BAHAR GELDİ DİYORLAR - 8.04.2019

30 kere okundu

Gideceği yer bilinmese de başlamalı bir yerden, kurulmalı cümleler kurallı kuralsız. Aralara yeşilli morlu çiçekler serpiştirilmeli. Meltem esmeli usul usul denizden. İyot kokusu getirmeli huzura özlem duyanlara.” Ne kadar az bilirsen o kadar az uyursun.” demiş Gorki. Bilinse de bilmezlikten gelmeli. Gelmeli yani her nereye gittiyse, her nerede kaldıysa gelmeli oradan. Başlamalı çünkü; mart bitti, nisan yol aldı çünkü. Yeşerdi uzaklarda dağlar, kaldırım diplerinde çimler, ağaçta yapraklar, gönülde yeni yeni sevdalar yeşerdi. Bahar geldi diyorlar, inandım ben.

Sabahları daha güzel uyanıyorum artık, güneş doğmuş oluyor. Çarşaf bırakmıyor yakamı, yastık şarkılar söylüyor. Açıl perde açıl diyorum, açılmıyor. Kalkıp yataktan kendi işimi kendim görüyorum. Buyur ediyorum güneşi odama. Pencereyi aralayıp temiz havayı dost ediyorum güneşe. Mutfağa yürüyüp su ısıtıyorum, kahve yapıyorum kendime. Şeker kullanmıyorum. Müzik açıyorum kendime; Kerem Kekeç söylüyor; Gafil gezme şaşkın, bir gün ölürsün... Baharda ölür mü insan hiç, ilahi Kerem!

Sokaktan martı sesleri geliyor, çöp karıştırıyor yine utanmazlar, kedilerle kavga edecekler yine. Bir martı olsam diye geçiriyorum içimden; Jonathan gibi gün batımına dek uçsam. Yorulduğum yerde dinlensem, acıktığım yerde yesem. Hiçbir şey yapmak istemediğimde bugünü geçirmek için harika bir yer burası diyebilsem. Ne bağım olsa bir yerle, ne de gönlüm kalsa kimsede. Beni ilgilendirmeyene uzaktan baksam, yakınına süzülsem gönlüme bahar getirenin. Nereden gelip nereye gidiyorsun diye soran olursa denizden desem. Denizden geldim, denize gidiyorum; üstelik mevsim de bahar.

Kısa hayatlar kadar güzeldir kısa cümleler de. Peki dersin, tamam dersin, neden olmasın dersin. Damağında bırakır tadını kahve, usul usul akar gider içine, ısınır için. İyi şeyler iyi hissettirir insana. Bahar sabahı gibi, pencereden odaya dolan ilk ışıklar gibi, kahve gibi. Sevdiğin bir sesten dinlediğin sevdiğin bir şarkı gibi. Mutluluk küçük şeylerde saklıdır, evi içinde olanın evinde saklıdır mutluluk. Baharı bilmeyenin neyine yaz, Karun kadar malın olsa ne fayda.

ÖZGÜR BIRAK KELEBEKLERİ - 11.04.2019

894 kere okundu

Güzellermiş dedim. Cidden mi dedi, güzeller mi? Evet dedim, çok güzeller. Mahcup bir gülümseme belirdi dudağının sol yanında. Sola ve sağa doğru uzadı ağzı. Kocaman gözleri parladı. Teşekkür ederim dedi kısık sesiyle. Gülümsedim ben de... Beyaz dedim, lacivert ve bordo bantlar üzerinde... Kimin aklına geldiyse iyi yapmış. Neyi dedi, ayakkabılarımı mı? Evet dedim. Ayaklarımın da hakkını verirsin belki dedi. Vermem dedim, hiç vermem. Varsa kendileri alırlar haklarını. Hem baharla yaz arası gibi duruyorlar, sıcaktan ılığa kaçmışlar biraz. Lacivertleri maviye, bordoları da pembeye çalmak istiyorlar sanki.  Biliyorlar da nerede duracaklarını. Haklarını da bırakmazlar kimseye bence. Yine güldü, yüzünde ki mahcubiyet azalmıştı. Bence diye biten ya da başlayan cümlelere mesafeli dururdu. Ama sevmişti bu kez, ruhunu okşamıştı cümleler.  Bunların hepsini benim ayaklarım mı yapmış dedi. Ayaklarını küçümseme dedim ciddi bir sesle.

