YİRMİYE KADAR SAYMAK - 9.05.2021

548 kere okundu

Eve dönmek ister insan günün sonunda, çocuklarına, annesine, sevgilisine. Geçip giden günlere dönmek ister; ilk okuduğu kitaba, ilk futbol oynadığı çimenliğe, ilk kavga ettiği arkadaşına. Renkli misketlerine dönmek ister, incir ağacının dalına, çakıl taşlarıyla kaplı kıyıları döven hırçın dalgalara. Dönüşü olmayan yoldan geri dönmek ister ama geçmiştir zaman, kapanmak üzeredir perde. Seyircileri selamlayıp sahneyi terk etmek gerekiyordur artık.

Terk ettim seni, sabah uyandığımda aklıma ilk gelen şeyin mahalle maçı olduğunu unuttuğum gün. Annemden gizli kuzenlerimle denize gittiğim gün terk ettim seni. Abim kendisini karateci sanan çocuğu döverken yaşadığım çocukça gururu diğerlerine göstermeye çalışırken terk ettim. Kapadım gözlerimi ve yirmiye kadar saydım. Açtığımda yoktu kimse. Araba gürültülerinin yankılandığı duvarlarla örülü bir yerdeydim. İnsanlar koşturarak ilerliyordu çevremde. Korkunçtu ve orada durmak istemiyordum. Gözümü tekrar kapayıp yirmiye kadar saydığımda terk ettim seni. Çünkü gözlerimi açtığımda yoktu sen, tanıdığım kimse yoktu. Araba gürültüleri ve koşturan insanlar kaybolmamıştı.

Beşte devre onda biter oyunlarımızdan vazgeçtiğimiz zaman girmiştik bu yola. Yarım saatlik iki devre halinde vazgeçmeye başlamıştık güzel olandan. Kırmızı için yeşilden vazgeçmiştik, mor için maviden. Ve sonrası çorap söküğü gibi gelmişti. Çiçek toplarken yoldan uzaklaşan kırmızı başlıklı kız olmuştuk, kurda uyup yolumuzu kaybetmiştik. Kimimiz kurt olmuştu zamanla, kimimiz kurda av. Sonrası sessiz bir özlem, kendiyle kavgalı pişmanlıklar, mutsuz yaşayışlar.

İlk nerde mutlu olduysam oraya döndüm yüzümü. Toprak altında kalmıştı her şey, çok azı kalmıştı eskilerden. Büyümüş ve değişmiştik. İlk mutlu olduğum yer o eski yer değildi artık. İnsanlarla birlikte yerlerde değişiyordu. Aslını koruyarak değiştiremiyorduk hiçbir şeyi. Öğretmemiştiler bize; biz de öğrenmemiştik. İşimize gelmişti böyle. Düzeni bozmak zordu ve biz kolay olanı seçmekte iyiydik. İlk nerede mutlu olduysam oraya döndüm yüzümü ve kapadım gözlerimi. Kaça kadar sayarsam her şey eski haline dönüşür diye düşündüm. Yirmi dedim kendi kendime, ve güldüm yine kendi kendime.

OROSPU ÇOCUĞU BUKOWSKİ - 13.05.2021

502 kere okundu

Bukowski’yi bilir misiniz, ben bilirim. Orospu çocuğunun tekidir kendisi. Gece gündüz içen, kadınlar dışındaki insanlardan pek haz etmeyen ki kadınları da becerebildiği için sever, hayatı umursamayan ama milletin uf ne laf etti diyeceği boktan cümleler kuran yaşlı bir ayyaştır kendisi. Gençken de ayyaştı ama yaşlı ayyaş demek daha bir acınılası pislik havası veriyor muhatabına.

Yeraltı edebiyatı diye bir şey var. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru çıkalım artık şu salon beyefendisi çizgimizden demiş yazabilen birileri. Başlamış küfürlü konuşmaya, içinden gelenleri, namusmuş, kanunmuş, edepmiş, hayaymış umursamadan dile getirmeye. İçinizde sakladığınız ama belki de sizi siz eden şeyleri çat çat diye yüzünüze vurmuşlar. İyi de yapmışlar. Bu ikiyüzlülük bir yerde son bulmalıydı çünkü. Becermek istediğiniz kadına gözleriniz çok güzel demenizin anlamı yok.

