01.04 - sevdim kendimi bu gece - 1.03.2012
0 kere okundu
Ve gün güzel biter güncemde, dışarıda
kar beyaz mı beyaz içerde ben cıvıl cıvıl. Daha ne olsun efendim, hayat dediğin
yaşanılası meret, yaşar giderim oldu olacak. E hadi uyuyayım ben, yarına kadar
dinlendireyim güzel gözlerimi, uzun kirpiklerimin altında pek bir çökmüş
görünüyor, kirpiklerime laf getiriyordu eşekler. Biliyorum kıs kıs güleniniz
var, kendini beğenmiş diyeniniz var. Şu koca dünyada benden başka bir tane daha
yok yemin ederim, var diyen varsa buyursun gelsin. Seviyorum kendimi canlarım
benim, siz ister sevin ister sevmeyin bugün hiç umurumda değil. Kıymetimi bilerek
girdim mart ayına, mart da kıymetimi bilir umarım.
00.39 - keyfimin akşam sefası - 2.03.2012
0 kere okundu
Keyfimin akşam sefası uzatmış
ayaklarını sehpanın üzerine, açmış televizyonu film seyreder, bakar görmez,
duyar aldırmaz, susar konuşmaz. Keyfimin akşam sefası almış fincanı eline
yudumlar çayını, mesaisini çoktan doldurmuş aklı, gönlü bıkmış hayırsız
sevdalardan, yelkenine rüzgâr bi vurur bi vurmaz. Vuranı da top olsun vurmayanı
da.
Sabah olur gün doğar ve başlar
hayat, insanlar girer hayatımıza insanlar çıkar, duygular biter ve yeniden
başlar, ayrı insanlar ve benzer hayatlar. Fikrimin ince gülü konar daldan dala,
gidenin yerine yenisini koyup devam eder yoluna. Yara tuzla ovulur, acı alkolle
unutulur, güncemizde batarken gün avuturuz kendimizi gaz lambasının ışığında. Gün
müdür kabahatli biz miyiz geceden korkan bilinmez, bilinmez yolun sonu
yaşanmadan, yaşamak ağırlaşır midede sıcak hamur kıvamsızlığında. Sahi biz
neden eksik yaşayamıyoruz, neden yetemiyoruz kendi kendimize zayıf
zamanlarımızda, hep birilerini istiyoruz, hep bir el elimizde, gönlümüzde bir
sevda, aklımız masal diyarlarında.
Düşer kar tanesi, rüzgâr eser,
sıklaşır adımlarım, adımlarım senden uzağa gider. Dalgalıdır deniz, soğuktur
hava üşütür, akıl evden çok uzaktadır, akıl küfrün yolundadır iman peşindedir,
akıl kaç zamandır sendedir.
13.57 - uyanır yorgun gövdem pazar sabahına - 4.03.2012
0 kere okundu
Uyanır yorgun gövdem Pazar sabahına,
cumartesi gecesinden kalmıştır, yorgundur biraz, biraz uykusuzdur, keyiflidir
biraz, biraz keyifsizdir. Bilir sabahına gözlerini açtığı günün diğerlerinden
farklı olmadığını, duş alıp bir şeyler atıştıracağını, sokağa çıkacağını ya da
çalışacağını, bilir günün dünden ayrı olmayacağını. Televizyonu açar, Power Türk için bir sıfır
sıfır kodlar kumandaya, Sıla çıkar; “büyük izler kalıyor sorma kapattığımız
yaralardan, endişeler korkularla oluyoruz hayatlardan…”
Arkada bırakmak bir seçenek değil,
zorunluluk. Yerleri ve kişileri bırakıp yaşanmışlıklarla devam ediyoruz yola,
hayatlar başlatıp hayatlar bitiriyoruz, yollardan yürüyor yollardan çıkıyoruz. Gövdem
uyanıyor bir Pazar sabahına, yokluklara ve varlıklara, yaşanmışlara ve
yaşanamamışlara. Dönüp bakmadan cumartesiye, cumaya, pazartesi aşkıyla uyanıyor
pazara, pazarın sabahına.
Güneş mi yalan havanın soğuğumu
bilmiyorum, içimden bilmek gelmiyor da, öyle çok soru var ki, içinden gelmiyor
insanın cevap aramak, vazgeçmeyi bilmediğin hayat dert oluyor başına, saçın
beyazlıyor, gözlerinin kenarı kırışıyor.
Güneş mi yalan yoksa ben mi üşüyorum bilmiyorum, kolay olmayan
sorulardan vazgeçmeyi öğretti hayat bana. Yaşıyor ve ölüyorsak, en olmaz
şeyleri seyrettiğimiz filmlere şaşırmıyorsak hayat o kadar da karmaşık
değildir. Güneş ya vardır ya yoktur güneşten bakınca, ben üşüyorum ve güneş yok
buradan bakınca. Varsın güneş varlığını gözümün içine soksun, hayat göründüğü
gibi güncemde, beni ısıtmayan varlık yokluktur fikrimce. Fikrim ki huzurumun
evi, evimin direği, fikrim ki gül bahçemin mis kokulu kapısı.
