DON KİŞOT - 19.12.2024

129 kere okundu

Anneniz ya da babanız Don Kişot olsun ister miydiniz? Kızınız ya da oğlunuzun yel değirmenleri ile savaştığını görmek mutlu eder miydi sizi. Ama severiz merhum Alonso Quijano’yu. Ne güzel yazmıştır Cervantes; eline kılıç verip sözde aristokrasinin genel kanısıyla savaşsın diye yel değirmenleriyle savaştırmıştır kahramanını. Kazanmış mıdır peki? Hayır. Yüzyıllardır aynı savaş devam etmektedir ve kaybedeni bellidir. Ama bıkmayız kahraman aramaktan; don Kişot gibi cümleler kurar Ali gibi, Ayşe gibi yaşarız. İkiyüzlüyüz yani, işin özeti budur.

Herkes kendi evinin önünü temizlese sokakları temizlemesi gereken bir belediyeye ihtiyaç duymayız. Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmazsan işin mahkemelere düşmez. Sana yeteninden fazlasını başkalarıyla paylaşırsan vergi vermen gereken bir düzene ihtiyaç kalmaz. Ama biz iyi şeyleri kendimize ister, gücümüz yettiği kadarını alır alamadıklarımız için de yaygara kopartırız. Kahramanlar ararız kurtarsın bizi diye. Zenginden alıp fakire versin, pislikleri temizlesin, haksızlıkların cezasını versin.

Yolumuz o kadar güzeldir ki çocuklarımız için de aynısını isteriz; fazlasını hatta, bizim yapamadıklarımızı o yapsın isteriz. Çok para kazansın, kariyer yapsın, toplumda lafı geçen bir insan olsun, kurallara uyan değil kural koyan zümrenin içerisinde olsun. E hani Don Kişot seviyorduk biz. Rahmetlinin savaştığı yel değirmenlerini yaratmaya çalışmıyor muşunu ellerinizle. Yok diyor dış ses benim çocuğum öyle birisi değil. Haklısın, kötüler hep başkalarının yetiştirdiği başka çocuklardır. İyiler bizdendir hep, kötülerin Allah cezasını versin.

Burnumuzun pis kokan atıklardan çıkmamasının sebebini hep başka yerlerde aradığımızdandır belki de sonuç alamamamız. Bazen uzaklarda aradığın burnunun dibindedir, içindedir hatta. Yine aynı dış ses; olur mu öyle şey, düzen bozuk... E iyi de az önce yetiştirdiğin çocuklar yapmıyor mu bu düzeni, en iyi okullarda okuyup, en iyi işlere girip, en iyi yerlere gelsin diye uğraştığımız çocuklar. Kim koyuyor kuralları, kim haklıya haksıza, doğruya yanlışa karar veriyor. Hani iyiler kazanırdı hep, niye kötüler yönetiyor bizi yüzyıllardır. Sanki bir yerlerde bir yanlış var. Biliyorum başkalarında hep suç, sizler ölümüne masumsunuz da ama yine de acaba diyorum. Her seferinde aynı yolu deneyip başarısız olduğu halde ısrarla aynı yoldan giden insan birazcık da olsun aptal sayılamaz mı?

İyi adam hoş adam Don Kişot ama sen de aynısını yapamadıysan paye verme garibana, getirme gaza. Zira sen ondan söz et diye, arkasından yürü diye heba etmiş ömrünü masalda da olsa. Anısına saygısızlık ediyorsun zira.  

VASAT - 5.12.2024

60 kere okundu

Orhan veli konuşur gibi yazmış şiir olmuş, biz şiir yazıyoruz ama konuşan olmuyor; vasatlığın yaşam öyküsü gibi bireysel tarihimiz. Gel gör ki aynada neler neler görüyoruz, nasıl da böbürleniyoruz kendimizle içten içe. Hiçbir şeyi her şey yapmakta ne kadar usta isek her şeyden hiçbir şey almamak konusunda da o kadar iyiyiz. Dipsiz bir kuyuyuz, içimize düşen her şeyi yok etmekten fazlası gelmiyor elimizden. İçime düştüm, yok oluyorum.

