03.15 - Eylül´e az kaldı - 4.06.2012
10 kere okundu
Sustuğum günlerim de oldu dayanılmaz gevezeliklerim de. Saatlerce uyuduğum, günlerce uykusuz kaldığım zamanlarımı bilirim, perşembelerimi salılarımı bilirim, cumartesi ve pazarlarımı da. Gün be gün akıp giderken hayat ardından bakıp bakıp iyi ki dediklerimi bilirim. Ben bilenim, ben beni benim kadar iyi bilenim. Pazar günü sabahın kör vakti uyanıp gecenin yarısı balık kızarttığımı da bilirim. Neyi niye yaptığımı bilirim neyi niye yapamadığımı da. Ben bugün bir şey daha bildim; Deniz her zaman deniz değildir, sen ne kadar yakın olursan ol denize o sana o kadar da yakın değildir.
Yahu insan sorar kendisine benimle aynı işi yapan bir dolu insan çoktan işini bitirmişken benim hala ne işim var buralarda. Evet, iyidir bir şeyler için çaba sarf etmek ama bazı insanlar sadece çocuk doğurmak için yaratılmıştır, bazıları sadece kazma kürek sallamak için. Kendisine olur olmaz misyonlar yüklemenin, olmayacak duaya amin demenin anlamı yoktur. Mütevazı olmak iyi bir şeydir ama bazen durum tespitidir, herkesin bir kapasitesi vardır ve insanın kapasitesinin farkında olması güzel bir erdemdir. Mesela benim zaaflarım vardır, ha deyince kurtulamadığım seçimlerim vardır, Orhan Çam vardır mesela. Bir başkası olsa en az om kez hayatımdan def edeceğim bir karakterle on seneden fazla arkadaşlığım vardır. Bu dünyaya matematik hesabı yapmaya gelmemişim mesela, rakamlarla aram çok iyi olsa da en iyisinin yan tarafından dolanıp geçip gidesim vardır. Ben karasızım, kısmen tutarsızım, istikrarsızım da; çekip gider belki sonra geri dönerim, yanımda olmak isteyenin bana tahammül etmek gibi bir zorunluluğu vardır.
Mutlu olmak için sebep arayan mı var, alın işte Sıla yeni albüm çıkarmış. Tamam, bazılarınız çok daha fazlasını istiyor hayattan ama bir sorun kendinize: ne tükürdünüz hayatın avucuna da ne sürmesini bekliyorsunuz suratınıza. Balık ekmek yiyorduk Bostancı’da, somurtan bir suratta güneş gözlükleri ve olanca suskunluğuyla iskeleyi seyreden ben fark ettim ki martı pisliklerine bakıyorum. Siz dünyaya boktan bir gözle bakarsanız göreceğiniz en iyi şey martı pisliğidir. Sıla’nın albümünü dinleyin ve küçük şeylerle mutlu olmaya çalışın, zamanla büyük şeylerde olacaktır. Hayatın avucuna tükürmeye devam edin ve elinizdekiyle yetinin şimdilik.
Şimdi oturup gaydırı guppak Cemile halimle ve partnerime yaşatacağım adı konulmuş stresimle sunumunu yapacağım programın metnini yazmalıyım. Sen kendi metnini ayarla ben doğaçlama yapayım dedim ama olmadı, hayır cevabını veren ağzın birkaç santim yukarısında ki gözler macera bana göre değil diyordu. Ha deyince panayır yeri kıvamında cümleler kurabilen pek bir mütevazı ben hadi yaz bakalım dendiğinde hemoroiti azmış eşek gibi kala kalıyorum. Eşek dedim de aklıma geldi, Aysu’nun çok güzel gözleri vardı, görmedim eşeği ne zamandır, arayıp sormuyor da. İyisi mi yarın arayıp biraz bozuk atayım, çok kilo almışsın deyip keyfini kaçırayım.
Eylül’e az kaldı, gelse de değişse hayat, zaman güzelleşse, mevsim baharlaşsa, çiçek böcek ortalarda dolaşsa.