21.00 - amcasının gülü - 5.03.2012
0 kere okundu
Sendrom falan hikâye canlarım
benim, çalışılan her gün kötüdür, pazartesinin salıdan farkı yoktur,
perşembenin de cumadan. Çarşamba az biraz farklıdır güncemde, çünkü bendenizi
yatış günüdür, candır, doyumsuz tattır. Gerçi Pazar günü de yarım gün
çalıştığımdan sizin pazarla benim Pazar pek benzemiyor, siz zevkte sefada ben dertte
cefada… Bugün pazartesi, sıradan bir çalışma günü, az iş, az yemek, az lak lak
ve çokça yatış…
Dün gece rüyama twitterdan bir
arkadaşı konuk ettim, tanrı misafiri ama öyle davetli gelen bir konuk değil. Hatun
sürmüş çocukluğumun köyüne gelmiş, KPSS sınavı var ve bildiğiniz arabaların
geçtiği yollar ilkokuldan kalma sıralarla dolmuş. Çocukluk arkadaşlarım Halis,
Güngör, Hasan hep sınavda… Minik bir tantana ve tantananın içinde tek yabancı
twitter çıkışlı burcumaria... Tamam ders
çalışıyorum ama tamamen bilgimin bilgim artsın diye, yoksa ne sınav severim ne
de ilkokul sırası, daracık oluyorlar, sığmıyor bacaklarım. Zaten mevzu sıralar
değil anlayacağınız üzere; hiç rüya görmeyen ben, alakasız bir hatun kişiyle
alakasız bir sınava giriyorum yol ortasında, hayırdır inşallah…
Derin’in doğum günü hafta sonu,
abim gel istersen dedi, içim gitme ne işin var… Ben sevmem doğum günlerini ama
şimdi bir dolu hala teyze oradayken Derinim tarla farem amcasını arar, aramasa
da beş on sene sonra amca sen benim ilk doğum günümde neredeydin der, yalan da
söyleyemem eşeğe, kem küm edemem… Sahi
be, amca olalı bir yıl olmuş, pek bir süper olmuş, çok bir süper olmuş,
amcasının gülü iyi ki olmuş.
00.05 - Ölü Ozanlar´ın Devrim´i - 8.03.2012
0 kere okundu
Güzel bir salıdan sonra Çarşamba
sabahı uyanmak gelmedi içimden, yatak huzur doluydu, uyku cennet bahçesi. Bırakmadı
peşimi hayat, telefonun sesine uyandım, kapıdayım dedi, müsait misiniz? Evet dedim
en içten sesimle, aşkla kalktım yataktan, şevkle yürüdüm kapıya. Ulan sığır
sabahın köründe işin ne burada, on ile on iki arası gelecektin, benim karıma
bir şey olsa akşam beşi bulurdu gelişin ama sabahın dokuzunda bittin kapımda
bok varmış gibi, hoş geldin, sefalar getirdin. Pronet’den bir sığır geldi yaptı işini gitti.
Devrimi aradım iki kez cevap
vermedi, iyi bari dedim, girdim yatağa tekrar, kaldığım yerden devam ettim
keyfe. Saat ikiye geliyordu ki yine çaldı telefon, görmedim dedi beni
aramışsın. Bugün buluşacaktık ya dedim, unutmuşum dedi, geç olmadıysa gelsene. Peki
dedim çıktım yola, Beşiktaş’a geçtim. Belki de bu güne kadar içtiğim en güzel Salep
ve birkaç bardak çay eşliğinde lise yıllarından kalma arkadaşımla özlem
giderdim, çokça yenilerden, biraz eskilerden konuştuk durduk, geveze olan
bendim ama susmak daha tatlı geldi, çocukluğumun güzel günlerinden bir resme
bakıyordum, Fetih 1453´ün Fatihi o kadar da umurumda değildi, ben Ölü Ozanlar´ın Devrim´ine bakıyordum her ne kadar
içinde bulunduğum şehrin fatihi olsa da.
Konuştuk, güldük, bazen saydırdık öteye beriye, geçmişi andık, mutluluğu aradık kelimelerde. Yemek yiyecektik,
yürürken birilerine rastladık, selam verdik. Buyur ettiler, ısrar ettiler
yemeği beleşe getirdik, biraz kürk yedi biraz biz yedik. Hesapta web sitesi için fotoğraf ve video getirecekti bana ama umutmuş. On mart demiştim web sitesi için, ham madde eksikliğinden dolayı üzgünüm, bilmem anlatabildim mi...
Şu vapurlarda bir odam bir
mutfağım bir de banyom olsa, hayat vapurla boğazdan bir Beşiktaş’a bir Kadıköy’e
geçmek olsa, deniz olsa, martılar ve dalga sesleri olsa Leylasız bile Mecnun
olurdum, üstelik Leyla’sına kavuşmuş Mecnun kadar mutlu olurdum. Ama topu topu
yirmi beş dakika, bir sonra ki yolculuk için bilet almak zorundasın. Güzel şeyler
kısa sürüyor ama bazen bir jetonla bile satın alınabiliyor.
Sanırım yol Trabzon’a çıkacak,
hafta sonu gözlerim tarla faresi görecek, belki anlamadığım bir dilden cümleler
duyacak kulaklarım, anlamadığı bir dilden konuşacak ağzım. Kucağıma alıp öpüp
koklayacağım, üç beş ayda bir kendimi hatırlatacağım, amca de bakayım deyip gak
guk sesler duyacağım, bir kez daha Leyla´sına kavuşan Mecnun olacağım.
02.00 - koşmanın anlamı yok, yürürken de geçiyor hayat - 9.03.2012
0 kere okundu
Koşmanın anlamı yok, yürürken de
geçiyor hayat, iyot kokusuyla, dalgaların sesi ve adalar manzarasıyla… İçmek
bana göre bir şey olsa bir litrelik Dikmen’in dibini görür sızar kalırdım koltukta,
acıyan gözlerime eziyet etmekten vazgeçer ruhumu Hayyam’a teslim ederdim. Gecenin
ikisinde aptal ekrana bakıp aptal aptal cümleler kurmaktan vazgeçerdim.
