UYUMAYINCA SAÇMALIYOR İNSAN - 2.10.2014
87 kere okundu
Sonu gelmez bu uykusuzluğun, bu yatakların hiçbir anlamı yok. Sabahlar zulüm olsun diye yaratılmış, akşamlar boş işler için var. Sorsan yaşıyoruz, sorsan incesazdan oyun havaları. Bir de twitterdan takip edin siz bizi. Nasıl aşığız, nasıl hüzünlü şaşarsınız. Bakmayım facebookta ki mutlu fotoğraflara. Kanatlarımız havada burnumuz bokta bizim. Bu saatte bok deyince o aklıma geliyor. O beni sabah kalkmak zorunda bırakan düzen. Hani kafasına estikçe beni düzen düzen.
Yok efendim yok. Uyuyamadığım sabah benim değildir. İpe sapa gelmez işlerle heba ettiğim geceler de cabası. Sorunu uykusuzluk olanlar benim bacağıma tükürsün. Uykuya aşık gözlerimi inatla açık tutan ben Fenerbahçeli olayım. Yok efendim ne kadar az uyursan o kadar çok yaşarsın. Çokbilmiş ergen cümlesi bunlar efendim. Bir kez boş bulunup etmişiz, sonra sürüklen ardından kırık dökük. Ayıkla pirincin taşını şimdi; yatsan bi dert, yatmasan uyku içerikli depresyon.
Şimdi buralar hep yatak olacaktı. Köy evinde yere serilmiş yün yatak. Gömülecektim içine mevsim güz olacaktı. Dışarıda çekirgeler zır zır zır. Belki on yıl dinledikten sonra öğrenmişim o seslerin çekirgelerden geldiğini. Ağustos böceğine aşinayız ama çekirge dediğin ot yer. Gece çenen neden düşer be hayvan, be hayvan evladı hayvan. Uyuyana kadar tabiki, sonra ha çekirge olmuşsun ha Jennifer Lopez. Hoş hatun ama hakkını vermek lazım. Eski sevgilisi hatunun poposu için sanat eseri demiş. Popo popodur abilerim ablalarım, ben iç güzelliğe önem veriyorum. Ama uyuduktan sonra, uyanıkken herkes kadar öküzüm izninizle.
Uyumam gereken saatte uyanık olursam böyle oluyor işte. Elin Latin Amerikalısı geliyor aklıma. Ama yiğidi öldür hakkını ver. Kadının karakterli bir güzelliği var. Yarın öğleden sonra Cadde’ye çıksan aynı popodan yüzlerce görürsün. Ama iki laf ettiler mi keşke suratları da popolarına benzese dersin. Bizim kadınların eksiği bu efendim. Güzellikleri karaktersiz, ucuz, yetersiz. İki kuruşluk direkler üzerine kuruyorlar evlerini ve zamanla enflasyona yenik düşüyorlar. Aynılarından binlercesi piyasaya düşünce ister istemez tedavülden kalkıyorlar. Sonra yok efendim adam beni niye aldattı, yok efendim onun benden fazlası ne. Yok onun senden fazlası, aynı boksunuz ikinizde. Ama o senden yeni. Sabredersen onun da en az senin kadar hızlı eskiyeceğini göreceksin. Ama üstüne toz kondurma sen. Eskiyecek gövdenin üzerine kurduğun kişiliğinle başka gövdelere yenik düştüğünde kapındaki öküze at suçu. Kıymetimi bilmedi de. Enflasyonu getirme aklına hiç. Güzelliğinde karakter var mı yok mu umursama. Jennifer Lopez hoş hatun, eskimez. Tıpkı Arzum Onan gibi, tıpkı Zuhal Olcay, Sibel kara gibi. Siz Sibel’i bilmezsiniz. Üniversiteden bi hatun. Geçenlerde gördüm, hala taş gibi maşallah. Tamam, onun da güzelliği karaktersiz olabilir ama bu taş olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ağzıma biber sürün siz. Sabah uyandığımda yüzümü yıkamadan hemen önce. Ne o öyle iş güç. Sanki kazandığımızla yastık dolduruyoruz. Bir elimizle aldığımızı diğer elimizle dağıtıyoruz. Yiyip içtiğimiz kar, gezip gördüğümüz günah. En iyisi işi gücü bırakıp köye dönmek. Gerçi oralar da rüzgarlı şimdi. Sizin küçük hayallerinizi umursamayan büyük hayallerle dolu. Sizin umursamadığınız ne varsa baş tacı edilmiş. Yine girdik sapaya. Geri vitese atıp ana yola dönmek gerek. Yatıp uyumak gerek. Ne diyordu şair; nisan tadında eylül gibisin... Martta uyuyup ekimde uyanmak gerek. Nisanı eylülü özlememek gerek. Bir uyuyup üç uyanmamak gerek.
