun çıkarttı, bir yaş, birden çok sızı, yorgunluk… Hakkını alır bu gözler benden söyleyeyim, en iyi çalışan organlarımdan ikisini çok hor kullandım bu ara, yok efendim bilgisayar, yok efendim yine bilgisayar, bir daha ve bir daha bilgisayar. Ne oldu gözlerine diyor arkadaşlar, hiç diyorum, eşek tepti.

Blog ödülleri dırt çıktı sevgili seyirciler, finale kalsam da ödül alamadım ki ödül var mıydı onu da bilmiyorum hala. Dereceye girenlere davetiye göndermişler ama bana bişi gelmedi. Demek ki ben ödül alamadım, sağlık olsun efendim, yola devam aynı hızla.

Dersler başladı AÖF’de, bu yıl İşletme dördüncü sınıflara girişimcilik, halkla ilişkiler ve radyo televizyonculuğa da iletişim bilgisi anlatacağım. Dersler konusunda bilgim var mı, tabiî ki hayır. Peki nasıl anlatacağım, masallar ve masallar efendim, bildiğiniz masallar tırı vırı Dünya’dan. Öyle bir hevesle dinliyorlar ki inanamazsınız, sanırsınız ben o dersin âlimiyim, ağzımdan bal damlıyor ve tek damlasını yere düşürmemek için çırpınan öğrenciler mevcut. Öğrenciler dediysem koca koca adamlar ve kadınlar. Gel de sevme kendini arkadaş, bilmediğim şeyi böyle anlatabiliyorsam bildiğimi siz düşünün. Ama ufacık bir sorunumuz var, hayatım boyunca hiçbir şeyi tam olarak bilemedim. Kendimden utanıyorum…