12.59 - alır başımı giderim şehirden - 1.05.2012

0 kere okundu

Alır başımı giderim şehirden, ardımda gürültülü caddeler ve insan kılığında canlılar kalır, cansız sevdalar ve hoyrat bir hayat kalır yaşayanın tadını kaçıran. Alır başımı giderim şehirden, birkaç saat uzakta mutluluk vardır, çıplak ayaklarımla yürüdüğüm toprak, toprakta tat, tatta hayat hayatta sevda vardır. Mısır tarlalarından yeşile dokunup geçen rüzgâr, kıyısından akan nehir, dalında öten güzel sesli kuşlar, gözünü kapattığında içine düştüğün kargaşa değil, kendini kollarına teslim ettiğin huzur vardır. Alır başımı giderim şehirden, gittiğim şehirle ardımda bıraktığım arasında çok fark vardır.

Ben alır başımı giderim ardımda yıkıntı kalır, yıkıntıda vücutlar ruhu bedenini terk etmiş, içlerinde ölü çocuklar vardır, dolaşır sokaklarında şehrin kanlı elleriyle. Parmak izleri yoktur ama deliller bırakılır olay yerinde, eşkâlleri bellidir, sebepleri vardır ve acıma yoktur gülen yüzlerinde. Yalanlar belirtili nesnedir cümle içinde görmezden gelinir, kulaklar sağırdır gözler kör, dillerde olur olmaz türküler söylenir.

Her adımda bir önceki akıldan silinir, kötünün yeri yoktur kaygan gönüllerde, yapılanlar inkâr edilip yapılmayanlar göz ardı edilir. Hayat dediğin bir düzmecedir ve en iyi düzen en önemlidir.

Alır başımı giderim şehirden en sevdiğim ayakkabılarım kahverengidir. Her molada okur her adımda yazarım, görüp gülerim duyup neşelenirim, en sevdiğim ayakkabılarıma toprak değer, toprağın kokusu burnuma soğuğu tenime değer. Çakralarım açıktır içim gider, iyi olan ne varsa tüm duvarlarını ardında bırakıp ona gider. Ben giderim ardımda bir şehir bırakıp gittiğim de bir şehirdir ama ayrıdır tadı. Dingindir karıncanın su içtiği deniz gibi, dalgalıdır Karadeniz gibi, soğuğu da candır sıcağı da, canıma candır gittiğim şehir. Alır başımı giderim şehirden ardımda ki yıkıntılar benden yadigâr.

23.22 - kimsin sen? - 6.05.2012

0 kere okundu

Kimsin sen bu saatte kapıma dayanan, çıkıp gelen ansızın ve ansızın kaybolan. Kimsin sen aklımın sınırlarını zorlayan, yeri olmayan, yeri dolmayan kimsin sen. Kimsin sen bu yağmurlu kış gecesi aklımın sokaklarında dolaşan bana sormadan, izin almadan tenhalarıma sataşan.

Mevsimin geçti doldu zamanın git artık, patika bir yoldan kuzeye doğru, kedere ve hüzne doğru, dönmeyen yollara, karlı dağlara, hoyrat kollara doğru git artık… Kimse görmeden güneş doğmadan git, uyanmadan gece geç yatmış sevdalılar, sabah namazına giden yaşlı amcalar yola düşmeden git. Arkasını bilmediğin dağlara karlı kaplı yollardan yürüyerek git, içini üşüten havayı ciğerlerine çek, ellerin ceplerinde yüzün yerde git kimsin sen.

01.39 - ölme eşeğim ölme - 15.05.2012

0 kere okundu

Sayfayı yeniden tasarlamaya çalışan ben bir arpa boyu yol alamamış durumdayım… yazmaya da ara verdim; kendimi tekrar ettiğimi düşündüğüm için tarzım dışında birilerini okuyup kendimi yenileme sevdasındayım. Ama bu konuda da bi numara yok bendeniz koca kafada, değil okumak daha kitap yüzü görebilmiş değilim.