12.40 - anı - 7.06.2012
0 kere okundu
Akıp gidiyor zaman, değişiyor her şey, büyüyor ve büyüdükçe hayatın kollarına teslim oluyorsunuz. Ayak uyduruyorsunuz içine düştüğünüz koşuşturmaya, yürüyor ve öğreniyorsunuz, geçtiğiniz yollara izlerinizi bırakıp, karşılığında hatıralar biriktiriyorsunuz.
Sizler birer filizdiniz ve kaçınılmaz olarak açacaktınız; farklı renkler farklı kokular alacaktınız, biz size kendi renginizi bulmanızda rehber olmak istedik, kendi kokunuzun farkına varın istedik. Her geçen gün daha da zorlaşan dünyada güçlü bireyler olarak yerlerinizi almanız bizim için önemliydi. Ve nihayet bir maceranın sonuna geldik.
Çok güzeldi desek az, çok yorucuydu desem hafif, nasıl başlamıştık hatırlıyor musunuz? desek eski, nasıl biter bir anda desem, duygusal olacak… Hatırlıyor musunuz o günü? diye başlasam, onca anı diziliverecek hafızalarımıza...
00.07 - bahardan güze - 10.06.2012
0 kere okundu
Bazen yazacak çok şey vardır ama yazmaya kelime bulamazsınız, fikrinize itaat etmez cümleler, noktalara ulaşamazsınız virgüllerden kurtulup, kaybolup gitmektense sabitlenirsiniz olduğunuz yere, en iyisi hareketsiz kalmaktır, yaparsınız. Bir aydır kaç kez yazmışım, kaç kez elime kalem almışım bilmiyorum ama çok olmadığının farkındayım. Sunum metnini ve Öğretmenim Ben’i saymazsak ipe sapa gelir bir şeyler karalamadım sanırım. Sahi yirmi yıl sonra tekrar kalabalık önüne çıktım ben, seyredince pek de sevmediğim birkaç saatlik bir macera yaşadım. Normalde yapar sonra yazardım, bu kez önce yazdım sonra yaptım.
Hepsi ayrı güzeldi oysa hepsi ayrı cıvıl cıvıl; giderayak en güzel halleriyle çıktılar ortaya, elveda dediler kısacık bir zamanda, gecesinde zıplayıp cıvıldarken gündüzünde gözyaşı döktüler arkada bıraktıklarına, bir daha dönmeyecek olmalarına. Yazacak çok şey vardı aslında ama yazamadım. Kim yaptı neden yaptı niye yaptı bilmiyorum ama kalemim kısırlaştı, üretemez oldu hatta üretmeyi istemez oldu. Oysa yapabildiğim en iyi işti bu, yapmayı sevdiğim tek iş.
Hatalar ve hatalar, pişmanlıklar, tövbeler, bozulan yeminler, durulmayan sözler… Sahi ne olacak bu dünyanın sonu, kim aklayacak bizi, kim affedecek günahlarımızı, içimizdeki çocuğun hakkını kim ödeyecek, öldürdüğümüz çocukları hangi güç geri getirecek. Biliyorum o dediğim uzak bir ülke ve asla göremeyeceğiz caddelerini, kırlarında koşturup, denizlerinde kulaç sallayamayacağız. Himaleya Dağları bile daha yakınken hayalinden bile vazgeçeceğiz gökkuşağının, bir kere vazgeçmişiz iyi olmaktan, ne kadar yağmur yağarsa yağsın üzerimize temizlenmeyeceğiz.
Şimdi ben gidip gidip geleceğim, bir nisanı bir eylülü özleyeceğim, bahardan geçip güzlere çevireceğim yüzümü, belki gün gelecek gidip gelmeyeceğim.
Hümeyra sen
Güzel
23.12.2014 Salı
Süper iyi yazmalar güzel düşler
00.16 - kafama güneş girmiş de olabilir girmemiş de olabilir - 12.06.2012
0 kere okundu
Bir maceradır almış gidiyor, biz mi yoldan çıktık güneş mi girdi başımıza bilemedim, bir hır gür almış gidiyor. Tamam, sakinleştirmeye çalışmayın beni, bakmayın ağzımdan ateş çıktığına sesim güzel olsa şarkı söylerim, akordu olsa gitarımı elime alır bütün notaları yerle bir eder katlederim. Benimki eğlence sadece, aniden patlayan bir karedeniz havası, balıkçının neşesi, dışarıdan seyredenin endişesi. Hem kim görmüş denizin karasının kayık batırdığını, dalgasının ocak yaktığını; macera hepsi canlarım benim, sıkılarak geçen zamana çalınmış çimen yeşili, deniz mavisi, kiraz kırmızısı.
