YALNIZLIK ÖZGÜRLÜKTÜR - 22.11.2025
139 kere okundu
Sabahları kimse sizi uyandırmadığında, geceleri kimse sizi beklemediğinde ve ne dilerseniz yapabildiğinizde özgür müsünüz yoksa yalnız mı diyor Bukowski. Yalnızlık ne kadar umurunuzda değilse o kadar özgürsünüz oysa. İkisi aynı kefe için çok büyük; ateş suyu buharlaştırır, su ise ateşi söndürür. Biz yan yoldan gidelim, ağır ağır gidelim üstelik, etrafı seyredelim, bazı şeyleri gözden kaçırıyor olsak da diğer bazı şeyleri seyredelim. Seyretmek güzeldir çünkü, dinlemek güzeldir, dokunup hissetmek de güzeldir. Anayoldan güzeldir yan yol. En iyi Bukowski bilir bunu belki de.
Bahçeli bir evi olacak insan dediğinin, evi olmasa da bahçesi kesinlikle olacak. Çıkartıp ayaklarını istediği zaman toprağa basabilecek. Köpeği olacak belki sağa sola koşturup oynayabileceği. Sırtüstü yatıp geçip giden bulutları seyrederken o da yanına kıvrılacak. Temmuz olacak aylardan, denizden uzak olacak. Ha deyince ulaşamayacak her şeye, her canı isteyen ona ulaşamayacak. Gece istediğinde uyuyup, ne zaman isterse o zaman kalkacak. Ne beklediği olacak mesela ne de bekleyeni. Aylardan Ekim de olabilir, zamanın pek bir önemi yok. Hak etmediği önemi yüklediği önemsiz şeyler güncesinden uzak olacak.
Beauvoir sorumluluk derken Sartre özgürlükten bahseder. Hiçbir sorumlu özgür değildir. Ve hiçbir özgür ruha sorumluluk yüklememek gerekir. Kendimize benzeterek öldürürüz insanı çünkü. Bizim için kendisinden geçsin isteriz. Benim için nelerden vazgeçebilirsin diye sorar biri diğerine. Diğeri bilmiyorum der, umarım kendimden geçmem… Bir insanın diğeriyle bencillikten uzak bir ilişki kurabilir mi? Cevap hayırdır! Çünkü bir taraf kendisinde var olanı fazlasıyla verirken, çoğu zaman karşısındakinde olmayanı ister karşılık olarak. Bu adil değildir ama veren hep mağdurdur. Ve mağdurların haklılığı diğer bütün değişkenleri gölgede bırakır.
HACEL OBASI - 19.11.2025
90 kere okundu
Hacel Obası’nı diyor evin mi sandın diyor; ne olur sansak diyemiyorsun. Yersiz yurtsuzuz zaten, eşsiz dostsuzuz. Ucu bucağı olmasa bir yerlerin, bir şeylerin, sonu gelmese, para pul da istemiyoruz, yol istiyoruz sadece. Potin var ayağında diyor zengin mi sandın. Yirmisinde değiliz ki paraya itibar edelim diyemiyoruz, potin her daim muteber yaşadığımız kültürde. Ne kadar vazgeçebiliyorsak o kadar büyüyoruz. Büyümek dediğin de yaşla değil, ne kadar yol aldığınla ilgili. Her olur olmazı dediği yerde kopuyor film. Kıymet bilmeyene verdiğimiz değerler el ele tutuşsa burdan köye yol olur diyoruz ama yine bıkmadan usanmadan kıymet veriyoruz değer bilmeyenlere. Her yanılgı örselese de bizi sırf içimizdeki iyi şeyler yozlaşıyor. Onlara benziyoruz biz de. Sanki felek vurgunuyum diyor, bu halime gülen zalim. Zalime güldürüyoruz kendimizi. Ay da geçti göremedim yar seni.
Özlemez mi insan… Özler elbet; kimi sevdiğini özler, kimi anasını babasını, kimi kardeşini özler. Kimi de güzel günleri özler. Yol uzar gider ayakların altında. Sağ taraf çam ormanları, sol taraf deniz. Şehirden kaçmışsındır olur olmaz bir zamanda. Kalabalıktan uzaklaştıkça huzur dolar için. İçinde bahardan kalma bir gün, camını indirirsin arabanın, kış girer içeri biraz; bir yanın yeşil, bir yanın gri. Yaylada yeni yetme birileri eskilerden bir türküyü söyler… Suya gider bir incecik yolu var, sıktırmış kemeri ince beli var, söylerim söylemez tatlı dili var, ay da geçti göremedim yar seni… Özlemez mi insan… Özler elbet; kimi çoluğunu çocuğunu özler, kimi güzel günleri izler, incirin dalını, üzümün asmasını özler, arkadaşlarıyla körebe oynarken arkasına saklandığı tümseği bile özler.