Yaz günü üşüyorum bazen, üzerime ne alsam açık kalıyor bir yanım. Bir yeri örtmeye çalışırken başka bir yer açılıyor. Yetmiyor ne yapsam; eksik kalıyorum hep, hep yarım. Aynada eksik görüyorum kendimi; saçımı tarıyorum, kazağımı, çeketimi düzeltiyorum, bir şeylere benzetmeye çalışıyorum kendimi. Beceriyorum biraz, biraz da beceremiyorum. Becerdiklerimi ne kadar beğeniyorsam beceremediklerimden o kadar haz etmiyorum. Sokağa atıyorum sonra kendimi. Çirkin adamlar görüp kendimi seviyorum, güzel kadınlara bakıp içime çekiliyorum. İçime düştüm, içimde göz gözü görmüyor.

KIZIMLA YOLLARDA - 24.11.2024

76 kere okundu

Yaşama dair her şey, her şey yola dahil; dün de, yarın da bugün de… Şikâyet etmek kolayına kaçmak. Gümüş tepside sunulmuyor mutluluk kimseye çünkü. Evet, kötü giden şeyler de var. Ama hayat dediğin tek seferlik bir hak, eksiğini aramak yerine tadını çıkarmamak niye? Tut işte yaz bitmiş; sarıya boyamış tabiat ana yolumu yine, güz yağmurları başlamış. Almış başımı gitmişim, yanımda kızım… Dünya dönüyor ve ben keyifle ayak uydurmaya çalışıyorum ona.

Kaybettiğin anneni kızında, babanı oğlunda arıyorsun. Biraz buluyor, biraz da bulamıyorsun. Bazen bahar, bazen güz oluyorsun. Yol bitmiyor hiç. Zaman zaman öne geçip yol gösteriyor, zaman zaman da ardına takılıyorsun. Demli çayını alıp oturuyorsun bir köşede bazen, seyrediyorsun. Tebessüm de hayat buluyor içinde, hüzün de. Durmak olmaz; sevsen de, sevmesen de yürüyorsun.

EY HAYAT - 31.10.2024

145 kere okundu

Sanki yerden toplayan oluyor dökülen dilleri, dönüp gelen oluyor sanki… Kadir kıymet bilen, vefa gösteren yok. Kim nerede akşam, orada sabah. Bir kerelik hak diyor zaman, kendim için kullanmaktan daha iyisini öğretmedi bana hayat. Zalim hayat, hayırsız hayat, bizi bizden alıp başkasına eviren hayat. Tut işte ölüyoruz yavaş yavaş, bir başımıza ölüyoruz üstelik, azala azala ölüyoruz, yana yakıla… Bu muydu istediğimiz, bu muydu hayat. Köprüden önceki son çıkışı da geride bıraktık, gel çık şimdi işin içinden çıkabilirsen. Ah hayat, ne ummuştuk ne bulduk.

Sonra sabah olmuş olmalı, dışarıdan gelen seslere uyandım. Huzurlu bir uyku gibisi yok diye geçirdim aklımdan. Geceyi hayal meyal hatırlıyor olsam da kendimdeydim şimdi. Perdenin kenarından sızan ışık gözüme alıyordu. Rahatsız mı oldum yoksa hoşuma mı gitti bilmiyorum. Nisan mayıs ayları sanırım, gerçi ekim kasım da olabilir. Kalkıp oturdum. Biraz daha yatsam fena olmazdı ama ağzımdaki çamur tadı beni mutfağa gitmeye zorluyordu. Diş de fırçalasam olurdu ama sıcak bir şeyler içmek dişlerimi ovalayacak fırçadan daha çekici geldi. Günaydın dedim kendi kendime, iyi ki aydın gün, bu karanlık nereye kadar zaten. Uyanası geliyor insanın eninde sonunda.