Bir hikaye vardır; borcunu ödeyecek adam alacaklıya İran yolu üzerine dikenli tel çektim der, geçen koyunlar tellerde yün bırakacak, o yünler iplik olacak, iplikler pazar bulacak, pazardan para gelecek ve borç ödenecek…  Benim ki de o hesap; ölme eşeğim ölme yaz gelsin de yonca yersin… Yazı bekliyorum, zaman bulup kaldığım yerden daha güçlü devam edeceğim…

00.11 - izle beni emi anacım - 19.05.2012

0 kere okundu

Hani yol alamıyorum demiştim ya; arpadan boydan bahsetmiştim ya… Göt ettim kendimi, yol aldım sayfada… Fikir benden işçilik Mert ve Aykut’dan; bişiler çıktı ortaya. Hafif hafif yol almaya başladım, ay sonuna kadar biter gibi yeni sayfa. Şimdilik geliştirmeler devam ediyor… Gerçi kime sorduysam negatif şeyler söyledi; eskisi daha iyiydi diyen de var, eskisinden farkı yok diyen de… Blog sitesi için çok seçenek yok ne yazık, yoksa cafcaflı bişiler yapmayı ben de isterim. Ama olmuyor işte, gerçi beceriksiz de olabilirim kendime itiraf edemesem de.

Adamlar bir şarkı söylüyor üç dakikacık, bir ara veriyor on Dakka. Ulan Tarkan mısınız Kenan Doğulu mu, neden beklesin millet sizi. Şarkınız bittiğinde bir sonra ki şarkıyı planlamazsınız, önceden planı yapmış olur akıcı bir şekilde bıdı bıdı mırıldanırsınız dilinizin ucundakileri, soğumaz seyirci, kaybolmaz şevki. Ha diyorsan Volkan Konak da her şarkı arasında yirmi dakika ara veriyor konserinde, onu da açıklayayım. Adam cümle kuruyor, damar yapıyor, şiir okuyup hatıralarını paylaşıyor… Sizin gibi ses deyip bir iki yapmıyor. Bir de bizim hep en son çıkan assolistimiz var ki evlere şenlik. O kadar geç kalıyor ki assolist olayım derken az solist oluyor her seferinde Özer’im yandan çarklım.

Şimdi ben geri döndüm "bakıyorum her gün ama yazmıyorsun ki" diyen”ler” için. Çok ünlü değilsen hemen unutulursun bir önce ki paragrafta da anlattığım gibi. Ki üç haneli rakamlara zor ulaşan günlük takipçi sayımı kaybetmemek için meseleyi soğutmayıp koca kafalı okurlarımı sıcak tutayım dedim. Döndüm ulan yazıyorum yine,  deneme olayında tekrara düştüğümü düşünsem de güncemde sorun yok fikrimce, keyfim yerindeyse havada karada döktürürüm. Yaptım iyi hatırlıyorum, yine yaparım ve yine iyi hatırlarım.

Sustum şimdi, bu son paragraf olsun diye yazdım ama döneceğim söz; belki yarın belki yarından da yakın… Tamam Orhan Çam sığırı yarından yakın olmaya bilir ama pazartesiyi de bulmaz… İzle beni emi anacım…

20.48 - yağmurun Antalya hali - 20.05.2012

0 kere okundu

Yağmurun bir de Antalya hali vardır, kaçamak yapıp İstanbul’dan kaçılmıştır, niyetde deniz vardır güneş ve kum vardır, neyse halin o çıksındır falın. Ama tabiat anne acımasızdır, mevsim yağmura tatil hüsrana gebedir. Serde delikanlılık vardır ve ne olursa olsun tatil harikadır. Ama televizyon vardır, internet vardır ve Antalya’da ne oluyorsa an be an izlenebilmektedir. Varsın solaryumda yanılsın, fotoğraflar sosyal medyada paylaşılsın, varsın cümleler kurulsun ama nafile. Hafta sonu Antalya’ya yağmur yağmıştır ve bu gerçeği kimse değiştiremeyecektir. Sahi ne işiniz var oralara, Uludağ’a gider belki kayardık, yağmur yerine kara doyardık. Bir daha ki sefere artık, ne diyelim…