Ağlamanın anlamı yok, gülerek de
geçiyor zaman, balkonumda ki bodur limon kokusu, radyoda Sıla’nın şarkıları ve Güneşimin
ışığı. Yok yok karar verdim ben, tasımı tarağımı toplayıp köyüme döneceğim,
sabahında uyandığım günü en sevdiğin denizi seyrederek geçireceğim, çocuklar
yapıp hayattan öğrendiklerimi onlara öğreteceğim. Yok yok karar verdim ben, hafta
sonları Trabzonspor’un maçlarına gidip yenince sevinecek yenilince üzüleceğim,
Ceyhun’u ve Okan’ı alıp Boztepe’de semaverden bardaklara doldurduğumuz çayla
demleneceğim, kafa çekeceğim.
Susmanın anlamı yok konuşarak da
geçiyor hayat, annemin ağır dur ki batman gelesin sözüne inat üstelik. Konuştukça
birilerine sataşarak, sataştıkça keyif alarak ve keyiflendikçe tavşankanından
beter çayımdan bir yudum alarak.
Yok yok gözüm aç benim, neyine
yetmiyor minik bir pizza, iki orta pizzadan iki dilim azını götürmenin anlamı
ne, tamam işkembe sağlam da gecenin onundan sonra en sağlamına bile eziyet
etmenin anlamı ne. Gözü aç olmasın adamın arkadaş, karnı doysa da donatır dilim
pizzanın üzerini mayonez ve ketçapla, uzatır
çenesini yaklaştırır elindekini, löpür ve löpür götürür hamurları.
İki dilim patates koymalı bu
gözlerin üzerine karar verdim, önceki paragraftakiler palavra olsa da bunda
kararlıyım. Bu gözlerin patatese ihtiyacı var. Yarın Trabzon’a gideceğim ve
şehrin en güzel kızıyla buluşacağım. Demesin nedir bu gözlerin hali, insan
azıcık bakmaz mı kendisine demesin.
Ben mutfağa giderim, cümlelerim
tırı vırı Dünya’ya… Sizler ise ne haliniz varsa görün düzenbaz hayatlarınızda
sevgili okurlarım. Gerçek sandığınız satırlarımda açıksözlülük yalanıma kanıp
bir şeyler arayın, yalan hayatlarınıza ekleyin yalanlarımı. Alanı mutlu satanı
mutlu bu dünyada siz erin muradınıza ben iki dilim patatesle kerevetlerden
kerevet beğeneyim yatağımın sıcaklığında.
21.33 - düğün zannettim cenazeymiş meğer - 11.03.2012
0 kere okundu
Sizi yağmurla karşılayan şehir hüzünle
el sallamaktadır arkanızdan, yeri dolmayacak kocaman boşluklardan bir tane daha
edinmişsinizdir, bir damla yaş akmıştır gözünüzden, içiniz sel
sağanak… Birkaç kelime yan yana
getirilip sevimsiz bir cümle kurulmuştur, ne söyleyen ağız mutludur ne duyan
kulak, kötü haber en sevdiğinize gelmiş, perde kapanmış sahnede ki yalnızlığınız
artmıştır.
Hiç bu kadar hüzünlenmemişti
Trabzon, yağmur bu kadar ıslatmamıştı hiç, kar üşütmemişti; düğün zannettim
cenazeymiş meğer.
13.06 - Sivas´ta zaman aşımı yoktur aslında - 13.03.2012
0 kere okundu
Kuralına göre oynadığımız oyun
kapı dışarı eder bizi, hukuk yoktur, nizam kaybolmuş güçlünün gücü zeka
kazanmıştır; hoyrat değildir eskisi kadar, ince eleyip sık dokuyordur artık,
baş etmesi güçleşmiştir. Bilinçsiz kalabalıklar bilinçli olduğunu
zannetmektedir artık, cahilden kötüdür cahilliğini bilmeyen, aklını akılların
himayesine veren zekadan yoksun yaşamaktadır. Resim nettir, kötüdür, his
kaybolmuştur, duyarlıyım diyenler yalancıdır, duymuyorum diyenler duyarsız…
Sivas zaman aşımına uğramamıştır aslında, halkların iradesidir tarihi yazan,
hukuk uzun zaman dilimlerinde ayrıntıdan ibarettir.
Bankalar kredi kartı aidatından
vazgeçmemek için taklalar atmaktadır, Türk Telekom adında ki Türklükten
almaktadır gücünü Türkiye’de ki her eve kazık atarken, sokaklar serserilerin
elinde, yüksek binalar beyaz gömleklilerindir. Ankara birilerinin Ankara’sı,
bayrak diğerlerinindir, din birilerinin tekelindedir ve diğer birileri sarhoş
oldukları oranda aydın olmaktadır. Sevmediği lider ne yapsa gözüne girememektedir
peşinden koşmayanın ama sevdiği ihanet etse sevgisine zeval gelmemektedir. Düzen
kurulalı çok olmuştur, asıl karakterler kendini geliştirmiş, figüranlar ise terk
edildikleri otlaklarda sağlıklı beslenmektedir.
Bir kez daha görmüşüzdür
yönetenlerin seçilenler olmadığını, bir kez daha gücü yetmemiştir bürokrasiye
halkın. Oysa biz bizi yönetsinler diye vermişizdir oylarımızı düzenbazlara,
bilmeden düzenin çok daha eskiden kurulduğunu, asıl düzen kendini göstermeden bir
kez daha hissettirmiştir en narin yerlerimizde sertliğini.
