hayat ne garip şey anne - 4.11.2013

335 kere okundu

Gece geç vakte kadar spor seyretmenin günüdür Pazar, erkekler için tuhaf bir eylem biçimidir mahalle karısı kıvamında ki adamların lakırdılarına kulak kesilmek. Ben de öyle yaptım bu gece; önce Toroğlu ve tayfasına sonra da Çakargiller’e baktım. Akşam’a doğru şehir dışından gelip kurulmuştum hem bilgisayarın hem de televizyonun karşısına. Arada götürdüğüm çiğ köfte dürümleri ve evden getirdiğim cavcaga fındıkları da cila oldu keyfe. Bilmeyenler için söylüyorum ev Trabzon’dur.

Maç mevzusu bitince biraz internette takılıp yatağa yöneldim. Uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapıp bilgisayardan müzik açtım kendime. Kerem hoca söyleyecekti ve ben uyuyacaktım. Dinledikçe kaçtı uykum, uyursam şarkı bitecekti. Uyumadım, aklım çok uzaklara gitti. Kalktım salona geçtim…

Altın yüzüğüm kırıldı,
suya düştü su duruldu,
dediler yarin de gelmiş,
ince bellerim kırıldı…

Hayat ne garip şey anne. Dün gece youtube’dan Şota’yı seyrederken Şota’nın Trabzonlu Şota olduğu günlere gitti aklım. Fenerbahçe’ye ilk yarı dört gol atıp ikinci yarı üç gol yediğimiz maçtan bahsediyordu. Tiribündeydim ben de. İlk yarıda attığımız dört golün keyfinin üzerini örtmüştü ikinci yarıda yediğimiz üç gol. Maçı dört üç almış gibi değil de ikinci yarıda üç sıfır yenilmiş gibiydik. O günlere dönmek istedim, stadın karşısında ki okula, yürüyerek Meydan’a dönmek istedim. Ama biraz daha düşününce o kadar da iyi fikir olmadığını anladım. Çünkü büyümüştü herkes; abim büyümüştü evde değildi, Gökmen büyümüştü yürümezdi benle, Ceyhun ve Dobiş kendi dertlerindeydi. Yomra’da dolmuş beklerken Aziz Abi yanıma gelip araba gelmezse söyle bana eve atayım seni demeyecekti, çünkü yıllar önce ölmüştü. Mustafa abimler köyde yaşamıyordu artık, Hamdiye Yenge yoktu, Babannem, büyükbabam yoktu. Anneannemin köyü anneannemin köyüydü değildi. Domatesler hormonluydu, kirazlar dalında çürüyordu. Mahallenin çocukları büyümüştü, yerlerine gelenler bilgisayar ve telefondan ibaret sanıyordu hayatı. İlk yarısında dört gol attığımız maçın ikinci yarısında üç gol yemiştik. Bize üç puan kazandıran ö fazladan bir gol kimsenin umurunda değildi. İlk dört golü biz atsak da, üç puan alsak da yenilmiştik hayata. Belki bitmemişti maç ama biz büyümüştük.

Hayat ne garip şey anne, daha kırk yaşına gitmeden ölümü düşünür oldum. Ne var şu hayatta yaşamaya değecek, her gün biraz daha gömülüyoruz içine düzmecenin, her nefeste biraz daha uzaklaşıyoruz içimizde ki çocuktan. Azı gitti sevdiklerimizin, azı daha gidecek, azı daha gidecek… önemini kaybedecek her şey, sevdiklerimin olmadığı bir dünyada yaşamanın anlamı kalmayacak. Ölümü düşünür oldum anne. Mutlu değiliz, mutsuz değiliz, kaybetmedik, kazanmadık… Sabah uyandığımda artık seni göremiyorum mesela, telefonda ki sesin yetmiyor. Yaşlandım mı ne, daha ne kadar göreceğim seni, daha ne kadar yaşayacağım senle. Ölüm ne garip şey anne, ne yaparsam yapayım yenildik gibi geliyor. İlk yarı kaç gol atmış olursak olalım, ikinci yarı her şeyi değiştiriyor.