Sonra büyüyoruz tabi. Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor pek çok şey. Zaten kanundur; güzel şeyler kısa sürer hep. Ben nelere gark oldum diyor radyodaki ses. Değdi mi diye sorsam değmedi der herkes. O zaman niye geldik buralara, niye koşturduk bu kadar, neydi zorumuz. Boyumuz mu uzadı büyüyünce, birbirimize benzeyince daha mı iyi oldu. Sahi hangimiz daha kötü, iyi kaldı mı aramızda. Bi Mustafa var o da safça biraz. Her olur olmaza kıymet veriyor hala. Kıymet bilmeyenler de dengim değilsin diyor Mustafa’ya. Ahh Mustafa, nasıl öderiz hakkını! Ağzımızdan burnumuzdan taşan pisliği sana da bulaştırıyoruz.
Bir zamanlar 3 kardeş Gedik ovasına (Şarkışla) gelmiş ve kendi obalarını kurmuş. Zaman geçtikçe bu obada güzeller güzeli, alımlı ve gençler tarafından erişilmez bir Ayşe kız yetişmiş. Konak sahibi bir ailenin varlıklı kızıymış. Ayşe'ye yanıp tutuşan gençlerden biri de Mustafa'ymış. Bu sevgisi Ayşe'de de karışık bulmuş ve gizli gizli buluşmaya başlamışlar. Aşkları bir zaman sürer ta ki Teğmen Nazım'ın Şarkışla'ya gelesiye dek. Nazım okumuş çabalamış ve Teğmen olmuştur. Ailesine ziyarete gelmiş. O zamanın okumuş tahsil görmüş adamı olduğu için bütün ahali konuşur olmuş Nazım'ı. Bir gün Ayşe'yi Nazıma isterler. Ayşe'de kendince “Mustafa ‘ya varıp ta ineğin dananın içinde rezil olacağıma memur karısı olur vezir olurum” der ve kabul eder. Yeni elbiseler, takılar Ayşe'nin başını döndürür. Fakat bir yandan Mustafa'yı her görüşünde utanır yaptığından, konuşmaz onunla. Lâkin Ayşe'nin zamanla nispet yapar gibi davranması Mustafa'yı deli eder.
Hacel Obası’nı der Mustafa engin mi sandın? Ayağında potini var zengin mi sandın? Her olur olmazı zengin mi sandın? Ayşe mutlu mudur teğmen Nazım’ın yanında Allah bilir. Ama bir şeylere ya da birilerine rağmen mutlu olan pek de kimse yok. Mustafa da istediği hayatı yaşamıyor muhtemelen, Ayşe de Teğmen Nazım da!
ZİYAN - 11.11.2025
91 kere okundu
Her şeyi istiyor ama hiçbir şey vermiyoruz. Şikâyet ediyor ama kendimize bakmıyoruz. Anlamak istemiyor, içimizdeki ateşi suyla söndürmeye çalışıyoruz her seferinde. Çoğu zamanda harlıyor ateşi o su! Nasıl yaşanacağını öğrendiğimizde yaşanacak hayat kalmamış oluyor. Beklesek oysa, yanması gereken yansa, dumanı tütse biraz, tava gelse…
Geçiyor zaman, hiçbir şey sevdiğimiz gibi kalmıyor. Yerler eskiyor, insanlar değişiyor, heves kaçıyor. Tek seferlik hakkımız var ve ya biz çar çur ediyoruz ya da başkaları itip kakıyor. En zayıf yerimiz neresiyse orası acıyor hep. Darbe neremize gelirse gelsin hep aynı yerde hissediyoruz sızıyı.
Ne kuşun uçuşundan keyif aldık ne balığın yüzmesinden. Ne rüzgârda savrulabildik özgürce ne de akıp gidebildik yağmurla. Ya biz tutunduk bir yerlere ya birileri izin vermedi çekip gitmemize. Belki mutlu da olduk elimizden geldiğince. Mutlu ettiklerimiz de olmuştur elbette. Ama kaçımız yaşadı hayal ettiği hayatı, kaçımız yürüdü istediği yolda özgürce!