00.49 - bir kalp durur, bir devir kapanır - 15.03.2012
0 kere okundu
En sevdiğim gündür Çarşamba, en
sevdiğim sayının neden beş olduğunu maviye niye düşkün olduğumu bilmediğim gibi
bu günü de neden sevdiğimi bilmem, gelişine yaşar geçer giderim. Yatak keyfiyle
başlar, kahvaltıyla devam eder yine yatağa dönerim. Biraz bilgisayara bakarım, birkaç
parça dinlerim, yastığıma sığınır yorganımla yarenlik ederim… En sevdiğim
gündür Çarşamba; Salı günü doğdum ama öleceksem bu gün ölmek isterim.
Keyifli keyifli ilerleyen cümleye
ölüm karışmışsa ya depresyon söz konusudur ya da anlatımda ki karmaşa ile
dikkat çekilmeye çalışılıyordur. Bir de üçüncü ve bana özel olan bir seçenek
var ki, yazacak bir şey bulamayıp aklına ilk gelen kelimenin üzerine bir şeyler
eklemişsindir. Gerçi mevzu ölüm olunca burada da sağlıksız bir durum vardır,
niye aklına ölüm değil de başka bir şey gelmemiştir. Sanırım cumartesi günü babaannemi
kaybetmemin etkisi bu.
Saat beş gibi vardığım Trabzon’da
yeğenimin doğum günü partisinin tadını çıkartırken geldi telefon, babaannem
dedi abim… Artık yoktu, kalbi durmuş ve doktorların
dakikalarca uğraşmasına rağmen çalışmamıştı. Artık köy eskisi gibi olmayacaktı,
artık dedem gibi babaannemde bir daha sevgiyle yüzüme bakmayacaktı, bir kalp
durmuş bir devir kapanmıştı.
02.02 - sığırlara ve öküzlere adanmıştır... - 16.03.2012
0 kere okundu
Düzenbaz ruhların düzeni bozuk gövdeleri, pantolonlu ve etekli ibneleri, sevgilileri ve sevgililerinin metresleri, karıları ve karılarının sevgilileri… İçine ettiğim İstanbul’un, Konya’nın ve Trabzon’un iktidarsızları, firijitleri… Kıçındaki yırtıktan habersiz sökük dikicileri, kel başında şimşir tarak gezdirip, koltuk peşinde kıçını duvardan duvara sürtesiceleri…
Efendim bu yazı can sıkıntısından yazılmış, sığırlara ve öküzlere adanmıştır. Mükemmelle uzaktan ve yakından ilgisi olmayan bendenizin haddimi aşarak ki hiç umurum değil çevrede ki beş para etmezlere döşeme isteğimin klavye tuşlarına yansımasıdır.
Gereksiz cümlelerden ibaret canlılar, ojeden ve rujdan ibaret cansızlar, varlığı gereksiz yokluğu zararsızlar, geri zekâlılar, aptallar ve değersizliğinin farkına varamayanlar. Aynaya dost insanlığa düşmanlar, pezevenkini sevgili sanan orospular(Berrak Aldan´dan)…
Normalde üç nokta ile bitirmeyip devam ettirmem gerekiyordu bir önceki paragrafı ama zaten can sıkıntısından yazdığım cümlelere devam etmekten sıkıldım. Yarın beni okuyacak yal düşkünü sığırlar yazımı beğenirse boyum uzamayacak ya da elimi attığımda cebimde fazladan iki yüz lira olmayacak.
Bitti.
01.57 - yıllar sonra yine bir aradaydık... - 17.03.2012
0 kere okundu
Osman, Ferhan, abim ve ben eve
kapanır Teleon ya da Star seyrederdik, Murat küçüktü aramıza almazdık eve bile
almazdık hatta. Sirt denir bizim evin olduğu yere, uydu antenlerinin daha
bilinmediği, çatal antenlerin kullanıldığı dönemde çevre mahalleler de dahil en
iyi bizim evde çekerdi televizyon. Işıkları kapatır battaniyelerin altına
girerdik, abimle Ferhan bir divanda, Osman ile ben diğerinde. Karşımızda elli
bir ekran bir televizyon, televizyonda eşek yüküyle karınca, karıncaların
arkasında sevişken adamlar ve kadınlar…
Dile kolay yirmi yıl olmuş, abim
ve Ferhan Trabzon’da, Osman Safranbolu’da ben ise İstanbul’da artık. Şimdi Okan ve Beyaz’ı seyrederken geldi
aklıma, ne çok şey değişti, kimler geldi kimler geçti bu ekranlardan. Televizyonun
yüzleri değişirken biz de değiştik, değiştik ve büyüdük, büyüdük ve ayrı
yollara saptık, karıncaların arkasında karıştırdığımız işler kirletti bizi,
battaniyelerin altına saklanarak kaçamaz olduk kendimizden.
Babaannemin vefat ettiği gece
Murat vardı, abim vardı, ben vardım… Ferhan iş gezisinde Ordu’daydı, Osman
Safranbolu’da. Sabah mezara konulacak tahtaları Ferhan’la almaya gittik, bir
metre seksen santimlik dokuz tahta, yağmur suyuyla dolmuş mezara terk ettiğimiz
babaannemizi ve anneannemizi bizden ayıran dokuz tane tahta. Mahallenin hocası Umre’ye
gitmiş, cenaze namazını kıldıracak hocayı da ilçeden birlikte aldık, cenaze
evine gelenleri de birlikte ağırladık.
Osman sabah geldi, eşi ve
çocuklarıyla kar kış demeden gece çıktığı Safranbolu’dan geldi. Abim babaannemi
hastaneden almaya gitmişti, son gecesini soğuk bir morgun çekmecelerinden
birinde geçiren canımızı son yolculuğu için eve getirecekti.