Ne güzel söylüyor kerem hoca. Bir akşam dinlemeye gidelim dedim Taylan’a. Ya da balık yapayım size. Bir ara gitarı alıp elime tımbırdatırım. Dayanamaz notaları katletmeme, ver şunu der belki. Tam da istediğimiz şey. Rakı bile içerim belki. İkinci yarı gol atamasak da pozisyona gireriz belki. Umut fakirin ekmeği, sesi bilgisayarın hoparlöründe, ses Kerem hocada… Uyurum belki, belki uyanamam…

Bir ay doğar ilk akşamdan geceden
Şavkı vurmuş pencereden bacadan
Uykusuz mu kaldın dünkü geceden
Uyan uyan yar sinene sar beni

(Kerem Kekeç’e sevgilerle…)

(:(:(:(: (:(:(:(:(:
5.11.2013 Salı

Boşverrr aldırma gönül

bazı günler vardır - 10.11.2013

22 kere okundu

Bazen geç uyanırsın, gece Behzat Ç’yi sinemada seyredip eve geç dönmüşsündür. Kabak yapmışsındır belki, dilim dilim doğrayıp şekerde bekletmişsindir. Eylül’le oynayıp Güneş’in tadını çıkarmışsındır. Ve uyku, en sevdiklerimden…

Kahvaltıda patates, sucuk ve yumurtanın birleşimi konu olmuştur, İzmir tulumu ve dilimlenmesi unutulan hormonlu domates ve salatalıklar. Ve ceviz, olmazsa olmaz ceviz. Havanın sıcak olduğu sonbahar sabahlarından biridir bazen. Tam merdivenlerden inerken kaçmıştır araba, sevdiğin bir şehirden sevmediğin bir şehre gideceksindir, sevdiklerinin yanından hiç tanımamayı istediklerinin yanına. Seni duyabiliyorum, kelim ben sağır değil. Hayvan hayvandır, kaç ayağı üzerinde durduğunun önemi yoktur.

Kimin umurunda işletmelerde kullanılan bilgi sistemleri. İşlet işlet nereye kadar, çalış çalış sonu yok. Çalışkan insanlar harika bir sanat eserini yakarak ısınmaya çalışan ahmaklardır der Emre Yılmaz. Çok şey söyler aslında ama anlayana. Başucu kitabımı ne zamandır okumadım, fısıldamadı şeytan şeytanlıklarını. Cumartesi iş, Pazar iş, pazartesi, Salı… Boktandır hayat bazen, yeterince boktandır ve yaşamak zorundasındır. Her şeye rağmen gövdenin üzerindeki kafa iyidir ve iyi kafayla mutlu olmak hiç zor olmamıştır.

Derin’i görürsün bazen, ondan yer artırıp yerleştiremediğin Demir’i de. Oysa abca abcadır, Derin’e de abcadır Demir’e de. İlk kez öpersin yeğenini, hepsinin yeri ayrıdır. Koklarsın da, bebek gibi kokuyordur, abini andırıyordur. Ama yine de bonibonu Derin’e verirsin, ilk göz ağrısı hep ilk göz ağrısıdır.

Bazen eve tok gelirsin, günlerdir kızartmak istediğin palamutlar yine yırtmıştır kızgın yağ içerisinde dans etmekten. Mısır unu yine bir başına ve yalnızdır, ev dağınıktır, çamaşırlar yıkanmamış, müzik başlamamıştır.

Hiçbir şey yapmak istemediğin günler vardır bazen, yarın pazardır ve aptalca bir şey yüzünden erken kalkman gerekiyordur. Ah o tatlı dil ah, beni bile Pazar sabahı yataktan kalkmaya ikna eden tatlı dil. Yılana ne yapmaz ki o tatlı dil. Sanem çelik çay koydum gel içelim dese kalkmayacağın yataktan kalkman gerekiyordur. Üstelik ne güneş vardır, ne Eylül ne de Sanem Çelik. Kara Melek vardı eskiden, çoğunuzun bilmeyeceği kadar eskiden.