18.46 - menemen - 21.05.2012

0 kere okundu

İşten çıkıp çarşıya doğru yürürken kuru esnaf lokantasına uğrar yanında pilav ve soğanla birlikte o zamanlar bana pek bir güzel gelen ve sulu yemek ihtiyacımı karşılayan kuru fasulyemi afiyetle yerdim. Her ne kadar karnımı doyuran fasulye olsa da gönlüme hitap eden kuru soğan olurdu. Elin Konyalısı nereden bulurdu bilmem her seferinde en tatlı soğanlardan söğüş yapar yemeğin yanında ikram ederdi. Nereden buluyorsun bunları diye sorduğumda gayet doğal bir şekilde pazardan derdi ama her nedense o pazarı ve o soğanları bir kerecik bulamazdı bendeniz gurbet kuşu. Tatlı soğan deyince aklıma Konya gelir Konya’da Çumra, Çumra’da da adını bilmediğim o esnaf lokantası…

Önce soğanlar soyulur ve tatlıysa cücüğü yenilip gerisi ince ince doğranır. Teflon tavaya ayçiçeği yağıyla birlikte yerleştirilen ince kıyılmış soğanlar üstü kapatılarak harlanmaya bırakılır. Üç beş dakika geçmeden yine ince ince doğranmış çarliston biberler de aynı tavaya ilave edilerek soğanlarla birlikte ölmesi için beklenir. Gel zaman git zaman iyice kendinden geçen soğan ve biberin üzerine mümkünse kabuğu soyularak doğranmış domatesler de ilave edilerek birazcık da suyla kısık ateşte kaynamaya bırakılır.

Hiç unutmam biz daha çok küçükken komşu amcalar ve abilerle toplanır ikiyüz elli Doç´un kasasına dolaşır yaylaya giderdik. Arabanın kasasına attığımız kendinden oturaklı piknik masasının etrafına doluşur sabahın köründe yolun tadını çıkartırdık. Hesapta arabanın çekişinin artması için ama aslında tabancalarını saklamak için amcaların ve abilerin kasaya yüklediği beş on tane kum çuvalı da oturmak için işimizi görürdü. Sabah kahvaltısında bolca tereyağlı ve yayla peynirli kuymak yer öğle yemeğinde de kıymalı menemen yapardık. Biz yiyen taraftaydık gerçi tıfıl delikanlılar olarak, amcalar ve abiler el hünerlerini konuştururken biz Çakıl Göl’ün arkasında ki tepelere çıkar Osmanlı Rus savaşından kalma mermi kovanı bulmak için dolaşır dururduk.

Çift sarılı yumurta satar oldu bakkallar, tekinden geçtik çiftine tav olduk tavuk mahsulünün. Bir önceki paragraf yazılırken kıvamına gelen domates soğan ve biber karışımına tuz eklenir üzerine çift sarılı yumurta da kırılırsa değmeyin keyfime bir menemen çıkar ortaya.

 Mevsim yazdır ve domatesle yapılan pek çok şeyden daha güzel daha lezizdir adı geçen. Bendeniz işten eve gelmiş hem yemek yapan hem de bir şeyler karalayan bir adam olarak damak tadının mütevazı duraklarından birinde daha durmak üzereyimdir. Hayat güzeldir, hayat biber ve soğanla birlikte kıvamına gelmiş domatesin üzerine kırılan yumurtaların sarısı kadar sıcak beyazı kadar aktır, hayat menemenle daha bir hayattır.

23.13 - üç yanlış - 23.05.2012

0 kere okundu

Haftada bir maç dedim geçen hafta sıfır çektim, bugün Çarşamba, iki gün sonra Cuma, bugün oynadım cumaya da bozuk niyetim. Celal’e Şerafettin’e kalsa gol atacağımız yok, Mustafa desen Trabzon’un neresinde yetişmiş belli değil, bilmeyen pastörize sütle beslenmiş sanır. İş başa düştü anlayacağınız; vurdum gol oldu, gol olunca bir daha vurdum baktım yine oldu. Vurmaya devam sizin anlayacağınız ve pek bir iyi oldu. Belim ağrıyor şimdi, bir elim bilgisayarın tuşlarında bir elim erikte, kirazda sefa sürmeye çalışıyorum.

Bir Nestle Damak olsa, olmasa mı yoksa. Olsa da olur olmasa da, yemeyeceğim söz verdim kendime günü gelince üş tane birden yiyeceğim. Şimdi diyeceksiniz ne alaka, maçtan kiraza, erikten çikolataya hangi yoldan geldin. Her şeyi bilmek zorunda değilsiniz koca kafalılar, hem bilseniz boyunuz mu uzayacak, bilen bilir bilmesi gerekeni, siz okuyun kafa yorun. Buna kafa yoran da aptaldır bun arada, şaka değil ha, elin diline damağına kafa yoranı şeyinden asmak gerek, küçük parmağından mesela.

