İBNELİK OLSUN DİYE - 10.11.2019
128 kere okundu
Satırlarımıza başladığımız yerin çok uzağındayız, ne büyüklerin elleri öpülecek kadar temiz artık ne de küçüklerin gözleri. Kirlendik, dumana ve ise bulandık, kaybolduk kalabalıkların arasında, biz olmaktan çıktık. Ne dönülür geri bu saatten sonra ne de yürünür keyifle.
Hadi söyle, en iyi sen biliyorsun sen söyle. Çağırmıştım da gelmiştin o sabah. Arabanın aküsü bitmişti, ara kablo var mı sende demiştim. Yok demiştin önce ama sonra bekle geliyorum da demiştin. Benzinciden ara kablo alıp gelmiştin sabahın köründe. Ara ara yağmur çiseliyordu, kasımın başıydı. Soğumamıştı henüz havalar. Kafa kafaya vermiştik arabaları. Önce sen çalıştırmıştın arabayı sonra ben. Olmamıştı ilk seferde. Akü başları oksitli demiştin hatırladın mı? Temizleyince çalışmıştı. Biz de temizlenebilir miyiz artık. Kaldığımız yerden devam edebilir miyiz yola. Sahil yolundan birlikte gitmiştik işe hatırlıyor musun; sen arkada ben önde… Sen söyle Şükrü, en iyi sen biliyorsun. Sen temizlemiştin oksitlenen akü başlarını, sen olmasan yolda kalacaktım.
Yağmur yağdığında sokaklardan evlere kaçıyoruz, arabalara sığınıyoruz ya da saçak altına. Sevmiyoruz ıslanmayı artık. Teslim etmiyoruz gövdemizi suya, çıkartamıyoruz tadını kendimizi kaybetmenin. Nefes alıp verirken bile tutuyoruz kendimizi oysa derin derin üç beş kez solusak yaşadığımızı anlayacağız. Kısa ve hızlı adımlara yürüyor, kısa ve hızlı nefesler alıyoruz. Kısa ve hızlı yaşıyoruz hayatı.
Sen söyle Şükrü, bizimleydin sen de. Musa vardı, Halil ve Fatih vardı. Sonradan Emice de katılmıştı bize. Hatta hiç beklenmedik biçimde sus pus olmuştu halimize. Üç beş kadehten sonra derin derin nefes almaya başlamıştık. Küfürler savurmuştuk sağa sola. Fatih’in sabah keyfine, Musa’nın bisikletine gülmüştük. Birkaç türkü söyle de keyiflenelim demiştik çalgıcıya. Gafili senin için söylüyorum demişti hani hatırladın mı? Biz olmuştuk sorgusuz sualsiz. Yıkmıştık bütün duvarları. Yeşilliklerin içinde koşmuştuk nefessiz kalana dek. Cam bardaklar birbirine vurdukça keyfimize keyif katılmıştı. Hamsiler Sinop’tandı, rakı Bulgaristan’dan; sen Erzincan’dan, ben Trabzon’dan. Ama birdik; birden fazlaydık ama birdik. Alkolün kana mı karışması gerekiyordu yaşamamız için. Sen söyle Şükrü neydi bizi tutan. Yaşamaktan alıkoyan neydi. Çok mu zordu özgürlük kimseyi umursamadan. Ne diyordu Musa; gafil gezme şaşkın, bir gün ölürsün. Eninde sonunda öleceğimiz şu boktan dünyaya ruhumuzu cendereye sokmanın anlamı neydi sen söyle.
İçimizden gelmese de uyanıyoruz sabahın köründe. Sevmediğimiz işlere gidip, sevmediğimiz insanlara günaydın diyoruz. Hal hatır soruyoruz. Susmak istesek de konuşuyoruz, somurtmak istesek de gülüyoruz. Öyle öğretmişler bize; olması gerektiği gibi ol, ne hissettiğinin önemi yok.
Somurtan suratlarımıza nispet yapar gibi gülerek girmişti Fatih kapıdan. Ne demeye yine keyfi yerinde bu adamın diye de lafını etmiştik. Biz de gülmüştük onunla birlikte. Yüzüncü kez karıya gitmekten bahsedip yüzüncü kez gitmemiştik. Adımı çıkaracaksın boş yere deyip sitem etmiştin bana. Gitmediğimiz karının esprisi de mi yasak be Şükrü. Takıldı dilimize, söküp atalım mı millet lafını edecek diye? Handan da gelecek bizimle Emice de, Musa de var Fatih de. Kenan Hoca’yı da alırız belki, Tamer Abi’yi de. Karıya diye yola çıkıp, Bostancı sahiline atarız kapağı; sekiz çay, biri açık. Açık çay Kenan’a. Yoldan aldığımız Kerhane tatlılarını da masaya koyarız. Hep rakı olacak değil ya bu kez çayla keyif yaparız. Olmaz mı Şükrü sen söyle. Varsın çıksın adın kimin umurunda. Çıkacaksa senle adımız çıksın Şükrü, gereksiz kalabalıklar kimin umurunda. Karı dediğin keyif, muhabbet. Bilen biliyor bizi zaten, bilmeyenle de keselim selamı sabahı. Allah’ın selamı çarçur edilmez Şükrü. Sen daha iyi bilirsin, üç bardak çaydan sonra derviş olup dönersin ekseninde. Ben peşinde, Fatih peşinde. Musa yine kim bilir neyin peşinde. Dönüşte Halil’i ararız. Kafamız kıyak olmuştur çaydan, deniz havasından. Halil bizi okula at deriz. Bisikletinle de gelsen olur kamyonetle de. Halil Bey bile diyebiliriz, sen bilmezsin sever o.
Eskidik biz Şükrü. Yeşile ve pembeye boyayalım suratımızı, burnumuzu kırmızıya. Palyaço pabuçları giyelim bugün. Kafalarımıza huniler takıp şarkılar söyleyelim. Sesimiz güzelmiş, çirkinmiş aldırmayalım kimseye. Kollarımızı birbirimizin omzuna dolayıp önümüze gelene bir tekme atalım. Can acıtmak için değil ama; sırf şamata, eğlence. Yorulursak dinleniriz, ölürsek gömsünler bizi Şükrü. Ama yaşamadan gitti demesinler, ah çekmesinler ardımızdan, üzülmesinler. Nasıl bilirdiniz diye soran olursa, güzel yaşadı ibne desinler. Şeyine takmazdı kimseyi kafası güzel olunca, umarım diğer tarafta sorun yaşamaz diye de temenni eklesinler.