Şimdi Mehmet hayvanı bu yazıyı okuyunca Sibel de kim diyecek muhtemelen. Tamam hayvan, tamam. Yok Sibel mibel. Senden gizlim yoktu o zamanlarda. Zuhal Olcay ve Arzun Onan’dan başka birisi aklıma gelmeyince Sibel diye uyduruk bir isim yazdım. Arzum ile Zuhal’in yanına M.... yazacak halim yoktu ya. Hem yazının anlam bütünlüğü bozulur, hem de bir dolu kadına hakaret olur!
ÇAKIL TAŞLARI - 4.10.2014
184 kere okundu
Geç kalmışlığım var her şeye, hızlı yürümem ondan. Eskiden kaldırım taşlarını sayardım, elektrik direklerini dost tutardım adımlarıma, aklım havalarda… Şimdi bir koşudur almış başını gidiyor. Güzel sözleri bir çırpıda söylüyorum, bir dikişte bitiriyorum rakı kadehini, bir nefeste yaşanır sanıyorum hayatı, telaşım ondan.
Hızlandıkça keyfi kaçıyor zamanın, adım adım tükeniyoruz. Bir gitsek beş kalıyoruz kalınmayacak köşelerde. Sokak lambaları aydınlatmıyor yolumuzu artık. Hiçbir şeye şaşırmıyoruz, çöküşümüz ondan. Nelere alıştık bir bilseniz; kaşar peynirinde patatese, domateste hormona, insanda yalana alıştık. Acıya ve hasrete alıştık, bilmediğimiz bir yerden gelmeyen bilmediğimiz birilerinin gelmemesine alıştık. Kışları kar yağmamasına, yazları kurağa alıştık. Kurudu yüreğimiz, yağmura sevdamız ondan.
Bir martı uçuyor yali yali, bir balıkçı teknesi erkenden çıkmış yola. Deniz eski deniz ama balığı seyrek, memleket eski memleket ama ne tadı var ne tuzu. Hep o Kanlıca sırtları, o deniz kenarları. O çay içtiğimiz salaş balıkçı barınakları. Şairin kalemine dost eylül akşamları… Yazsan bi dert, söylesen uçar gider. Yaz dedi yazdım, söyle dedi söyledim. Martının kanadındaydım yali yali, balıkçı teknesinde üşüyordu ellerim. Efkârımız yalnızlıktan.
Şimdi ben bir sevda tuttursam, bir aşık olsam, kapılıp gitsem sabah meltemine. Irmak ağzından Kadaroksa’ya doğru, Sifla’dan Harmancık’a… dere düzünde top oynasam arkadaşlarla, dereden su içsem. Şimdi ben koşsam nefesim yettiğince, kaçıp gitsem memlekete. Ağaçlar eski ağaçlar değil, yapraklar da dökülmüştür şimdiye. Şimdi ben bir sevda tuttursam geç kalmalara inat, koşmalarım ondan.
Babamı beklerken denize baksam, dalgalara gitse aklım, kulağım suyun sesinde. Koşarak varılmıyor hiçbir yere, varılan hiçbir yer koşturmaya değmiyor. Bizim oraların deniz kıyılarında kum olmaz, uzansam taşların üzerine. Bakmayın hızlı hareket ettiğime hep alışkanlıktan. Kayıklar kıraça peşinde, mezgit peşinde. Sağ omzundan havalanan martılar döner durur kafamda. Damağımda Türk kahvesinden kalma çamursu bir tat. Denizi çekiyorum içime, cümleler hızlı hızlı dökülüyor dilimden… Sustuğunu kimse anlamıyor, konuşmam ondan.
Usul usul koşuyorum, gözümün önünden geçiyor şehirler. Ne bir tanıdık var ne eş dost. Kime baksam yabancı. Kime eğilsem pas tutmuş yüreği, ismi bile okunmuyor. Kaybede kaybede kaybolmayı öğrenmişiz. Şimdi duruyorum ya karşında hepsi yalan. O meltem var ya, akşam beni deniz kıyısından dağlara çıkaran. O meltem var ya sabahları götürüp çakıl taşlarının üstüne bırakan. Hiçbir rüzgar tenimi öyle şefkatle okşamaz artık, hava estiğinde yüzümü çevirmem ondan.
İYİ BAYRAMLAR - 7.10.2014
130 kere okundu
Tamam, itiraf ediyorum… Ben de bayram dolayısıyla birkaç kişiye sms attım. Dudağımın ucuyla iyi bayramlar yazdım ve yes tuşuna bastım. Bir kaçı geri döndü, bir kaçı da gereken değeri verip iplemedi.