Yıllardır sahneye çıkmamamdan mı nedir bir heves belirdi içimde, ben yapayım dedim yok dediler, demediler de dedi sadece, güvenemem sana, kafan bozulur kırıp dökersin çekip gidersin bilemem ne yapacağımı dedi. Peki dedim olmadı gitti gelmedi önce, sonra gelmediği yerden gitti ve geldi gittiği yerden. Peki dedim aldım kalemi elime, evirip çevirdim, katlayıp büktüm, yazım çizdim, silip yazdım son dakikaya kadar. Bir heyecan bir telaş, sakinleş Burak dedi Onur bu sen değilsin. Sakinim dedim çıktım sahneye, kakara kikirisinde bozuk diksiyonumun, sesinde mikrofonun, turuncu elbisesinde koca kafanın, olanca şıklığında Sena’nın ve saatlerce zıplasa da yerinde eğlenememesinde Büşra’nın; Mert’in, Ozan’ın, Aykut’un ve Gökhan’ın… Onur beğense de ben çok beğenmedim ama mutlu oldum, yaptım yine yaparım. Hem gidişine tanık olmak keyif verici koca kafaların. Aramızda ha sakın kimseye duyurmayın, onlar sevildiğini zannetse de siz hiç su harcamayın, dökmeyin arkalarından işi şansa bırakmayın, dönüp gelirlerse tez vakitte elim ayağıma dolaşır hiç bilmem ne yaparım?
20.24 - insandan vazgeçmek... - 13.06.2012
0 kere okundu
Ve yaz hissettirdi kendini iyice, yapış yapış ten, sırılsıklam ter, bunaltan hava, esmeyen rüzgâr yağmayan yağmur ve diğerleri. Soğuk çay ile güçlendirdiğim mutfağım kiraz erik ve bolca salatalık ile zor zamanlarımda bana yardımcı olmaya hazır. Ve su, olmazsa olmazı bu havaların; sahi bu havalar canımdan bezdirdi beni, kışa hasret bırakıp usul usul yedi bitirdi beni.
Avrupa Futbol Şampiyonası diye bir şey var televizyonda ara ara gözüm kaysa da futboldan soğumuş gönlümü ferahlatmakta yetersiz kalıyor. Acilen bir şeyler yapmaya başlamalı yazı değerlendirmeliyim diye düşünsem de bir uyuşukluktur almış gidiyor. Dün gece elime aldığım gitarla balkonumdan soğuttuğum komşularımı da düşünmem gerektiğinden sessiz bir şeyler yapmam gerektiği fikrindeyim. Biraz programlama çalışabilirim sanırım ama o da her yıl kısa süreli ilişki yaşayıp bir halta yaramayan yaz aşkı olmaktan ileri gidemiyor ne yazık. Sahi ben artık yazı yazarak hayatımı kazanmak istiyorum, birilerine sallayıp birilerini kayırmak istiyorum. Orhan Çam beyefendilere sallamaktan sıkıldım artık, level atlayıp büyük adamlarla yüz göz olmak istiyorum. Şimdi arar beni ya da internetten yazar; neden bana salladın diye, küstürmemek gerek bir ay kadar dayım olacak kendileri. Büyüksün Orhan Çam.
