GİDERİM BELKİ - 15.08.2017
18 kere okundu
Ölürüm belki, belki ölmem bilmiyorum. Hayat sigortamı üç katına çıkardım. Bankayla görüştüm, ne kadar kredi verirsiniz dedim, ne kadar istersiniz dediler, tamam dedim. Ölürüm belki, belki ölmem bilmiyorum. Ama yarın ölecekmişsin gibi yaşa diyor kitap. Çok erken yarın, üç beş ay yapalım şunu. Bunca yıllık hukukumuz var!
Ölmeden önce yapılması gereken yüz şey listesini yapacaktım ama muhtemel son günlerimde durup liste ile uğraşmak aptallık olur diye düşündüm. Aklıma geldikçe yapayım dedim, attım kendimi sokağa. İlk hedefim hödük bir minibüsçü dövmek. Ama çakal gibi sürüyle geziyor ibneler. Bir tanesini döverim, hadi ikinciye de bir iki yumruk salladım ama üçüncü gelirse kesin hastanelik olurum. Giderayak minibüsçü dayağı yersem çizik karizmayla öteki tarafta keyifsiz günler geçirmem muhtemel. Minibüs yolu dışına sürüklemem lazım bir tanesini ama nasıl. Erteledim bunu, birkaç hafta sonrasına.
İkinci kitabımı bitirmeliyim dedim ve oturdum bilgisayarın başına. Öteye beriye çiziktirdiğim şiirlerimi topladım. Doksana yakın ipe sapa gelir satır kalabalığı çıktı ortaya. Beş kişiye gönderdim. Sevmediklerinizi kırmızıya boyayın dedim, olsa da olur olmasa da olurları sarıya. Olur da ay ben buna bayıldım dediğiniz olursa yeşil rengi kullanın. Bir tanesi whatsapptan yazmaya başladı bunlar hep yeşil diye. O da anlamış öleceğimi, aklınca moral veriyor. İşini yap sen arkadaş, vay arkadaş. Ben zaten sigortaya ve bankaya attığım kazıkla moralli gideceğim, bir de minibüsçü döversem değmeyin keyfime. Eylül başı kitabı hazırlayıp Kadir’e göndereceğim. O da muhtemelen şiir satmıyor diyecek, mırın kırın edecek ama sanki düz yazı satıyor. Sekiz senede bir kitap yazdık, sekiz kişi iştahla okumadı. Aslında geberecek çok kişi var ama işte sırayla olmuyor bu işler. Çok oldu karar vereli, okur denen kalabalık puşt gibi, gavat gibi bişey. Gidici olduğum için rahatça söyleyebilirim; ya çok olacak okur ya da hiç olmayacak. Üç beş kişi sevdi diye ulan yazsam mı yine ikileminde kalıyorsun; yazsan bi dert yazmasan bi dert. Kimse okumasa süper, benden olmuyor diyip şarkı söylemeyi denersin. Gerçi şarkıcı ölür ben yaşarım diye umuyordum ama olmadı. Hastanede ziyaret ettim, domuz gibi maşallah. Neyse, şarkı söylemek bizim işimiz değil. Madem yaşamaya devam edecek o yapsın.
Kızım var, tek dert o. Ama onu da hallettim. Bu eşek sıpası biraz dedeye biraz da bana benzemiş. Herkesten vazgeçebiliyor ve ziyadesiyle bencil. Bir ağlar, iki iç geçirir ama alışır bensizliğe. Mektuplar yazacağım ona yetiştirebilirsem. Her yaş günü için ayrı mektup. On sekiz yaşına kadar. On sekizinci yaşında da muhtemelen Ceyhun yapar benim yerime bunu bir kitap bastıracağım. Onun için yazdığım yazılar var, okuma olayını henüz çözemediği için bilmiyor. Onları ve mektupları kitaplaştırıp on sekizinci yaş günü hediyesi olarak nanananaaaam. Bakıyorum öteye beriye; yaşayan öküz babalar bile benim ölüyken yaptıklarımı yapmıyor kızı için. Hem genlerim var onda miras olarak; özenle seçilmiş elit genler. Gerçi annesininkiler de var ama biraz geri dursunlar lütfen. Meftaya saygı gereği bana ait genlerin öne çıkmasına izin versinler. Yaşasam derin için de bir şeyler yazmak isterdim ama son birkaç ayımda bile sosyal medyayla uğraşmaktan yazmaya zaman ayıramayacağım sanırım. Affet beni Derinim, amcan aptal bir öküz. Demir serserisi, kızıma sataşırsan gece rüyana girerim haberin olsun. Şaka lan şaka, rüyana girerim ama taktik vermek için. Büyüyünce anlarsın ne demek istediğimi.