Bir önce ki paragrafta üç tane yanlış var, bulana kebap var istediği restoranda bulamayan şopar olsun ister Kırklareli’nde ister Tekirdağ’da.

14.23 - Fatih´le koşturmaca - 26.05.2012

0 kere okundu

Yorucu geçen bir günün gece yarısını görmeden girdiğim yataktan sonraki gün öğlen olduğu halde çıkamayan ben hafta sonumun keyfini parmak uçlarıma kadar hissetmekteyim. Soslu sucuk ve çift sarılı rafadan yumurta eşliğinde zevkine vardığım kahvaltının ardından üstün körü yıkadığım ellerimi süsleyen parmakları klavyenin tuşlarında gezdirerek güncemi yazmaya çalışıyorum.

Beşiktaş’ta başlayan macera Maltepe’de devam ederek Beyoğlu askerlik şubesinde son buldu. Keyifli bir söyleşi olur umuduyla başladığımız etkinlik, tren seyreden öküzlerin bakışları arasında Devrim’in masal tadında cümleleriyle devam edip birkaç soruyla son buldu. Sokakta ki herhangi bir insan kadar değer verilmeyen öğretmenlerin yetiştirdiği sığırlardan da daha fazlasını beklemek iyimserlik olurdu.

İdealtepe şube paramız yok dedi, Küçük yalı’yı ve E-5 şubeyi de arattık ama aynı cevap; paramız yok. Maltepe merkez şube’ye yol alırken trafiğe kapıldık, arabadan inip koşturmaya başladık. “Devrim Evin nereye koşuyor ve yanında ki koca kafa kim?” tadında ki koşturmacanın ardından merkez şubede de sorunlar ve sorunlar ve sorunlar… Hesabında ki parayı sana vermemek için akla karayı seçiyor kırk dereden su getiriyorlar. Yatırırken tereyağından kıl çeker gibi yürüyen işler aynı parayı çekmek istediğinizde ayaklarına beton dökülmüş bir insanı betondan kurtarmaya benziyor. Ulan sen koskocaman İş Bankası’sın, benim paramla neden bana eziyet edersin. Yaklaşık bir saatlik uğraşıdan sonra çektiğimiz parayı hemen yolun karşısında ki başka bir bankaya yatırarak son hızla Haliç’e yöneldik. Şansımıza hiç olmadığı kadar açık olan trafikten Onur, Devrim ve ben keyifli bir sohbet eşliğinde su gibi akıp gittik, boğazı geçerken yakalandığımız sağanak yağış hızımızı birazcık kesse de tam 16.29’da Eminönü askerlik şubesindeydik. Birazcık daha geç kalsak, Devrim bedelli askerlik olayını halledememiş olacak ve hiç istenmeyen bir durum ortaya çıkacaktı. Sevgili arkadaşım Fetihden Sonra’nın çekimleri yerine soluğu kışlada alacaktı. Onur´la geri dönerken anlıyorum ki Fatihi de olsan işler istediğin gibi olmayabiliyordu İstanbul’da. Oysa yağmur yağmış Trabzon olmuştu İstanbul da.

02.30 - yağmur kokar lilyumlar, papatyalar - 28.05.2012

0 kere okundu

Ben böyle havalarda geçtim keyifsiz halden, böyle havalarda neşe buldum, âşık oldum. Böyle havalarda çıktığım memleketimden uzaklara gitmeyi seçtim, denizin koyu mavisine, yaprağın koyu yeşiline böyle havalarda veda ettim. Piştiğimde yağmur yağıyordu, sokaktaydım ve bir başına yürüyordum nereye gittiğimi bilmeden, su akıp yolunu bulurdu nasılsa, suya secde etmiştim temizlenmek hevesindeydim.

Tam bu satırları yazarken dışarıdan gelen ses ilgimi çekti, perdeyi çekip kafamı uzattığımda eli sopalı yaşlı bir adam, eli taşlı genç bir adam ve aralarında genç bir kadın. Macera güzel de kan görmeye dayanamam, hemen telefona sarılıp 155’i aradım. Polisler gelmeden sekizinci kat komşum Recai abi geldi ve olaya müdahale etti. Havada uçuşan taşlar, sopalardan hemen sonra da polis amcalar teşrif etti ve olay aydınlandı. Bendeniz gecenin ikisinde takipdeydim ve olayın iç yüzünü öğrenmeden yatağıma dönmedim.