Bira kokuyordu nefesi. İçtin mi sen dedim. Evet dedi, birkaç bişey içtim, içmese miydim? İç dedim, karışmam ben. Karışsan da içerim ki dedi. Biliyorum dedim. Biliyorum dedi, her şeyi biliyorsun sen. Güldüm ben de. Kimse mükemmel değil dedim. Benim geldiğim yerde herkes her şeyi bilir. Bilmedikleri şeyler de boş şeylerdir zaten, bilinmese de olur şeylerdir. Sahi nereliydin sen dedi. Biliyorsun dedim. Yok dedi, bilen sensin. Ben bugün senin bildiklerini dinlemeyi seçtim. Alkol dedim, iyi geliyor sana. Bira içtim dedi, alkolle ne ilgisi var. İkimiz de gülüyorduk.

Ilık bir rüzgâr esiyordu denizden. Benim hikâyelerimde hep ılık rüzgârlar eser zaten. Okşar saçını kadının, kokusunu alır götürür tepelere doğru. Mor menekşeler açmıştır şimdi, papatyalar bi seviyor bi sevmiyordur. Açıktan koyuya dönüyordur yeşil. Serçeler yuvalarını yapıyordur. Ya nisandır aylardan ya da mayıs.  Eskiden olsa kelebekler de olurdu. Ama güzel olan pek çok şey gibi onları da bitirdik.

Neyi bitirmişiz yine dedi. Kelebekler dedim, bilir misin kelebekleri. Bilmez miyim dedi. Bizim oralarda çok olurdu eskiden, koşturup dururduk peşlerinde. Kıyıp yakalamazdık. Toz olurdu kanatlarında, dokunsak havaya karışırdı. Yaşayamazlarmış o toz olmadan. Öyle bilirdik ki hala öyle bilirim. Peşlerinde koştururduk sadece, kıyamazdık. Kıymış birileri dedim. Nasıl yani dedi. Yoklar artık dedim, ya ölmüşler ya da gitmişler. Kelebeklerin ömrü kısadır ki dedi, ölürler hemen. Öldü mü içindeki kelebekler dedim. Duruldu; yok dedi, ölmediler ama gizledim onları. Kimden dedim. Herkesten dedi, biliyorsun insanlar kötü. Ben de insanım dedim. Sen onlar gibi değilsin dedi. Bahardandır dedim. Ne dedi. Kanmaya hazırsın dedim. Güldü… Özgür bırak kelebekleri dedim, gizli gizli yaşanmaz!

AKŞAM POSTASI - 24.04.2019

6 kere okundu

Bir bakmışsın mutlusun, havalısın, keyfin yerinde. Bir de bakıyorsun rüya bitmiş, almışlar her şeyi elinden. Berbat şarkılar çalıyor radyoda, aptal bir adam aptalca cümleler kuruyor berbat şarkıların arasında. Gülüyor birileri ama hiç komik değil. Sonra haberler başlıyor. Tımarhaneden akşam postası... Nereye düştüm ben diyorsun, hangi günahımın cezası bu. Ding dong… Zil çalıyor, açıyorsun gözlerini. Kim bu saatte kapıya dayanır ki. Kim dayanır bilmiyorum ama ben o kapıya gitmem diyorsun içinden. Evet, merak etmiş olabilirim ama yataktan kalkmama değecek birisini beklemiyorum.