Şekeri bitmiş sakızı tükürür gibi, tabakta kalmış yemeğe burun kıvırır gibi. Uzun süren yaz, bitmeyen kış gibi. Ne varsa can sıkan, albenisi azalan ne varsa. Cazibesini kaybetmiş sevgililer, artık keyif vermeyen eski arkadaşlar gibi. Döndük sırtımızı eskilere, ben de döndüm. Yeninin tadı, heyecanı, yaşama sevinci… Ekim kasım değil ama nisan mayıs gibi. Birazdan tomurcuklar çiçeğe dönecek; mor, pembe, turuncu... Elvan elvan kokacaklar da üstelik, daya burnunu boynuna, çek içine çekebildiğin kadar. Temmuz sonuna kadar yolunda işler, keyifler yerinde. Güzel olan kısa sürer zaten, eylül ekim olunca durum değerlendirmesi yaparız nasılsa. Tükete tükete tükensek de olur, aklımız kalsa da ardımızda bıraktıklarımızda yenilerle avunsak da daha az mutluluklarla. Ey hayat ne dediysen o, ne öğrettiysen öyle. Eksiği yok fazlası var. Günü yaşa, plan yapma, geçmişi umursama…

Perdeyi açtığımda içeri dolan güneş ve pencerenin önündeki cevizin yeşil yaprakları bahar diyordu net şekilde. Yüzümdeki tebessümü zamana yayarak mutfağa yürüdüm. Biraz su ısıtıp fincandaki kahvenin üzerine döktüm. Süt ekledim biraz yumuşasın diye. Teresa çıkıp oturdum. Ayaklarımı sehpanın üzerine uzattım. Serseri bir kuş uçuşuyordu nar ağacının dallarında, aldırış etmedim. Kullanıyor olsam bir sigara yakardım. Karşı yoldan geçen çocuklar hararetle bir şeylerden bahsediyorlardı. Çocuk olmak güzel şey dedim kendi kendime. Ama kim yaşayacaktı o kadar yılı bir daha diye geçirdim aklımdan. Vazgeçtim hemen. O kadar da güzel değil dedim. Zaman bir kerelik haktı ve ne yaşadıysam oydu en güzeli. Yaşayamadıklarına yanmalı insan hem yanacaksa, yaşadıklarına değil.

GÜZEL ŞEY YAŞAMAK - 6.10.2024

153 kere okundu

Kıyısında bir şeylerin, hatta ortasında zamanla, en ortasında… Avaz avaz, nefes nefese, günden geceye, ne varsa yaşanacak... Gidip görülecek neresi varsa, söylenecekleri bir bir söyleyip, susulacaklarla yarenlik eyleyip. Hayat gibi işte… Ama dolu dolu; avuç dolusu, ağız dolusu, taşana kadar doldurup boş olan ne varsa, inadına doldurup her şeyin içini. Bu günü de yaşadım gerçekten diyebilmek için, eksik bırakmadan hiç, tereddüt etmeden, sorgulamadan, pişman olmadan, içen nasıl geliyorsa tam olarak öyle.

Ve sonra dingin bir yeşil, bir ev huzur dolu ve sırtını yaslayabileceğin bir dağ. Varsın tepesi karlı olsun, üşütsün varsın zaman zaman. Ama olsun hep orda, arkana baktığında bil orda olduğunu. Güven ona…

Nedeni olmak zorunda değil her şeyin. Sabah oldu diye uyanan, hava karardı diye uyuyan insanlarız biz. Öylesine teslimiz düzene; etimizle ve tırnağımızla, sesimiz ve soluğumuzla, tırnak uçlarımızdan saç tellerimize kadar teslimiz. Ve o kadir kıymet bilmez, halden anlamaz, sevmez ve sevmemize izin vermez düzen, kahrolası düzen, gözün çıksın düzen…