Annemle ilgili mevzuya hiç girmeyeceğim, zira bu konuda espri yapmak bile içimden gelmiyor.
Bu zamana kadar yazdıklarımı okuduğum bir ev sakini bıçakla saldırdı bana, kendimi çalışma odama kilitleyerek yazmaya devam ediyorum. Allahın işine karışılmaz, sen gitme dedin diye kalacak değilim. İsterdim gerçi ama elde olmayan sebepler, malum… Gerçi onca kahrımı çektin, bi bıçaklamak da hakkın ama canım yanar diye korkuyorum. Birlikte yaptığımız şeyleri sadece kızımla yap. Başkaları bilmesin; deli derler, tefe çalıp koyarlar seni. İçlerindeki çocuk öldüğü için senin içindeki çocuğu da akıllarının tımarhanesine kapatmak isterler. Güvenme onlara, hiçbirine. Ben yokum diye her dediğini yapma o bacaksızın, sonra önünü alamazsın. Diploma aldığında, işe başladığında, evlendiğinde falan da ağlama boşuna. Kimse görmese de ben civarda olacağım. Trabzon'dan uzak kalmasın, her yıl en az bir kere gitsin. İyi tarafından bak, artık kimse kızdı diye bütün evi ayakkabıyla gezmeyecek, gömleğini pantolonunu öteye beriye atmayacak, ellerini yıkadıktan sonra şıp şıp ortalarda dolaşmayacak. Soğuk gecelerde senle yatmasına izin ver, üşümesin. Unutmadan... O gün o göt Ümit’i de etrafta görmek istemiyorum. Vicdan azabıyla alkolik olsun, beter olsun ibne. Uğrarım ben zaman zaman, açmam arayı. Söz. Ama o bıçağı yerine bırak lütfen!
Dışarıdan müzik sesi geliyor, zara olsa gerek. Uyan sunam uyan derin uykudan diyor. Mp3 listesi yapmam gerek. Malum yerde can sıkıntısından ikinci kez ölmek istemiyorum. Şimdi diyeceksiniz ki orada mp3 mü olur. Sanki çok gittiniz de biliyorsunuz olup olmayacağınızı. Benden size bir tavsiye, yaşanmışlıklardan çıkarılmış bir ders. Her boku bilmeniz gerekmiyor. Ben otuz yıl boyunca her şeyi bildiğimi zannettim ve bunu herkese göstermek için konuştum durmadan. Son on yılda ise çeşitli yöntemlerle “ulan geri zekalı, bir bok bildiğin yok” dedim kendi kendime. Tam da kendimi inandırmışken -ki hiçbir şey bilmediğini bilen insanların bir bölümü tattan yenmez- hakem tabelayı kaldırıp uzatma dakikalarını işaret etti. Ben de doldur boşalt kıvamında minibüsçü aramakla başladım işe. Müzik olayı önemli ama Zara’yı yanımda götürmüyorum. Hem yanımda kadınla gitmek kötü izlenim uyandırabilir.