Eskiden bayram olan yerler şimdi tatil duruyor. Birkaç kişinin kurban kestiğini saymazsak mesele gezip tozmaktan ve evde yatmaktan ibaret. Bir de çikolata satışları var. O kadar! Eskiden bayram olan o yerlerde bayram şekerleri olurdu, şimdilerde cafcaflı çikolata kutularından geçilmiyor. Neyin mesajı bu diye soranlara yanıtım net; bi sittirin gidin ne olur, kendiniz olabiliyorsanız özür dilerim ama göründüğünüz gibi dönecekseniz dönemeyin lütfen. Kendimizi kandırmakla başlıyoruz işe, en iyi yalanlarımızı başkalarına söylüyoruz. Biz elden düşmelere dünden razıyız. Düzen böyle, alışmışız düzülmeye. Bir süre düzmese bozuluyoruz düzene. Düzüle düzüle büyüyor, düzüle düzüle küçülüyoruz. Ve bayram gelip çatıyor ekimin başında, pardon tatil!
Eski bayramlar geliyor aklıma… Bayram namazına gitmememizi bir kenara bıraktım gelenlerle bayramlaşmamak için ya odaya gizlenirdik ya da köşe bucak kaçardık. Kazara birilerine yakalansak bir an önce kalkıp da gitsinler diye gözlerinin içine bakardık. Babaanneme birileri gelse bize de uğramasınlar diye dualar ederdik. Üniversite yılları daha da bomba; arife gününden erzak yığar üç dört gün dışarıya çıkmazdım. Diyeceğim o ki eski bayramlar şimdikinden daha güzeldi. Ne ikiyüzlü mesajlarımız vardı ne de sahte gülücüklerle dolu ay canıııım iyi bayramlarımız…
Seviyorsan git söyle diye yazmış ya duvara… Sevmiyorum ulan, sevmiyorum. Arkasından küfrettiğiniz insanlara sarılmanızı, dostunuz açken tok durmanızı, en dik durduğunuz zamanlarda bile gerdan kırmanızı sevmiyorum. Yüzünüze baktığımda kalbinizi görüyorum, dilinizin söylediklerini umursamıyorum bile. Bayram da neymiş… İki yüzünüzün ikisini de sevmiyorum.
ayşe
a
8.10.2014 Çarşamba
senin gibiler yüzünden dini değerlerimiz zarar görüyor
UCUZ BİR İNTİHAR - 14.10.2014
205 kere okundu
Kansan da güzelsin kanmasan da, gitsen de kalacaksın dursan da. Kış da sensin bahar da, yağmur da senden ötürü kar da. Şimdi buralar yaprak altında, ekşi bir erik tadında. Tuza bandırıyorum yaralarımı acımasın diye…
Sen varsan kadehte rahat duracak şarap, şarkılar sen varsın diye usul usul çalacak. Küçük kayıklarla gelecek umut karşı kıyıdan. Lüferler takla atacak suyun üstünde, boğazdan koca koca gemiler geçecek. Biz sustuk diye değişmeyecek mevsimler, hanımeli yapraklarını dökmeyecek. Göçmen kuşlar sıcak memleketlere göçmeyecek. Geri dönmeyecek giden ve bir daha gitmeyecek gönülden gelen. Bilmiyorum kaç gülüş kaybolacak yokluğunda. Yüzüne düşen saçlar bir daha sıkıştırılmayacak kulağının arkasına. Kaşla göz arasında öylesine çarpmayacak kalp. Kışla yaz kardeş olmayacak bakışlarında.
Saçına dokunduğumda göğüs kafesinde en güzel sesli kuşlar ötmeyecekse, ben onların sesini duymayacaksam ne anlamı var sana dokunmamın. Falımda sen çıkmayacaksan açmasın papatyalar bir daha. Yaz gelmesin, gitmesin bahar. Sen kal nisanlarıma, mayıslarımda yeşile ve sarıya dön. Bana dön haziran başlarında. Aralık soğuk, ocak karla kaplı, evim sensin gönderme beni uzağına. Ya kal ya öldür, ucuz bir intihar süsü vereyim yokluğuna.
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
HERKESE BENDEN KAHVE - 16.10.2014
161 kere okundu
En güzel şarkıları seçtik sizin için; TRT radyo 1’de yurttan sesler korosu. Bir dinleyen bir daha dinlemek istiyor, istemeyenin yaz sonuna kadar yolu var. O da olmadı Eylül, o da olmadı ekim ve kasım. Kasım dediysek aşkla ilgili olanı değil, yanlış anlamayın. Hani yeni yeni kıçınız üşümeye başlıyor ya, palamut elini ayağını çekmeye başlarken lüferler suda fink atar ya işte o. Hepsi bir yere kadar, eylül de ekim de, yurttan sesler korosu da, şarkı da şiir de.
