AH BU GÖNÜL ŞARKILARI - 5.07.2022

1076 kere okundu

Seninle doğan güldür bu gönül, ah bu gönül şarkıları. Sözlerini unuttuğumuz, bestesi çok eskilerde kalan, kazara duysak gönülden eşlik ettiğimiz gönül şarkıları. Ah o geçmiş zaman, çekip gidenler, arkasındaki boşlukları dolduramadıklarımız, eksildiklerimiz, yerle yeksan olduklarımız. İstemeden gitmiş olsalar bile bizi yalnız bıraktılar diye gönül koyduklarımız.

Bir gençlik masasında, ikimizin arasında, ah bu gönül şarkıları… Eskidendi o gençlik dediğin, masanın bacakları sallanıyor artık. Çay bardağında rakı var yarısına kadar dolu. Bir dikişlik hali kalmış. Şerefine kardeş. Öleceksek ölelim bu gece. Hem nasıl da güzel bir gece. Ölecekse böyle bir gecede ölmeli insan. Kayarken bir yerlerde yıldızlar. Usul usul eserken akşam meltemi. Sahildeki sarhoşların hep ayrı ağızdan söyledikleri şarkıyı dinlerken. “Taşır senin adını bu gönül, ah bu gönül şarkıları.”

Yirmisinde kaparken gözlerini hayata genç bir adam; öğretmenim diyor, bir çocuk esirgeme kurumuna verseler adımı. Orda büyüyen çocuklar bilse şehit olduğumu, bir amaçları olsa. Amaç dediği de ölmek; vatan için ölmek, millet için ölmek. Öğretememişiz genç adamlara vatan için yaşamayı, millet için yaşamayı, kendileri için yaşamayı öğretememişiz. Bilseler gönül koyardılar bize. Ölmek ne garip şey anne diyor türküsünde Ahmet Kaya, öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Belki bir kızı öpemeden, sokulup boynuna kokusunu içine çekemeden kapıyor gözlerini hayata. Bilseler ne uğurda olursa olsun ölmenin değil de yaşamanın güzel olduğunu. Ah bir bilseler.

Yavaş yavaş unutuluyor her şey. Sesler unutuluyor, yüzler unutuluyor, isimler unutuluyor. En çok da kokular unutuluyor. Ben kokuları yüzlerle eşleştiremiyorum. Seslerden isimleri çıkartamıyorum. Eskiden de öyleydim ama yaşlandıkça umursamaya başladım. Gönül koyuyor insanlar. Çok insan var. Yetemeyeceğim kadar çok insan var. Onlar hatırlıyor beni bir şekilde. Ben de hatırlıyorum çoğu zaman ama kimdi, nerden tanıyorum bilmiyorum. Gönül koyuyorlar belki, önemsenmediklerini zannediyorlar. Oysa herkes kadar önemsizler ve herkes kadar önemli. Sorun onlarda değil yani, bende. Unutmakta iyidir bazısı, bazısı hatırlamakta. Ben pek çok şey gibi insanları da tutamıyorum aklımda. Keşke onlar da beni unutsalar.

Zamansız gidenleri unutmuyorum, yaşananları, duyguları unutmuyorum. Ama insanlar başka bir dünya. Bir kızı öpemeden vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölen o genç adamı da unutacağım. Herkes unutacak onu. Annesi bir yuvaya bırakmış, orda büyümüş kendi başına. Diğer insanlarla karşılaştırınca yaşamış bile sayılmaz belki. Ama ölmüş vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölmüş. Ve biz bir cumartesi gecesi Kadıköy Çarşı’da meyhaneler arasında gezinirken duyduğumuz o şarkıya eşik ediyoruz gönülden. “Kavuşmanın tadını, ayrılık feryadını, taşır senin adını bu gönül…”