Sesin çıktığı kadar, soluğun yettiği kadar en ortalık yerde üstelik. Geldi ulan, geldim ve varım. Var olmaya da devam edeceğim. İnat değil mi, sırf pislik olsun diye. En sevmediğiniz renklerde, en uygun bulmadığınız kıyafetleri giyip, en sevmediğiniz şarkıları söyleyeceğim. Sesim bok gibi üstelik. İstediğiniz cümleleri kurup, istediğiniz küfürleri edebilirsiniz. Lanetleyip dışlayabilirsiniz beni. Varım ve inadına var olmaya devam edeceğim. Umursamıyorum sizi, varlığınızı yokluğunuzla eş tutuyorum. Kurumuş bir dal gibisiniz, ilk yangında kül olup gideceksiniz. Çünkü ben en kötü sesimle en güzel şarkılarınızın içine edeceğim. Ve kapasanız da kulaklarınızı bileceksiniz bağırıp çağırmaya devam ettiğimi. Çünkü yaşıyorum ben, çünkü aldığım hiçbir nefesin boşa gitmesini istemiyorum. Kendimi eğlendirmek için sizinle oynuyorum. Akşam olduğunda kabuğuma çekilip laflarım kendimle, demli bir çay alır, denize bakarım. Sizi de özgür bıraktığım anlardır onlar. Kim ne yapmak isterse yapabilir.

Ve nar ağaçları, ekimin başı daha, güle oynaya gitmişken ekim. Henüz erken üşümek için, en azından gündüzleri. Çıkıp yürümeli biraz, tepelerin uğultusunu dinlemeli. Meltem yine, hep o aynı meltem, tenimi okşayıp geçen meltem, akşam meltemi… Nar ağaçlarının arasından uzayıp giden yol boyunca, şekilden şekle girmeye ara vermiş minik bir bulutla ilerlerken adım adım… Kelebekleri özlemek de güzel, bir zaman sonra kar yağacağını bilmek de. Güzel şey yaşamak aslında kıymetini bilene.

DİLİNİN UCUNDA KALIR DİLEĞİN - 23.09.2024

115 kere okundu

Ateşin etrafında dönen pervaneler gibi, sen gibi; önce utana sıkıla, sonra yana yakıla ve sonra hevesle, iştahla... Yaşamdan ölüme dek, nisandan temmuza kadar. İçinden nasıl geldiyse, nereye gidecekse, hesap kitap yapmadan, hiç soru sormadan, sorgulamadan. Biraz deniz kenarı, Aşağı Ege’de bir sahil kasabasında, biraz şarap, biraz kollarımda salınsan gelişi güzel. Hangi şarkı çalıyor umursamadan, deniz suyunu çıplak ayaklarımızdan esirgemeden. Bir adım ve bir adım daha, daha derine, daha denize. Boyumuzu aşana dek, nefesimiz kesilene, sabaha dek.  Ay ışığı kâfi kuytularımızı aydınlatmaya.

Eylül sonu yağmurlar başladığından ki uzayan yazdan bıkılmış, yeterince terlenmiş ve özlenmiştir serin havalar. Gerektiği kadar denize girilememiş, şehirden kaçılamamış, istenilen dinlenme gerçekleştirilememiştir yine. En yaşanası zamanlarında terkedilmiştir o aşık olunası deniz kenarları, aklın birazı da orda kalmıştır belki. Gece gözden uzak bir kumsalda denize bile girilememiştir. Eksik yaşanmıştır yani bir kez daha mevsim. Artık aklı başa toplamak zamanıdır. Kırılan hayaller başlayan yağmurlarla akıp gitmiş, mazgalları ardında bırakarak geçerek gözden kaybolmuştur. Yeni hayaller için üzerimizden bir güz bir de kış geçmelidir.

Sonra konar dalına bir kuş, bilmediğin bir dilde şarkılar söyler. Gitmeye gebedir, titrer durur kanatları. İçin pır pır eder her seferinde. Gitmesin istersin, şarkı bitmesin hiç. İçine çekersin sesini, tüyleri güneş vurdukça altın gibi parlar. Bir sen bilirmişsin değerini de giderse heba olacak gibidir. Bilsen dilini, anlasa seni gitme dersin ama ne söylesen faydasızdır. Dalının suyu çekilir, yaprağı sararır. Kuşun sesi kısılır önce, sonra kesilir. Susar müzik, büyü bozulur.

