devrim evin - 1.12.2013
44 kere okundu
Yıllar önce bir gençlik dizisinde seyretmiştim Devrim’i, açık konuşmak gerekirse de hiç beğenmemiştim. Öğrencilik yıllarıydı sanırım, lisede ki halinden pek farklı değildi yüzü gözü. Birbirimizden haber alıyorduk ama görüşmüyorduk. Adana Devlet Tiyatroları’na girdikten sonra zaten televizyonla pek ilgisi olmamıştı. Gel zaman git zaman öğrendim ki bizim oğlan Fetih 1453’de Fatih Sultan Mehmet’i oynamaya başlamış. Fetih 1453 ki Türk sinema tarihinin en pahalı yapımı… İlk zamanlar neden Devrim Evin diye sormuştum kendi kendime… Hep o gençlik dizisinde ki arkadaşım geliyordu aklıma, o kadar da iyi rol yapamıyordu sonuçta.
Yer yoktu, kapalı gişe oynuyordu film… Birinci haftası dolmadan Maltepe Carrefour’da orta sıralarda almıştım yerimi. Fimle birlikte Devrim de başlamıştı. Adam iyiydi, beklediğimden çok iyiydi. Sağ tarafımda oturan hiç tanımadığım birilerine dönüp, bu adam benim arkadaşım demek geldi içimden, yıllar öncesinden arkadaşım. Çok iyi oynuyordu hıyar… Fimi izledikten sonra, galiba yan rollerdekiler kötü diye Devrim bu kadar iyi göründü bana demedim değil. Ama iyiydi sonuçta, beklediğimden çok iyiydi. Bildiğin iyiydi işte, yaşar gibi oynuyordu. Ama ben ikna olmamıştım…
Film patlamış gitmişti, yedi milyon civarı seyirciyle buluşmuş ve Türkiye rekoru kırmıştı. Ama Devrim ne televizyona çıkıyor ne de söyleşi veriyordu. Niye kaymağını yemiyorsun bu işin diyordum, hayır diyordu. Prensipleri varmış serserinin, öle zıpır gibi kanaldan kanala dolaşamazmış. Yahu hazır işler yolundayken rüzgarı arkana al, paraya çevir, şöhrete çevir diyordum ama nafile.
Fetih’in dizisi başlayacak, bizim oğlan da orada rol alacak diye beklerken beyefendi kadronun yetersizliğinden şikayetçi olmuş ve anlaşma patlamıştı. Gerçi sonradan haklı olduğu ortaya çıkıyordu, beş on bölüm oynadıktan sonra dizi de patlıyordu; oyunculuklar berbattı.
Tam gezi olayları patlamışken İstanbul’un fethi etkinliklerine davet edilmiş ama gitmemişti. Ben kutlamaları halkla birlikte yapmak istiyorum diyordu kendisine uzatılan mikrofonlara. Fetih 1453 zamanında tanıştığı twitterdan veryansın ediyordu, muhalif yanının ateşi çıkmıştı. Nerede hoşuna gitmeyen yanlış bir şey görse çekinmeden yazıyordu. Arada konuşuyorduk, abartma diyordum… Bari sen böyle deme kardeşim diye karşılık veriyordu, görmüyor musun yapılan haksızlıkları. Görüyordum ama benim çok umurumda değildi. Çünkü burası Türkiye’ydi ve insanlar insanları değiştiremezdi. Bin nasihatten iyiydi bir musibet ve ne yazık ki nasihatten öteye geçmiyordu musibet. Burası Türkiye’ydi ve biliyordum kolay harcanırdı insanlar, her doğru her yerde söylenmezdi. Geri vites ileri vitesten daha yararlıydı, hayat kurtarırdı. Hakim güç işine gelmeyen herkesi tukaka yapmaya kararlıydı, Alabora ne ilkti ne de son olacaktı. Ki aylar sonra Devrim’in de darbe yapmaya çalıştığı haberleri süslüyordu gazeteleri. Bizim Devrim darbeciydi, büyüklerimiz öyle uygun görmüştü.
Yunus Emre’nin çekimleri bitmiş yeni İstanbul’da yeni dizinin çekimleri ve Adana’da yeni oyunun provaları başlamıştı. Bo Sahne’de Rain Man devam ediyordu. Seyretmek istiyordum ama bir türlü fırsat olmuyordu.
Dün akşam kendimi ayarlayıp tuttum Cihangir’in yolunu, gidip kuruldum salonun ön tarafında ki koltuklardan birine. Ve başladı oyun. Lise’den beri ilk kez sahnede seyrediyordum bizim oğlanı. İyiydi, çok iyiydi, yine beklediğimden çok çok iyiydi. Özellikle ikinci perdede iyice hissettiriyordu kendini. Keyifle seyrediyordum bir kez daha ama bu kez yanımdakilere o adam benim arkadaşım demek istemiyordum, keyfim yerindeydi.