Bu yaşlı göt herif de bunlardan biri. Hatta en önemlilerinden. Kıyısından köşesinden tanıyan herkes çok büyük yazar der ona, şair der. Ama herhangi bir kitabını okusa şüphe duymaya da başlar. Geçici bir şüphedir bu. Koskoca Bukowski benim düşündüğüm kadar kötü olamaz der. Kendisini suçlar ama çaktırmaz. Çok büyük yazar der, bayıldım. İşte tam da burada devreye giren şeydir bu yeraltı edebiyatı. Siktir git der yavşak, tuvalet kağıdı bile olmayacak sayfalardan oluşan bir kitaba iyi mi diyorsun cidden. Ya ikiyüzlüsün, ya da geri zekalı.

Bukowski’nin harika denebilecek bir şeyi vardır ki o da açık sözlü olmasıdır. Belki yatakta da harikadır ama kesin bir şey söyleyemeyeceğim. O yirmi yaşındaki iki alman kız aynı gece aynı yatağı onunla paylaştıklarında şüphelerim başlamıştı bu konuda ama içimden küfürlü cümleler kurarak kapatmıştım bu konuyu.  

Ne çektiysem açık sözlü olmamdan çektim ile başlayan aptalca cümlelere tanık olmuşsunuzdur sıkça. Ne çektiniz sevgili aptallar, ne çekebilirsiniz ya da. Kötü olana kötü dediniz diye selamı mı kesti birileri. Sevmediğinize sevmiyorum dediniz diye yalnız mı kaldınız hep. Küfretmek istiyorsan etmelisin, kötüye kötü demelisin, durmak istemediğin yerden çekip gitmelisin. Ki içinizden geldiği gibi davrandınız diye işleri artmıyor bu psikologların. İstemeye istemeye yaptıklarınız ve yapmak isteyip de yapamadıklarınız sizi delirtiyor. Yeraltı edebiyatı bunlar işte hep. Nefretin sahtesi olmaz. Ama sevmek öyle mi. Milyonlarca yalandan seven var ya da sevdiğine yalanlar söyleyen. Oysa nefret ediyorsanız gizlemeniz gerekmiyor. Kusuyorsunuz içinizdekileri ve rahatlıyorsunuz. Ruhun orgazmı diyor buna Bukowski. Demiyor da olabilir, kimin umurunda’ mezarından çıkıp bana hesap soracak hali yok. Ki gelip sorsa da kimin umurunda. Üç kitabına kırk lira verdim. Bir boka benzemiyorlar, paramı geri ver diye kafasını becerirdim o hesap sorana kadar.

ÇALIKUŞU - 19.05.2021

116 kere okundu

Ne oldu o sarı tişörte, o çizgili gömlek nereye kayboldu. Su birikintilerini kim kuruttu, takılıp düştüğüm o tümsek niye yok artık.  Bir kutu lokum alsam, güllü ve damla sakızlı. Gelip çalsam kapını.  O eski kapı mıdır kapın, sen mi bekliyorsun yine o kapının ardında? Hoş geldin deyip sarılır mısın bana? Dünmüş gibi aklımda; mayısları bana versinler, geri kalan ne varsa onların olsun demiştin. Sonradan anladım, mayısları verince geriye hiçbir şey kalmıyormuş.

Çok can almasına gerek yok felaketlerin, yıkımlara, mahvoluşlara gerek yok. Bir dal kırılır bazen, bir dere akmaz olur, bir serçe vazgeçer daldan dala uçmaktan. Nefes dinmiştir, ses kesilmiştir, soğumuştur ten, hiç hesapta yokken biri gitmiştir. Herkesin bilmesine gerek yoktur, yer oynamasa da yerinden olur, mevsimler devam edebilir değişmeye, yelkovan döner durur akrebin civarında. Bazı acılar can yakar, bazıları ise değiştirir. Değişmiştir her şey, yarın asla dün gibi olmayacaktır artık. Artık anlamını kaybetmiştir anlamı olan her ne varsa.