Yanında durduğun adama dikkat edeceksin arkadaş, suyu geçerken at değiştirmeyeceksin, farenjit olmuşsan soğuk su içmeyeceksin. Hadi faranjit olayı benle ilgili, bir kenara koyduk. Ama suyu geçeceksen yüzme bilmen şart, yerim belli diyorsan adamdan anlaman şart. Dün kaka dediğin bugün gül kokuluysa ya o burun o kokuları bilmiyor ya da üretim esnasında malzemeden çalmışlar. Şimdi diyeceksin ki “iyi de doğruyu yanlışı sen mi biliyorsun bir”… Doğrudan emin değilim ama yanlışın kokusunu bana soracaksın, açık havada bile kokuyorsunuz zira. İnanmayan gözlerime baksın.
Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya :))
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
AŞAĞI YUKARI İNSAN - 20.10.2014
434 kere okundu
Varsa bi uykunuzu alabilirim, öğleye kadar uyuya kalabilirim, telefonu kapatıp keyif yapabilirim. Varsa yol işten kaçabilirim. Geri dönmeyeceksem çıkarken kapıyı çarpabilirim. “Yüzümü yıkamam, kahvaltı yapmam, çorabım delik mi bakmam” istiyorum aslında ama yapamayabilirim, olmuyor çünkü denedim! Kodlara müdahale etmek zor, bilgisayardan anlayıp anlamamanız bağlayıcı değil. Kim sokmuşsa kafamıza bu fikri Fenerbahçeli olsun. Şimdi bir dolunuz Fenerbahçeli olmak şereftir diyeceksiniz biliyorum… Ne diyeyim, siz de haklısınız kendinizce! Her neyse efendim, yıllardır çalışırım bir bok olmuyor. Kazanıp yiyorsun, yedikçe kazanman gerekiyor. Oysa az yesek, az harcasak ve az çalışsak. Ama ne mümkün… Kapitalist ibneler rahat vermiyor ki; Kickers Markafoni’de yüzde yetmişe varan indirime gitmiş, gel de birkaç ayakkabı alma… Papatyalar aşka gelmiş, hanımeliler buram buram kokuyor kimin umurunda!
Boğaz önemli arkadaş, çok önemli. Faranjit olacağına aşk acısı çek daha iyi. Konuşamıyorsun sonuçta, yiyemiyorsun. Sabahları yutkunmak evlat acısı gibi koyuyor insana. İnsan dediysem ben. Ki o beni de Camus özetlemiş; Aşağı yukarı iyi hissettik, aşağı yukarı her şeyi gördük, aşağı yukarı deneyimli, aşağı yukarı insanız…
Bir fazlasını gördüğünde her şeyi görmediğini anlıyorsun, aşağı yukarı oluyor işte… Değer veriyorsa böyle hoyrat, böyle kötü olamaz diyorsun. Hem hoyrat, hem kötü, sorsan hisli, dinlesen anlayışlı, düşünceli. Aşağı yukarı hissetmiş, yukarısı lafta, elde aşağısı var. Deneyim dediğin hayal kırıklıkları, bazen ele batan kıymık, bazen ayağın çarptığı taş. Taş dediğin acımadan acıtan. Acıyınca anlıyorsun aşağı yukarı deneyimi. Ve büyük resme bakıyorsun insanı görmek için; biraz aşağı, biraz yukarı.
Herkes gibiyiz aslında, insanız işte. Ne zaman güneşi görsek üzerini örtesimiz gelir, ne zaman güzel bir söz duysak bir yolunu bulup sustururuz. İyiyizdir kim sorsa, kim baksa en güzel halimizi takınırız. Yaslanmaya görsün bir yürek, bir akıl peşimize takılmaya görsün. Çıkar pençelerimiz kınından, en acıtan yerlere saplanıverir. Aslına bakarsan herkes gibiyiz; biraz kötü, biraz iyi, biraz sıcak biraz soğuk ve biraz insan.
Ederi nedir bir gövdenin, bir kalp kaç kez kırılır ve kaç kez onarılır yeniden. Kaç damlayla ıslanır insan, kaç denize girse kuru kalır. Şimdi sorsam karşıma ilk çıkana; kış mıdır baharı kovalayan yoksa bahar mıdır kıştan kaçan? Şubat olmak ister miydin mesela, bir ömür nisana hasret yaşayabilir miydin? Kardelenlerden vazgeçip papatyalara dönebilir miydin yüzünü. Mevsimin ilk karı ekime kısmetmiş, ilk soğuk işledi içime, içimi çektim içime.
Sabah sabah dimi, üstelik akıl yatakta gövde işteyken. Camus’u mu düşünür insan böyle zamanda.
İnsanın önemi yok, nasılsa hepsi eninde sonunda kötü. Hancının yolcuları gibi gelip geçsinler; kimi iyiliğiyle hatırlansın, kimi kötülüğüyle. Nedir deseler vazgeçilmez olan… Güneşli bir Eylül, huzur dolu bir yatak, üstelik birileri istedi diye uyanmak zorunda da değilsin. Farz edin uyuyorum ben, küçük oyunlarınızla devam edin insancılık oynamaya. Kötü bir rüya sonuçta, uyanınca geçecek hepsi.