Uyanmış mıdır acaba diye geçirdim aklımdan; önce kendime sordum, sonra sana. Açmadın telefonu. Açsan belki sana gelirdim ya da sen bana gelirdin. Kahve içerdik, havadan sudan konuşurduk belki. Yeni bir dizi var. Eşi ölmüş bir adamın sıkıcı hayatı. Yeter diyor, bıktım istemediğim şeyleri yapmaktan. Olsan istemediğimiz şeyleri yapmazdık. Kapı çaldı tekrar, tekrar bakmadım kim olduğuna. Sen de bakmazdın. Üzerine konuşur, berbat espriler yapar ama yine de gülerdik. Çünkü neden gülmeyelim.

Bu saatte olmaz o dediklerin diyen yüzün geliyor gözlerimin önüne. Tamam, eşi ölü bir adam değilim ama ben de bıktım istemediğim şeyleri yapmaktan. İşe gitmem gerekiyor, kahvaltı yapmam gerekiyor, üstümü başımı giymem ve yüzümü yıkamam gerekiyor. Varlık sebepleri hakkında inandırıcı hiçbir teoremim olmayan bir dolu insanla gereğinden bir milyon saat fazla zaman geçirmem gerekiyor. Gerekmiyor aslında ama karşı koyamıyorum. Üstelik bunların hepsi yaşanırken mutluymuşum gibi davranmam gerek. Yoksa huysuz ve suratsız olarak fişlenmem kuvvetle muhtemel. Evet, onlar tarafından, varlıklarının sebebi henüz tespit edilememiş iki ayaklı, kokusuz, renksiz, koca ağızlı sıkıcı canlılar tarafından. Sen olsan böyle olmazdı.

Rüyaya mı dönsem diyorum içinden. Ama öyle lanet bir şey ki rüya dediğin, iyisi de kötüsü de tek seferlik. Bazı rüyalar var tekrar eden ama benim başıma gelmedi. Henüz o kadar hasta değilim. Benim sorunlarım gözüm açıkken. İki ayaklı canlılar varken, konuşup gülüşüyorlarken. O berbat parçaları da dinlerler biliyorum. Arada konuşan adama da güler bunlar. Tımarhaneden akşam postası.

Gömleğimi giyip lavaboya gidersin. Sabah uyanınca çiş yapar insanlar. Herkes yapar. Toksa bile alışkanlık olmuştur. Telefonu almazsın yanına. Sen olmasan ben alırdım. Önemsiz şeylere ayırdığımız zamanı güzel şeylerden çalıyorsak günahkârız. Sekizinci günah bu. Zamanı boşa geçirmek…  Gömlek fikri çok klişe biliyorum ama bacaklarına bakmak istedim sen yürürken. Yumurtalarımız az pişmiş. Eskiden ayarlayamazdın ama sonra öğrendin. Bu kez ben yapayım. Sen olsan yine yapardım ama açmadın telefonu. Gel derdim ya da ben geleyim. Film seyrederiz, kahve içeriz. Sevişiriz belki…

Kim öğretti bize gün doğunca uyanmak gerektiğini. Ben geceleri yaşayıp gün doğduktan sonra uzun bir süre yatakta kalmayı seviyorum. Bu kötü alışkanlıklar ruhumuzu öldürüyor hep. Bizi sıradanlaştırıp birbirine benzeyen et yığınlarına dönüştürüyor. Kim bu ahmaklara benzemek ister ki. Sen istemiyorsun, ben istemiyorum. Başka da kimse olmasın zaten. Ben başka kimseyi istemiyorum bu saatte. Farkında değil kapıyı boşuna çaldığının. Onlara sorsam benim deli olduğumu söylerler. Ama sormuyorum onlara. Çünkü biliyorum cevaplarını. Beni şaşırtmıyorlar. Kimseyi şaşırtmıyorlar. Ayakkabıları bile aynı hepsinin. Oysa eskiden ne kadar da önemliydi ayakkabılar. Ruhunu yansıtırdı sahibinin. Geçmişinden de haber verirdi, geleceğinden de. Şimdi hepsi birbirine benziyor. En eziği bile altı paletli bot giyebiliyor. Tımarhaneden akşam postası. Ben uyuyakalmışım. Sabaha yetişebildim ancak.

kara hıyarın faydaları
27.04.2019 Cumartesi

yazmak için yazıyorsun bş yazıyorsum..toplasan sıfır.....yorumu yayınada....