Ben unuttum şimdiden. Sözlerini de unuttum, bestesini de. Kim söylerdi, nerede kime söylerdi onu da unuttum. Nerede başlamıştı yol, ilk adım ne yöne atılmıştı unuttum. Orda kala-sam mı daha iyiydi yoksa burası mı bilmiyorum. Dönmeye karar versem geldiğim yolu unuttum. Kavun mevsimi… Eskiden Ankara’dan gelirdi, Manisa’dan gelirdi. Şimdi her yerde yetişiyor. İyisi hangisidir bilmem. Rakıyı da sevmem ben. Eş dost muhabbetinin hatırına. Her yudumda yeniden hatırlarım tadının kötü olduğunu. O yüzden bir dikişte bitirmek isterim de yapma der arkadaşlar. Yaparım ben. Gücüm yettiğince kafama eseni yaparım. Yaparım dediğim de tozla duman. Rüzgâr dinince kalmaz ortada bir şey. Her akşam da içilmez bu meret unutmak istediğin derdin yoksa. Dert dediğin de gidenler, eksik bırakıp gidenler. Aşk dediğin gökkuşağı gibi; yağmurdan sonra bir zaman görüverirsin, sonra ara ki bulasın. Ben annemi ararım zaman zaman bulamayacağımı bile bile. Okusa yirmisinde vücuduna saplanan mermilere yenik düşen genç adamı gözleri dolardı. Ama o da bir şey yapmazdı benim gibi, bizim gibi hiçbir şey yapmazdı. Öldüğüyle kalır çünkü ölen, gittiğiyle kalır giden. Sonra bardaklar tokuşturulur kalabalık yerlerde. Kahkahalar sigara dumanına karışır. Her ne varsa gönüldendir! İçi geçmiş kavunlara methiyeler dizilir ikinci kadehten sonra. Dilde yine o eski şarkı; “Ah bu gönül şarkıları…”

Seninle doğan güldür bu gönül, ah bu gönül şarkıları. Sözlerini unuttuğumuz, bestesi çok eskilerde kalan, kazara duysak gönülden eşlik ettiğimiz gönül şarkıları. Ah o geçmiş zaman, çekip gidenler, arkasındaki boşlukları dolduramadıklarımız, eksildiklerimiz, yerle yeksan olduklarımız. İstemeden gitmiş olsalar bile bizi yalnız bıraktılar diye gönül koyduklarımız.

Bir gençlik masasında, ikimizin arasında, ah bu gönül şarkıları… Eskidendi o gençlik dediğin, masanın bacakları sallanıyor artık. Çay bardağında rakı var yarısına kadar dolu. Bir dikişlik hali kalmış. Şerefine kardeş. Öleceksek ölelim bu gece. Hem nasıl da güzel bir gece. Ölecekse böyle bir gecede ölmeli insan. Kayarken bir yerlerde yıldızlar. Usul usul eserken akşam meltemi. Sahildeki sarhoşların hep ayrı ağızdan söyledikleri şarkıyı dinlerken. “Taşır senin adını bu gönül, ah bu gönül şarkıları.”

Yirmisinde kaparken gözlerini hayata genç bir adam; öğretmenim diyor, bir çocuk esirgeme kurumuna verseler adımı. Orda büyüyen çocuklar bilse şehit olduğumu, bir amaçları olsa. Amaç dediği de ölmek; vatan için ölmek, millet için ölmek. Öğretememişiz genç adamlara vatan için yaşamayı, millet için yaşamayı, kendileri için yaşamayı öğretememişiz. Bilseler gönül koyardılar bize. Ölmek ne garip şey anne diyor türküsünde Ahmet Kaya, öptüğüm kızlar geliyor aklıma. Belki bir kızı öpemeden, sokulup boynuna kokusunu içine çekemeden kapıyor gözlerini hayata. Bilseler ne uğurda olursa olsun ölmenin değil de yaşamanın güzel olduğunu. Ah bir bilseler.