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
YAZI TURA - 23.10.2014
162 kere okundu
Yazı mı tura mı sen seç. Kazanırsan sana balık yapacağım, kaybedersen kaybettiğine yanarsın. Akşamdan başlarsın yanmaya, balık yapacağım zamanlarda çakarsın kibriti. Personel servisleri hala yoldayken, minik bebeler annesinin yolunu gözlerken daha. Hoca akşam ezanı için Allahu Ekber dememişken, gün batmamış, el ayak çekilmemişken. Sen akşam kahveni içerken yani, bakarken denize, rüzgar verandadan selam vermeden geçerken. Sonra derme çatma bir yemek yersin, sen birkaç laf edersin, o birkaç cevap verir. Ne sen ona sormuşsundur ne o sana konuşmuştur... Eline sağlıktır, afiyet olsundur sıradanlığın bile en göze batmayan zamanlarında. Tekel bayileri kapanmamışken daha, içmek için henüz vakit varken. Kırmızı da olur beyaz da, bira da olur sigara da. Kiloluk Dikmen ayak takımı kaçar, Kalecik Karası olsun bu sefer, Yakut olsun. Gerçi senin aklından Royal De Maria geçiyordur ama kandırmayalım kendimizi; ne sen o bağların üzümüsün ne de ben! Sen iç ben sarhoş olacağım, sen yak sigarayı dumanı bana gelsin.
Ne kadar da önemliyiz ve ne kadar da önemsiz. Annesinin memesine hasret bebe, suya sevdalı toprak, denizden uzak martı… ben sana on tam puan versem tur mu atlayacaksın sanki. Balığın yanında rakı mısın sen, kurunun yanında pilav, yeşilin tepesinde mavi misin? Hem onu yanlış öğretmişler sana, ne balık sever rakıyı ne de yarendir rakı balığa. Kafan güzelleştiğinde güzelleşen hayat senin değildir, önemli değildir o gün, akşam akşam değildir. O ayın şavkı düşmeyecek üstüne, sıranı savdın sen, yudumla çayını rahat rahat. Ne kadar da önemlisin ve ne kadar da önemsiz. Benim yaptığım balığı bozar rakı, iyisi mi kuru pilavda anlaşalım biz. Ayağımızın altında yeşil, başımızın üstünde mavi, muhabbet desen almış başını gidiyor. İki de soğan kırdık mı değmeyin keyfimize.
Şimdi sen “eşek miyiz biz” dersin. Babandan bahsedersin “keyif eşekte olur” derdi diye. Az mı eşekliğini gördüm şu kısacık ömrümde. Sussam sustu dersin, konuşsam gülersin. Sen gülme diye susuyorum, sen sus diye konuşacağım. Ama biraz beklemen gerek, daha kar düşecek kirli sakallarıma, beyaz ne var ne yok örtecek. Göz yanılacak, yürek aldanacak, sarı kanatlar yağlanacak. Dönüp dolaşıp balığa geliyor laf dikkat ettin mi bilmem. Ne demişti şair; tabiki kadın balıktan iyidir ama pişirince işler değişebilir. Şimdi sen çiğ balık varken gelirsen eyvallah ama geç kalırsan üzgünüm.
Kimi kırıla kırıla kırmamayı öğrenir, kimisi de acısını çıkartır diğerlerinden. Ama acı öyle boktan bir şeydir ki çıkmaz girdiği yerden, sen ne yaparsan yap kalır izi. Farklı zannederiz kendimizi, sıradanlık başkalarının harcıdır. Küçükken dilinde sigara söndüren abilere rastlardık. Ulan derdim hiç mi acımıyor canları. Bazı yerler duymaz, bazıları görmez ve bazıları da işitmez. Birisi sizi üzüyorsa size değer vermiyordur. Size değer vermeyenleri acımayan yerlerinizde taşıyın, kör olun onun olduğu yerlere, sağır olun sözlerine. Balığın yanında rakı olsun, kurunun yanında bulgur pilavı. Varsın o önemli sansın kendini, hiç eyvallah deyip geçin. Dönmeyin yolunuzdan; kör bakın, sağır kalın, diliniz lal olsun. Vakit akşam olsun. Hani personel servislerinin yolda olduğu vakit, sokakların tenhalaşmadan önceki kalabalığı, akşam rüzgarının üşütmeye başladığı vakit. Sarı Kanatları mısır ununa bulayıp yatırın tavaya, kısık ateşte usul usul kızartın. Aman ha yağı fazla kaçırmayın. Mevsimidir balığın, dozundadır neyi var neyi yok. Bir iki çevirmeden kıvamını bulmaz, tatlanmaz, kanadı sararmaz. Çık gel kapıyı çalmadan, anahtarını son bir kez kullan. Kola al gelirken, biraz da soğan. Biz öyle alengirli insanlar değiliz, soframız belli. Tamam, çok da düz değiliz belki ama bilen bilir bizi, saman kağıdına düz çizgiler çek işte. Yaz içinden ne geliyorsa. Ama sakın arama gelmdenen, sakın sakın arama. Bu işten anlayan herkes bilir; "içinde yoksa bulamazsın." Gerçi yazan da yazmıştır yazılması gerekeni. Okuyan zamanı gelince okur. Hem okumasa da olur bu akşam. Balık var, kola var, ekmek var. Soğan var tatlı tatlı.