Yürünmez zaten onca yol, fındık bahçelerinden kestirmeden ulaşmak mümkündür eve. Güzeldir ev, sıcaktır, sevgi doludur. Eve dönmek keyiftir, huzurdur eve dönmek, ev ev olmaktan çıkmamıştır henüz. Deniz rüzgârı okşar durur portakal ağacının yapraklarını, minik bir kedi tavuklarla oynamak için can atmaktadır. Büyümek istemiyorum ben der küçük bir çocuk annesine, hep küçük kalmak istiyorum, büyümek kötü. Güler annesi çocuğa, okşar saçını, çeker kendine sarılır. Seviyorum seni der. Ben de seni seviyom der çocuk. Ama ben büyümek istemiyom. Çocuklar hiç büyümez ki zaten der annelerinde fısıldayarak. Duymaz çocuk, sıkma beni anne der, kurtulup onu saran kollardan yavru kedinin yanına koşar. Annesinin aklı onda, onun aklı oyundadır.

En güzel reçel torosan incirinden olur, öyle gördük biz. Bir de yabani çilek vardır, hanifta da deriz. Yol kenarlarında, güneş alan tümseklerde rastlarız sıkça. Doyacak kadar bulamazsın hiç, tadımlıktır. Kızılağaç yapraklarından kese kâğıdı yapar içini doldurmaya çalışırsın ama hiç başaramazsın doldurmayı. Torosan inciri de öyledir, doyamazsın ona, azdır, tadımlıktır. En güzel incir reçeli torosan incirinden olur. Öyle gördük biz. Çok şey görmedik ama iyi şeyler gördük biz. Korunduk ve kollandık, uzak tutulduk kötülüklerden. Çok şey vardı şükredecek ama şükretmeyi yaşaya yaşaya öğrendik. Eksildikçe, kaybettikçe, yenildikçe öğrendik.

O çatısına üstten giren yağmurun alttan çıktığı bomzadan yapılmış ev nerede artık. Kapının önündeki eşek ayvası, süpürge çiçekleri, kardeş eriği nereye kayboldu. Kadife güller vardı, dayanıksızdı ama ne güzel kokarlardı. Gitti onlar, yerlerini kışın bile açan ama kokmayan güller aldı. Kapıdaki köpeğin ismi değişti, bahçedeki direğin yeri değişti, yol da değişti yolcular da.

Yüz yıl sonra gelseniz aradığınız evi bulursunuz diyor İtalyan sunucu. Tek bir yeni bina yok burada, tek bir yol değişmedi, kurumayan hiçbir ağaç kesilmedi, güzel olan hiçbir şey tüketilmedi. Eskiyi koruyarak da değişebilir hayat, gelişip güzelleşebilir. Nasıl anlıyorsunuz diye soruyor bir ziyaretçi müze müdürüne, nasıl anlıyorsunuz hangi resim hangi ressamın. Yaratıcısının kusurlarını taşır her tuval diyor müze müdürü ziyaretçiye. Yaratıcıyı bilirseniz hatalarının onu o yaptığını da bilirsiniz. Saygı gösterirsiniz kusurlara. Çünkü kusurlarıyla hayat bulur her şey, anlam kazanır.

İnsanları sonsuza dek hayatta tutmak mümkün değil ama hatıraları canlandıran, sizi ilk yüzünüz nerede güldüyse günün sonunda yüzünüzü o ilk güldüğü yere döndüren kusurları muhafaza etmek mümkün. Nerede o köy okulu, o top oynadığımız çimen niye dikenlerle kaplı. O çeşme akmıyor artık, o patika yolu büyütüp üzerine asfalt dökmek çok mu gerekliydi. Yok muydu aynı yere giden üç yol daha zaten.  O çalıkuşu nerede artık, o domates fideleriyle hayat bulan kadın. Kim kırdı dalını o Laz elmasının, o çocukluğumuzun üzerinde geçtiği üzüm asması nereye kayboldu.

Gelsem şimdi, çalsam kapını yine sen mi açarsın. Yine sarılıp hoş geldin der misin? Eskilerden bahsetsem dinler misin yine. Yaşlanıyoruz dimi ondan hep. Bak yine çöktü üzerime bir hüzün, yaş birikiyor gözlerimde yine. Eşek kadar adamın yapacağı iş mi bu şimdi! O tümsek yok artık, takılıp düşmem bir daha. Kurudu kardeş erikleri. Su birikintilerine basa basa gidip gidilecek okul da kapandı. Su birikintileri de kurudu gerçi. Zaman gibi akıp gidiyor yağmur da. Biriken sadece hüzün. İçten içe çoğalıp durur içimizde.