Oyundan sonra yine beklediğimden iyiydin dedim. Ulan ne adamsın dedi, niye kötü bekliyorsun. Haklıydı, dünkü çocuk değildi, neredeyse yirmi yıldır sahnelerdeydi. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Oyunculuk Bölümünden birincilikle mezun olmuştu. Danimarka’da, İtalya’da, Polonya ve Portekiz’de oyunculuk üzerine eğitimler alıp çalışmalar yapmıştı. Yetmezmiş gibi oyunculuk üzerine yüksek lisansınız da tamamlamıştı. Haklıydı, neden beklentimi düşük tutuyordum. Adam bildiğin sanatçıydı, yapması gerekeni yapıyor, karaktere yeniden hayat veriyordu. Ocak ayında Yunus Emre Aşkın Sesi gösterime girecekti ve ben artık oyunculuk adına arkadaşımdan çok şey bekliyordum…
Oyundan sonra arkadaşlarla konuşurken birkaçı Devrim çok iyiydi ama Reha Özcan daha iyiydi dediler. Önce ses çıkarmadım arkadaşından taraf tutuyor demesinler diye. Ama sonra düşündüğümde hiç de doğru bir yargı olmadığına karar verdim. Raymond’u oynamak kolaydı, jest ve mimiklerle abartabiliyordun karakteri, kimsenin gözüne batmıyordu, sınırları yoktu görünür anlamda. Reha Özcan çok iyi bir oyuncuydu ve kolayca üstesinden gelebilirdi bu rolün. Ama Charlie öyle değildi, her gün sokakta karşılaşabileceğiniz bir insandı, ölçülü olmalıydı, çok büyük inişleri çıkışları olamazdı. Kendisine tanınan daracık bir alanda abartıya kaçmadan kendini ifade etmek zorundaydı. Ve başarıyordu Devrim. Özellikle ikinci perde de gerçekten de Charlie Babbitt oluyordu. Zor olanı başarıyordu. Tom Cruise’u andırmıyor değildi. Ama doğru birdi ve o doğru olanı yapıyordu. Charlie’nin karakteri belliydi ve iyi oynayan herkesin performansı birbirine benzeyecekti. Yarın Johnny Depp aynı rolü oynasa Rain Man’in Charlie’sine değil de Taksi Şoförü’nün Travis’ine mi benzeyecekti. Doğru birdi ve Devrim kendini de katarak doğru olanı seyirciye veriyordu.
Hep içimde kalmıştır sahne, ne zaman bir oyun seyretsem şimdi orda olmak vardı diye geçiririm içimden. Ama Devrim’i seyrederken belki de ilk kez buna dair hiçbir şey düşünmedim. Onun yeri orasıydı ve sahneye çok yakışıyordu.
Tamam, sanatçı egosu yüksek biraz, zaman zaman Rutkay Aziz hallerine de bürünmüyor değil. Hatta Müjdat Gezen’le Levent Kırca ile aynı fikirleri paylaştığı zamanlar da olabilir. Bakmayın twıtterda sabah akşam siyasi bir şeyler paylaştığına, kafasını kaşıyacak vakti bulduğundan bile emin değilim. Hem kim mükemmel ki bu hayatta. Kaç kişi Fetih 1453 gibi bir yapımda başrol oynadıktan sonra kendisini doğru olduğunu düşündüğü yerde tutabilir, kaç kişi doğru ya da yanlış inandığı şeyin ardından bu kadar hesapsızca gidebilir…
Richard Cameron ile başlayan tiyatro serüveni Charlie Babbitt ile devam ediyordu ve her seferinde basamak basamak çıkılıyordu merdivenler; usul usul ama güçlü adımlarla…
kendini beğenmiş cümleler - 6.12.2013
155 kere okundu
En zor olanı insanla uğraşmak oldu, en kolayı aptallıktı. Hep heves ettim aptal insanlara, sıradan mutluluklarına, kendilerini kandırmalarına. İnsan olmak zordu, bir çizgi vardı hiç geçilmemesi gereken… O çizgiyi geçtikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu. İnsan olduğunu fark ediyor ve herkesten de aynı şeyi bekliyordun. Oysa öncelikler farklıydı ve sıra insan olmaya belki de hiç gelmiyordu.
Kötü meslek seçmişim… Biraz kendimi beğenmişim sanırım… Çok da eleştiriyorum… Kaldırıp kafamı çevreme bakıyorum, o kadar küçük şeylerle uğraşıyor ki insanlar, öylesine takılıp kalıyorlar ki. Öyküde ki misal; az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de dönüp arkaya baktık ki ne görelim… Bir arpa boyu yol almışız. Kimse dönüp ardına bakmıyor benim dünyamda, hep az gidiyorlar, uz gidiyorlar… Dere tepe düz gidiyorlar da bir kerecik dönüp arkalarına bakmıyorlar… Ne yapmışım bunca yıl, nerden nereye gelmişim, kimdim kim olmuşum… Güzel elbiseler giymek, iyi para kazanıp güzel yerlerde gezmek yetiyor hepsine. İnsan olmak sonranın işi. Altmışından sonra namaza da başlarız belki… Altı ay bir güzden hiç bahsetmiyorum, çünkü kaç altı ay geçti, kaç güz, kaç yaz geçti…
Kötü meslek seçmişim… Uğraşacağım insanları ben seçmeliydim, çorak topraklarda kendimi tüketmemeliydim. Aşağıya bakıyorsun bok götürüyor, yukarıya bakıyorsun bok götürüyor, çevren desen al birini vur ötekine.