Yazı mı tura mı sen seç. Yazı gelirse balık yapacağım sana, tura gelirse yokluğuma yanarsın.
HÜKÜMSÜZDÜR SANA VERİLEN CEZA - 25.10.2014
341 kere okundu
Sarı saçlarından azat ettim seni, bütün suçların düştü gönlümde. Cumartesi günü Beşiktaş İskelesi’nden Bahariye’ye doğru çıkarken, Zürich Bar’ın önünden geçerken, köşe başındaki galeride tabloları seyrederken, el yapımı tuhaf bisikletli adamdan önce, Suriyeli dilenciden hemen sonra... Siyaha tanık oldum, yeşile ve mora, kızıla ve beyaza tanık oldum. Kalabalıktı, gençti, orta yaşlıydı, Maltepe’den, Üsküdar ve Ümraniye’den gelmişlerdi. Gece kalabalıktı, uzundu ve leş gibi bira kokuyordu.
Balıkçılar vardır Beyaz Fırın’dan yukarı çıkarken. Normalde uğramadan geçmem, sen kokarsın diye gitmedi ayaklarım. En uzağından yürürsem en az acıtırdı. Evet, doğru anladın balık kokusu. Bütün güzel şeyler balık kokar bana, söylememiş miydim? Çilek kokulu o dudaklar, burberry, babaannemin arka bahçesindeki güller, eski evimizin duvarındaki hanımeli, annem ve en çok da sen… Aklımda kalan her güzel koku sana dair, o yüzden değiştirdim yolumu, o yüzden aklıma getirmedim seni. Kalabalıklarda aranmadın tarafımdan, saçının rengine rastlayınca takılıp kalmadı gözlerim, sadece yürüdüğüm değil yürümediğim yollara da gitmedi aklım. Affettim seni, azat ettim bu akşam, saat altıya geliyordu, kararmamıştı hava henüz.
İnsan yaşayacaksa senden uzakta yaşamalı, senle aynı gökyüzünü paylaşmamalı, aynı denize karşı yudumlamamalı çayını. İnsan sevdi mi sana benzemeyeni sevmeli, aklı başından gitmemeli. İnsan merak etti mi bana sormalı, her şeyin cevabı var bende. Ve kaçacaksa birisinden insan, sırf inat olsun diye sana kaçmalı.
Başka hiçbir şeyle ilgilenmezken, kafam boşken ve en önemlisi de o ilham dedikleri şey gelmişken... Sonrası sende ne varsa, için ne kadarsa o kadarı ancak. Moda’nın arka yüzünden denize bakarken, ılık kolayı yudumlarken bardaktan. Yaşlı teyze kapıdan giren arkadaşına üst perdeden seslenirken, okulu kırmış bebeler arka masada aşk yaşarken. İşte o an affettim seni. Vazgeçtim koladan dedim, çay istedim. Peki dedi garson. Bir gemi geçti denizden, güvertesi hınca hınç insan doluydu. Bir serçe daldan dala sıçradı tepemdeki ağaçta, bir güneş vurdu gözlerime, kıstım gözlerimi. Sen geldin aklıma, kırıklarından süzülen kan geldi, gözyaşının tuzu, feryadındaki sızı geldi. Sarı saçlarından sen suçluydun ya affettim seni. Ki bu ilk de değil okuyorsan biliyorsundur…
Ben bira içmem söylemiştim sana. Bir yudum al istersen dedi, güldüm. Ben bira içmem en iyi sen biliyorsun. Nerden geldiğimi ve nereye gidemediğimi biliyorsun. Saçlarının kokusunu anlattım sana, teninde esen rüzgârı, akşamüstlerini ve sabahları anlattım. Bütün soruların cevabı bendeydi, bütün cevapları anlattım sana. Biliyorsun…
Hükümsüzdür sana verilen ceza, affettim bütün suçlarını. Bozuk Halk Bankası atm'sinden para çekemedim diye, üç gündür balık yiyemedim diye ya da dört, güneş gözlüklerimi evde unuttum, kahvaltımı geç yaptım diye. İş günü işi astım diye affettim seni, bu yaz denize giremedim diye, sevdiğim o şarkıyı Anadolu Feneri’nden Karadeniz’e bakarken dinleyemedim diye affettim seni. Hükümsüzdür sarı saçların, sesin ses değildir artık, kokun en bilindik kokulardan, yüzün ortalama bir yüz. Ve o ellerin, o tenime değdiğinde bana hükmeden ellerin. Ellerin olduğun için affettim seni. Sarı saçlarından suçlu değilsin artık, sana verdiğim bütün cezalar hükümsüzdür gönlümde.