İnsanlar hakkındaki fikirleriniz kolayca değişebiliyorsa sorun sizdedir. İnsanlara karşı davranışlarınızı değiştirebilirsiniz ama fikirleriniz sabit kalmalı, eğer değişiyorsa insanlar hakkında sıkça yanılıyorsunuz demektir. Bu da son kararınızı şüpheli kılmakta, bugün kötü dediğiniz insana yarın iyi deme ihtimalinizi doğurmaktadır. Birisinin size kötü davranması o kişiyi kötü yapmaz, sizin ona karşı sevginizin bitmesi onun hakkındaki düşüncenizi etkilememeli ama bu size kötü davranan insana iyi davranmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Bazen sevsek de iyi geçinemediğimiz insanlar vardır ya da bazı huylarını, bazı yaptıklarını beğenmesek de yanımızda istediğimiz insanlar… İnsanlar kolaydır aslında, zor olan kendinize söz geçirmenizdir, ben yazlarca önce yaptım bu işi bu yaz da siz yapın, sevip sevmediğinizi göz ardı ederek insanları anlamaya çalışın.
Ne diyordu şair; “Seni aramıyor, seni sormuyorsam bu senden vazgeçtim demek değildir. Bir daha böyle sevecek olsam, bir kalemde silerdim seni…“ gerçi şair değil de Kayahan amcaydı bu galiba. Sonuç olarak ne yapmak gerekiyormuş, insanlardan kolayca vazgeçmemek gerekiyormuş, varsın onlar sizden vazgeçsin. Hayatınıza soktuğunuz insanlar siz onlara anlam yüklediğiniz için hayatınıza girerler, onlar size anlam vermediler diye siz de fikrinizi değiştiriyorsanız bu sizin hayatınız olmaz, başkalarına göre şekillenmiş derme çatma bir şeyler olur. Ben kimseden vazgeçmedim o benden vazgeçti diye mesela, varsın karşı taraf bilmesin sizi, siz bildiğiniz gibi yaşayın yazınızı güzünüzü. Bu sa sana kapak olsun sayın Mustafa Topaloğlu, hem Merve hem Onur senden çok beni dinler, çünkü ben akıcı konuşabiliyorum.
Şimdi havai fişekler patlayacak ben cama çıkıyorum, el sallayacam size sevgili avanaklar, lütfen görmemezlikten gelin.
Sahi bu twitter denen yer aptal çöplüğü gibi, farkında mısınız?
00.56 - güzel bir gün - 16.06.2012
0 kere okundu
Kir kötüdür, hesap kötüdür, kin kötüdür, kötü de kötüdür ve bunları ve daha fazlasını da barındırdığı için kötüdür. Yaşlanmak kötüdür, yaşlandıkça kirlendiğin için kötüdür, yoksa yoktur farkı otuz ile kırkın, birinde gövde güçlüdür birinde ruh, birinde aklın kalbine yol gösterir birinde kalbin aklına. Kötülük kötüdür her yaşta, arkasında durmak kötülüğün daha da kötüdür. Kaçıp gitmek istiyorum kötülükten, her geçen gün daha da kirlenmemek, bile bile lades dememek için sırf…
Amele yanığı diye bir şey var ve buna sahip olmak için inşaatta çalışmanız da gerekmiyor. Adanın birinde kiraladığınız bisikletiniz ve yanınızda bir dolu koca kafayla birlikte bir dolu pedal çevirmek nur topu gibi mi desem, pancar kırmızısı gibi mi desem, yoksa açıp kollarımı mı göstersem bilemiyorum… Cümle uzadı ve toparlamaya çalışınca da ahengi bozulacağından bilemiyorumdan sonra kestim, lütfen gerisini siz tamamlayın. Bir de güneş gözlüğü, az da olsa gömleğin yakasından kaynaklanan dekolte… Bildiğiniz bir çizgi kulakların üzerinden, beyaz ve amele bir çizgi, etrafı kırmızı da bir o beyaz çizgi.
Bir yıl daha yaşlanmak için daha güzel bir gün hatırlamıyorum ki gün doğum günü olarak değil de mutlu bir gün olarak hatırlanacak güncemde. Düşüp kalkan şekerlerle, çiçeklerle ve böceklerle dolu dolu bir gün… Daha ne ister insan hayatta, zenginlik dediğin iyinin çokluğudur, hayatınızda ki iyiler kötülerden fazlaysa yeterince zenginsinizdir varsın öğle yemeğinde köri soslu tavuk yerine simit peynir yenilsin.