Arabayla götürülecekti tabut,
büyükler öyle istemişti ama abim ve ben hayır dedik, son yolculuğuna biz
taşıyalım dedik Doktor Mehmet’in emanetini. Bir daha onun için bir şey
yapamayacaktık, tek kelime bile konuşamayacak, elini tutamayacaktık. Ferhan bir
yandan, Murat abim bir yandan sırtlayıp yaşlı gözlerle taşıdık babaannemi.
Yirmi yıl sonra yine bir
aradaydık, artık amcamın oğlu Barış da vardı, Savaş Diyarbakır’da askerdi
haberi yoktu gelememişti. Yıllar sonra bir araya getirmişti babaannem bizi,
Lambat’a top oynamaya gider gibi keyifli değildik, gün boyu yüzdüğümüz denizden
gelir gibi yorgunduk, çok kötü bir şey olmuştu üzgündük ve bir aradaydık Sirt’da
ki Ayşe’nin cansız bedenini taşırken. Yağmur gizleyememişti gözyaşlarımızı,
kara uşağı ve sari uşağı ağlıyordu arkasından, Ferhan, Osman Ve Murat
yanıbaşında…
09.46 - koca bir yalanım... - 19.03.2012
0 kere okundu
Ağaçları yeşil yapraklı bir
tepenin patika yoluyum, kahvaltısında peynir kızartılmış bir Pazar sabahı, Yomra’nın
millerce açığında yedi metrelik kayığım ben.
Rüzgârda savrulan bir sarı yaprak, yağmurda ıslanan uzun saçlı bir kız
çocuğu, pazartesi neşesizliğiyim. Ben on beş yıldır evimden uzağım, on beş
gündür ümitli on beş saattir keyifsizim, ben elma dalında erik, denizde kuş,
baharda mandalina yaprağıyım.
Sabahında mutlulukla uyandığım,
yüzümü güneşine çevirdiğim Pazar neşesi yerini pazartesi keyifsizliğine bırakır
güncemde. Sendromdan falan değildir ama takılmaz isyankâr ruhum klişelere uzak
durur inadına. Suratsızlığım uykusuzluktan, suratsızlığım yorgunluktan,
suratsızlığım deniz kokusuna hasretten, yeşile maviye özlemden, sevmediğim bir
şehirde sevmediğim bir güne günaydın demekten.
Heyhat sabah, ben uykulu,
telefonda Ömer kalk oğlum geç kaldık der… Heyhat Ömer, ben dalgalı, neden sana
olan sevgimi sınarsın Pazartesi sabahlarında, neden biraz daha uyu demek yerine
kalk artıklarla başlar cümlelerin, neden iş yerine beni götürmezsin köyümün bahar
sabahlarına, annemin kucağına, babamın ocağına. Heyhat İstanbul bir bezgin adam
dolanır sokaklarında bilesin…
Ben mutluluğun ismi mutsuzluğun
resmiyim, Karadeniz´de dalgalı bir koy, Marmara’da boğaz akıntısı, Ege´de Ölü
Deniz’im. Ben İzmit’de Maşukiye, Konya’da Apa Barajı, Trabzon’da Uzun Göl’üm,
gözden uzakta gönülden dışarıyım, ben yağamayan yağmur, gürleyemeyen gök, esemeyen
fırtınayım. Ben sıradan bir pazartesi sabahına on iki boktan pazartesi sabahına
uyanmış gibi uyanan koca bir yalanım şimdi.
18.12 - aşk mevsimidir - 22.03.2012
0 kere okundu
Mevsimidir yazmanın çiçeğin
mevsimidir, güneş açmış insanlar sokakları doldurmuştur, deniz kenarlarına
inilmiş mangallar yakılmaya başlanmıştır. Kuşun böceğin mevsimidir, gündüzler
ısınmaya başlamış güneş güneşliğini aklına getirmiştir, bir kışla daha vedalaşıp
bir yaza daha merhaba denmiştir. Mevsimidir yaşamanın sevdalara tutulmanın günü
gelmiştir, el ele dolaşılmaya başlamış uzaktan bakışmalara son verilmiştir.
Dün uzun bir aradan sonra halı sahanın
suni çimlerine bastı ayaklarım, on iki koca adam bir saat boyunca aynı topun
peşinde sağa sola koşturup durduk. Maç bittiğinde elden ayaktan düşmüşlüğümüzü
birbirimizden gizleyecek halimiz kalmamıştı, terlemiş ve kendimizden geçmiştik.
Yenilmişiz, öyle söyledi Şahin Abi, itiraz etmedim, ne desem yalan olurdu… Peki
dedim, dostluk kazansın.
Geceleri web sayfalarının peşinden
koştururken saatin nasıl geçtiğini anlamayan ben, yatağa üçten önce gidemeyen
ben, günlerdir gözleri bilgisayara bakmaktan acıyan ben bu akşamki dersi asmaya
karar verdim. Doktor olacak değiller ya, varsın girişimciliğin finansmanı eksik
kalsın, yenilik hayat bulmasın varsın, bu gece de bendensin Allahın Trabzonlusu
nereye varacaksa varsın.
Uyurum ben, birkaç saat hatta
belki daha da fazlasını uyurum. Sabaha çıkarım belki, gece boyu uyurum. Daha önce
yaptım yine yaparım, leş olur, öküz ölüsü olurum, uyanıncaya kadar sabah olur,
ay kaybolur güneş olur, gözlerimin acısı geçer, saatler geçer uyurum ben. Ya da
uyanır iki kuruşluk hayatıma gözlerimi acıta acıta devam ederim, kim bilir.
Mevsim gezme mevsimidir Filiz
mevsimi Çiçek mevsimidir, Derin bir yaşına girmiştir ve Eylül’e az kalma
mevsimidir. Mevsim Bahar’dır, Deniz’in ısınma mevsimidir, güzeldir her şey,
nereye baksan isimdir ve her isim ayrı bir Aşk mevsimidir.