Gündüzler kısaldıkça uzar gece; keyif yerini hüzne bırakır. Kalabalıklar bir kez daha sahibi olmuştur şehrin, olan biten ne varsa sebebi onlardır. Uzadıkça uzar beton yığınları, bulutlara değmek istiyorlar da ilahi bir el engel oluyormuş gibidir. Önce güneşi kaybederler, sonra gece yıldızlar görünmez olur. Akıl o sahil kasabalarına gider, o deniz kenarlarına. Zifiri karanlıkta girilemeyen denizin tuzunun tadı birikir yanaklarında. Bir yıldız kaysa da bir dilek tutsam diye geçirirsin aklından ama nafile. Bir yerlerde bir yıldız kaysa da olmaz haberin, gerçekleşmeyecek olsa bile söyleyemezsin, dilinin ucunda kalır dileğin.

GÜL SEN - 20.09.2024

122 kere okundu

Düzen böyle, senin için bir kader yazılmıştır ve sen de itaat etmek zorundasındır. Sesin çıkmaz, çırpınışın görülmez. Haklı sen doğmadan önce seçilmiştir ve masumların bir değeri yoktur. Onlara hizmet etmek için gelmişsindir dünyaya. Senin çemberin onların izin verdiği kadar geniştir. Öyle kıyılara gitmek gibi bir seçeneğin de yoktur. Tedirgin olurlar. Kıyısına giden dışına da çıkar çemberin diye daraltırlar ilk fırsatta. Biraz daha az nefes alır, biraz daha az konuşur, biraz daha az yaşarsın. Düzen böyle çünkü, sen onların dünyası boş kalmasın diye yaratılmış bir nesnesin sadece. Onların yazdığı filmde figüran, hatta sahne kostümüsün. Birazdan perde kapanır ve biter sana ayrılan süre.

Çay içelim arka masalardan birinde. Sen istersen etrafı seyret, benim söyleyeceklerim var. Sahi kapının önünde mama verdiğin kedi kaybolmuştu, bulabildin mi. Dedim ben sana gitmiştir o, soluklandı sadece sende. Daha iyi bir yerdedir kesin. Gerçi senin yanından daha iyi bir yer var mı bilmiyorum ama kediler bilir. İki çay, biri açık olsun. Abla öyle seviyor. Tadı da yoktur onun, çay tadı yoktur yani. Şeker de atarsan içine tam olur. Sen eskiden gözümün içine bakardın, parlardı gözlerin gözlerime bakınca. Işığın sönmüş sanki, suyu çekilmiş içindeki denizin. Bakar başının çaresine o merak etme. Hem kedi altı üstü. Beni kaybetmedin ya. Ben de bakarım başımın çaresine gerçi ama ne gereği var, senin bakmanı seviyorum ben. Yoldan gelip geçenlerin üstü başı kir içinde, fark ettin mi. Bula bula sanayinin girişindeki kafeyi mi buldun çay içmek için. Biliyorum, senin de için kir pas içinde ama üzülme. Başkalarının kiri onlar, yaşayamadıklarının pası. Geçecek elbet. Geçer yani, hep öyle olmuştur. Dönen bir dünyada her şeyin aynı kaldığı nerede görülmüş. Güzel görünüyorsun bugün de, kesin söylemişimdir ama yine söyleyeyim! Gülsen, gül; sen gülünce camın kenarındaki güller daha güzel kokuyor.