16.01 - sakatım ben - 17.06.2012
0 kere okundu
Gücüm yetene kadar koştuğum bir gün bileğimi burkmuşum, başka bir gün top oynarken sağ ayak başparmağımı kırmış, birkaç gün sonra da topuk kemiğimi incitmişim. Mekik çekerken bel fıtığı olmuş, yük taşırken omzumun içine etmişim. Sağ kolumun kasında kuruma, sol elimin parmaklarının birinde incinme var. Bir yaş daha yaşlandığım bu günlerde ne kadar da elden ayaktan düşmüş ne kadar da kendimden geçmişim desem de inanmayın. Ölene kadar yaşa demiş koca kafalı adamın biri, ölmemişsem yaşamaktayım, varsın yaz olsun yaksın güneş, varsın sesi sedası çıkmasın baharın güzün, varsın memleket saatlerce uzakta olsun. Ne kaldı şunun şurasında Eylül’e, ne kaldı keyfe neşeye…
Hala demiş de hanımefendi amcayı becerememiş, babası öğretmeye çalışsa da öğrenememiş, özlemiş mi bilinmez çünkü dile getiremezmiş.
Sahi ne işim var benim İzmit’de pılımı pırtımı toplayıp Trabzon’a gitmeliyim, üç gün sonra sıkılınca evime dönmeli, şehrin gürültüsünden bunalınca da başladığım yere geri gitmeliyim. Zor şey birden fazla memleketli olmak, bir dolu bağ kurup bir dolu parçaya ayrılmak.
15.53 - bu sıcaklar bana göre değil - 18.06.2012
0 kere okundu
Yok aga ben bu işlerin uzağındayım, yaz günü güneş altında çalışacak adam mıyım, kışı bekler kulaç sallarım. Ağustos böceğinin bokunu yesin karınca, çalış çalış nereye kadar, kapitalizm üç kazansın bana biri bile düşmesin düzenine düzülmek hiç akıllıca değil. Hem zengin olunca boyum mu uzayacak, karşıdan bakan hatun ah bu adam ne de yakışıklı olmuş numarası mı yapacak, rüzgâr vurunca kazınmış kafamda saç mı çıkacak. En sevdiğim şey salaş bir yerde ekmek arası bişiler yemek, tavuk döner ya da köfte favorim mesela. Zengin olunca daha mı çok karnım doyacak. Ulan salataya bile razı ben, başından aşağı duran garsonlara küfür ede ede yediği yemekten zevk mi alacak. Bu işlerin uzağındayım ben aga, yılda üç kere Trabzon’a gidecek param olsun geri kalan sizin olsun, itiraz eden de top olsun.
Gerçi domatese hıyara ve bibere para lazım, salataya soğan lazım, soğana da para lazım. Sonra kiraza ve eriğe de para lazım, kayısıya, şeftaliye ve yenidünyaya da lazım para. Soğuk çayı var bunun daha, limonatası, arada kolası var, karpuzu ve kavunu var, yanında beyaz peyniri, zeytini var. Para lazım aga yatmakla da olmuyor. Bir inşaatta çalışsam mesela, duvarlarına bişi yazsam… İnşaatın yanından geçen bir gazetenin editörü okusa, etkilense baya baya, şoförüne bulun bu adamı dese, alsa beni gazetesine götürse, şu köşe senin yaz dese, üçün biri kadar yeter bana biraz da para verse. Ne süper olurdu anasını satayım. Ama şimdi bu sıcakta inşaat duvarına yazı da yazılmaz ki, sıvacı ameleler kürekle döver beni vallaha, bir de o küreğin sapı var ki Allah göstermesin soğutur insanı hem yazmaktan hem okumaktan.
Abi be yine ne varsa sende var, birkaç pahalı dava alıp bana da baksan, kaç tane kardeşin var şunun şurasında, kaç kişi benim kadar içten abi diyor sana. Hem kardeşin geviş getirerek yatıyor diye sen de mutlu olursun, biliyorsun senden esirgemem hiçbir şeyi, benim mutluluğum senin mutluluğun. Hem sen Kıbrıs’a okumaya giderken en güzel gömleğimi de vermiştim sana, hani ben daha siftah yapamadan sen anasını bellemiştin de sonra laf ettim diy7e tribe girmiştin. Yazıyı okuyunca ara beni lütfen, çok merak ediyorum fikirlerimi beğenip beğenmediğini. Birkaç gömleğim daha var, istersen hemen kargoya vereyim, dedim ya esirgemem senden hiçbir şeyimi… Öptüm yanaklarından sevgili ağabeyciğim, muck.