21.34 - yavşak tırı vırı Dünya - 24.03.2012
0 kere okundu
İhlâs Pazarlama ve Samanyolu
Pazarlama’dan oluşan bir takım aylardır peşime takılmış telefonla arayıp
durmaktalar. Size gelelim diyorlar, bazen temizlik robotundan bazen de su
arıtma cihazından dem vuruyorlar. Bizim Fehmi’ye bulaşmışlar önce, pis herif
kurtulabilmek için benim de içlerinde olduğum birkaç kişinin numarasını vermiş.
İlk aradıklarında şeker sesli bir hatun gelelim de gelelim dedi duraksamadan… Ben
gece eve geliyorum dedim kurtulmak için, olur dedi, gece on bir gibi gelip
yarım saatte hallederiz işimizi. Tövbe tövbe dedim, ben o bildiğiniz adamlardan
değilim…
Son beş altı aydır on kez aradı
beni farklı farklı sesler, farklı farklı hatunlar… Her seferinde yakamdan
düşmeleri için bir dolu cümle kurmak zorunda kaldım. Son arayana epeyce bağırıp
çağırıp tacizleri kesmezlerse bulundukları yere gelip hır çıkartacağımı
söyledim. Ama ne mümkün, yakamdan düşmek bilmediler. Bu sabah çaldı yine olmaz
olasıca telefon, yine bir hatun İhlâs Pazarlama’dan aradığını, numaramı Fehmi
Doğan’dan aldığını söyledi en şirin tavrıyla. Peki dedim, buyurun sizi
dinliyorum. Temizlik robotundan bahsetmeye başlayınca sözünü kesip yalnız
geleceksiniz değil mi dedim, sesinin çok hoş olduğunu onu misafir etmekten zevk
alacağımı da söyledim. İki kişi geleceklerini söyleyince olmaz dedim, ben
sadece sizi istiyorum. Başka yolu yoktu kurtulmanın, en yavşak halimle hatuna
yazmaya başladım, numarasını isteyip daha sonra sizi arayabilir miyim dedim,
bunu saymam yine arayın dedim. Mırın kırın etmeye balayınca ama ben alıcıyım
yeter ki bu akşam yalnız gelin dedim. Hatun İhlâs’ın prensiplerinden bahsetmeye
başlayınca boş verin onları siz bu gece kelin keyfimize bakalım dedim. Geç de
olsa asıldığımı anlayıp gülücüklerle şaşkınlığını gizlemeye çalışsa da ben
susmayıp konuşmaya devam ettim. Telefon kapanırken ben sizi çok sevdim yine
ararsınız değimli diye de ekledim.
09.11 - ben malımı bilirim - 26.03.2012
0 kere okundu
Uyanmak istemediğin her sabah
kötüdür, uyanmayıp uyuduğunda işe neden gelmediğini sorgulayan herkes kötüdür,
senden bir şeyler bekleyenler, uyumana karşı çıkanlar, işe gitmeni isteyenler
kötüdür, zıbarıp yatmak yerine uyandığın sabahlar tüm insanlar kötüdür. Kötü bir
günün kötü insanları günaydın.
Merkezinde ben olduğum bir dünya
istiyorum, uyanmak istediğimde sabah olan, uyumak istemediğimde gece olan bir
dünya. Yağmur yağsın istediğimde yağmur
yağmalı, güneş istediğimde güneş çıkmalı, yaz ortası canım sıkıldığında kar
yağmalı mesela. Hatta kar için canımın sıkılmasına da gerek yok, mesela bizim
müdür tatile gittiğinde uyuzluk olsun diye otelinin tepesine tepesine yağmalı
sadece, kardan kumsala giden yol kapanmalı, buzlanma olmalı ve birileri düşüp
kıçını başını kırmalı.
Bonus istiyorum yatakta geçirmek
istediğim zamanlarda kullanabileceğim. X tarihinde boş boş oturmak yerine şu
işleri yapmıştım, şimdi de iş yapmak yerine malak gibi yatacağım
diyebilmeliyim. İşe gitmemek için kırk türlü dalavere çevirmek yerine canım
istemiyor aga ben bugün yokum diyebilmeliyim. Kapitalizme karşıyım arkadaş, beni
bu saatte sokağa çıkaracak herkese karşıyım, dağa taşa, kurda kuşa, içimde
yeşermesine izin verdiğim para sevdasına karşıyım. İçindeysem bil ki zoru zoruna, içimdeysen bil
ki sadece para uğruna İstanbul...
Son paragraftır bu, yazarımız artist artist
cümleler kurduktan sonra paşa paşa kalkıp fino gibi işine gidecektir. En huysuz
halleriyle günü daha da çekilmez hale getirip muhtemelen üç beş saate kadar
uyuma hevesiyle evine dönecektir. Ama ne mümkün, kendine boktan meşgaleler
bulup yine geceleyecek, yine uyumayıp yine gözlerinin günahına girecektir.
Bir ses
duyar gibiyim içimden içimden… Ben malımı bilirim der en bilge sesiyle iki
kuruşluk bir zibidi.
12.54 - boşa nefes tüketiyoruz - 27.03.2012
0 kere okundu
Adına diyalog dediğimiz
monologlarla geçiriyoruz günü, herkes kendi havasını üflüyor karşısındakine,
kimseye değmiyor nefes… Anlaşmak değil cümle kurmamızın amacı, bir kişi daha
benim gibi düşünsenin peşindeyiz karşımızdakinin de niyetinin bizimki kadar
bozuk olduğunu görmezden gelerek.