Bir film seyredersiniz bazen, tam da o gün seyredilecek filmdir. Alır götürür sizi tam da gitmek istediğiniz andan gitmek istediğiniz yere.  Etrafınıza bakarsınız ama hiçbir şey tanıdık değildir. Ne bakıyorsun, sapık mısın bazı günler. Niye baktığını bilemezsin, niye başladığını ve neden bitmek zorunda olduğunu. Değersiz hayatından değersiz bir gün daha. Değerli bir film içinde dünyayı kurtaran adamların olmadığı.

Bazı günler vardır çoğu zaman yaşanan. Bir önceki kadar sıkıcı, bir önceki kadar monoton… Sıradan insanların yaşadığı sıradan günler vardır, elini sallamaya korkarsın çarpacak diye. Bazı günler vardır bitmese dersiniz. Gitmese dersiniz kalsa bir bok olmayacağını bile bile. Bazı günlerden biriydi sıradan insanların yaşadığı. Elini pantolonunun cebine koyup denize baka baka yürüdüğün bazı günler.

********* *********
10.11.2013 Pazar

ben hala onu kara melek zannediyorum.fazla etkilenmişim

funda görünümlü kezbanlar - 12.11.2013

4 kere okundu

Günaydınla başlayan gün, harala gürele çantayı hazırla, tuvalette telefondan internete gir… Duşu geceden almak nimet, sabah az da olsa ısırıyor soğuk soğu. Bütün kotlar yeni yıkanmış, ütüsüz. Masa açılmaz, çok uzun iş. Yatağın üstünde iki fıs fıs. Suyu bitmiş ütünün uyuzluk olsun diye. Sabah uyandığımda içeceğim su ütünün kısmeti. Klasik kot, beyaz tişört ve lacivert çorap. Siyah kemer, bordo spor ayakkabı ve mavi yağmurluk. Harala güreleye devam. Saat olmuş dokuz buçuk, sekizde başlayan mesai için süper bir rakam. Yolun üçte biri bitince anlaşılıyor telefonun tuvalette unutulduğu. Bok vardı sabahın köründe internete girecek. Telefonsuz hayatın gerisinde kalınıyormuş, öyle öğretti ipne zaman. Ah o zaman biraz yavaş geçse. Saat olmuş on buçuk ve ben işteyim. Daha kötüsü de olabilirdi, şükretmek gerek.

Birbirinin aynı iki kurumda aynı iş için yapılan toplantılardan biri üç saat biri yarım saat sürüyorsa o kurumlardan birinde sorun vardır. Kimse ayranım esmere çalmış demez, ben derim ve giderim. Bazen kalıp kavga ettiğimde olur ama şimdi havamda değilim. Sonbahar dediğin savaşmak için değil sevişmek için değildir. Gerçi sevişmek için kışı beklemeyi düşünenler de vardır ama fırsatı bulunca kaçırmayacaksın der Abdül…

Artık milliyet.com.tr’ye girmiyorum. Koyduğum gazete mi hafta sonu ekimi belli değil. Yalan haberin bini bir para mı dersin, aynı haberi yirmi farklı başlıkla yayınlamak mı dersin… Üç dört yıl arayla aynı haberi yaptıklarına bile rastladım. Gazetesi Milliyet olan bir ülkenin başbakanı Tayyip, muhalefet lideri Kemal olur tabiî ki. Böyle başa bu traş, fazlası şapka tutmaz. Gerçi bu da tutmuyor ya şapkayı, sağlık olsun. Yahu ben başka bir şey söyleyecektim konu başka yere geldi. Efendim sabah ntvmsnbc.com’da gezinirken dün akşam acun’un yarışmasına katılan iki karıya baktım. Ne Abaza bir memleketiz, hatun Angelina’ya benziyor diye TT olmuş dün gece. Ulan şuursuz mandalar. Angelina önüne gelenle yattığı halde size sıra gelmedi, bundan mı medet umuyorsunuz. Hatun güzel olsa yine eyvallah, sabah yanında uyansam akşam ne bok yedim ben diye düşünürüm. Kadını da erkeği de kapsama alanı dışında Türkiye’nin; ne erkeği erkek ne kadını kadın. Şansı olan ikinci sınıf takılıyor, şansı olmayanları Allah kurtarsın.