Yavaş yavaş unutuluyor her şey. Sesler unutuluyor, yüzler unutuluyor, isimler unutuluyor. En çok da kokular unutuluyor. Ben kokuları yüzlerle eşleştiremiyorum. Seslerden isimleri çıkartamıyorum. Eskiden de öyleydim ama yaşlandıkça umursamaya başladım. Gönül koyuyor insanlar. Çok insan var. Yetemeyeceğim kadar çok insan var. Onlar hatırlıyor beni bir şekilde. Ben de hatırlıyorum çoğu zaman ama kimdi, nerden tanıyorum bilmiyorum. Gönül koyuyorlar belki, önemsenmediklerini zannediyorlar. Oysa herkes kadar önemsizler ve herkes kadar önemli. Sorun onlarda değil yani, bende. Unutmakta iyidir bazısı, bazısı hatırlamakta. Ben pek çok şey gibi insanları da tutamıyorum aklımda. Keşke onlar da beni unutsalar.

Zamansız gidenleri unutmuyorum, yaşananları, duyguları unutmuyorum. Ama insanlar başka bir dünya. Bir kızı öpemeden vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölen o genç adamı da unutacağım. Herkes unutacak onu. Annesi bir yuvaya bırakmış, orda büyümüş kendi başına. Diğer insanlarla karşılaştırınca yaşamış bile sayılmaz belki. Ama ölmüş vatanı yüzünden, bakın vatanı uğruna demiyorum vatanı yüzünden ölmüş. Ve biz bir cumartesi gecesi Kadıköy Çarşı’da meyhaneler arasında gezinirken duyduğumuz o şarkıya eşik ediyoruz gönülden. “Kavuşmanın tadını, ayrılık feryadını, taşır senin adını bu gönül…”

Ben unuttum şimdiden. Sözlerini de unuttum, bestesini de. Kim söylerdi, nerede kime söylerdi onu da unuttum. Nerede başlamıştı yol, ilk adım ne yöne atılmıştı unuttum. Orda kala-sam mı daha iyiydi yoksa burası mı bilmiyorum. Dönmeye karar versem geldiğim yolu unuttum. Kavun mevsimi… Eskiden Ankara’dan gelirdi, Manisa’dan gelirdi. Şimdi her yerde yetişiyor. İyisi hangisidir bilmem. Rakıyı da sevmem ben. Eş dost muhabbetinin hatırına. Her yudumda yeniden hatırlarım tadının kötü olduğunu. O yüzden bir dikişte bitirmek isterim de yapma der arkadaşlar. Yaparım ben. Gücüm yettiğince kafama eseni yaparım. Yaparım dediğim de tozla duman. Rüzgâr dinince kalmaz ortada bir şey. Her akşam da içilmez bu meret unutmak istediğin derdin yoksa. Dert dediğin de gidenler, eksik bırakıp gidenler. Aşk dediğin gökkuşağı gibi; yağmurdan sonra bir zaman görüverirsin, sonra ara ki bulasın. Ben annemi ararım zaman zaman bulamayacağımı bile bile. Okusa yirmisinde vücuduna saplanan mermilere yenik düşen genç adamı gözleri dolardı. Ama o da bir şey yapmazdı benim gibi, bizim gibi hiçbir şey yapmazdı. Öldüğüyle kalır çünkü ölen, gittiğiyle kalır giden. Sonra bardaklar tokuşturulur kalabalık yerlerde. Kahkahalar sigara dumanına karışır. Her ne varsa gönüldendir! İçi geçmiş kavunlara methiyeler dizilir ikinci kadehten sonra. Dilde yine o eski şarkı; “Ah bu gönül şarkıları…”