Eğitim dört artı dört olmasını
protesto etmek için iş bırakma eylemi yapıyor sendikalar, karşılarındaki
eğitimin dört artı dört olmasından yana olan sendikaya rağmen. Efendim dördüncü
sınıftan sonra minicik çocuklara din eğitimi verilecekmiş de olmazmış da falan
da falan. Karşı taraf ısrarcı, güçleri de var bizim dediğimiz olacak diyorlar. Sormuyorlar,
danışmıyorlar, tartışmaya açmıyor karar veriyorlar; biz yaptık olacak. Bir tarafta
yıllar önce İmam hatip liselerinin önü kapansın diye sekiz yıllık zorunlu
eğitimi getiren zihniyet bir tarafta böyle başa böyle tarak diyen diğer
zihniyet. Ki amaç belli olduğundan niye dört ve niye artı iki dört daha
sorgulanmasının hiç gereği olmayan bozuk bir zihniyet…
Lise çağına gelmiş çocuklara
sormuyor kimse fikrini, eğitimcilere sormaktan vazgeçileli zaten yıllar oldu. Kimse
içerikle uğraşmıyor inadına dirsek çürütüyor şekil peşinde. Eğitimi yeniden ve
yeniden yapılandırmak amaç, her gelen yönetici bir öncekini aratıyor. Çocuklara
bedava kitap, ulaşım ve şimdi de laptop veriliyor ama ekilen tohumların hasadı
ne durumda umursanmıyor. Lise son sınıfa geçmiş ama yedi bölgeyi sayamayan,
dört işlem bilmeyen, yaşadığı ülkenin başkenti sorulduğunda İstanbul cevabını
veren körpe beyinler görmezden geliniyor. Biz yaptık oldu efendim diyor bir
taraf, diğer taraf inatla karşı çıkıyor. Alıp birini ötekine vuruyorsun,
çarpıyor ve bölüyorsun, çıkartıp topluyorsun ama nafile. İçi çürümüş eğitim
sisteminde kaç yıl eğitim alındığı nerede eğitim verildiği kimin umurunda diyorsun
nafile. Köyden bile kovmuyorlar seni, deli bile demiyorlar nefesin tükeniyor
nafile.
Bir de şu sendikalar, hani
eğitimin hakkını savunduğunu söyleyen, ama paradan başka şey düşünmeyen
sendikalar. . Eğitimin içeriğinde herhangi bir iyileştirme yapmak için
uğraşmayan ama para için kendilerini yerden yere vuran sendikalar. Ki bu güne
kadar devletin verdiğinden fazlasını alamayan yani varlığının hiçbir elle
tutulur gerekçesi olmayan sendikalar. Hani
hiçbir görüşü olmayan ama nedense herkesin belli partilere yakıştırdığı,
renklerini açık etmekten kaçınmayan sendikalar. “Bir Alman profesöre sormuşlar
dünyanın en aptal adamı kimdir diye. Biraz düşünüp motora binen adamdır demiş. Israr
etmişler olur mu hocam, daha aptalı yok mudur diye. Biraz daha düşünüp motoru
kullananın arkasına binen biraz daha aptal olabilir diye kestirip atmış.” Demokratik
toplumların sacayağıdır sivil toplum kuruluşları ama ayakları yere basıyorsa. Dört
ayakla kaza yapan arabalar varken motor gibiler bizim sendikalar. Ki arkalarında
bir dolu insan mutlu yarınlar için, bir dolu insan sendika başkanlarını millete
vekil, paraya patron yapmak için.
Nefesimizi boşa harcayarak
geçiriyoruz yılları, günleri sonu olmayan sevdalar peşinde heba ediyor, mutlu
olmak isterken mutsuzluklar biriktiriyoruz. Sarışın ya da esmer, tombul ya da
sıska ne fark eder, ha dört yıl olmuş eğitim ha sekiz yıl hatta hiç olmamış ne fark
eder…
15.05 - siyaset mi, o da ne? - 28.03.2012
0 kere okundu
Ben politika yazmam pek
bilirsiniz, varsın seksenlerin depolitizasyonunun ürünü olduğumu söylesinler,
varsın liboş ya da dönek desinler, hatta duyarsız duygusuz diye iğrensinler. Onca
politika için deliren varken benim kıyısından köşesinden itelememe ihtiyaç
duymayan bir konu bu fikrimce. Zaten yeterince akıllısı var peşinden koşan,
varsın bir kaçı aptal gibi seyretmekle yetinsin.
Dün Tandoğan’da miting varmış, her
ne kadar dört artı iki tane daha dört olayını protesto edeceklerini söyleseler de
muhalif partinin mitingi olmaktan öteye gitmeyen içi boş bir eğlencelikti
fikrimce. Geyiğin ağa babası, siyasetin ve devlet adamlığının yüz karası Melih
Gökçek efendinin twitterdan buyurduğu üzere bağırıp çağırıp rahatlama
toplantısı sadece. Dün başka bir açıklama daha yapmış Gökçek, sekiz bin kişi
toplayabildiler diye, karşı açıklama Gürsel tekinden, sekiz bin değil seksen
bin diye. Bunlar nasıl canlılar ki bizimle dalga geçerler, sekiz bin nere
seksen bin nere… Kim yalan söylüyor olursa olsun bir dolu aptal var inanan,
bana ihtiyaç yok yani politikada. Siyaset yapacak kadar aptalsanız mutlu
olamayacak kadar akıllısınızdır da. Çünkü memleketimde siyaset yapan herkes en
akıllı kendisini bilir ve mutlu olmak için aptallık kaçınılmaz gereksinimdir.