Efendim şimdi bu genç olan adam yaşlı olanın damadıymış, ipe sapa gelmez serserinin tekiymiş de üstelik, adam buna ev almış dayamış döşemiş, kızı da iki çocuk vermiş biri dört diğeri yedi yaşında. Ama eleman rahat durmamış takmış boynuzu kadına, hır gür derken evde ki eşyaları da satıp savmış ne var ne yok. Adam almış kızını kendi evine getirmiş, eşyaları satılan evin de kilidini değiştirip serseri olan genç adamı kapı dışarı etmiş. Adam dayanmış kayınpederinin kapısına, akşamdan beri mesela çıkarırmış da benim haberim yokmuş. Bu saate kadar tırmanan gerilim nihayet fiziksel şiddete dönüşerek bizi de içine dâhil etmiş. Bir önceki cümlede geçen nihayet iyi bir şeymiş gibi anlaşılmasın lütfen. Ailecek şiddete karşıydık, karşıyız ve karşı olacağız. Polis geldi bişiler bişiler dedi, kimse kimseyi şikâyet etmedi, bir ben dinledim herkes bir şeyler söyledi. Bir de bu kayınpeder ile kaynana mal kaçırmak için boşanmış, hatta adamın eve yaklaşması mahkeme kararıyla engellenmiş. Genç adam bunları söyleyince sesi çıkmayan kaynananın da sesi duyulur olduğundan doğru söylediğine kanaat getirdim. Anlayacağınız karışık işler efendim. Ben yazımı yazarken herkes dağılmış, serseri olan genç adam sokakta bekliyordu. Olayın heyecanı kaçtığından devamını seyretmenin de anlamı kalmamıştı.

Yağmurla başladığım yazıyı abuk subuk tiplerle devam ettirip akşam yemeğinde yediğim mis gibi Akçaabat köfteyle bitirmek istiyorum. Köfte candır, hele de bizim oralardan olursa daha bir can, can kere candır.

Uyumalıyım şimdi, kendimi yarına hazırlamalıyım. Biliyorsunuz sendrom sahibi bir günün ilk saatlerindeyiz, dikkatli olmalı stres yapmamalıyız. Sahi neydi o kızın adı, hani lilyum sever papatya kokardı, bir filmde mi oynuyordu yoksa roman kahramanı mıydı? Unutmadım aklımda aslında ama söylemeyeceğim, asayişe dair olanı anlattım bazı şeyler bana kalsın. Her şeyi de bilecek değilsiniz ya koca kafalar, biraz gizem olsun da varsın altıncı sınıf olsun. Yazarınız birinci sınıf mı ki gizemi de birinci sınıf olsun?

00.53 - Fikret Memişoğlu ve diğerleri - 31.05.2012

0 kere okundu

Herkesin Fikret gibi bir arkadaşı olmalıdır ama Fikret herkese arkadaş olmamalıdır, bir duruşu vardır onun, oturuşu kalkışı vardır, konuşunca etkisi susunca ağırlığı vardır. Eşekken sıpalığı, sıpayken eşeklikleri kadardır azı az çoğu karardır, büyükle büyürken küçükle haylaz olanlardandır, Fikret dediğim dağ başında güneş deniz kenarında ağaç gölgesi kadardır.

Alper Mardin’e göçüyor efendim, kalabalık yıldızlı bir otelden aldığı müdürlük teklifini kabul edip memleket değiştirmeye karar vermiş, bir işi bırakıp diğerine niyetlenmiş. Yolu açık yüzü gülücüklerle dolu olsun, Mardin Alper’e, Alper Mardin’e hayırlı olsun.

İnsan yemek ısmarlar da para ödemez mi, babasının hesabına yazdırır da kendi ödemez mi. Ah benim kara bahtım kem talihim, ah bu koca kafalılardan çektiğim, çelimsiz çakallarla meşk ettiğim, boşuna bir ton cümle sarf ettiğim, sevmiyorum desem de sevdiğim, dövmüyorum desem de dövdüğüm, sayıp sövdüğüm, çözüp saldığım, salıp bulduğum, bulup da bulduğuma pişman olduğum…