Yokluktan bunlar, hepsi yokluktan. Kim bakar birbirinin suratına yoksa, denize düşen yılana sarılıyor, koyunun olmadığı yerde keçinin adı Süleyman… Sevmemeliydim sizi aslında, hepinizi ayrı ayrı, teker teker sevmemeliydim. Ne verdiniz bana, ne kadarını aldınız. Göremediklerinizi eleştirmekten başka ne yaptınız, ufkunuzu sorgulamadınız hiç, dönüp aynaya bakmadınız. Zor olanı insanla uğraşmaktı hep, susmuyor konuşuyordu, aklı yoktu düşünüyordu, sığdı derin zannediyordu.
Ne gerek vardı sıradan hayatlarımızı karmaşık hale getirmeye. Biz sıradan insanlardık, düzdük, vasıfsızdık. Yaşamak en kolaydı, hayat basitti. Çıkamayacağımız buhranlara girmenin ne anlamı vardı. İki ile iki her zaman dört etse de bir şey değişmeyecekti etmese de. Nefes aldığımız sürece yaşayacaktık, ölene kadar yürüyecek ama ardımıza bakmayacaktık. İnsandık ve defolarımız vardı.
Zaten ilk gençlik yıllarım boşa geçti, nerde bir aylaklık orda ben, nerde bir zibidilik aklım orda. Bu yaştan sonra ne günahım vardı. Evet biraz kendimi beğenmiş olabilirim, çünkü ben aynaya baktığımda gördüklerim üzerinde çalışıyorum. Çünkü dere tepe düz değil bana. Çünkü altı ay da yetmiyor bir güz de. İnsan olmak zordu, yürümek bile yetiyordu çoğu zaman.
bitmemiş yazı - 9.12.2013
119 kere okundu
Can bu sıkılır bazen, anlam veremez olup bitene. Verir de veremez bazen, bilir de bilemez, görür de görmez bazen. Ne işim var burada benim der, devam eder şarkı sözlerinde ki ironiye teslim ederek ruhunu; ben aslında caz severim. Sahi neden bize caz sevdirmemişler, neden ufkumuzu yanı başımızda bitirmişler.
Karadenizlilerin ve Doğuluların uğramadığı yerlere huzur uğramış İstanbul’da. Kanlıca’ya düştü yolum bugün, boğazın güzelliğini gördüm. O kadar da yaşanmayacak bir şehir değil aslında bu koca kazan. Bakir kalmış yerler mutluluğa daha açık. İnsanlara özgü açgözlülük güzel olan her şeyin düşmanı. Gözü doymayanın gönlünü doyuramazsınız. Ne kadar verirseniz verin doyuramazsınız, ne kadar kazanırsa kazansın vazgeçmez istemekten. Hem kendini mahveder hem çevresini.
Diyeceğim o ki oyun oynamaktan yazı yazamadım. Ulan senin neyine scrabble, sanki köyde uşaklarla bu mereti oynayarak büyüdün. Yok aga yok, köylüysen köylülüğünü bileceksin, sahilde mangal dumanını tüttürüp, koca ekranlı dokunmatik telefon kullanmayacaksın mesela. Ericsson 688 bulacaksın bir yerlerden, gerektiğinde konuşacak, gerektiğinde ceviz kıracaksın. Gazete senin neyine, okumayacaksın. İstanbul senin neyine uğramayacaksın. Taş yerinde ağırdır, hadi gezmeye geldin ama asla kalmayacaksın.
susmalarla başlar hayat - 10.12.2013
332 kere okundu
Susmalarla başlar hayat, gözlemlerle devam eder ve konuşmalarla boka sarar. Bu yüzdendir küçükken kavgalarımız. Düşünmeden konuşur, hesapsızca dile getiririz fikirlerimizi. Dayak yemek ya da kavga etmek göze hoş görünmemeye başlayınca susmayı öğreniriz. Susunca sıkılırız normal olarak, bir şeyler yapmak ister canımız. Gözlemeye başlarız çevremizi; bazen geçip giden hayatı, bazen de belli birini seyrederiz. Çıkarımlar yapar, fikirler yürütürüz. Çocukluğumuz düşer aklımıza, bir şeyler dürtükler bizi. Bari bunu söyleyeyim deriz, yut yut nereye kadar. Ve yine başlar kavga gürültü. Çünkü büyükler küçüklerden daha çok nefret eder gerçeklerden. Küçükler unutur ama büyükler kincidir. Küçüklerin düzeltmek için zamanı vardır ama büyüklere zaman yetmiyordur. Büyümüş olmak zaten yeterince kötüdür ve çocuk günlere dönülmüyordur.