Gün geliyor değişiyor fikir gerçi, duruluyor gönül, hırslar bitiyor, istekler azalıyor. Ama yol da bitmiş oluyor. Meyve olgunlaşınca yani düşüyor dalından. Fırın tava gelene dek hamuru ziyan ettiğimize yanıyoruz, akıl başa geldiğinde ömrü tükettiğimize…
PORTAKALLI ÖRDEK - 21.10.2025
179 kere okundu
En büyük derdimiz kendimizi ifade etmek. Attığımız iki adımdan biri bununla ilgili, yediğim dört lokmadan ikisi, aldığımız nefesin çoğu, gittiğimiz yerlerin hepsi… Çizdiğimiz resmi herkes görsün istiyoruz, ötemizi berimizi boyayıp milletin gözüne sokmak en büyük uğraşımız. Kimi ustaca yapıyor bunu, kimi acemi. Ama kararlıyız, her şeye ve herkese rağmen kendimizi ifade etmekte kararlıyız.
Yaşlandıkça olgunlaşır insan. Kırkından sonra şey yapanı teneşir paklar gibi cümleler de buna zorlar insanı. Ama günümüz toplumunun kutsal varlığı olan insan için sınırlar yeniden çizilebiliyor. Yaşın, mevkiinin, ortamın önemi yok. En değerli sensin ve istediğini yapabilirsin. Çünkü mutlu olmak için başkalarının ne dediğini umursamaman gerekiyor. Özgürsün!
Hem kendini birilerine göstermeye çalışacaksın, hem de onların fikirlerini umursamadan özgürce davranacaksın. Hem onların senin hakkındaki fikrini şekillendirmek için kılıktan kılığa gireceksin, hem de özgürüm deyip onları umursamıyor gibi davranacaksın. Zor işler neticede. Günün sonunda arzu edilen mutluluğun ziyadesiyle uzağında olduğunu fark edince çevrene bakıp suçlu arayacaksın.
Kitap okuyan sayısının azalması ile spor salonlarında vücuduna kas ilave edenlerin sayısının artması aynı kefede yoğurulduğunda içe yapılan yatırımın dışa yapılan yatırımdan daha muteber olduğunu görüyoruz. Gövdeyi çalıştırmak kafayı çalıştırmaktan kolay olmuş tarih boyunca. Bu yüzden akıllı insanlar parmakla gösterilirdi toplumlarda. Şimdilerde poposu güzellere parmak uzatılıyor; kadın erkek fark etmiyor... Poposu güzelse iş görür! Günümüz toplumunda işimiz belli, birbirimizi tüketerek mutlu olmaya çalışıyoruz. Olmamak ve olamamak konusunda yazdığımız kitaplar o kadar sıradanlaştı ki, bizi okuyacak kimseyi de bulamıyoruz artık. Kitapların arka kapağındaki iki paragraflık cümleleri okuyup kitabı rafa geri koyan insanlar popomuzu elleyip geçiyor. İçime bakmadı diye üzülüyoruz da gidenlerin ardından. Girip çıkıyor aslında içine. Sen boş, o boş. Bir tarafın boşluğunun büyüklüğü ile diğer tarafın öz kütlesinin küçüklüğü bir araya gelince her türlü hüsrana açık ilişkiler ortaya çıkıyor. Mutlu muyuz peki! Bu gece olmadı ama yarın gece yine deneyeceğim!
Gelişim şart ama kişisel olanı. Yoksa elektrikli arabalardan inip süslü mekanlarda yediğin portakallı ördekle gelmiyor mutluluk. Cep telefonlarının eski havası kalmadı sanki. Yeni çıkan iphone modelleri için dükkanlara saldıran insanların haberleri servis edilmez oldu.
Zengin olacağız biz zaten, kalmayacak hiçbir şeyin önemi. Altını gümüşü kaçırdık, bitcoinin ne yaptığı belli değil zaten, son çaremiz borsa. Amerika borsalarını da kaçırdık gerçi. Şöyle bir koyup otuz alabileceğimiz bir hisse söyleyene veremeyeceğimiz hiçbir şey yok. Portakallı ördeğimiz dahil!