Diyeceğim o ki zaman geçiyor; durasıca akrep ve yelkovan kıçına nişadır sürülmüş eşek gibi koşturuyor. Beni umursadıkları yok tabi. Kimim ki ben. Bir bölü yedi buçuk milyar. Matematiğini yapsan kim olduğumu yazmak için üç gününü virgülden önceki sıfırları yazmak için harcarsın. Değmez yani. Ulan az yapılan bir şey diye kitap yazdık. Yılda beş yüz milyon kitap basılıyormuş. Al sana virgülden önceki sıfırlarla yaşanacak gereksiz bir macera daha. Şimdi bu dinsiz imansız akrep niye yavaş dönsün kızım beni üç beş gün daha fazladan görecek diye. Kızım da yok zaten, nerede bir kalabalık görse peşine takılıyor. Aynı benim çocuk günlerim. Akıllanırsın ama ben görmem derdi babam. Akıllandım mı bilmem ama kızım da akıllanır ama ben kesin görmem. Abi sen de yedi sekiz saatin akrep ve yelkovanını kır. Bir de şu toprağı kaldır oradan. Belki cavcaga fındıkları hala yaşıyordur. Bir boşluk bulmuşlardır nefes alacak, birileri kurtarsın diye bekliyorlardır. Ümitleri ölse de kendileri ölmemiştir belki. Zaman bulursan resim yapmaya geri de dön. Çalışarak bir bok olmuyor. Ben otuz yıl çalıştım çünkü, bi bok olmadı. Aklımda kalan çalışmayıp aylak aylak gezdiğim zamanlar hep, severek uğraştığım şeyler.
Kar abd a
Bosis
25.08.2017 Cuma
Kitabını.okudum çok sıkıcı3.kitapta ruh yoktu.
.insani yoruyor
GRİ ve SİYAH - 29.08.2017
7 kere okundu
Kısmeti kapalı bir güne daha merhaba derken saate bakma ihtiyacı hissediyor insan; yediyi on altı dakika geçiyor. Günaydın sözcüğünün dalga geçmek için kullanıldığı saatlerde sıcacık yatağını -ki mevsim itibariyle sıcak olması o kadar da iyi bir şey değil- terk edip kölelik sisteminin çarkları arasında biraz daha ufalanmak için hazırlanıyorsun. Amerikan filmlerindeki cenazeleri süsler gibi süslüyorsun kendini. Seninki de bir çeşit ölüm. Yavaş yavaş ölüyorsun yaşamak yerine. Üstelik son kez de süslenmiyorsun, yarın sabah da yapacaksın aynı şeyleri. Bilerek ve isteyerek üstelik, belki de en kötüsü de bu.
Eleştirmek için yaratılmış bir topluluğun payına düşeni heyecan duyarak, iştahla yapan sıradan bir bireyiyim ben. Tıpkı diğer milyonlarcası gibi. Mutluluk endeksi diye bir şey var. Arada gazetede haberleri çıkıyor. Gazete dediysem internet üzerinden… Yoksa o süprüntülere para vermeyi yıllar önce bıraktım. Aptallığımın sınırları dışına çıkardım kurmaca cümle ve fotoğraf çöplüklerini. Bu endeks meselesinde dünyanın en kötülerinden biri çıkıyoruz her seferinde. Hayatın güzelliklerinden önce eleştirebileceğimiz şeyleri arayan gözlerimiz ve kulaklarımızla da başka türlüsü olamıyor zaten. Bardağın boş tarafı üzerine uzmanlığımız. Sonrası malum. İpe sapa gelmez yargılarımızı kulaktan dolma bilgilerimizle destekleyerek linç ediyoruz önümüze ne çıkarsa. Dün iyi dediğimize kötü diyebiliyoruz. Dün sevdiğimizden bugün nefret edebiliyoruz. Dün yaşarken bugün ölebiliyoruz. Ama önce süslenmemiz gerek. Aslında iç güzellik her şeyden önemlidir ama yine de biz en güzel kıyafetlerimizle çıkalım sokağa. Bu hayvanlar bizim gibi değil, tek dertleri nasıl göründüğümüz!