Bu sabah uyku sabahıydı, bir sebep bulup kendime gömüldüm yatağa. Yatmak ne güzel şey diye düşündüm bir zaman, sonra salak mısın dedim kendi kendime. Kalkınca düşünürsün ne istersen, şimdi yat zıbar. Haklıydı iç sesim, yattım ve zıbardım. Uyandığımda yağmur yağıyordu, saat on ikiye gelmiş, birileri işe geç kalmıştı. Her gün zamanında (zamanında kelimesi lafın gelişi yazılmış olup gerçeklerle uzaktan yakından alakası yoktur) gidiyorum diye ödüllere boğulduğum işimden bir ödül de eksik alıverecektim, çok da dert değildi. Kahvaltı etmek aklımdan geçmedi değil ama birde gittiğim işten iki buçukta çıkmak çok hoş olmazdı. Sahil yolu en sevdiğim yol. Denizi görüyorsun bir kere, adaları seyrediyor, kokusunu içine çekiyorsun. Allah her memlekete sahil yolu nasip etsin inşallah.
Kıytırık insanların kıytırık sorunları olur. Her istenilene eyvallah diyor olmam ne çalışkan olduğum anlamına gelir ne de eşek. Bir sorunla karşılaşınca azıcık kafa yormalı insan. Her konuda ziyadesiyle fikri olan bir kalabalığın karşılaştığı sorunları ben yapamıyorum sen yapar mısın demesi utanç verici bir ironi. La denyo derler adama, bunu da yapamıyorsan git evde sobanın üstünde kestane pişir. Artık kocan mı karın mı neyin varsa gelsin o kazansın ekmek parasını. Ama yok, işine geldiği zaman mangalda kül bırakmayan, işine gelmediği zaman külü kiloyla yığan bir milletiz. Ben dönüşümümü tamamlamış bir canlıyım. Konuştum, sustum, gözlemledim… Ve yeniden konuşmaya başlayalı çok zaman oldu. Aptal mısın arkadaşım derim bir zaman, hatta bodoslama derim, kıyısından köşesinden değil. Ben öküz olurum, sen aptallığınla yüzleşirsin… Kapiş?
Ne çok konuşuyorum değil mi. Kelimesi olan cümle kursun arkadaş, konuşacak lafı olan konuşsun. Bir twitter salağı tweet atmış… “@ardaerdik: "Sınav da Türkçe soruları chok zordu yaw.. Bir tek benim deyil herkezin kötü geçmiş!" Berkecan (17)” öyle geri zekâlı bir nesil geliyor ki anlatmakla bitmez. Üstelik pek çoğu geri zekâlı olduğu için birbirlerine sırıtmıyorlar da. Oturmayı kalkmayı bilmiyorlar, sevmeyi bilmiyorlar, nefret etmeyi bilmiyorlar, yazamıyorlar ve konuşamıyorlar. İnsan bilmediğini öğrenir, yetmiş yaşında ki adamların da eksikleri var. Ama fark edince gidermeye çalışıyorlar. Bu mevcut geri zekâlı nesil okumayı ve dinlemeyi de bilmediği için eksiklerini gideremiyorlar da. Üstelik daha da fecisi kendilerini mükemmel sandıkları için eksik taraflarından da habersizler. Aynı kıyafeti giyinip, aynı yerlerde yemek yiyorlar, aynı aptal müzikleri dinleyip saçlarını aynı kestiriyorlar. Midem olsa bulanacak ama Allahtan midesizim. Türkçe sınavım kötü geçti diyor salak. Yazdığın gibi düşünüyorsan hata sende değil, seni on yedi yaşına kadar eğitim kurumunda tutup sana masraf yapan devlette. Eğitim ücretsiz olmalı diyen aptallara sesleniyorum. Bu geriz zekâlıları benim ödediğim vergiyle eğitmeye çalışmak bana küfretmektir. Çünkü bu geri zekâlılar bulundukları bok kuyusunun en güzeli olduğunu düşündüklerinden masrafı hak etmiyorlar.
Sevgilerimle, Burak Sarımehmetoğlu…
uyumsuz diyorsunuz bana - 16.12.2013
99 kere okundu
Suç ortaklarımı öldürdüm masumum artık. Farkınız yok birbirinizden, ne yana baksam hesap kitap, ne yana baksam düzen dalavere… İnsan dediğin ya sözünün ardında duracak, ya da konuşmayacak. Ama bizim ne doğrumuz kalmış ne de yanlışımız, işimize geldiği gibi konuşur işimize geldiği gibi davranırız. Varsın tutmasın birbirini özümüzle sözümüz, varsın yalanın bini bir para olsun. Sahi ne farkımız var birbirimizden, al gülüm ver gülüm dünyasında umurumuz bile değil kirlenmek.
Kirlenmek güzeldir diyor Efe’nin annesi, cırt sesi geliyor Ayşe Teyze’den. Temizlenemeyecek kadar batmışız pisliğe oysa, reklamlara kanmak işimize geliyor. O reklamlar ki alıp götürüyor bizi ve döndüğümüzde kalmıyor birbirimizden farkımız.
Uyumsuz diyorsunuz bana.
Oysa inançlarınıza her karşı çıkışımda
Siz de benimkilere karşı çıkıyorsunuz.
Aklınızı biçimlendirmeye çalışmıyorum,
Biliyorum kendinizi bulma savaşı veriyorsunuz.
Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya :))
süliman gelecek - 17.12.2013
92 kere okundu
Süliman gelecek, biraz bekletti ama ha bugün ha yarın gelecek. Sıpanın sıpası gibi olacak, eşoğlu eşek diyecez ona. Üstelik isminden önce gelecek. Elin oğlu Orta Asya’dan gelmiş, yiğit yiğitlik yapmadan ismi olmaz diyor. Zannımca geyik avına çıkacak önce, olmazsa sahile lüfer avına da çıkabilir. Anası izin verse gezi aşkıyla da yanabilir ama ben işlerim onu yavaştan yavaştan. Kapitalist olur, adı Berke Can ya da Tarık olur. Gerçi bana sorsan Ferit var, Hayri var, Sadullah var. Hatta boşta Salim bile var. Süliman’dan bahsetmeye bile gerek yok.
Trabzon İtalyanlarla, Galatasaray İngilizlerle, Fenerbahçe Türklerle… Kendi çöplüğünün horozu olmak böyle bir şey olsa gerek. Al Yıldırım’ı vur tüpçüye… Gelsin paracıklar, gitsin marka değeri. Sahi siz hangi köyün muhtarıydınız beyler paşalar. Bakmayın kupa kupa dediğimize. Boku çıktı her şeyin, bu saatten sonra kim şaapar kupanın kulpunu. Hepsinden geçtim, şu çakma başkanı da başımıza bela ettiler. Adam bildiğin külhanbeyi, üstelik kime hizmet ettiğini kendi bile bilmiyor.
Biri Fenerbahçe diyor biri Galatasaray ama içime doğdu Süliman Trabzonsporlu olacak…
topluca delirdik - 18.12.2013
95 kere okundu
Çıldırdık biz aslında, keçileri kaçırdık ama farkında değiliz. Herkes delirdiği için yok birbirimizden farkımız. Ne eğitim kaldı, ne adalet ne ekonomi. Ama yine de Acun seyretmekten vazgeçmiyoruz. Pür dikkat dikiliyoruz televizyonun karşısına Türkiye’nin sesi kim olacak diye. Hadise Ali’yi seçiyor, Gökhan Esra’yı… Bize yine kurşunlar yine kurşunlar.
Daha kaç gün oldu Taksim Gezi Parkı işgalden kurtulalı, polislerin sopalarla döverek öldürdüğü gençlerin kanı kurumadı. Başbakanım yine höt höt, yine höt höt.
-Aklınıza gelir miydi Iğdır’a havaalanı yapılacağı?
-Eveeeet!!!
-Hayır gelmezdi!
Eveet!!!
Memleketimden insan manzaraları; o da seçmen ben de seçmen, o ne sorulursa evet diyor ben düşünmeye çalışıyorum. O beriki ben öteki. Bakmayın ünlem işaretlerine, ne şaşırma mevzubahis ne korku. Bir sevinç uçsuz bucaksız. Sanki bu sabah yolsuzluk yaptılar diye gözaltına alınanlar bakan çocukları değil. Sanki PKK senden benden daha rahat hareket etmiyor köyde şehirde. Sanki eğitimin içine edilecek yönetmeliği, kanunu kaldı.
-İktidarı nasıl bilirsiniz?
-Eveeeet!!!
-Mutlu musunuz?
-Eveeet!!!
-Geri zekâlı mısınız?
-Eveeeet!!!
Yok, değilsiniz. Ben biliyorum sizi, çok iyi biliyorum, kendimden biliyorum. Alışmışsınız bana dokunmayan yılan karşı sokakta bakkal açsına. Ah o bakkal anamıza göz dikiyor haberiniz yok. Kontrolsüz güç güç değildir diyor reklamda. Bakmayın reklam olduğuna, havadan sudan olduğuna bakmayın. Duvara bile yumruk atar gücünü sınırsız sanan, hem duvar utanır duvarlığından hem yumruk yerle yeksan. Ne diye çıkmıştık yola, nerelere vardık.
Futbol toplumları uyuşturur diyor sarıklı bir amca. Ne o öyle bir dolu adam bir topun peşinde. Dün gülüyordum sana ama bugün kendime ağlıyorum. Topunuzu bilmem nereye… Oysa amaç mutlu olmaktı, şimdi nerden nereye. “Ben aslında sahaya düştüm diyor, Fernandes’e de sarılmaya gittim.” Ne anlatan akıldan yana sağlam ne anlattıran. İyi olan diyor ki “etek giyerim şöyle şöyle olursa. Ulan dana anan da etek giyiyor anlasana. Erkek olmak başa bela, güç başa bela, para başa bela, kadın başa bela. Neydi amacımız, yıl kaçtı, kimlerle çıktık yola.
Çingene bohçası gibi oldu, bin tane deliği var meretin. Irak tezkeresinden mi dem vurmalı Suriye’den mi, İran’dan mı? Yoksa hiç uzaklara gitmesek mi? Darbeci diye yıllarca içerde tutulup salınanlardan mı, Müslümanız diyerek sağdan soldan aşıranlardan mı. Aşırmak dediysem kaşığın ucuyla değil ha, kepçe bok yemiş onların aletinin yanında. Din, iman, kitap beklesin biraz. Mal canın yongası neticede.