KİTAPLARI SEVMELİ - 21.08.2025
249 kere okundu
Yalnızlığı beş bölümdür bazen insanın, bazen 1 kilo, bazen de otuz – kırk kilometre. Bir dizi açarsın yalnız kalınca, üzüm yıkayıp yersin can sıkıntısından ya da atlayıp arabaya şehri gezersin. Geçer içindeki hüzün. İnsanın yalnızlığı neyle ölçülür diyor kitap. Nasıl hissettiğiyle dedim. Senin ölçek ne diye sordu sonra. Dedim değişiyor. Şimdi hava yağmaya başlasa sokağa çıkardım. Yağmurla birlikte akıp giderdi içimdeki yalnızlık hissi. On beş dakika mı dersin artık, yağmur mu dersin sen karar ver, kitap sensin. Dedi gördüm ben seni. Dedim görmeyi bilenden gizlemedim ki hiç. Bilmeyen kim dedi, ayağa düşmekten korktum hep dedim. Alelade olmak en olmayacak şey olabilir.
Güzeli herkes sever, mühim olan güzel olmayanı da sevebilmek... Kitaplar güzeldir, okumaya merakı olan insanlar sever güzel kitapları. Okumaya merakı olan insanlar güzel olmayan kitapları da severler zaman zaman. Ben onlardan değilim. Seveceksem güzel olmalı. Eskiden güzel olmayanı da severdim ama artık zamanım azaldı, sevgimi efektif kullanmaya özen gösteriyorum. Niye seviyorsun beni diye sorar bazısı. Severken mühim olan nedir ki; zaten bunu umursamamak da en iyisidir. Hesap ederek sevilir mi hiç. Seviyorum çünkü gözlerine baktığımda başka bir dünya açılıyor ruhumun önünde. Bir sen varsın artık ve geri kalan her şey değersiz. Yalan, koca bir yalan, ısmarlama bir yalan üstelik. Seviyorum seni çünkü popon çok güzel diyecek değil ya. Ya da seviyorum seni çünkü her işim düştüğünde bana yardım ediyorsun mu diyecek; denmez. Sevmediğim kitap A4 boyutunda kesilmiş gazete kağıtıdır zaten. Gazeteler malumunuz, okuyan yok artık.
İlk iki bölümü kötüdür yalnızlığın. Sonra ya alışırsın ya da gösterimden kalkar filmin, albenisini kaybeder. Oysa alışmışsan öğrenmişsindir. Öğrenmek de mutlu eder insanı. Üçüncü bölüm sancılı olsa da son iki bölüm tadından yenmez. Dağ başında tek bir ağaç düşünün. Ne kadar cahil varsa gider ip bağlar dalına budağına, dilekte bulunur. Oysa umursamaz ağaç hiçbirini. Onlar yokken daha mutludur ama ses de çıkarmaz kalabalığa. Kitap öyle demiyor. Güzel kitap bu. Def et diyor çevrendekileri, “az insan çok huzur” diyor. Hem kim ne kazanmış insandan, zaman zaman keyif verseler de uzun vadede ölü yatırım… Ölümlüler sonuçta yani. Kimi yaşarken ölüyor, kimi sen daha çok yaşasın isterken...
Sevmek iyidir ama zorunluluk değil. Her şeyi seven insanlar vardır çevrenizde. Gerçekte neyi sevdiklerini bilmezsiniz. Değeri yoktur sevgilerinin. Sevgi değerlidir ve değerli şeyler herkese verilmez diyor kitap. Kitapları sevmeli.
ŞARKILAR SUSSUN - 12.07.2025
212 kere okundu
Biz mi bir şeylere sahibiz yoksa bir şeyler mi bize? Yaşadığımız şehir bizim şehrimiz mi mesela ya da biz mi o şehrin insanlarıyız? Cebimizdeki para bizim mi? Bu evler, arabalar, sokaklar, giydiğimiz kıyafetler, yediğimiz yemekler gerçekten bize mi ait? İçinde bulunduğumuz dünya, yaşadığımız hayat, soluduğumuz hava gerçekte kimin? Sırf dönmesi gereken bir çarkın sıradan dişlileri miyiz? Biri kırılınca yerine bir benzeri koyulan et ve kemikten oluşmuş makineler miyiz? Neyiz biz, kimiz, ne kadarız, neye rağmen ve ne içiniz?