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
ÇAYIN TADI DEMDEN GELİR - 27.10.2014
405 kere okundu
Başka adamlarla başka kadınların hayatı bu; pazar günü uyumak yerine çalışanların, pazartesi erken kalkanların, cumartesi brunch yapamayanların. Yağmur yağmayan yerlerin toprak kokusu gibi, varlık içinde yokluk, kıtlık içinde ziyafet... Pazartesiden perşembeye ne var ki, göz açıp kapayıncaya kadar kırk olmuşuz, bir güzel bir çirkin olmuşuz, bir gülmüş üç ağlamışız. Windows ekran çözünürlüğünü ayarladı diyor, otomatik olarak üstelik. Bu metni okuyabiliyorsanız işler yolunda. Okuyoruz ama işler yolunda değil desen sonraki ekran çıkıyor karşına. Ve on iki punto büyüklüğünde Times New Roman ile yazılmış soğuk yazgılar.
XP’de kaldım ben; yedi, sekiz hikâye. Ekranım çözüldü, sürücülerim elden düştü, bir uyudum bin kişi geldi uyandırmaya. XP’de kaldım ben, kapitalizmle yaptığımı maçı hükmen kaybettim, kabullendim yenilgiyi. Eski koltuklarıma da razıyım, çekyatımla mutluydum. Yok efendim yok, yeni yüzlere yer yok bende, eskiden kalma bir şeyler getirin. Cezaevi’nin yanındaki börekçiden kol böreği, İzmit’ten simit, Trabzon’dan tereyağı, Beton Helva’dan şıra… Ama yenisinden değil eskisinden getirin hepsini, karşı çıktıklarımı çıkarmayın karşıma, hükmen yenildim kabul ediyorum. Ayıbımla yaşamaya terk edin beni.
Hazır yağmur başlamışken, havalar soğumuşken kaçmak gerek, kaçıp dinlenmek gerek. Öyle üç beş günlüğüne de değil, bir ömür yatıp ölünce kalkmak gerek. Çok uzağa da değil. Rumeli Feneri’nde balık yemek gerek. Ama o geçenlerde sövüp saydığım yere gitmeyin. İki sene öncesinin kolasını masaya getiren kafa geçen yılki uskumruyu bu senenin palamudu diye yutturur size. Gerçi yuttuktan sonra anlarsınız ama kussanız başınız ağrır, kusmasanız böbrekler…
Bütün kadınlar sever uyurken saçını okşatmayı ve yine bütün kadınlar sever saçı okşanırken uyumayı. Ne kadın olmaya gerek var bunu bilmek için ne de saça. Tut işte bir Salı gecesi bir adam, parmaklarında saçların... Çok uzakta da değilsiniz; Silivri ya da Ağva. Cümleler senden, dinlemek ondan. Kaçmışsınız şehirden, ne var ne yok arkada kalmış, ne koltukları yenilemekten bahsediyorsunuz, ne de bilgisayarın başında sabahlamaktan. Yağmur yağıyor, fırtına çıkıyor usuldan, kahveler de benden olsun bu sefer, bozmayın rahatınızı. Başı sonu yok cümlelerin, keyfe yüzünü dönmüş keder. Siz bahar sanıyorsunuz takvimler güzü gösteriyor.
Kahvaltıda simit var yine İzmit’ten, Rize’den çay, Çanakkale’den domates, İzmir’den peynir. Sahi sever misiniz yatakta kahvaltı etmeyi, bahar sandığınız güzde kendinizden geçmeyi…
Balığı sevmem, sohbetiniz severim diyordu kadın. Konuşmak için bir tek atmak zorunda kalıyorduk. Eskiden belli bir saatte kapanırdı televizyon. O da eskimişti, hiç ara vermeden boktan zamanlar yaşıyorduk. Üzülme dedim, seni üzüyorsa sana önem vermiyordur, sana önem vermeyen için üzülme dedim. Biliyordu, en az benim kadar biliyordu yapması gerekeni. Ama zordu işte, düşüp kalkmak gerekiyordu, hazmetmek zamanlaydı. Olmuyordu ama olacaktı. Kötü bir filmdi, bitecek ve yeniden başlayacaktı. Eskiyen koltuklarda eskimeyen dostlarla Türk Kahvesi… Doyasıya içine çekmek temiz havayı ama kapitalizm, ama doymak bilmeyen hırslar, ama boşa geçen zaman, boktan bir akrep ve daha boktan bir yelkovan.