Berikiler böyle de ötekiler farklı mı sanırsın. Demokrasi derler ama darbecilere alkış kıyamet. Bu devletin kaymağını yiyen askerler değil miydi, derin devlet değil miydi işleri karıştıran. Kim öğretti bunları bize, ötekiler mi berikiler mi. Düşmanın düşmanından dost tutarsan oturacak kazık ararsın.
Orantısız zeka diye diye kulaklarımızı şişirdiler bir ara. Kıytırık siteleri hackleyen PKK yanlısı zibidilere bel bağladılar. Ulan o beğenmedikleriniz değil mi yıllardır sizin tozunuzu atan. Bu aptallara bile yenilirken hangi orantısız zeka. Çıkmış konuşuyor sarıklı sığır. Ahh ne süper ahh ne süper. Tavır Melih Gökçek tavrı, surat gizli, cümleler sokaktan. Millet uzaya gidiyor bizimkiler at arabası peşinde Büyükada turunda. Dünya’yı ufacık sandıklarından kendilerini kocaman görüyorlar. Sonuç ortada… Şamar oğlanı yaptı sizi o beğenmediğiniz AKP. Yok efendim anayasa mahkemesi, yok efendim adını vermeyen bir askeri yetkili. Ayak oyunlarınızla ayağa düştünüz. Zorunu da vatandaş çekiyor. Biz koyun olalım siz keçi. Yüz yıldır aynı köprünün üstünde boynuz boynuza aranızda didişin durun. Ne sizden başkasını beğenin ne de aptallığınıza doyun. Ulan düşündükçe gülesim geliyor. Levent Kırca’ya terliğimi emanet etmem. Sanatçı dediğiniz Müjdat Gezen darbuka çalmayı bile bilmiyordur.
Yok efendim yok delirdik cümleten. İftar ile sahur arasında ki farkı bilmeyen adamların Taksim’de en iyi iftar sofrası bizimki diye yarış ettiklerini gördü bu gözler. Ali Ağaoğlu zaten bizim uşak. Alın size bir komplo teorisi… Karadenizli müteahhitleri içeri tıkıp inşaat sektörünü Kürtler’in üzerine yıkmaya çalışıyorlar. Uyuşturucudan, terörden vazgeçin hem amelelik yapın hem para kazanın diyorlar. Abdülkadir Aksu’nun zamanında yapılanları da delil olarak göstersem başım ağrımaz. İstanbul değil miydi Karadenizliler’in elinden alınıp Kürtler’e teslim edilen.
PKK sevici Sırrı Süreyya Önder melek olur da ben olamam mı? Kahrolsun bilimum ırklar yaşasın diğerleri. Yok efendim yok topluca delirdik.
bu son fasıldır ey gönül - 19.12.2013
102 kere okundu
Özlemler arasına sıkışır hayat ne yaşanır artık ne de ölünür. Telefonlar çalmaz olur, mail kutusu boştur, ne gelen vardır ne giden. Yağmurun yağdığı topraklar kokunun cimrisidir, kuşlar geri dönmez göçtükleri memleketten, ne rüzgârın tadı vardır ne de güneşin. Nisan da kıştır artık eylül de, bahar bahar olmaktan çıkmış denizler kurumuştur. Yurttan sesler korosu yıllar sonra aynı sesten fısıldar; “dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç, bu son fasıldır ey gönlüm nasıl geçersen geç.” Ve kararır gaz lambaları, bozacılar susar, bir soğuk işler iliklerine kadar.
Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya :))
sıradaki salak gelsin - 20.12.2013
87 kere okundu
Sıklıkla geçtiğim yollar, kaldırım taşları, su birikintileri kar ve kış. Hadi oğlum git işine kimsin sen, sana mı dedim zaten geri zekâlı. Yok, o değil onun yanında ki. Saçını jöleyle horoz gibi yapmış olan kenar mahalle zibidisi. Evet, evet o. Her gün rastladığımız yüzlercesinden biri, hem görgüsüz hem ezik. Ama hiç birinin rakında değil, almış başını gitmiş kendini bilmezlik. Öff be oğlum hala neyin derdindesin, sana demedim dedim ya. Tamam, sen de salaksın ama ben senden bahsetmiyorum. Kıçında dar paça ucuz kot olandan bahsediyorum. Yok yok, karar verdim ben, şaka bir yana harbi geri zekâlısınız siz. Bak şimdi seni de ayırmadım diğerlerinden, mutlu musun?
Hereke’den başlayacaksın kapıları işaretlemeye, Dilovası, Gebze ve Tuzla. Pendik, Kartal ve Maltepe. E5 karayolunu çizgi kabul et, üstünü sür denize altını da kendi haline bırak. Yok efendim yok hepsi birbirinden bok. Bildiğin görgüsüz, saygısız ve beş para etmez kalabalıklar. Ne bir kültürleri var, ne de herhangi bir ağırlıkları. Saygıları yok ne kendilerine ne de başkalarına. Kopup gelmişler Anadolu’nun dört bir yanından, sırtlarında taşıyabilecekleri beş para etmez ne varsa sırtlayıp da gelmişler. İnsanlıklarını bırakmışlar oralarda, hayvan gelmişler.