EYLÜL VE BABASININ SPESİYALİ - 30.04.2019

59 kere okundu

Zor değil aslında, hiç zor değil; anlatayım ben size dilim döndüğünce. Üç eksik iki fazla belki. Üç beş kişiden kötüyse de yine üç beş kişiden iyi anlatayım. Yettiğince sözüm, erdiğince aklım anlatayım. Dinlemeseniz de anlatayım, dinleyip anlamasanız da. Sözün gümüş sükûtun altın olduğu devirler geride kaldı. Belki işine yarar birilerinin; belki bir yolcuya yoldaş, bir dertliye arkadaş, dinleyeni olmayana sırdaş olur diye anlatayım.

Çok değil kırk yıl önce; henüz kurumamışken deniz, kirlenmemişken hava, her gökyüzüne bakıldığında yıldızlar görünürken daha. Deniz rüzgârına göğsünü geren bir adamın gölgesinde büyüme gayretindeyken henüz. Bakmanın yetmediğini anladım görmek için. Görmenin bile kâfi gelmediğini öğrettiler bana zaman zaman. Zor değildi aslında, hiç zor değildi. Ama yok hükmündeydim, görünmez ve duyulmazdım. Bakmayın sesimin gür çıktığına, dinlenmezdim. Sevmek dediğin yele kapılmış bir yaprak, bir sevilir bir sevilmezdim.

Uzatmayayım lafı; Eylül ve babasının spesiyali dedim adına ben. Siz ne isterseniz diyebilirsiniz. Soğanları tak tak tak diye doğrayan adamlara heves ediyorum. Nasıl kesmiyorlar parmaklarını hayret ediyorum. Ben daha usul, daha dikkatli ve muhtemelen bir çentik daha özenli davranıyorum muhteremlere. Ama değişmiyor sonuç, öylede kıyılıyorlar bıçağa böyle de… Biraz yeşilbiber, biraz kırmızı… Tavaya çiçek yağı döküp kavuruyorsunuz öldüklerinden emin olana kadar. Sonra kabukları soyulmuş ve doğranmış domatesleri de ekleyip devam ediyorsunuz kavurmaya. İsteğe göre tuz ve karabiber, hatta kekik ve nane de atabilirsiniz içine. Ama köri sosunu unutmuyorsunuz, köri sosu önemli zira. Filetosu çıkartılmış mezgitleri ayrı bir yerde kuşbaşı doğrayıp bekletiyorsunuz. Ben Pınar’ın iki buçuk kiloluk dondurulmuş fileto mezgitlerini kullanıyorum. Metro Market’te bulabilir İstanbul’da yaşayanlar, İstanbul’da yaşamayanlar tavuk eti kullansın, karışmam ben. Neyse ağalar beyler, hanımlar… Soğanları öldürme işi bittikten sonra kuşbaşı doğranmış balıkları ayrı bir tavada soya sosu ile tercihen harlı ateşte kavururken dağılmamalarına dikkat etseniz fena olmaz. Ben size oranla biraz daha becerikliyim sanırım, dağılmıyorlar zira! Neyse, geçelim buraları. Finalde neredeyse pişmiş balıklarla ölmüş soğan, biber karışımını aynı tavaya alıp bir kaşık da tereyağı katarak birlikte kıvama gelinceye kadar pişiriyorsunuz. Birlikte baş başa sinema keyfi yapmadan önce yedikleri yemekte Eylül ve babasının spesiyali var. Daha önce aynısını kimse yapmış olamaz. Çünkü servis etmeden önce tavaya üç ya da dört tane susam attım. Bunu da yaptım diyen varsa lafım yok, canı cehenneme geri zekâlının.