Yeşil yapalım dedim, ya da pembe veya mavi. Yok dedi, dediler… Devlet dediğin ciddi olur, ciddiyetin rengi de gri ya da siyahtır. Lacivert olsa olmaz mı dedim. Cevap bile vermediler. İçi gri ya da siyah olan insanlardan renkli bir şeyler beklemek akıl karı değil zaten. Kız madalya azanmış minderde, çocuk da aynı minderde kıza evlenme teklif etmiş. Güreş federasyonu başkanından jet gibi açıklama; tasvip etmiyorum. Etsen şaşırırdım zaten. Gri ya da siyah bir kalpte sevgi aramak samanlıkta olmayan iğneyi aramak gibidir. Ben de sevmem öyle uluorta evlilik teklifini. Evliliğe de karşıyım, teklifine de. Hatta bunun milletin gözüne sokulmasına hepten karşıyım. Birkaç seneye şiddetli geçimsizlik ya da aldatmadan dolayı ayrılacaksınız muhtemelen. Çocuk ortada kalacak. Bir taraf ömrü boyunca ödeyeceği bir nafakaya mahkûm olacak. Ama güzellik işte... Bırak isteyen istediği gibi yaşasın. Renk gelsin devlet kurumunun binasına. Pembe gelsin, yeşil ya da turuncu gelsin. Mavi gelsin olanca canlılığıyla. Bırak minderde mutlu olsun kızcağız, çevreyi rahatsız etmeyecek seviyede şarkılar duyulsun hoparlörlerden. İçindeki siyahlığı bulaştırmaya çalışma başkalarına. Kendin gibilerle al gülüm ver gülüm oyna sen yine, kendi dünyanda istediğin boka bulaş, istediğin düzenbazlığı yap ama uzak dur benden, bana bulaşma. Gizli kapaklı yerlerde delirerek, kontrolden çıkarak mutlu olmaya çalışma. Ya da çalış ama kendin gibilerle… Bana bulaşma. Ben mavi seviyorum, yeşil seviyorum. Ben insanları olduğu gibi kabul ediyorum. Tasvip etmediklerimden uzak duruyorum. Benim gibi olmayanı tukaka etmiyorum. Ömrün uzun değil, ömrünüz uzun değil. Eninde sonunda yok olacaksınız. Mezarınızın üzerinde yeşil otlar bitecek, pembe çiçekler açacak. Gökyüzü uzanacak boydan boya mavinin her tonuyla. Artık çok geç olacak!
Sevgisizlik her sorunun temeli. Sevmeyen insanlarla dolu bir şehrin gri binalarla dolu olması kaçınılmaz. Hava kararmaya başladığında bazıları gizli kapaklı yerlerde, bazıları açık açık alkolle sulasa da içindeki mezarlığı ölüyü canlandıramaz. Ayık kafayla ulaşamadığınız yere sarhoş kafayla ancak ulaştığınızı sanırsınız. Normale döndüğünüzde her şey eskisinden de kötüdür.
Uyanmasak daha iyi sabahın köründe. Öğleden sonralara kadar yatakta kalsak. Görmesek sokakları dolduran kalabalık yığınlarını. Biz bize kalsak. Kulak versek içimize, en içimize inip hal hatır sorsak. Bir sıkıntın var mı, bir derdin var mı desek en samimi ses tonumuzla. Çözebildiğimiz dertlerimizi çözsek, çözemediklerimizi kabullensek. Kendisiyle barışık olmayan kimseyle dost olamaz gibi bir laf etmiş olmalı eskilerden biri. Dost olsak kendimizle, sevsek sevebildiğimiz kadar. Radyoda sevdiğimiz bir parça çalsa, sevdiğimiz tarafından kalksak yatağın. Banyoda yüzümüze iki avuç su vursak. Kahve yapsak kendimize ya da çay. Günaydın bile denmesine razı olsak. Pembe olsak ve mavi, bir de yeşil. Çünkü önce içiniz renklenir, sonra dünya.