Efendim memur maaşları dört aydır
hak ettiği eşek yüküyle zammı alamıyor. Mayıs ayına yetiştirilecek dense de
ülkenin ve milletin kurtuluşu için devreye sokulan eğitimde dört artı iki kere
daha dört modeli görüşmelerinin araya girmesiyle… Cümleyi toparlayamadım,
üzerinde de düşünesim yok, yetişmiyor yani mayısa da. Yetişmesin efendim, zaten
yüzde yirmi mi zam verecekler sanki. İşe yarama z sendikaların baştan evet
demediği şartlar altı ay gecikmeli yürürlüğe girecek ve yine en fazla yüzde on
zam görecek memleketimin refah içinde yaşayan memuru. Ayrıca zamların yürürlüğe
girmesiyle biriken paralar ödenecek, ekonomiye ekstradan bir hareketlilik
gelecek. İnşaat sektörünün yanı sıra olayın yaz aylarına rastlaması
münasebetiyle turizmde rekorlar rekorlar ve rekorlar… Sabah tuvalette düşündüm;
memurlarda vergileri ve bilumum harçları geçen yılki tarifeden ödese, devletin
parasını altı ay biriktirip toplu geri verse. Kısasa kısas sizin anlayacağınız,
hem şeriatta da kısas olayı var, bili bunu devletimin kiracıları, kendini mülk
sahibi zanneden yolcuları.
Efendim ben siyaset yapmaya
karşıyım, yeterince aptallık yaptığım bu hayatta aptallıklarıma yeni bir başlık
eklemeye de karşıyım, bu zamana kadar bir kez oy verdim, o da on sekiz yaşımın aptallığından. İki gündür siyasi gündeme ilişkin bişiler karalasam da tamamen
durum tespiti ve azıcık da mizah içeren satırlar olduğundan bunun
sayılmayacağını düşünüyorum. Ayrıca Tayyip Erdoğan’ı severim ben, yaptığı pek
çok şey doğru gelmese de severim amcayı. Ama bu AKP’nin her yaptığına onay
verdiğim anlamına gelmez ki onlarında benim onayımı umursadığını zannetmiyorum.
Hak etmeseler de bu kadar oyu alan ben de olsaydım kafama göre takılır kimseyi
umursamazdım, varsın memur maaşı geciksin, varsın eğitim yerlerde sürünsün… Köpeksiz
köyde değneksiz gezen bir parti olduğundan kendini buraların sahibi sanmaları
normal. E bir de CHP gibi ne yaptığı, neyi niye yaptığı belli olmayan bir
muhalefete de sahipsen seni tutabilene aşk olsun. Allah’tan top vursa da
yıkılmayan bir ülkeyiz, AKP’den sonra kendimizi toparlayacak kadar güçlüyüz.
15.48 - vakit öküz gibi yatma vaktidir... - 30.03.2012
0 kere okundu
Sustu kalem, yağmur dindi,
bulutlar uzaklaştı üstümden, Cuma geldi, bir hafta daha bitti bir bir gün daha
boşa geçti hayattan. Şarkı çaldı bilmediğim makamdan, bilmediğim birileri dans
etti sabahlara kadar, ilk ışıkla bal kabağına dönüştü şarkıcı dans edenler
kelebek olup kayboldu gözden. Ne İstanbul Trabzon oldu ne ben eski ben, ne
düzen değişti ne de ayak uyduran, yürüdüm dünkü gibi, dünden bir önce ki gibi
yol almadan yürüdüm.
Bu twitter insanı yazmaktan
soğutur, kelamı yüz kırk yüz kırk öğütür durur, taş taş üstüne koydurmaz, nefes
aldırmaz, su olsan yolunu buldurmaz, filiz olur çiçek açtırmaz, toprak olur toz
kaldırmaz… Ulan minik minik cümleler kuracaz diye yazamaz olduk, twit ata ata
tükettik kelimeleri, cümleleri kendimizden soğuttuk. Neymiş efendim birileri
bizi takip edecek de sayfamızın ziyaretçi sayısı artacak. Yok efendim, yok öyle
bir şey. Bir yazının linkini göndersen üç bine yakın kişiden 3 kişi tıklamaz
ama Kıvanç Tatlıtuğ soyundu desen izdiham olur. Sanmayın ki magazin düşkünüdür
bizim semtin sakinleri, hepsi belgeselcidir hepsi kültür abidesi. Malumunuz Kıvanç
Efendi de seyrine doyum olmayacak bir canlı, sırf o yüzden izdiham, belgesel
tadında ilgidir var olan, haber niteliği taşıyordur soyunan. Yoksa biz milletçe
çok kültürlü insanlarız herkes bilir.
İyisi mi ben abime gideyim, evin
etrafında çiçekle böcekle uğraşırız yarın, belki akşam arkadaşlarla maç yaparız
halı sahada, hatta Pazar günü Maraş Mustafa ile balığa çıkar üç dört kişi bir
yemeklik kıraça yakalarız. Abim mezgit der ille de, yemleyip sarkıtır oltayı dibe,
bilmiş bilmiş laflar eder usta balıkçıymış gibi, zamanında yirmisi birden dolu
gelen kancalardan kazara ikisi balığa rastlamışsa böbürlenir. Gerçi Mustafa tırsar bu havada çıkmaz denize,
elli yıldır tek bir kayık batmamış olsa da ilçede güvenemez kendine mırın kırın
eder türlü türlü bahaneler uydurup keyfimizin içine eder.
Netice itibariyle bitmiştir hafta,
vakit uyumaya gebedir. Ki uyumak dediğin yatağa gömülüp öküz gibi yatmak, dünyayla
bağlantıyı koparmaktır. Başka da ne söylense süstür, yalandır.