Bilmiyorlar güçlü olmanın mutlu olmak için yeterli olmadığını. Gerçi güçsüz olmak da mutlu etmiyor insanı. İstediğin gibi değilse var olanı istemek gerekiyor belki de. Tamam emek de verilsin fazlası için ama olmuyor bazen, öyle yazılmış, öyle olması gerekiyor. Düz bir çizgisi yok hayatın. Bazen inişler bazen de çıkışlar var. Sabahı olmayan gece nerde görülmüş. Düzen böyle gerçi, bazılarının gecesi çok daha uzun sürebiliyor ama yine de oluyor sabah. En fazla kaparız gözlerimizi. Uyuyunca her şey düzelir belki. Herkes herkes kadar iyi olamıyor, olsa keşke.

Sen şimdi ağlamak da istersin. Biliyorum sevmediğini başkalarının yanında ağlamayı ama belki de ben başkası değilimdir. Umarım yani değilimdir. Gerçi başkasıysam da ağla sen, unuturum sonra ağladığını. Başkası olduğumu bile unutmaya çalışırım. Unutmasam da hatırlatmam sana, söz. Dinlerim de anlatırsan. Neleri dinlemedik ki bunca zaman. Elimde olsa değiştirirdim her şeyi inan ama değil. Ben de güçsüzüm senin kadar, ben de zayıfım. Bakma öyle dik durduğuma, benim de gemim su alıyor, kırık yelkenlerim benim de. İçinde bulunduğum suyu seviyorum diye gülüyor yüzüm. Deniz sonuçta, sevilmez mi. Ağla sen…  Bak bir çay daha söyledim, şeker de söyledim. Hatta muzlu pasta da söyleyeyim, seversin belki. Sen sevmezsen ben severim. Yetemediğin yerlerde yetmene yardım ederim yani. Muzlu pasta sonuçta, sevmek için bir dolu bahane bulur insan kendine. İstesin yeter ki. Ağlarsın da arada, aramızda kalır. Omzuma da yaslanabilirsin, istersen yani.

LANET OLASICA ÖRDEKLER - 16.09.2024

109 kere okundu

Lanet olasıca ördekler, gitmeseler de olurdu. Niye düşünmez kimse kimseyi, suysa su, burada da var. Uçabiliyorsun diye uçman mı gerek. Ben ölebilirim mesela ama yıllardır ölmüyorum. Çünkü ölünce yaz gelmiyor bir daha, denize giremiyorsun, sabah keyifle uyanıp kapıya çıkamıyorsun. Üşümüyorsun yaz olunca mesela, kış gibi değil yani. Niye ölsün insan hem sırf ölebiliyor diye. Lanet olası ördekler. Sanki kırılan dalın yükü vardı omuzlarında? Ördeklere güvenmeyeceksin, hayat bunu öğretti bana.

Protein alması gerekiyor insan belli bir yaştan sonra ya da öyle bir şey. Beş tane yumurta yenir mi. Ben yerim gerçi ama yenmez. İnsanlar tuhaf. Her öğrendikleri şeyden bir iş çıkartıyorlar kendilerine ve her iş yeni bir yük haline geliyor. Ben cahil olma fırsatını doğduğum gün kaçırmışım. Bilge olma fırsatını kaçırmam ise yıllar içinde oldu. Biri annemin suçu, diğeri tamamen benim marifetim. Lanet olasıca ördeklerin yumurtası da yenmez. Yeşil yeşil ve kocaman olur. Murat vardı, ördeklerini bana vermişti, sevinmiştim başta. Ama sonra avuç avuç sıçtıklarını, her yeri eşelediklerini ve sürekli vak vak yaptıklarını görünce Murat’ın beni zannettiğim kadar sevmediğini anlamıştım. Zamanında anlamamam benim kabahatim. Eninde sonunda anlamam ise annemin hediyesi. Uçamayan ördeklerdi onlar ve haliyle gidemezlerdi ben göndermeden. Kesip yerdik tavuk olsalardı ama eti de serttir gevezelerin. Birilerine vermiştik sanırım. Bazısı çeker gider üzülürsün, bazısını da elinle başkalarına verirsin. Hayat hem garip hem de çok basit. Birileri düşünmeli bunun üzerine. Benim acelem var, üstelik düşünmeden yaşamak daha çok keyif veriyor. Hem nasılsa yaşadıkça düşünmek zorunda kalıyorsun. Önce düşünüp sonra yaşamaktansa, önce yaşa sonra lazım olursa düşünürsün. Bir mottom olsa bu olurdu sanırım ama yok. Bizim oranın insanı sevmez.