Bu koşturmacanın kovalayanı mıyız yoksa kovalayanı mı? Cidden o kadar az mı zamanımız? Yüz yıl önce insanların yapmak zorunda oldukları bir dolu işi artık ya makineler yapıyor ya da başkaları. Bir dolu zaman kalması gerek bize. Ama hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz, geç kalıyoruz hep, yetmiyor zaman. Doldurmaya çalıştığımız boşlukların bir türlü dolamamasının huzursuzluğu var içimizde. Saatin tik tak sesleri kulağımızdan eksilmiyor. Doluyor zaman, zaman doluyor, zaman doluyor, zaman…
Salının perşembeden farkı var mı cidden. Ya da yeşilin maviden… Benim senden nedir farkım? Hangi karar doğru, hangi yol bizi istediğimiz yere götürecek? Ne istiyoruz gerçekte? Kim için kimle yürüyoruz baktık mı çevremize hiç. Durup bir soluklandık mı? Düşündük mü varlığımızı etraflıca?
Cümleler de varmıyor bir yere, bizden farkı yok belki de kelimelerin. Bir araya gelsek de eksik bir şeyler var. İstediğimiz gibi olsa da değişiyor zamanla fikir. Eksik sanki bir şeyler. Biraz ekmek eksik, biraz su eksik, hava eksik, huzur eksik. Rüzgâr esmiyor, dalda yaprak eksik, sabah olmuyor bir türlü gece eksik. Güneş de eksik bulut da. Tam olan mı kaçıyor gözden yoksa eksikler mi çullanmış üzerimize?
Keyif vermeyecekse ıslanmak yağmurun yağmasının ne gereği var. Topraktaki fide büyümesin meyvesini lezzetli değilse. Kenarında ayaklarımızı uzatıp oturamayacaksak kurusun bütün denizler. Yeşil solsun, konmasın incir dalına serçe, şarkılar sussun.
KİMİM Kİ BEN - 30.06.2025
158 kere okundu
Geçtim o yollardan ben; başakları gökyüzüne doğru uzamış tarlaların kenarından, azgın akan derelerin üzerinden, yağmur toplayan bulutların altından geçtim. Hırçın bir rüzgar inatla esiyordu. Savurduğu yapraklar sürekli yer değiştirse de eninde sonunda düştükleri dalın gölgesine dönüyorlardı. Her şey çok şiirseldi ama ne şair vardı civarda ne de şiir. Kafiyeden uzaktı akrep ve yelkovanın tıkırtıları, zaman geçiyor ve tükenmeye devam ediyordu yol. Kapadım gözlerimi, olan bitene kapadım, söylenen sözlere, sebeplere ve sonuçlara kapadım. Değiştirmeye çalışmanın bir anlamı yoktu düzeni çünkü. Böyle kurulmuştu ve devam etmek zorundaydı, karşı koyan herkes dişlilerin arasında ezilmeye mahkumdu. Karşı koymadım, çünkü her ne kadar özel zannetsem de kendimi herkes kadar sıradandım, yoktu bir anlamım, hırçın rüzgarın savurduğu yapraklardan biriydim sadece. Yolcuydum ve belliydi yolum.
EYLÜL EKİME KADAR - 14.06.2025
190 kere okundu
Hala alışamayanlar için garip bir dünyada yaşıyoruz. İsrail2in İran’ı vurduğunu bitcoinin düşmesinden anlıyoruz. Binlerce kilometre uzaktan yirminci kattaki yatak odasını vuruyor İsrail. Kıytırık bir grip mikrobunun bizi aylarca evlere hapsettiği dünyada mevzu öldürmek olunca akan sular bile durdurulabiliyor. Ulan diyoruz yine gitti paralar; yüz bin lira yatırmıştım bir yıl önce borsaya diyor arkadaş. Otuz iki bin olmuş. Bizi ilgilendirmeyen birilerinin hayatı bizi ilgilendiren iki kuruş kadar değerli değil. Ölümlü dünya sonuçta, mal da canın yongası.
Sonra İran vuruyor İsrail’i. Demir kubbe yerle bir diyor tarafı belli olmayan haber kanalları. Adam kubbe yapmış gökyüzüne, attığın bomba havada patlıyor. Bizden iyiler gerçi bombayı atanlar, bizimkiler hep elimizde patlıyor. Bitcoin biraz daha düşüyor bu mevzular devam ederken. Atanı karşılayanı umursamadan köye dönmek lazım diyor iç sesim. Hem gezen tavuk yumurtasına ulaşmak daha kolay köy yerinde. Yumurta da önemli mevzu kahvaltı ise. Kahvaltı şart eğer gece yatak odan İsrail tarafından bombalanmamışsa.