18.36 - aslında ben öyle bir insan değilim - 23.06.2012
0 kere okundu
Konser var ama gidemiyoruz eve klima taktırdığımdan diyor sığır, ulan bu sıcakta o kadar milletin kıçına mı girilir, bu sıcakta şarkı mı dinlenir. Durduğum yerde popomdan ter çıkarken sen sanat peşinde gezme derdindesin. İnsan ne oldum dememeli ne olacağım demeli derdi annem, bu bizim sığır ne ne oldum der ne de ne olacağım, öyle olduğu gibi, kitaplardan okuduğu gibi, sorgusuz ve sualsiz, yorumsuz ve özeleştirisiz sığır. Adını vermeyeceğim boşuna ısrar etmeyin ama kendisi tırı vırı Dünya’mın “sayın”larından biri olur.
Aslında ben de öyle bir insan değilim, bolero giyen kadına bayılır, yere tüküren erkeğe taparım. Sandaletin içine çorap giyer kendimi sokağa artım, dolmuşta yüksek sesle müzik dinler hafta sonu olunca da mangal yapmak için varsa kenarına denizin yoksa ormana koşarım. Karıya kıza laf atmak bende, gözümün kestiği erkeğe omuz atmak bende, gün ışığı görmemiş küfürler, en afili cakalar bende, racon bende her şey bende. Aslında ben öyle bir adam değilim, bu sıcaklarda askılı beyaz atletle balkona çıkar, komşunun karısına kesik atarım. Sanmayın ki şehre ayak uyduramadım ben kaplumbağa gibi köyümü sırtımda taşırım.
Diyeceksiniz iki paragraf arasında ne bağlantı var, ikinci paragrafı dün yazmıştım birinciyi bugün, heba olmasın diye ikisini bir araya getirip size kakaladım, uysa da kakaladım uymasa da kakaladım. Zaten buraya kadar okumuşsanız olay bitmiştir; bilmem anlatabildim mi?
Çok havalıyım çooook. Şimdilerde noktalı virgül olayına takıldım, canımın sıkıldığı kelimeden sonra noktalı virgül koyup kendi kendime mutlu olmaktayım.
Bu yaz İstanbul bana ayaktaş, ben size lay lay lom. Hem twitterda da yedi bin takipçim olmuş her biri birbirinden habersiz. Canlarım benim, bir fan kulüp kursanız, benim kıçımı kaldırsanız, bu sıcaklarda bana soğuk bir dağ esintisi olsanız. Ama nerdeeee. Doğru düzgün sayfamı tıkladığınız bile yok, dün bir test yapayım dedim sınıfta kaldınız. Madem sayfamı tıklamayacaksınız, yazdıklarımı okumayacaksınız madem ben neden twitterdayım, neden sizin için boş kere boş cümleler kurmaktayım. Tamam, belki tasarımı beğenmediniz ama onun için de çalışmaktayım. Sağ olsun Aykut’um Kurtlar Vadisi’nden narinliği yüzünden dışlanmışım. Biraz ağır aksak olsa da her dediğimi yapmakta, fikrime el ayak olmakta. Şimdilerde http://www.tiriviridunya.com/ adresinde deneme yayınında olan sayfam her gün biraz daha hayat bulmakta. Tamam, fan klüp olayı biraz abartı olabilir ama her gün on kişiden biri sayfamı tıklasa yedi yüz kişi eder, yüzde yirmi beş ıskonto yapsam beş yüz eder. İşe yarayın lütfen, öküzün trene baktığı gibi bakmayın bana, koca kafalılığın da bir adabı var. Bakın Merve ne hallere düştü gözümde, her sıfatın bir ağırlığı var…
01.56 - abimin zibidi kardeşiyim - 28.06.2012
0 kere okundu
Yazmaya başlayınca geldi adı aklıma, şaklaban mısın sen oğlum dedi Cüneyt Yüksel ve sonra sordu biliyor musun şaklaban nedir, nam salmış haylazlardan biriydi Şenol Koç ama şaklabanın ne olduğunu bilmiyordu. Bilse de söylemezdi kötü durumdaydı, ben biliyorum örtmenim dedim Şenol’un bana ters ters bakmasını umursamadan ve yapıştırdım cevabı çıkışta yiyeceğim dayağı düşünmeden. Abimin arkasına saklanarak kurtardığım günlerden biriydi, her zamanki gibi önce yapar sonra düşünürdüm, bir kez daha olanca zibidiliğimle sıyırmıştım dayaktan.