Uçamayan kuş mu olur? Ben kuş olsam saksağan olurdum mesela. Hem kargasın hem her yerin siyah değil. Üstelik fena da görünmüyorsun. Bir de uzun yaşıyorlarsa değme keyiflerine. Lanet olası ördek olmak aklımın ucundan bile geçmez. Etin var ama yenmiyor, yumurtan var ama ikinci sınıf, kuşsun ama listenin sonlarına denk düşüyorsun. Oldu mu iyisinden olmalı insan ya da hiç olmamalı. Saksağan olamıyorsan mesela kuş olma hiç. Tarla faresi ol. Arka ayakları üzerine dikilip de bakıyorlar ya gelip geçene. En sevimli fareler sınıfında başı çekiyor hıyarlar. Bir de hemsterlar var ama onlar da çok akıllı değil kanımca. Tekerleğin içinde dön dur; ne bal var ne de mum.

Lanet olası zamanlar yaşıyoruz ördekler yüzünden. Kuzeyde savaş var, güneyde savaş var, doğu karışık, batı kapılarını ha bir kapıyor yüzümüze. Kanadın da yok ki uçup gidesin bir yerlere. Bir yerlere bağlana bağlana yol aldığın için her yerde izin var. Dönüp sırtını gidecek cesaretin de yok. Ne yana baksan kanadının olmayışı çıkıyor karşına. Lanet olasıca ördek bile değilsin. Yaban ördeği ama bunlar. Biliyorsunuz ördeklerin hepsi uçamaz. Evden uzaklaştıkça kanatları güçleniyor insanın zira, ördek gibi yani. Evdeysen uçamazsın, sokaktaysan uçmadan duramıyorsun. Lanet olasıca ördekler.

ZİYAN - 28.08.2024

120 kere okundu

Beğendiğin bedenlere diyor, hayal ettiğin ruhu koyup aşk zannediyorsun; zannetme. Düşünce kalkacak gücün yoksa, gidince ardından uzun süre bakacaksan yapma. Yok, ben günü yaşıyorum, kalan başım gözüm üzerine, gidene de eyvallah diyorsan bak keyfine. Keyif dediğin de kısa süreli bir macera; en iyisini bile kanıksıyor zamanla akıl. En güzeli bile kaybediyor büyüsünü, en iyisi vasata dönüyor gün geçtikçe, alıştıkça sıradanlaştırıyor kafamız sahip olduklarımızı: biz mükemmel yaratılmış canlılar değiliz ve hiçbir güzel şey sonsuza dek sürmez. Kısa şeyler yaşa ki tadı damağında kalsın.

Erdem dediğin düzen sevicilerin bize yutturması. Yok efendim kumrular bir ömür boyunca aynı eşle çiftleşirmiş. Kumru dediğin vasat bir canlı, daha donanımlısı güvercindir onun. Sen güvercinden daha mı düşkünsün keyfine, daha mı iyi biliyorsun doğruyu yanlışı. Bize benzeyeni yüceltmeyi severiz, çünkü onunla birlikte biz de değerleniriz cümlenin içinde. Ama cümle bitip herkes evine düşünce maymun iştahımız ne kumruya itibar eder ne güvercine. Herkesin kendi doğrusu var. Kalabalıklara iyi görünmek için savunduğumuz şeyleri başkaları için de uygun bulmamız tamamen toplum baskısı. Hadi başkalarını harcadık diyelim, kendimizi niye heba ediyoruz kalabalıkların düzenbaz doğruları için. Söz verdin duracaksın! Durmuyorum arkadaş, o sözün son kullanma tarihi geçti belki, nereden biliyorsun. Ayrıca niye ben ağzımdan çıkan lafa esir oluyorum. Sen beni ayıplayacaksın diye niye ben istemediğim bir şeyi yapıyorum. Sen nasılsa çıkarlarımız karşı karşıya geldiği her an beni bir şekilde ayıplayacaksın. Bari ayıplanırken mutlu olayım, derdine yanan sen ol.