Birisi şu kadınlara kadın olmayı öğretse bari. Erkekler ümitsiz vaka, kadınları kurtaralım babında… Mini etek giyip altına topuklu ayakkabı geçirmekle olmuyor bu işler. Kaşına gözüne de bir iki boya sürdün mü değme gitsin. Öyle değil be anacım, hiç öyle değil. Siz kadın olsaydınız zaten bu memleketin öküzü meşhur olmazdı. Gerçi sizin gibi kadınlara öküz bile fazla. En azından öküz öküzlüğünü kabul ediyor çoğu zaman ama size sorsam her biriniz Kate Upton. Yok anam yok kendinize gelin, funda görünümlü Kezbanlar’dan fazlası değilsiniz. Allah kadın yaratmış sizi ama siz üzerine bir şey koyamamışsınız. Kıyafetlerim ve boyalarım var diyorsunuz belki. Haklısınız, birikimlerinizle öküzlerin görüş alanındasınız. Tadını çıkartın.

sütlaç önemli konu - 13.11.2013

42 kere okundu

Cem Yılmaz kadar yakışıklı değilim, Beyaz kadar sevimli ya da Okan kadar zeki de değilim. Zaten ne ilgim var o adamlarla hiçbir fikrim yok. Niye böyle başladı bu paragraf nereye gidecek konusunda da sizin kadar aptalım. Tamam, belki sizin kadar değilimdir.. Yanlış yazmışım Cem Yılmaz’ın olayını da; yakışıklı değil komik olacaktı. Sığır hiç yakışıklı değil, ben bile onun yanında Robert De Niro’nun gençliği gibi duruyorum. Saçsız hali ama. Hem saç dediğin nedir? Güzel yüzü olmayanlar için ihtiyaç, benim için fazladan birkaç kıl.

Şimdi ben dünkü yazımda kadınlar için atıp tuttum ya… Bizim Pınar’ın hoşuna gitmemiş, yazdı bişiler Facebook’tan. Niye kadınlar da erkekler değil dedi. Elif girdi araya, bize gel dedi. Çalışmaktan kadın olmaya vaktin olmaz. Ya da öyle demedi mi… Bak unuttum şimdi. Hem olmaz benden kadın, adım sürtüğe çıkar. Ağaya beleş, için rahat olsun Muhittin.. Şimdi kadın dediğin canlıya yakışmıyor aptallık ondan sırf. Erkek zaten bildiğin öküz, ne hayvanlık yapsa yakışıyor ipnelere. Düşünsene yere tüküren bir kadını… Ama erkek öyle mi. Yere tükürdüğünü görsen şaşırmazsın, öğretmemişler sığıra. O da zahmet edip öğrenmemiş. Anasının kuzusudur o siz bilmezsiniz. Zamanla koç olur, çıkar boynuzları. Benim de sevgilim yere tüküren bir hayvan olsa diğer hayvanlarda denerdim şansımı. Hatta üç beş erkekten sonra şansımı kadınlardan yana denerdim. Erkek dediğin en öyle kıllı mıllı. Zaten ben hiç soğuk bakmadım lezbiyenlik mevzusuna. İki kadın her zaman bir kadından iyidir. Annem dilime biber sürecek, neler söylüyorum.

Başladığımız yere gelmiş bulunuyoruz sevgili seyirciler. Tutku ve eylem ekonominin kaderinden daha tahrikkar değil midir? Hem bize ne ekonomiden. Her ayın sonunda tahsilât yapabildiğimiz koca kafalı bir patronumuz var. Sevişmek için gelinen bu dünyada savaşan ahmaklar olmaktan ne çok zevk alıyoruz. Ahmak dedim de bizim Okan geldi aklıma. Sen git boşandığın hatunla bir daha evlen. Yetmiyormuş gibi bir de çocuk yap. Sonra üzerine en iyisinden bir cila yap. Yok aga yok… Adam olmayı, dik durmayı becerene kadar benim Okan Özkan adında bir arkadaşım yok. Karı dediğin bulması en kolay şey, anne baba öyle mi. Omurga önemli aga, aşkı bahane edip eğilmeyeceksin, ezilip büzülmeyeceksin. Gün gelir kafanı soktuğun kumun altına kadar ulaşır açıkta kalmış kıçından gelen sesler. Kafanı kumdan çıkardığında koca çölde bir başına olduğunu anlarsın ama zaman geçmiş olur. Ne Musa’ya yaranmışsındır ne de İsa’ya.  

