GÜNAYDIN! - 22.09.2016

9 kere okundu

Bitmeyen bir filmin maç sahnesi; kırmızılar bastırdıkça sarı yeşiller direniyor. Sağlı sollu geliyor adamlar, beş numara sürekli orta yapıyor ama ne fayda. Dakika yetmiş üç ve yetmiş üç dakikadır değişen bir şey yok. Yanımda koca koca adamlar ağza alınmayacak küfürler savuruyor. Arkamdakilerden biri sürekli otursanıza göremiyoruz diye şikâyet ediyor. Küfürbazlardan biri “oturmaya değil maç seyretmeye geldik kardeş” diyor. Dakika yetmiş beş oluyor, maç durdu. Oyuncu değişikliği. Çok kalabalık, çok gürültü, küfür kıyamet. Hiç bana göre değil. Sırtında yirmi altı yazan saçı sakalına karışmış bir adam giriyor, ben çıkıyorum.

Yine merdivenlerde birileri sigara içmiş, çöp de atmışlar yere. Yıllardır bir düzen tutturamadılar. Sinirlerim bozuldu yine. Çıkmasa mıydım yoksa. İçerisi gürültü kıyamet, dışarısı sigara dumanı. Sola dönüp beş basamak iniyorum. Posta kutusunun üstü faturalarla dolu, birkaç da mektup var. İletişim çağında iletişim kuramıyoruz. Oysa telefon var, televizyon, radyo var. Cep telefonu var, facebook, twitter ve buna benzer bir dolu gereksiz kalabalık var. WhatsApp bile var. Zannedersem teknolojik iletişim araçları en çok çiftleşmek için kullanılıyor ve çiftleşmek dışında insanların birbirlerini anlamak gibi bir çabaları olmuyor. Çiftleşme öncesi duygu yoğunluğu ve çiftleşme sonrası vurdumduymazlık her şeye mani. Ne gerek var fatura göndermeye. Elektrik kullanıyorsan zamanı gelince git öde bedelini. Dini bir durum değil ki bu, ölmeden önce ödemen gerekiyor faturayı. Zaten o vakte kadar kimse beklemez kimseyi, şak diye keserler dünya ile ilişkini. Bu faturalar burada olduğuna göre başka bir yerden de ulaşıyorlar birbirlerine. O fatura eninde sonunda ödenecek. Sonra selamlaşmasak da olur. Kapının kolundan tutup kendime çekiyorum. İçerisi sıcak, dışarısı soğuk.

Nasıl beceriyorlar bunu anlamıyorum. Ufacık bir demirin üstünde kaygan bir zeminde sağa sola uçuşup duruyorlar. Denesem ya popomu kırarım ya da kafamı. Hızlı hareket etmek mutlu ediyor insanları. Hep bir aceleleri var, hep bir yerlere yetişecekler. Ve bir yere daha ve bir yere daha… Koşturmaca bitmiyor; gonk çalıyor ve süre bitiyor. Pistin kenarına yaklaşıyorum. Beyaz patenler ayağıma göre. Bir dolu bağcık var, giyip bağlıyorum. Yanımda ki kadın daha önce yaptınız mı diyor. Hayır diyorum, daha önce yapmadım. Bakirim ben.

Sırtına sarılıp kafamı kafasına yaslıyorum, ellerim belinde. Ellerini ellerimin üzerine koyuyor, soğuklar. Boynunu kokluyorum, hanımeli kokuyor, rüzgârın getirdiği mutluluk okuyor, heyecan kokuyor. Boynuna değiyor dudaklarım, başını öptüğüm tarafa eğip ellerini ellerime bastırıyor. Sırf büyük diye mi Büyükada demişler ona diyor. Bilmiyorum diyorum. Gider misin hep diyor. Çok kalabalık diyorum, bazen baharda, bazen de sonbaharda giderim. Ama yaşamak isterdim adalardan birinde diyorum. Beni de yanında ister miydin diyor. Evet diyorum hiç düşünmeden. Çok mu seviyorsun beni diyor. Sedef’te yaşamak isterdim diyorum, ismi daha güzel diğerlerinden. Sahi bakir misin diyor. Dudaklarım kayboluyor boynunda, belki de susmalıyız artık diyorum.

Niye öyle dedim bilmiyorum. Oysa sevmem hiç birini, umursamam nasıl göründüklerini. İnsan bazen normale dönmek istiyor. O herkesin kanıksadığı, sıradan, ikiyüzlü yalancı insanlardan biri olmak istiyor. Bugün çok güzel görünüyorsun, saçların çok olmuş, çok özledim seni demek istiyor. İnsan bazen herkes için doğal kendisi için beş para etmez biri olmak istiyor ama beceremiyor. Susmalı mıyız artık, yoksa avazımız çıktığı kadar bağırmalı mıyız “iki yüzünüzden de bıktık” diye.

Değişmemiş hiçbir şey, kapıdan içeri girer girmez kulaklarım sesle doluyor; beş, beş, beş diye hep bir ağızdan bağırıyor seyirci. Acımasızlık hayatın her alanında gösteriyor kendini. Sporun dostluk ya da kardeşlik olabileceği hiçbirimizin aklına gelmiyor. Üç puan tek golle de kazanılsa fazlası isteniyor. Dört bile yetmiyor, bağırıyoruz hep bir ağızdan; beş, beş, beş. Sırtında yirmi altı yazan, saçı sakalına karışmış adam atıyor kendini yere, kıvranıyor acı içinde. Seyirci küfür kıyamet. Kalksana o. çocuğu diyor yanımdaki kadın, kadının yanındaki adam annesine küfrediyor, dakika seksen bir ve adam sol dizini tutarak kıvranıyor. Kimsenin umurunda değil. Kalksam yerimden, kimseden korkmadan dikilsem karşılarına... Susun desem. Belki de canı acıyordur, yalandan kıvranmıyordur belki de desem. Bilir misiniz ne kötü acıtır o kramponların altındaki çiviler desem. Gözlerinin içine baka baka binlerce kişini “yeter artık” desem korkmadan…

Yalan söyledim oysa. Yüksekten oldum olası korkarım, korkmaktan korkmam ama korkmamaktan korkarım. Aynı rüyayı görmüştüm her gece. Gökyüzüne değen bir tepenin üzerinde yirmi katlı bir bina. Çatısında ben. İnmek için merdiven yok. Ölesiye bir korku içimde. Saçaklardan sarkıp balkona ulaşmaya çalışıyorum. Ölüm korkusuyla uyanıyorum her gece, her sabah en berbat halimle başlıyorum güne.

Günaydın; benim adım Ebru ve açım günlerdir. Günaydın; benim adım Serhat, otuz yedi yıldır yaşıyorum ve koca bir hiçten başka bir şey yok elimde. Günaydın; benim bir adım yok ve benden başka herkes umursuyor bunu.  Güzel hayat isteyen güzel insan biriktirsin diyor şair. Az insan çok huzur diyor yazar. Ben alıp başımı gidiyorum bir deniz kenarına. Sırtımı çakıl taşlarına, kulaklarımı sahili okşayan dalgalara teslim ediyorum. Aklım aralık sonu Karadeniz yaylaları gibi; bembeyaz ve bomboş. Günaydın; eninde sonunda bitecek o maç, o kapıdan çıkıp evlerimize gideceğiz, yastığa kafamızı koyduğumuzda başlayacak hayat. Günaydın!