Gündemimiz transfer. Milyonlarca dolar vergi borcu affedilen büyütülmüş takımlar bu yıl çıtayı arşa koyarak yıllık yirmi milyonlar seviyesinde para kazanacak futbolcularla yola devam etmek istiyorlar. Alalım diyor seyirci, büyük takımsan çekinmeyeceksin para vermekten. Sayın geri zekâlı, evine aldığın on beş liralık ekmeğin hesabını yaparken başkalarının milyon dolarlarını havaya saçmasını istiyorsun. Sonra geçinemiyoruz, ekonomi bozuk. İtibardan kısmadığın para günün sonunda götünde patlıyor. Hep önüne baktığın için götündeki tahribatı sadece patlama anında hissedebiliyorsun. Aptalsın yani ama farkında olmadığın için durmak yok, yola devam. Nerden girdik bu göt muhabbetine bilmiyorum, geriliyor insan sonuçta. Geri zekâlılık eskiden genlerle ilgili bir durumdu. Şimdilerde tamamen sosyolojik ve ziyadesiyle bulaşıcı. Bulaşmaya korkuyor insan onlara benzerim diye. Gidip sıradan bir dayının gömülü olduğu ama bu salaklar tarafından ermiş sanılan zat’ın mezarının demirine yama bağlayıp dilekler sıralamalı. Körün istediği bir göz, Allah büyüktür.
Sonra yaz geliyor sevgili izleyiciler, pencereleri açıyoruz içeri serinlik girsin diye. Şehirlerden kaçıp sakin yerlere gidiyoruz. Yaşlar genç ise durum değişiyor tabi, kalabalık istiyor can. Henüz bıkılmamış insandan, iç sesi dinlemek o kadar da muteber değil henüz. Deniz sevilse de kıyısında güneşlenmek ayrı keyif. Bronz ten süt beyaz tenden daha seksi duruyor. Öyle diyor işin erbabı kişiler. Ter kokusu umursanmayınca o kadar da kötü hissettirmiyor. Mesafeyi de korudun mu değme keyfine. Az çalışıyor insan yaz aylarında, en güzeli de o. İlk paragraftaki savaş kapitalizmin para kazanma dengesini fazlası ile sağlıyor olsa da sen de çalışmalısın diyor sistem. Mevzu zaten para da değil. Boş kalan insan düşünebilir. Ve düşünmesi insanların düzenin isteyeceği en son şey. Serdar Ortaç evinden çıkıp bir şarkı yapsa da dım çıs dım çıs geçse yaz. Gerçi konuşmalarına müzikle eşlik edilen trend tipler Ortaç’ın açığını kapatabilir. Olmazsa Demet Akalın ve Hande Yener hala iş görebiliyor. Eylül Ekime atsak kapağı yeterli. Savaşlar da biter o vakte pencereler de kapanır. Az terleyeceğimiz için çalışmak da sorun olmaz.
İLETİŞİM BİLGİSİ - 5.06.2025
146 kere okundu
İletişim bilgilerimiz var bizim. Gün içinde, aynı şehirde, aynı işyerinde, evde bazen, bazen sokakta ilişiyoruz birbirimize. Bazen istediğimiz gibi oluyor bazen ise pek de keyif vermiyor bu ilişmeler. Zaten günümüzde olmayan şeyler olan şeylerde ziyadesiyle fazla, bu da bizi yeterince mutsuz ediyor. Oysa iletişim bilgilerimiz var bizim, okuması yazması olan herkes sağlıklı bir şekilde ilişebilir bize ya da sevmez okuduğunu ve ilişmeden geçip gider. Okuma yazma bilmemekten bu mutsuzluklar hep, aklın yolu öyle diyor.
Sonra uçar durur yapraklar etrafımızda, yaz bitip sonbahar başlamıştır. Tere gebe sıcaklardan bıkanımız da vardır, sevenimiz de ama dünya dönmektedir güneşin etrafında, bizim neyi sevdiğimiz birkaç kişi dışında hiç kimse umursamamaktadır. Ki onların da gücü mevsimleri durdurmaya yetmez çoğu zaman. Yalnızlığın kendisini daha mı çok yoksa daha mı az hissettirdiği bilinmez yapraklar sararırken ama iletişim kurmaktaki hevesimiz kaçmaya başlamıştır. Umursamamakla, ihtiyaç duymamak arasında gidip gelmekteyizdir hatta bazen gidip gelemediğimiz de olur. İletişim bilgilerimiz var bizim kırık uçlu kalemlerle yıpranmış duvarlara yazılan.