Tamam öğretmenleri umursayan yok ama bunun kabahatinin en az yarısı da kendilerinde. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, nasılsa ay sonu maaşım hesabıma yatıyor. İyi de yılanın başını küçükken ezeceksin. Sen burada elinin altında ki yılanı beslersen çocuğunun okulunda ki yılanı da başkası besler. Döner dolaşır seni sokar yılan, sokmasa da acısını hissedersin. Hem öyle bol keseden atmakla olmuyor, kazandığın paranın hakkını vereceksin, öğrenmiyorsa eğitmeye çalışacaksın. Dokunmadığın yılanla yılan oluyorsun umrunda değil ya da salaksın seçim senin.
Evet, sana dedim ne olacak. Yani hep olsa ne kadar olacak. Cürmün kadar netice itibariyle, cürmünüz kadar yani. Rüzgârı kadar esermiş herkes, senin adın rüzgâr bile değil. Sahi adın var mı senin, öylesine silik ki yazılar anlatamam. Bir de benim gözümle görsen, mümkün değil yerimde olman ama yine de bir görsen… Tamam, tamam çekil huzurdan, sıradaki salak gelsin. Onu da biraz aşağılayıp uyuyacağım. Vakit geç oldu, sabah erken kalkacağım.
kimse bir bok anlamıyor - 23.12.2013
80 kere okundu
Yorgunluğun adı yoktur, dizlerde takat yürekte heves yoktur. Yol vardır da gitmeye sebep yoktur. Sonbahardan kalma sarı yapraklar, bahardan tomurcuk, kıştan kar yoktur, yaz yoktur sıcak sıcak… Elini nereye atsan yokluktur, varlık çocukluktan kalma resimli kitaplarda kalmıştır. Resimli kitaplar çocuklukta, çocukluk çok uzaklarda…
Sizin de yorgun hissettiğiniz zamanlar oluyor mu, en çok istediğiniz şeylerin peşinden bile gitmek istemediğiniz zamanlar… Doğru bildiğiniz tek şeyin yatıp uyumak olduğu zamanlar... Kimse aramasa sormasa beni, kimse nerede kaldın demese ya da şu iş yapılacak diye diretmese. Selam bile vermese yolda gören, bakkal alışverişi kesse, ayakkabılarım çalınsa, kazaklarım yırtılsa. Kitaplarım yansa mesela, kalemlerim kırılsa. Ya da kırılmasın yaşamak güzel. Ne bileyim işte, ben hayattan el ayak çeksem, hayat benden el ayak. Kırk üç gün bayram olsa, kırk üç günlük erzağımı alıp kapansam eve, yatağımın yanında kırk üç litre su, kırk üç çikolata, dondurucumda kırk üç günlük nevale olsa.
Sorsam bi bilene depresyon der… Lafı bitmeden kürekle vururum ağzına. Uykusu gelene depresyon diyor salaklar. Ulan ne yana baksan sıkıntı, kimi dinlesen stres. Ayakkabı kutusundan çıkan milyon dolarlar mı dersin, iktidarın bacaklarının arasında tepinen cemaat mi… Yoksa porno film seyreder gibi ağzı kulaklarında dolaşan muhalefet mi. Yerelde de işler daha farklı değil; kıçı başı kaybetmiş eski arkadaşlar mı, dönüp dönüp aynı yere gelen yeniler mi?
Yok arkadaş yok, olmaz benle. Kuramadığım cümlelerle gidemediğim yerlerde olmaz benden. Bir şarkı çalar Serdar Ortaç’tan kimse beğenmez. Ama dinler beğenmeyen kim varsa. İşlemiş içimize iki yüzlülük. Ölüp gideceğiz yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımızla, söylemek istediklerimize sustuklarımızla. Ben ne desem şimdi, nerde susup nerde söylensem, kime susup, kime söylesem. Sustuklarında gizlidir insan diyor yazar; ne kaldı gizleyecek, her şey apaçık ortada…
En çok da neyi seviyorum biliyor musun Abidin… Kimse bir bok anlamıyor yazdıklarımdan, kendim çalıp kendim dinliyorum…
yine gülecek içim Abidin - 24.12.2013
80 kere okundu
“Hastaluk zor şiy” Abidin. Yemeden içmeden kesecek bir şey olsa mesela ya da yorgan yatak yatıracak bir şey. Ama bu öyle değil, vuruyor ama devirmiyor, ayakta sürün diyor. Sürünürüz Abidin, sürünürüz; yapmadığımız şey değil.
Bu aralar yazamadığımın farkındasındır sen de, zoraki kelimeler, devşirme cümleler, elde kalmış eskiler ve satılmayan yeniler. Hepsini toplasan bir sayfa etmez, itele itele nereye kadar. Sanırım hepsi para yüzünden Abidin, beleş yazı buraya kadar. Ama birisi dese ki al sana şu kadar para… Öyle ayakkabı kutusunda falan da gözüm yok ha, sırf motivasyon olsun diye çay parası da yeter. Al şu köşe de senin yaz dese. Uff derim Abidin ama belli etmem kimseye. Olmadığı biri gibi görünmek için taklalar atanlardan ne eksiğim var. Bel fıtığı falan hikâye, ne taklalar atarım aklın şaşar. Aslında benim hiç umurumda değil derim, çok ısrar ettiler derim, bir süre bir şeyler karalayıp sonra muhtemelen vazgeçerim derim. Tabi sen dana olduğun için anlamadın muhabbeti. Hani olur da yazdıklarımı beğenmeyip güle güle derseler açık kapı bırakıyorum. Ben zaten baştan da söylemiştim, bir süre yazıp bırakacağım demiştim derim. Yalandan kim ölmüş Abidin. Bak Zafer Çağlayana hüngür hüngür… Rüşvet içinde yüzen onun oğlu değil de benim sanki. Yok Abidin yok, ne senden olur ne de benden.
