DALLAR KIRILDIKÇA BÜYÜR ÇOCUKLAR - 14.01.2016

57 kere okundu

Kuru bir dal kırıldı, ürktü sesinden serçe. Uçup güvenli bir yere kondu. Bir damla yağmur düştü buluttan, ırmak oldu aldı götürdü dalı. Bulut rüzgara uydu, çekti gitti uzaklara. Kapıları açıldı evlerin, güneşe çıktı çocuklar. Hiçbir şey olmamış gibi oyuna tutuştular, koşuştular sağa sola. Döndüm, kaldığım yerden başladım susmaya. Bilmediğim bir ses karıştı çocukların gürültüsüne. Kaldırıp kafamı ağaca baktım. Ne dalı kıran belli, ne serçeyi bilen var. Yağmur herkese yağmur, bulut bildiğiniz bulut.

Çekti kılıcını kından gönül, sevmekten yana kullandı hesabına düşeni. Ne Deniz’e sordu ne Bahar’a, ne Eylül’ü bekledi ne haber verdi Temmuz’a. Bir türkü tutturdu kendince. Söz yazdı müziğe. Müzik şeytana uydu. Olmuyordu susunca. Konuşunca da bitiyordu cümleler, yetmiyordu merama. Kırılmıştı dal, kapılıp gitmişti suya.

Sevmek eski bir macera; başı belli ama sonunu bilen yok. Öyle narin, öyle savunmasız. Üzülse seven, ağlasa içi, gözü yaş olup aksa. Dönse gittiği yerden serçe. Bir umut içinde kırılan daldan yana. Tam düzeldi derken kırılsa bir dal daha. Bir gürültüdür kopsa, kızarsa gökyüzü, şimşekler çaksa. Her gürültüde eve kaçsa çocuklar, her seferinde biraz daha içine kapansa. İşte o serçe, o bulutlar ve o yağmur işte…

Dallar kırıldıkça büyür çocuklar. Serçeler ürkektir, korktukları yere dönmezler bir daha. Yağmur kirlerimizi alır götürür, taşır mazgallara. Tüm pisliğimiz birikir şehrin kuytularında. Anlamını yitirir sevmek, dost yerini bırakır düşmana.

Şimdi sen söyle ben nasıl hesap veririm o kozalaklara!

OKUL YOLU - 23.01.2016

4 kere okundu

Daha yeni gelmiştik koştura koştura ama ısrarla kalk diyordu ses. Gizli gizli talan ettiğimiz kirazdan hızlıca inip Mustafa Abimler’in evine doğru koşturmuştuk. En önde Osman Abim vardı, arkasında abim, Mustafa Abi ve ben. Telden karşıya geçip güvenli bölgeye ulaşmadan önce yolun yukarısından bakan birisi var mı diye kontrol etmişti Osman Abi. Çünkü yol apaçıktı, bizi gizleyecek fındık ocakları yoktu. Duman eriğinin altında oturduğumuzda yine ayağına bir şey battığını söylemişti Mustafa Abi. Alışmıştık, bu maceraların zayiatını hep o verirdi. Daha yeni gelmiştik koştura koştura ama ısrarla kalk diyordu ses. Eskiden Palak vardı, korktuğumu anlar peşimden koşardı. Çok korkardım, hep korkardım ama o umursamazdı. İsmail Amca bir şey yaptı ona, kayboldu gitti. Olsaydı şimdi rahat rahat oturamazdım harmanın başında. Ha geldi ha gelecek diye korkuyla etrafı gözlerdim. Normalde çetemiz beş kişilik. Yaşar Abi okulda, hava karardıktan sonra geliyor. Trabzon’da Endüstri Meslek Lisesi’nin Elektrik Bölümüne başladı bu yıl. İyi bir okulmuş, öyle diyorlar. Annem öyle diyor. Tanıyorum bu sesi…  “Kalk artuk saat gaç oldi, geç galdun!” “Bi rahat vermiysın anne, yeni gelduk kirazdan, biraz dinlenelum.” “Ne kirazi oğlum, okul var okul…” Evet, okul var!

Annem her sabah erkenden kalkar. Önce ağırdaki ineklerin yalını verir, sonra bizi uyandırır. Bizi okula gönderince de tavuklara gelir sıra. Nedense hep önce beni kaldırır. Ya da abim hep geç kalkar. Bir kerecik de ben fazla uyusam diye uğraşırım ama abimin doğuştan gelen bir yeteneği vardır. Hep o daha fazla uyur. Kirazların tadı hala damağımda… Ama daha bir ay var, bekleyeceğiz. Kışın daha zor kalkmak, baharda kolay. Hatta eğlenceli olduğu bile söylenebilir. Okulun etrafındaki fındık bahçeleri yemyeşil, kaçıp kaçıp oyunlar oynuyoruz. Gerçi bizim tek oyunumuz var. Sunay, ben ve alt sınıflardan maceracı üç beş kafadar... Kovboyuz biz, okulun en usta silahşörleri.