Hayatım boyunca çok ciddi ağırbaşlı bir adam olmadım, olamadım. İlkokul ve ortaokul günlerimde en itilen kalkılandım, en görmezden gelinen, en kıyıda köşede kalmış… Gevezeydim, korkaktım, tabansız ve dönektim, yaşıtım çocukların sevmediği her şeydim, abim neyse ben tam tersiydim. Misket oynarken mızıkçılık yapar, futbol oynarken çalım atardım, kavga edince vurup kaçar, söz verip cayardım. Yalnızlığımı kitap okuyarak görmezden gelmeye çalışır her romandan öğrendiğim üç beş kelimeyle yeni ukalalıklar yapar yeni dayaklara gebe kalırdım.
İlkokul dışında başlayıp da kuralına göre devam ettiğim okul yoktur. Ortaokula yazılıp bir yıl evde bekledim, abim ikinci sınıfa geçince ben start aldım, lisede ikinci sınıfa geçtiğim halde başka okula gidip tekrar birinci sınıftan başladım, üniversitenin ilk yılında kayıt dondurup dört yıllık okulu ancak yedi yılda sonlandırdım. İyi de oldu zamanla her şeyin bir sebebi varmış anladım.
Hamdım her seferinde, pişemediğimi gördükçe keyif almayı öğrendim, her aksadığımda güldüm geçtim, her düştüğümde yerin tadını çıkarttım. İçimde bir serseri vardı ve uslanmıyordu, bir geveze vardı susmuyordu, inatçı bir öküz vardı ve yaşamaktan bıkmıyordu. Hiçbir düşüşümde acımadı dizlerim her kalktığımda daha güçlüydüm, her yürüdüğüm yol bir öncekinden daha çok iz ediniyordu benden yana. Zibidiyi öldürmüyor ama yanında bir öküz barındırıyordum, öküz ki kelimelerden alıyordu gücünü, düşüncelerle yatıyor cümlelerle kalkıyordu. Mütevazı olamayacak kadar yaşlı, hayattan elimi eteğimi çekemeyecek kadar gençtim.
Ben hiç ağır başlı olmadım abimdi o, hiç heves etmeyip hiç öğrenmedim. Ağır durup batman gelmek anne sözüydü ve ben annemi de dinlemedim. Hafiftim ve sınırlarım genişti, gülerek kurduğum cümleler beni özgür kılıyor, masaya vurduğum yumruklar çevremdekilerin sesini kesiyordu. Hayat güzeldi ve durmak iyi bir yaşam biçimi değildi.
Merdivenleri sekerek indiğimde bana bakan şaşkın gözler, takım elbisenin altına converse giydiğimde duyduğum sözler içlerinde çocuk barındırdıklarından dem vuruyordu. Oysa otuz sene yaşamazdı bir çocuk, hepsinin içi ölmüş bir özlemle doluydu. En cesuru bile çorba içmeden tatlı yemeye cesaret edemiyordu. Amirime sıradan bir insan gibi davrandım diye boyum kısalmıyordu, canım istediğinde bağırıp çağırdım diye işim aksamıyor, ağzıma geleni söyledim diye insanlar darılmıyordu. Çember genişti ve insanlar çoğu zaman anlayışla karşılıyordu. Birileri kem küm edince de içimde ki öküz cümlelerini sıralıyor, üç beş ton yüksekten konuşarak işini hallediyordu. Dünya benim için yaratılmıştı ve benim onları umursamadığım kadar aslında onlar da beni umursamıyordu. Ben açık sözlüydüm, yalan hakkımı kadınlara saklıyor insanlara doğrulardan bahsediyordum.