Güzel sesli kadınların şiirleri güzel sesli adamların şiirleri kadar muteber değildir çoğu zaman. Çünkü şiir demek aşk demektir aşık olmak da erkeğe yakışır, çünkü kadın erkekten daha aşık olunası bir canlıdır. Şiir yazmak da aşık olanın payına düşer haliyle ve en iyi sahibi okur aşk dolu cümleleri. Açar bazen kapıları o cümleler. Çünkü iletişim bilgilerinin üzerinde bir kapı vardır bir şeylere asla hayır diyemeyen. Cümleler vardır her kapıyı açan, söyleyeninin hatırlı duygularına sırtını dayamış cümleler. Aşk hatırı sayılır bir duygudur günün sonunda. İlişir aşık olan aşık olunanın yanına.
İletişim bilgilerimiz var bizim merhaba demek için. Defol git demek için cümleler kurarız, hep dost olacak değiliz ya hiddet de hayata dairdir şiddet de. Hem nefret daha samimidir sevgiden. Çok az insan yalan söyler nefret ettiğini dile getirirken. Ki onları da göz ardı edebiliriz okumadan iletişim bilgilerini. Biraz zamanınız var mı masumiyetinden hiç zaman ayırmıyorsun bana serzenişine giden yoldaki düşüp kalkmalarda hırpalanır gövdemiz, dizlerimiz yara bere içinde kalır. Eskimiş duvarlara kırık uçlu kalemlerle yazılan yazılar silinir. Artık ulaşmakta güçlük çeker ulaşmak isteyen, duvarlarla örülüdür ulaşılmak istenmeyen. İletişim bilgilerimiz var bizim ilgilenenler için.
İLK MISRA - 7.05.2025
224 kere okundu
Ben o şarkının ilk mısrasıydım sadece. Benle başlasa da bensiz devam ediyordu yolculuk. Savrulan ben değildim, ne aşık oluyor ne de terkediliyordum. Çekilen acıların hiçbir anlamı yoktu, acı yoktu zaten ortada. Ben uydurmuştum hepsini. Yaşandı zannettikleriniz benim hayal gücümdü sadece. Bir de sizin duymak istedikleriniz. İnananı varsa güzeldir yalan söylemek; hem alan mutludur hem satan. Hem bazı yalanların zararı da yoktur kimseye, benimki onlardan birisiydi sadece. Kelimeleri yan yana getirdim ve cümleler kurdum. Emrime amadeydi kalem, kâğıt boştu ve yaşanacak çok şey vardı.
Ben o şarkının ilk mısrasıydım sadece. Hikâyenin sonunda kâğıt dolmuştu belki ama yaşanmamıştı hiçbir şey. Ne akşam meltemi okşayıp geçmişti saçlarını ne de gözüm dalıp gitmişti gözlerine. Ilık bir kahveyi yudumluyordum, yarı beline kadar süt vardı fincanda. Karşıda esmer bir deniz, yanı başımda mevsimi geçmiş greyfurt ağacı.
Sen söyle dedim, her şeyi gördün sen, benim görmediklerimi de gördün, duymadıklarımı duydun. Sen söyle dedim mevsimi geçmiş greyfurt ağacı, ne anladın bu denizden, sert esen rüzgârdan, karşı yoldan geçen içinde bilmediğimiz insanlar olan arabalardan. İkinci ya da üçüncü mısrada da varım ben diyene rastladın mı çokça. Yoksa onlarda benim kadar düzenbaz mıydı? Sen tanırsın beni, çocukluğumu bile bilirsin. Ne badireler atlattın, kolun kanadın kırıldı kaç kez de yıkılmadın. Durdun dimdik yanı başımda. Sen söyle yaşayan var mı sonuna kadar.
Ben o şarkının ilk mısrasıydım sadece. Her ne kadar söylesem de bunu dinleyen olur sonuna dek. Her ne kadar yok o öyle değil desem de çıkar inanan. Ben o şarkının ilk mısrasıydım, gerisi siz nasıl isterseniz öyle oldu.