Ablam bizden önce kalkmış. Annem erkek çocuklarına düşkündür, korur bizi. Benim yakalığım kirli her zamanki gibi. “Anneeeee” diye sesleniyorum. “Ne var” diyor annem. “Yakalığım kirlendi.” “Sandığın üstündeki beyaz bohçada var temizi, al. Ama sakın karıştırma oralari.” Abiminki temiz. Aramızda kalsın ama kirliyim ben biraz. Sunay ve ben okuldaki arkadaşlardan açık ara öndeyiz bu konuda. Her su birikintisi, her çamur tanır bizi. Ve süt tantanası… “Ben içmem o süti.” “ Eşşek gibi içecesın” Sanki çift ş ile söyleyince daha bi eşek olacağım. İçmezsen dayak var diyor annem cümlenin arka planında. “Ama abim yüzünü yıkamadi.” “Oni mi sordum sana, sütuni iç.” Evden dayak yemeden çıkmayacağım anlaşılan. Rutinim bu; ya evden çıkmadan yerim dayağı ya da eve dönünce. Okulda yediklerimden bahsetmiyorum bile. “Ben içmiycım o süti.” Ve cümle bitmeden kıçımın üstüne geliyor şaplak. Hadi dayağı yedik bari sütten kurtaralım. Nafile… Nöbetçi çavuş gibi annem; “sütü iç, gızdırma beni.” Az önce kızmamışmıydın sen, hani kıçıma şaplak vurduğun az önce.  “Bak içiyorum ama yârin sabah içmem söyliim şimdiden.” “İç şuni, boş boş gonişma.” “Tamam, içiyorum ama Emine ödevini yapmadi.”

Ablamın adı Emine. Nedendir bilmem benden bir yaş büyük abime abi derken iki yaş küçük olduğum ablama ismiyle hitap ediyorum. Yörenin erkeklerinin değerli olması bizim evde pek geçerli değil. Annemin erkek çocuklarına düşkünlüğü babamın kızlarına düşkünlüğüne eş. Ama babam sahaya pek çıkmadığı için biz daha bir el üstündeyiz. Sahi niye ablama abla demiyorum ben; abim abim de ablam neden Emine?

Yerlerde çise var hala. Abim ve Emine patika yoldan giderken ben ıslak çayırların içinden yürüyorum. Azimliyim, okul dönüşü dayağımı garantiye almaya çalışıyorum. Atillalar geliyor karşı yoldan, Halamın çocukları bizden önce gitmiş bugün. Geç kalmış olsalar görünürdü bizim evden. Sırt diyorlar bizim evin olduğu yere. Mahallenin merkezinde sayılırız. Okul da cami de yakın bize. Herkes bizden fazla yürümek zorunda okula gelmek için. Hasan Memişler’den geliyor, Fatih ve Gürkan Konak’tan. Hacıoğulları’ndan halamınkiler ile Güngör geliyor. Bir de Göknur var. Erdoğan ve Aydın alt sınıfta… Atillalar’ın yukarısında Muammer var.  Mehmet Salih uzaktan geliyor, Değirmenönü tarafından. Maraşlar’dan Zübeyde ve Mustafalar… Mehmet Karabina ile Mehmet Salih’in evleri birbirine yakın. Ayla da Konak’tan geliyor, onun da uzak yolu. Bir de Sevilay var, evi Muammerlerin evinin yanında. Halis’i unutmamak gerek, galibi olmayan kavgalarımın vazgeçilmez rakibi. Ve Sunay, kovboy arkadaşım Sunay, Marabanın oğlu Sunay, yanında sümüğümü önlüğümün koluyla rahatça temizleyebildiğim Sunay…   Ne çokuz ve ne az! Öylesine masum ve öylesine bozulmamışız ki. Siyah önlüklerimizin boğaz kısımlarını süsleyen beyaz yakalıklarımız kadar kirliyiz ancak. Bir yıkamayla tertemiz oluyoruz.

ELE YÜZE BULAŞIYOR DANS - 29.01.2016

0 kere okundu

Götünden ateş çıkartan tiplerden olmana gerek yok. Her şeyi bilemezsin, her şeyin kararını sen veremezsin. Dünya döner sen onu geri çeviremezsin. Biraz aklın varsa ayak uydurursun. Keyif almaya bakarsın. Şarkı duyunca eşlik edersin, dans etmeyi biliyorsan dans edersin.