Ateş diyip geçmemek lazım.  Hele çocuklarda çok önemli. Hiç unutmam çok küçükken çok ateşim çıkmıştı birkaç sefer. Doktor amcanın işi gücü yokmuş gibi menenjitsin, yatacaksın demişti. Ulan yaz günü koşup oynamak varken ne yatması. Başlamış da ilerlermiş, tedavi edilmeliymiş. Annem üzülüyor, ben ise hastaneye yatmak için tüplü çokokremi şart koşuyorum. İkimizin de dediği oldu. Ama en çok o puşt doktorun dediği oldu. İki hafta boyunca eziyet etti bana. Yediğim iğnenin haddi hesabı yok. Totom fakir bir poligonun hedef tahtası gibi oldu, her gelen atış yapıp gitti. Ulan çocuğuz dedik, acıyor dedik ama kimsenin umuru değil. Benim iyiliğim içinmiş hepsi. E bir kere de siz açın poponuzu da ben de size bir iyilik yapayım diyemedim. O zamanlar böyle yırtık değilim. En fazla arkalarından küfür kıyamet. Allah düşmanımın başına vermesin, ateşli hastalık beyin hücrelerini öldürüyor. Benimkilerin bir kısmı erken teşhis sayesinde kurtarıldı çok şükür. Seksen kiloyu idare etmek için çok fazla hücreye de ihtiyaç yokmuş, otuzundan sonra anladım. Hem yakışıklı hem zeki olsam haksızlık olurdu abime zaten. Ben yakışıklı oldum o zeki. Ya da tam tersi miydi… Saat geç olmasa arayıp sorardım ona ama abu saatte kıçında pireler geziniyordur serserinin.

Sütlaç önemli, çok önemli. Üniversitedeyken bir akşam abim Amerika’yı keşfetmiş Kolomb gibi daldı odama. Sütlaç yapmayı öğrendim dedi. İyi dedim, çıkarken kapıyı kapat. Sonra birkaç kez sütlaç yedik sık aralıklarla. Zaten koca altı sene boyunca bir tavuk ciğeri yaptı bir de sütlaç. Gerisini hep devletten bekledi. Yemek yapmaktan okul uzadı yemin ederim. Ben de onun gibi altı yılda bitirirdim ama hep o yemek meselelerinden. Sütlaç iyidir, anne sütü iyidir… Yok bu başka bir konuydu, pardon. Netice itibariyle Kazım Sarımehmetoğlu sütlaç yapmayı bilir, yıllar sonra tavuk ızgara da yapabildiğini öğrendim. Düşünüyorum da ateşli hastalığa ben değil de o yakalansaydı ne olurdu durumu. Hem akılsız hem çirkin. Ama hakkını yememek lazım, sütlaç yapmayı bilir paşamız. Sütlaç diyip geçmemek lazım, önemli konu o!

her sabah aynı hikaye - 20.11.2013

0 kere okundu

Bıkmadan usanmadan her sabah aynı şeyleri yapıyoruz. Gece geç yattığımız yatakta sabah zorla uyanıyoruz. Telefonun alarmını birkaç kez erteliyoruz belki. Kalkıp yüzümüzü yıkayıp ya da duş alıp tekrar yatağa dönüyoruz belki uykudan üç beş dakika daha çalmak için. Ama farkındayız, kalkıp işe gitmeli, kapitalizmi yaşatmak için çalışmalı ve çalışmalıyız. Kendimiz için olmasa da alışveriş merkezleri, e-ticaret siteleri ve bankalar için yapmalıyız bunu.