ÇEYREK BİR BEN - 15.07.2022

474 kere okundu

Bir müzisyen olsam mesela, ünlü bir müzisyen, herkesin tanıdığı… Gider bir gün bir sokak ortasında, gitarımı ya da bağlamamı, ya da her ne çalıyorsam alıp elime bir şeyler çalarım. Allah’ın bana lütfettiği yeteneği zamansızca paylaşırım insanlarla. Bir şair ya da yazar olsam herkesin sevdiği. Hadi derdim, yarın deniz kenarında x çay bahçesinde sohbet edelim. Ya da futbolcu olsam her gün gazeteleri süsleyen. Yılda bir kez bile olsa hiç tanımadığım birileri ile halı sahada maç yapardım. Çünkü geçiyor ömür. Çünkü bazı şeyler paylaşmak için lütfedilmiş insana. Sırf senin istediğin gibi değil, onların da istediği gibi bazen. Onlar kötü olabilir, onlar hadsiz olabilir. Ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemiyorlar olabilir. Ama kimse ölmez birkaç saatini bahşetmekten.

Bu ego öldürecek bizi en çok. Yaşamadan öldürecek. Çiz bir fotoğraf.  Ki ne kadar iyi bir ressam olduğun da şüpheli. Sonra gir o resmin içine ve hakkını vermeye çalış. Oysa belki de bu boyalar bu fotoğraf için yeterli değil. Sen kış çizersin yazdır mevsim, bahar çizersin güzdür. Bıraksan olurunu ne olur sanki. Evet, örselenirsin zaman zaman, hırpalar seni hayat ama dümdüz giden bir yol hem istediğin yere varmaz hem de o yolu yürümenin bir keyfi olmaz.

Tamam, bazımız aceleci, arabaya binecek, uçak kullanacak varmak için ama zaman bol. Ne yapacaksın varınca, yeni yerler mi arayacaksın, yeni yollar mı? Varmak değil mesele diyeceksin yolun sonuna yaklaşınca, yürümekmiş asıl keyif. Ama ne hal kalacak ne yürüyecek yoldaş.

Bir cambaz olsaydım mesela; bir ip gererdim şehrin ortasına, çıkar üzerinde yürürdüm. Düşme numarası yapardım zaman zaman heyecanlansın diye insanlar. Bir ressam olsaydım boyardım olur olmaz yerleri. Altına imzamı da atardım. Varsın kendini bilmezin biri bıyık yapsın resimdeki adama, Feridun Zeynep’i hayvanlar gibi seviyor yazsın ortalık yerine resmin varsın. Sonsuza dek yaşamıyor hiçbir şey. Ölümlüyüz biz bile. Ki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan yok bizim gibi. Yok yani, yok hiçbir şeyin önemi.

Önemsiz şeylere önem katan birisi olmak isterdim. Kıymetimi bilsinler diye beklemeden, önemsenmeyi içten içe bile olsa önemsemeden. Kendimden vazgeçtiğim zamanlarım olsun isterdim. Başkaları için bir şeyler yapan bir ben daha olsun. Diyor ya Yunus “Bir ben vardır benden içeri.” Fazlasında gözüm yok; çeyrek bir ben olsun isterdim benden içeri

 

FİLLER SULTANI VE KIRMIZI SAKALLI TOPAL KARINCA - 17.07.2022

525 kere okundu

Filler sultanı ile kırmızı sakallı topal karıncanın hikâyesini bilir misiniz? Ben bilmem. Yeni yeni öğreniyorum. Şimdi bu bizim filler sultanı karıncalar ülkesi hakkında çok iyi şeyler duyuyor, belli ki hoşuna da gitmiyor duydukları. Ben ki koskoca filler ülkesinin sultanı, nasıl olur da bende olmayan ufacık karıncaların ülkesinde olur diyor. Halep oradaysa arşın burada diyor. Bir de kuş var buna haber getiren, bunun pohpohçusu. Diyor siz nasıl isterseniz sultanım. Gidip ufacık karıncaların ülkesini mahvediyorlar. Bir karınca çıkıyor karşılarına, kırmızı sakallı bir karınca. Savaşta bacağını kaybetmiş topal bir karınca. Yok diyor, olmaz diyor bu zulüm böyle. Elbet diyor sorulacak bunun hesabı. Yakalayın bana getirin şu zındığı diyor filler sultanı ama ne çare. Gözden kayboluyor kırmızı sakallı topal karınca. Anlıyoruz ki bir isyan başlayacak ve bu isyanı da kırmızı sakallı başlatacak. Sonra diğer karıncalar giriyor devreye. Aman diyorlar sultanım biz ettik sen etme. Bağışla bizi. Sen ne istersen biz hazırız yapmaya.