İnsan var insanda ziyan olur, insan var insana ilaç olur. Sen git hep seni ziyan edecekleri seç. Çünkü doğru zaman ki arıyorsan her zaman doğrudur senin için, doğru yer ki bu da zaman gibi bir şey ve yanlış insan. Çünkü sevdiğin vücutlara sevdiğin ruhu yerleştirmekte üzerine yok. Sonra ne mi oluyor? Ziyan oluyor, aklından geçen, hayalini kurduğun her şey ziyan oluyor. Bir ömür sürsün diyorsun, hiç bitmesin. Sürmez oysa, biter her şey. Dünyanın düzeni bu. Kıyamet günü diye bir şey var. Dünyanın bile sonu varken senin yaşadığın minik bir mutluluk nasıl sürer sonsuza dek. Uzaklaş oradan, ilaç olan seni ziyan edene dek bekleme. Belki o ziyan olacak sen gidince. Bununla vakit harcayacak kadar uzun değil ömrün. Ömrünü seni ziyan edeceklere ilaç olmak için harcama. Tek seferlik hak çünkü, giden geri gelmiyor.

PUSLU KITALAR ATLASI - 14.08.2024

128 kere okundu

İki nokta ve bir parantezden ibaretiz, soğuk yazgılar düşüyor hep payımıza. Noktalar üç olsa devam ederdik belki ya da bir parantez daha verseler ikisinin arasında mutlu mesut yaşardık. Olmuyor ama çoğu zaman, ya yer istemiyor ya gök, ya karada düşüp kalıyoruz ya boğuluyoruz denizde. Isınmıyor soğuk yazgılar, çırpındıkça batmaya gebe üstelik; kısır döngüden çıkmak için sabit durmak gerekiyor belki de. Gel gör ki pek çok şey gibi onu da beceremiyoruz.

Hayallerimiz kırılıyor, umutlarımız daha filizlenmeden ayaz soğuğuyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Ya örselenip zayıf düşüyor ya güneşi göremeden ölüme yenik düşüyor. Düştüğümüz yerden kalkmakla geçiyor ömür. Biz kalktıkça düşürüyor birileri, bir şeyler sebep oluyor hep. Oysa güneşi görmek istiyor deniz, kayıkları açık denizlere sürmek istiyor. Olmasa da oldurmaya çalışıyor en olmaz olanı. Ki olmaz olan dediğimiz de atla deve değil; usulca akan bir ırmak, bir bardak demli çay ve üç beş güzel kelam. Hadi kelamdan da vazgeçtik, Puslu Kıtalar Atlası’nı tutuşturun elimize. Okudukça dağılsın pus, gökyüzü görünür olsun bazı kıtalarda. İçimiz ferahlasın sona yaklaştıkça. Birileri kurtulsun esaretinden, başka birileri kavuşsun sevdiğine, hep mutlu olmasın kötüler, iyilerin de zaman zaman yüzü gülsün.

İki nokta ve bir parantezden ibaretiz zaman zaman. Güneşli günlerin hayalini kurarız keyifle yürüdüğümüz yağmur altında. İkince el sevdalara da razıyız, elden düşme mutluluklara da. Dedim ya çok şey istemiyoruz aslında. Yazları biraz kum, biraz deniz; kışları ayda bir lapa lapa yağan kar. Baharda çiçek açmamıza da müsaade edilse fena olmaz, nasılsa solacak yapraklarımız güzün. Kimsesiz kaldırımlar kaldırımlara teslim olurken sessiz sedasız düşeceğiz dalımızdan. Nasıl bilirdiniz diye soracaklar, iyi diyecekler hep bir ağızdan