Kapitalizme bulaşmışsan gardropun doludur, gardropun doluysa sabah seçim telaşı vardır. Hangi pantolon, hangi etek, hangi kravat, hangi, kazak… Elbiseye karar verince ayakkabı seçmek nispeten kolay. Hele de ayakkabıya cuk diye oturan kemer varsa tereyağlı ballı ekmek. Amerikan filmlerinden gördüğümüz fast food kültürü bizi esir alalı yıllar olmuşken evde kahvaltı seçenek bile değil. Dedemizden babamıza ya da annemize, ordan da bize geçen bir alışkanlık olarak hemen bir starbucks bulup bir kova dolusu kahve alabiliriz. Ya da biraz daha ilkel davranıp işyerimizde ki çayla durumu kurtarabiliriz. Çayın yanında poğaça ya da sandviç. Vakit nakittir ve kapitalizm sırf parayla doymaz, ruhunuzu da ister.

Ve trafik… İstanbul’da yaşıyorsanız minibüsçülerin trafikteki terörüne ya alışacaksınız ya da alışacaksınız. Sizin ne düşündüğünüzün hiçbir önemi yoktur, kural yoktur, kanun ya da polis yoktur. Nezaketten ya da saygıdan bahsetmek zaten başlı başına kocaman bir ahmaklık… Sabah erkenden uyanmış olmanın mutsuzluğuna trafikte yüklendiğiniz stres de yüklenince güne hazırsınız.

beyaz fırın - suadiye - 23.11.2013

0 kere okundu

Eskiden sık sık sayfama kimler girmiş diye bakardım; kaç ülkeden, kaç şehirden takipçim var merak ederdim. Malezya’dan kim girmiş, Şili’den nasıl bulmuş diye kendi kendime üç beş saniye düşünür, hele hele üst üste aynı yerden birkaç giriş varsa koltuklarımın kabartmadan alamazdım kendimi. Yurt dışından en sadık takipçilerim Almanya ve Ameika’dan olurdu. Bir ara Rusya’nın birkaç şehrinden her gün ziyaret ediliyordum ama sonradan gelen giden olmadı pek. Kuvvetle muhtemeldir ki canı sıkılan birkaç hemşerim benim yazdıklarımda belki de özlem gideriyordu. Şimdilerde pek takip etmez oldum, ayda bir ya bakarım ya bakmam google’ın analiz şubesine. Girende aynı hesap girmeyen de, okuyandan da kar yok okumayandan da.

Şimdi yine girdim google hesabıma, ne var ne yok baktım çok önemsemeden. Yine girenler girmeyenler, ziyaret edenler, çekip gidenler var. Bir sarkaçtır hayat der bir Rus tiyatro yazarı; bir bakmışsın burnunun ucunda, bir bakmışsın dünyanın öbür ucunda. Siz burnunuzun ucundakinin kıymetini bilin der bir Türk düşünür.

Yol kaybetmek benim işim İstanbul’da; ikea’ya giderken şile yolunda bulmak kendini, eve dönerken Kanlıca’da mecburi yoğurt molası vermek benim işim. Kime yol göstersem ya da tarif etsem yoldan çıkar eninde sonunda, duyduğum ıkınıp sıkılma ünlemleri de çabası. Küçük şehirlerin büyük adamıyım, büyük şehirler büyük gelir bana.

Bazı zamanlar vardır yaptığınız işi seversiniz. İngilizce bir sayfadan bios pilini çıkartıp makineye enerji vermeniz gerektiğini öğrendiğiniz zamanlarda ki gibi mesela. Ya da kavurmanın kıvamını tutturup mezgitlere soya ve köri sosunu kararında yedirdiğinizde. Sistem geliştirme yaklaşımları senin neyine demesin kimse, işletmenin pratiğini çözdün de teorisine mi el attın. Geçip öğrencilerin tarafına kendimi dinleyesim geldi; yok küresel piyasalar, yok değişen ekonomik kriterler ve e-ticaret…

Şimdi ne alaka diyenler için açıklama yapmayacağım, üzgünüm. Beyaz Fırın’ın yeni keşfettiğim Suadiye şubesi kesinlikle Kadıköy’dekinin yerini tutmaz, iki ile iki dört ediyor bende.