Ben o fili hiç sevmedim. Zaten içinde hortum olan ve hoşuma giden tek şey bahçe sulamak olmuştur bugüne dek. O da hortum takılı ve bahçeye kadar ulaştırılmış olmalı. Kırmızı sakallı karıncadan da haz etmem. Sana mı kalmış, salak mısın sen. Bırak kim nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşasın. Kimseyi kurtarmaya çalışmayacaksın bu hayatta. Ki muhtemelen kurtarmaya çalıştığı karıncalara rağmen yapacak bu işi. Salaklık işte. Hem karınca dediğin şeyin ömrü ne ki. Fil bir yanda otursa, karınca diğer yanda, bekleyerek geçirseler bu savaşı. Fil hayvanı karıncanın torununun torununun torununu bile görür. Hatta abartısız yüz neslinden fazlasına tanık olur düşmanı karıncanın. Gelelim sultanım diyen yavşak karıncalara, onların lafını bile etmeye değmez. Ne selam veririm, ne de alırım selamlarını.

Diyeceğim o ki hayat kısa, kuşlar uçuyor. Takılmak varken bir tanesinin kanadına ne gerek var öteyle beriyle uğraşmaya. Senden öncekiler kurtarabilmiş mi ki dünyayı da sen kurtaracaksın. Yok, biliyorum bu yangın sönmez ama en azından tarafım belli olsun diyorsan deme. Benim de tarafım belli ama sönmeyecek yangına su taşımıyorum. Hem sen kuşlardan akıllı mısın? Uç sen de. Ayağını yerden kesecek bir şey ya da birisini bul. Zaten yapacak bir şey bulamayanların ya da doymayanların sevdası hep birilerini kurtarmak. İtfaiye eri misin sen kardeş, sana ne. Ben değilim mesela; bana ne!

Temmuz boktan bir ay mesela. Hiçbir özelliği yok. O kadar ki insanlar çalışmak bile istemeyip izin kullanıyorlar bu zamanlarda. Malak gibi yatıp güneşin altına yanıyor, arada da denize giriyorlar. Deniz de olmasa temmuza ihtiyaç kalmaz yani. Kurtaracaksanız temmuzu kurtarın bu depresif halden. Eylül gibi olsun o da nisan gibi olsun. Kasım ya da mart olsun. Bir şey olsun yani. Kurtardığınıza değsin. Zaman insanlara benzemez, nankör değildir. Kurtarılmış, anlam kazanmış zamanlar size hep iyi şeyler kazandırır. Oysa kurtardığınız her insan ayağı düz bastığı an harcar sizi. Temmuzu kurtarın yani. Bırakın göt file yalakalık yapan karıncaları. Fili de bırakın, ona güzünüz yetmez zaten. Hırpalamayın kendinizi boşuna. Yok efendim vicdanım rahat. Olmasın rahat efendim, hiç olmasın. Önce kendine karşı sorumlusun. Kendi ömrünü başkaları için harcadın diye rahat edecek vicdanın hiç olmasın. O vicdan ki yenik düşmüştür zayıflığa, mahalle baskısı yüzünden harcamaktadır seni dinleme onu, beni dinle sen. Varsın vicdansıza çıksın adın. Tarih vicdanlıların değil, vicdansızların mutlu hayatlarını yazar zira.