Bu hayat denen şey tek seferlik hak. Ne telafisi var ne geri dönüşü. Ki çok düşündüm daha önce. Olur da geri dönsen ne olacak sanki. Yirmi yıl öncesine dönsen sanki şimdiki aklın olacak, yine aynı şeyleri yapacaksın. Yok, şimdiki aklın oldu o zaman da hiçbir heyecanı kalmayacak. Olmaz yani, zamanı zamanında yaşamaktan başka çare yok. Kızın varsa kız babasına yakışacak her hareketin. Hareket kız babasına yakışmıyorsa kız babasını harekete yakıştıracaksın. Estetik önemli çünkü, göz var nizam var. Kızlarda var ama erkeklerde yok. Erkek babasıysanız rahat olun. Küçük öküzler durumun farkına varmaz, varsa da aldırmaz. Aldırsa da meramını doğru anlatamaz. Hadi anlattı diyelim karşısında ki baba da erkek. Öküz yani… Gel de çık kısır döngüden. Kolay değil, hiç kolay değil. Sırf bu yüzden oğlumla arama mesafe koydum. Kız babasıyım ben, zamanımın değerini bilmek zorundayım.

Türkü mü, şiir mi, ağıt mı yoksa diyor Livaneli. Cumartesi günleri Pazar kurulurdu çarşıda. Annemle yürüyerek köyden iner o berbat, o sıkıcı pazarı gezerdik. Çocuk aklım havada, uçacak annem bıraksa. Ama ne mümkün. Yok öyle sopa yerse özgüveni zedelenir muhabbeti. Annem ise öyle şeylere eskiden beri itibar etmez. Yersin sopayı sokak ortasında kaşla göz arası. Korku en büyük efendi! Ne türkü ne de şiir. Ağıtlar yakılırdı tezgâhların arasında dolaşan muhtemelen bizim oralarla ilgisi olmayan kavruk bir adamın dudak ucunda. Kuzeyin delikanlıları delikanlı olur. Yoktur estetik kaygıları, duyarlılıkları. Erkek olmak ayrıcalıktır, öyle öğretmiş hem anne hem baba. Erkek olmak da delikanlılık gerektirir. Delikanlısı eğilip bükülmez bizim oraların. Kalas gibidir. Olmasa iyidir, olmasa çok iyidir ama öyle öğretilmiştir ve işine gelmektedir. Değişti dünya gerçi. Ne şiir kaldı ne türkü. Ağıt dediğim yandı bitti kül oldu. Eğilir oldu her yerin adamı. Ama eğilmesi gereken yerde değil olur olmaz yerde eğilir oldu. Kalmadı bir anlamı yani. Her şey gibi sıradanlaştı, değersizleşti. Kız babası olmak zor zira. Ama anlatması kolay; tut işte ben bile anlatabiliyorum. Mezgit bulamayanlar panga diye bir balık var yurt dışından getiriliyor, Tayland’dan. Onu da kullanabilirler. Dil balığı diye satıyor düzenbazlar. Balık tadından yoksun ama vitamini vardır belki. Tavuk konusunda da şaka yapmıyordum. Balığın girdiği pek çok yere tavuk da girer. Ölmüş olması gerekli ama.

İnsan olmak da zor iş. Belli ki başaramadık biz. Başarsak kurumazdı deniz, kirlenmezdi ciğerimize doldurduğumuz hava. Başımızı gökyüzüne kaldırdığımızda beton yığınlarını değil, yıldızları görürdük. Belki kayardı biri biz bakarken. Dilek tuttun mu kızım derdim. Ben tuttum sen de tuttun mu derdi yüreğime su serpen sesiyle. Evet derdim. Ne tuttun derdi. Seni tuttum derdim. Benim tüm dileklerim sensin derdim. Baba derdi sondaki a’yı hafifçe uzatıp sesini kısarak. İçimde o olduktan sonra keşfettiğim, bozulur diye de hiç ellemediğim o yer cız ederdi. Sormazdım sen ne dilek tuttun diye. Neyle mutlu olacaksa kabulümdür çünkü. Seviyorum seni derdim içimden. Duymazdı ama bilirdi içinden.