nedeni görmezden geliniyor yalnızlığın - 27.11.2013

1 kere okundu

Ne çok eleştirilecek insan var… Ne çok eleştiriyoruz. Herkes haksız da bir biz haklıyız. Sorarlar adama burnunu soktuğun boktan kafanı kaldırınca etrafına bakacak yüzün olacak mı diye. Kendini kurtarabilecek misin kendine söylediğin yalanlarla, aklayabilecek misin insanlığını, hakkını teslim edebilecek misin hak sahiplerinin. Yoksa ömrünün sonuna kadar kendini inkar etmeyi becerebilecek misin delikanlılık uğruna. Gittiğin yollarda gelenlere rastlamadın mı hiç, durup aynaya bakmak gelmedi mi aklına derler adama.  Bilmek ağırdır, bilmeden bilmediğini zannetmek çok daha ağırdır. Başkalarından devşirdiğin cümlelerle kaldıramazsın bu yükü, büyüdüğünü zannederken küçülürsün. Kendi adına düşünemezken başkalarının adına düşünmeye başlamışsan yolun açıktır; dönünce ıslık çal, bastığın topraklara tüküreceğim.

Nedeni görmezden geliniyor yalnızlığın, bir kendini bilmezlik almış başını gidiyor, kimisi ağzından köpükler saçarak konuşma yapan başbakan eşinin üzerine, kimi en yüzsüz haliyle yüzde altmış bir oy istiyorum sizden diyor. Sel basıyor güpegündüz güzide şehrimizi, bir kez daha aday gösteriliyor Melih Gökçek. Neden yalnızız diye soruyoruz kendi kendimize, derman arıyoruz dertlerimize. Görmezden geliyoruz yaptıklarımızı, parmağımızı başkalarına doğrultup es geçiyoruz kendimizi.

Yol uzun, yolcu çok, Maltepe’nin merkezinde doğalgaz borusu patlamış. Üstelik tam da minibüs yolunun üstünde. Olur mu demeyin, buralarda her şey oluyor. Yüzü kalmamış insanların, Allah yapısı bunca defo verirken kul yapısının kusuruna bakmak lükse kaçıyor. Duymasın tayyip amca, buna da vergi koyar; keyif vergisi, tekmili birden üç buçuk perde. Atar mısın, tutar mısın ya da somurtup vergi mi kaçırtırsın sana kalmış.

AKP kötü, çok haklısınız. Şimdi sandık başına gidilecek. Kime oy verelim, Kamer Genç’i her dönem meclise taşıyanlara mı, Halk Tv kafasında olanlara mı yoksa neye milliyetçi olduğu belli olmayan adı hareketli kendisi hantal partiye mi. Ölmüşüz de ağlayanımız yok ağalar, dönüp dolaşıp kucağına oturuyoruz AKP’nin.

Dün @beyinsiz_adam ismiyle twitterda kalabalık bir takipçi topluluğuna sahip zıbıdı bir şahsın yazısını okudum. Üstelik Türkiye’nin en büyük gazetelerinden birinin Pazar ekinde yazmış. Gazetenin adı zaman, hani cemaatçi olduğu herkes tarafından bilinen, AKP’ye destek olan ama dershanelerin kapatılacağı söylenince çark eden gazete. Neymiş efendim bebemize ilkokul öğretmeni kızmışmış, dersten dışarı attığında müdür de dövmüşmüş. Çok fazla öğretmen varmış, gereksizmiş. Öğretmenler günü pazar gününe rastladı diye hediye alamayan öğretmenler üzgünmüş. Dershane öğretmenleri hakkında tek satır yok. Sanırsınız memleketin en aşağılık üç beş topluluğundan biri öğretmenler. Adam olmaz bizden, değil bir milyon on bir milyon öğretmen olsa aramızda yine adam olmaz bizden. Devletin öğretmenlerini harcayarak dershaneleri aklayamazsın. KPSS’yi kazanamayan öğretmenlerle verdiğin yarışta KPSS’yi kazanan öğretmenlere bok atmaya çalışırsan elinin boka bulaştığıyla kalırsın. Hem bu yazıyı yazan kişinin adının beyinsiz olması da ayrı bir ironi. Ama buradaki ironi isimde değil, meselenin tek doğru tarafı bu zaten. Bizim çocuk aslında çok zeki ama çalışmıyor. Herkes çocuğu için aynı hikâyeyi anlatıyor, buyur işte adam beyinsiz. Yoksa neden köy yolundan otobana girmeye çalışsın.