Erol Evgin’in sesinden çalıyor radyo; nerde nasıl yaşarım bir de bana sor!
Sordum ve bekliyorum. Minik bir davet sadece o zamanlara dair. Eski koltuklarım daha güzeldi desin birileri, yeni bir şeyler alarak mutlu olamadığımızı fark etsin diğeri. Yürüyerek ulaşalım birbirimize, yolun tadını hissedelim adımlarımızla. Hızla ulaştığımızdan bıkmayalım hızla. Halit Kaymaz çay demlesin, servis yapsın Gökhan Malçok, kimi su bardağıyla yudumlasın, kimi kupayla. Derince’deyiz, altmış evlerde bir öğrenci evi… Çayın tadı demden gelir, fincanın kaç para olduğu kimin umurunda.
D&R'dan satın almak için tıklayın
KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın
YAĞMUR ve PALAMUT - 31.10.2014
84 kere okundu
Yağmurlu bir günde yataktan kalkmak kadar berbat bir şey varsa o da yağmurlu bir günde yataktan kalkıp dışarı çıkmak zorunda olmaktır. Kirpiğin kaşına Değdiği Zaman derken Abdal, saçaklardan düşen damlalar şıp şıp ses çıkartırken, hantal gövdeni yatağın birinci sınıf huzuruna teslimken…
Zor zamanlar bunlar, Cuma günü işe gitmeyip evde yattığın ama yine de sokağa çıkmak zorunda olduğun günler. Sakal tıraşı zor, duş almak zor, giyecek bir şeyler bulmak zor. Hele de kulağında o ses çınlarken; kirpiğin kaşına değdiği zaman…
Şömine güzel, isteseydik ancak bu kadar olurdu, pilavın üzerindeki üç beş parça kuru fasulye kızarmış ekmeğin üzerine sürülmüş havyar kıvamında. Hazar Denizi’nin en havalı Mersin’i tarafından bize özel hazırlanmış ve servis edilmiş gibi. Çayın bayat olması kimin umurunda, geveze amca varsın yudumlasın viskisini, varsın yağmur devam etsin. Varsın varmasın martılar yuvalarına, uçuşsunlar biraz daha…
Böyle bir şey işte yatakta olmak. Yatak deyip geçiyor ya iş düşkünü budalalar. Sabahın köründe kalkıyorlar ya, harala gürele koşturuyorlar ya işyerlerine. Doymasınlar aptallıklarına. Yaratanın özenerek yarattığı bir makineyi ki ruhu da var bu makinenin öteye beriye koşturup hoyratça tüketmeleri katlanılır gibi değil. Ben Müslüman’ım ve bence iyi bir Müslüman Allah’ın yarattığı o gövdeye iyi davranmalı. Yağmur yağıyorsa yataktan kalkmamalı. Çok ısrar eden yoksa öteye beriye koşturmamalı. Soğuğun içinde sıcağı bulmuşsa tadını çıkartmalı.
Sahi birinizin yatağa kahvaltı getirmesi mümkün mü? Çok şey istemiyorum, akşamdan kalma balık varsa bayılırım mesela. Ya da salamlı kaşarlı bir sandviç de olabilir. Yanında sıcak bir çay. İncir kurusu var dolapta, birkaç tane getirirseniz ağzım da tatlanır. Bir de tadelle. Birkaç mandalina elma da fena olmazdı, uyuyup uyanınca içim kıyılır. Yorulmam gereksiz yere, hazırda bulunsunlar. Çıkıp dışarı balık mı alsam acaba. İri bir palamudu dilimletip mısır ununa buladıktan sonra kızartsam mı? Yağmur, yatak, şömine, balık, palamut… Evet evet kalkmalı, sonuçta sıramız belli. Pişmiş balık, kadın ve çiğ balık… Yağmurlu günde çiğ balığı sıralamaya sokmuyoruz, kurum olarak son kararımız bu. Kurum dediğim et ve balık kurumu. Onlar da sever hatunları bilmezsiniz siz. Ama şu angus eti satmaya başlamaları iyi olmadı. Angus dediğim bir koca hayvan, insan öldürmeye kıyamaz. Ama palamut öylemi, sudan çıkar çıkmaz tırt. Yağmur sesi de kesildi zaten.
Kalkmalı, tıraşı es geçip duş almalı. Orta kalınlıkta bir şeyler giyip sokağa çıkmalı. Ver elini İzmit körfezi. Oranın balığı Karadeniz’den geliyor, tek derdimiz bu yani. Balık ve balık ve balık… Yalnız yersem kusuruma bakmazsınız dimi. Siz deli gibi çalışarak gövdelerinizi ve kafanızı yiyin, ben bu hafta sonunu balık kokarak geçirmeye çalışacağım. Hem Eylül’den beri avlanma yasağı da kalktı. Hem o Eylül’ü bilmezsiniz siz. Bekler şimdi… Yollanmak gerek.