Okurken belli olmuyor ama yazarken kestane molası verdim. Ucuz etin yahnisi bir yerden falso veriyor. Boşuna pıçakladım onca kestaneyi. Baattin’e yaptırsaydım eğlenirdi zibidi. On liralığı varken beş liralıktan alırsan olacağı bu. Hamallığın kar kalıyor yanına. Yaa işte Abidin, biz beş liranın on liranın hesabını yaparken adamlar çuvalla götürüyor. Sonra benim memleketimin salakları başbakanı kefenle karşılıyorlar havaalanında; Ölümüne seninleyiz diyorlar. Kefenleri hiç çıkarmadan yola çıkıp dolmuşa binseler, çok uzağa değil beş on kilometre ötede ki Yomra’ya gitseler… Kahvelerde esrar içen, tarlalarda ot yetiştiren memleketlilerimi görseler. Çoğu boş gezenin boş kalfasıdır danaların, akılsızlıkları da çabası. Yok Abidin yok hiç umurumda değil, her koyun kendi bacağından neticede…
Benim cebimde ki dolmuş parasını alsalardı da Ebru Gündeş’in uçağını almasalardı. Bir üzüldüm, bir üzüldüm anlatamam. Toplumumuz değerlerine sahip çıkmıyor, tökezlemeye gör hemen tukaka… Çok üzüldüm ama elimden bir şey gelmiyor Abidin.
Yazamıyorum dediğimde yazasım tutuyor, keyif sıfır, takat sıfır, hal hatır sıfır. Sıfırın bir üstünde bir altında seyrediyoruz Abidin, ölüp ölüp diriliyoruz mezarımızı gören yok. Öyle olmuyor işte Abidin, bin yıl önce söylenmiş olsa da söndürmüyor hiçbir ateşi hiçbir söz. Ateş otuz sekiz olmuş, grip sağdan soldan, sen de tepeden tepeden Abidin… Zaman her şeye ilaç, bu da geçecek Abidin. Yine başlayacak cümleler, yine gülecek içim Abidin.
az insan çok huzur - 25.12.2013
94 kere okundu
Kötünün cezasını vermekle kafasını ezmek arasında fark vardır. Ceza hukuk sisteminin yansımasıdır, ezilen kafa ise içimizde ki hayvanın ya da insanın… Dün gece Ebru Gündeş’in gözyaşlarını bir düzenbazın eşinin gözyaşları ya da babası hapse düşmüş bir çocuğun anasının gözyaşları olarak algılamak içimizde ki hayvanla insanın galibini ortaya çıkartır. Bizim gibi olmayan bizden değildir zihniyetini barındırdığımız sürece bizden olmayanlardan farkımız kalmaz. Hayat iyiyi de kötüyü de içinde barındırır ama at gözlüğü takmış bir ulusun iyi ya da kötü olması sadece ayrıntıdır. O benden daha kötü demek sadece kendini kandırmaktır.
Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya :))
ben kahvaltı sevmem - 28.12.2013
86 kere okundu
Allah sevdiği kulunu eşekle imtihan edermiş, önce kaybettirir sonra buldururmuş. Telefonda ki ses bıdı bıdı bıdı… Bi dur be amcam neyin derdindesin, bir nefes al. Tamam yarın görüşelim. Ne bal var ne mum, telaşlı bir ihtiyardan on iki saat stres hediyesi.
Yol ikiye ayrıldı, biri Maltepe’ye gidiyor biri Bostancı’ya, biri huzur biri kargaşa, biri yalan dolan biri sessizlik, bir eş dost, biri huzurlu yalnızlık. Az insan çok huzur demiştik yolun ortasında, eş dost bekleyedursun ben üst katta olacağım. Eş dost dediğime bakmayın, kimin arkadaşlığı kimin cebinde belli değil, dönekler memleketinin sakinleri dönüp duruyor. Eldekilerin hakkını verip devam edelim yola, kırmadan ve dökmeden. Tamam, kendini beğenmiş üstün ırk mensupları da var. Bence hiç sesinizi çıkarmayın, siz boku görün onlar bademe öykünsün. Ama empati yapmayı da ihmal etmeyin; siz uçuruma nasıl bakarsanız uçurum da size aynı tarife. Yazar diyor ki; ben sizin ne bok olduğunuzu bildiğim sürece sizin kim gibi davrandığınız sizin sorununuzdur.
Devamını okumak isteyen kitap alsın; tırı vırı Dünya :))
sinan
123
28.12.2013 Cumartesi
kuymak ve turşu kavurmasına hayır mı diyeceksin