Niye yazdım bunları bilmiyorum, yıllar öncesi geldi aklıma Şenol Koç, İsmet Paslı, Özkan Toklu geldi, Kadir Dedeoğlu, Birol Sağıroğlu, Tüncay Kömür geldi. Her gün hepimizi tahtaya yazıp Şahmeran Çuvalcı’dan, Ahmet Sağıroğlu ve Celal Sağır’dan dayak yememize sebep olan sınıf başkanımız Zeki Karabina geldi. Türlü türlü serserilikler, zibidilikler geldi. O günden bu güne aldığım yol, zibidiyken de ne kadar mutlu olduğum geldi. Ben öldürmedim içimde ki çocuğu, hep sevdim kendimi, hep saygı duyacak bişiler buldum kendimde en aşağılık günlerimde bile. Oysa beş para etmez bir çocukken sıradan bir adam olmuştum topu topu. Bakmayın yukarıda yazdıklarıma sadece kendi dünyamın kahramanıyım, annemin değerli oğlu ve hala abimin zibidi kardeşiyim.
17.52 - Bukowski´nin avuçları üşüyor - 29.06.2012
0 kere okundu
Charles Bukowski’ye takıldı aklım, kitaplarına merak saldım; okusam zamanım yok, var da yok ya da bende bu kafa olduğu sürece yok. Bir dolu işi yapmaya çalışıp hiç birinin hakkını veremediğimden yok. Kadınlar, Sarhoş Çal Piyanoyu Vurmalı Çalgı Gibi Parmaklar Biraz Kanamaya Başlayana Dek, Factotum ve Ekmek arası… Birini bile okuyup bitirebilsem kar sayacağım ortamda dördünün birden peşine düştüm ki iki kitapçılardan ya da sarraftan iki tanesini bulsam karda sayarım kendimi.
Sıcak almış başını gidiyor, rüzgâr evin içini es geçiyor, yorgun ayaklarım hantal gövdemi, hantal gövdem aylak kafamı zar zor taşıyor, zaman geçiyor ve yelkovan tur bindiriyor her akrebe saat başı. Bir seyyar satıcı anlamadığım bir lisandan tuhaf tuhaf bağırıyor, çöp karıştırıcılar saat başı mesai yapıyor, ben terliyorum, eylül gelmiyor ve beklemek zor geliyor.
Haziran’ın iyi tarafı bir yaş daha yaşlanmam, kötü tarafı ise doğum günüm olması. Sahi neden mayısta doğmamışım ya da ikizler olmasaymışım daha mı dingin olurdu oynak ruhum. Şimdi Trabzon’da olmak vardı diyor bir yanım, kiraz mevsiminin sonuna yetişmek, yenidünyaları dalından yiyip eriklerle yarenlik etmek vardı diyor. Diyor da bilmiyor ayaklarımın halinden, az sonra sahilde yürüyecek olmaktan bile mutluluk duymayan serseriler bir dolu yolu Trabzon’u nasılda büyütüyor.
Sahi neden üşür insanın avuçları, cümleler midir soğuk içerik midir sıcak ya da korkaklığın hayat bulma şekli midir dingin denizlerden hırçın dalgalara kapılmak, heyecan dolu adalarda soluklanmak ya da soluk soluğa kalmak. Sahi neden üşür insanın avuçları durup dururken, kelime oyunu mudur hepsi yoksa böyle bir şey midir içine girilemeyen maceralardan kaçmak. Sahi niye üşür insanın avuçları?
Charles Bukowski demiştim değil mi, evet hatırlıyorum. Yirmisinde başladığı yazım macerasını yetmiş üç yaşında Pulp romanıyla bitirir ve yumar gözlerini hayata. Basit kadınlar ve alkolle geçirdiği ömrünü onlarca roman dergi ve öyküyle süsler. Ve babam telefonda mırıldanır kısık bir sesle; “ben sana Bukowski okuyamazsın demedim ben sana Bukowski’yi anlayamazsın dedim.”