Ben o yolu çok yürüdüm çünkü. Çok kaldım yolda, çok geri döndüm. Çekildiklerinde düşeceğin kadar yaslanma insanlara derdi bir arkadaşımın abisi. Bazen düşmek gerekiyor yaslanmasan da. Güçlü olmanın anlamı yok. Güçlü görünmenin de anlamı yok. Kalkmayı biliyorsan düşmekten korkmayacaksın diye yazıyor kitap. Kara kaplı değil üstelik, yeşil bir kitap; üzerinde balık resmi var. İçinde el yazısıyla cümleler karalanmış.

Akıl işte, uslu uslu oturmuyor ki yerinde. Takılıp gidiyor kuşların peşine. Hayatın kısa olduğunun bal gibi de farkında üstelik. Heves te neymiş. Alışveriş merkezinde bayram indirimine rastlayan ergen miyim ben... İhtiyaçla heves arasında parayla ölçülemeyecek bir büyüklük vardır ki bu akılla görülür. O akıl ki kalpten olabildiğince uzak tutulmalıdır. Yoksa akıl sandığın şey kırar döker camı çerçeveyi. Sen haklı olduğunu sanırsın ama haklı ya da haksız olmanın hiçbir önemi yoktur! Oysa camları boktan bir dükkanım ben, kapadım kepenklerimi.

Günlük bu, neyden ya da kimden bahsettiğinin bir önemi yok. Dizinin adı utanmaz. İmdb puanı sekizin üstünde. Ekşi sözlükte hiçbir Türk kanalının götünün bu diziyi sansürsüz yayınlamayı yemeyeceği yazıyor. Seksi o kadar büyütüyoruz ki gözümüzde rastladığımızda görmezden gelemiyoruz. Oysa görünmesinden korktuğunuz ama gizlemeyi bir türlü beceremediğiniz açlığınızın bu abartılı meşgalesi olmasa hayatta bile olmazdınız. Nefes alıp vermek de ayıp değil, yemek yemek de, sevişmek de... İki kişinin bilerek ve isteyerek yaptığı hiçbir şey ayıp değildir. Ya da bazıları ayıptır ama kimse mükemmel değil!

Süslü süslü yazılar yazmak benim neyime. Etrafımdaki dangalakların yarısı ne yazdığımı anlamıyor zaten. Oysa ben en anlaşılırlarını yayınlamaya çalışıyorum. Bazısı etrafındakiler için dans eder diye yazıyor kitapta. Bazısı da etrafta kimse yokmuş gibi. Öyle kalabalıklar ki ister istemez birilerine çarpıyorsun. Ele yüze bulaşıyor dans. Suçlu sen oluyorsun. Eskidendi o bi ben çarparım bir de yer çarpar. Artık herkes kendini en güçlü sanıyor. Hayat her seferinde çarpıyor ama kimsenin umuru değil!

Ve başlıyor bir şarkı “dağ başını duman almış” diye… Kim olduğunuzun ve ne yaptığınızın bir önemi kalmıyor. Dönüp geriye baktığınızda huzurluysanız o dumanlı dağ bile yaşanası oluyor. Mutlu olmak zorunda değilsiniz ki değiliz de zaten; doğruya doğru. Haklı olmak zorunda da değilsiniz ki çoğu zaman değiliz de. Bir dolu şeyi yanlış yapma hakkınız da var. Ama kırıp dökülünce toplasan da eskisi gibi olmuyor. Kazak aldım mesela, balıkçı yaka; iki giymeyle boğazı yünlendi. Arayıp söylenecektim ama vazgeçtim.  Allah’ın yarattığı insan bile bozuluyor iki günde kazak da neymiş. Yürek işte… Kazağa da üzülüyor insana da. Ömürlük bir şey üretmiyorlar artık! Alıştık alışmasına da zor geliyor her şeye rağmen.

RENGİ YOK ACININ - 31.01.2016

6 kere okundu

Rengi yok acının, özlemin zamanı yok. Gecenin biri, yoksun, geleceğin de yok. Bilmek çözüm değil. Sokaklar boş, yatağım boş, salonum, mutfağım boş. Koca bir boşluk her yanında senin gezdiğin. Yağmurlar da dindi, yıldız var gökyüzünde, ayaz var, soğuk var. Umurumda olan tek şey sensin ama yoksun, umurumda olmayan her ne varsa var inadına.

Sallanan sandalyeme oturmadım üç gündür, perdeler hala kapalı, Perşembe akşamı yediğim yemeklerin çöpü masanın üzerinde. İçmeyi sevmem bilirsin. İki kadeh bir şey içsem bir hafta gelemem kendime, midem de zayıf kalbim gibi. Ama çok kola içtim itiraf ediyorum. Pet şişeler ortalıkta hala. Atmadım çöplerini. Bir sarhoşluk ki sorma gitsin. Yemek de yemiyorum. Perşembe akşamından beri eve ekmek almadım. Mutfağa yolum düşünce buzdolabını karıştırıp ağzıma bir şeyler  atıyorum. Can sıkıntısından hep. Kilo verdim sanırım, yokluğun o kadar da kötü değil yani.

Yeni kitaplarımın hepsini okudum. Beş on sayfa ama. Hiçbiri alıp götürmedi beni, kurtaramadı senden. Aklımda sen varken başka hayatlar öylesine gereksiz ki. Sevgili Arsız Ölüm de unutturmadı seni, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti de. Gogol’un öykülerine göz gezdirdim biraz, Cemal Süreya’nın  Sevgi Sözleri’ne de.  Ne Gogol anlamış beni ne de Cemal Süreya tarif edebilmiş içimdekini. Yolcusu olmayan bir otobüs gibiyim, hangi durağa uğrasam yoksun. Dolmuyor içimdeki boşluk.  Ne gittiğim yer belli, ne de keyfi var yolculuğun. Sonu olan bir uçuruma sonu yokmuş gibi bırakıyorum kendimi.

Yürüyor siyah gözlüklü adam, mevsim kış. Deri montu ve mavi kot pantolonu var. Ayakkabıları da siyah. Kendime sözüm var; çok zengin olunca kendime bir deri mont alacağım. Deniz fenerinin yanından geçip gidiyor. Herkesin birileriyle derdi var; dalgaların derdi kayalarla. Adamı biliyorum ama yerden haberim yok. Dönüp duruyor aynı şarkı kulaklarımda. “Kapıları kaparım, ardıma bakarım, hayatım böyledir, bir yol ararım…” Yol yok, bulamıyorum. Sigaramın külü düşüyor halının üzerine. Burada olsam kızardın ama yoksun. Adam devam ediyor yürümeye. Kulağım seste. “Vura vura dip oldum, ona buna dert oldum...” Dönüp duruyor günlerdir, dinleyip duruyorum olduğum yerde. Senin olmadığın bu berbat yerde. Demir kapının sesi duyuluyor. Birileri girip çıkıyor binaya. Biliyorum, hiçbiri sen değilsin.

Bordo kazağımı alıyorum yatak odasından, üşümüşüm. Mutfağa gidip su koyuyorum ısıtıcıya. Masanın üzerindeki yemek artıklarını bir poşete doldurup çöpe atıyorum. Sigara izmariti kokusu geliyor burnuma. Bir bardak su içiyorum. Çöp dolu. Çekmeceyi açıp hazır kahvelerden bir tane alıyorum. Fındıklı olup olmamasına dikkat etmiyorum hiç. Kahveyi hangi kupada içtiğimin de önemi yok. Kaynamış suyu kahvenin üzerine boşaltıyorum. Gidip tekrar oturuyorum televizyonun karşısına. Teoman hala aynı şarkıyı söylüyor. Bilgisayarı açıp yeni film var mı diye bakıyorum. Kızım ve Ben’i birlikte seyrederdik olsaydın. Shal adında bir Kazak filmi var sana sakladığım. Çok Pişmiş’i de severdin ama dün gece sensiz seyrettim.

Sakallarım da uzamış olmayan saçım da. Sen olmayınca kendime bakasım gelmiyor. Dişlerimi bile son ne zaman fırçaladım hatırlamıyorum. Telefon umurumda değil artık, biliyorum aramayacaksın, mesaj da atmayacaksın. Kalkıp çalışma odama yürüyorum. Okumadığım kitapları diğerlerinden ayrı bir rafa topluyorum. Yokluğunu cümle cümle biriktiriyorum içimde. Kimsenin okumasını istemediğim kalın bir kitap oluyorum, sayfalarımı birbirine yapıştırıp mühürlüyorum. Zayıf düşüp çalışma masamdaki koltuğa oturuyorum. Ne çok kandırmışım kendimi güçlüyüm diye. Tut işte biliyorum her şeyi. Her yaptığımın ve her yapmadığının sebebini biliyorum. Ne olduğunu ve ne olacağını da biliyorum. Açım günlerdir, kimseyle konuşmadım. Evden dışarı çıkmadım hiç. İşe gitmedim. Telefonlara bakmadım. Tut işte biliyorum her şeyi ama değil sana kendime bile söz geçiremiyorum.