ÇAYIN TADI DEMDEN GELİR - 27.10.2014

328 kere okundu

Başka adamlarla başka kadınların hayatı bu; pazar günü uyumak yerine çalışanların, pazartesi erken kalkanların, cumartesi brunch yapamayanların. Yağmur yağmayan yerlerin toprak kokusu gibi, varlık içinde yokluk, kıtlık içinde ziyafet... Pazartesiden perşembeye ne var ki, göz açıp kapayıncaya kadar kırk olmuşuz, bir güzel bir çirkin olmuşuz, bir gülmüş üç ağlamışız. Windows ekran çözünürlüğünü ayarladı diyor, otomatik olarak üstelik. Bu metni okuyabiliyorsanız işler yolunda. Okuyoruz ama işler yolunda değil desen sonraki ekran çıkıyor karşına. Ve on iki punto büyüklüğünde Times New Roman ile yazılmış soğuk yazgılar.

XP’de kaldım ben; yedi, sekiz hikâye. Ekranım çözüldü, sürücülerim elden düştü, bir uyudum bin kişi geldi uyandırmaya. XP’de kaldım ben, kapitalizmle yaptığımı maçı hükmen kaybettim, kabullendim yenilgiyi. Eski koltuklarıma da razıyım, çekyatımla mutluydum. Yok efendim yok, yeni yüzlere yer yok bende, eskiden kalma bir şeyler getirin. Cezaevi’nin yanındaki börekçiden kol böreği, İzmit’ten simit, Trabzon’dan tereyağı, Beton Helva’dan şıra… Ama yenisinden değil eskisinden getirin hepsini, karşı çıktıklarımı çıkarmayın karşıma, hükmen yenildim kabul ediyorum. Ayıbımla yaşamaya terk edin beni.

Hazır yağmur başlamışken, havalar soğumuşken kaçmak gerek, kaçıp dinlenmek gerek. Öyle üç beş günlüğüne de değil, bir ömür yatıp ölünce kalkmak gerek. Çok uzağa da değil. Rumeli Feneri’nde balık yemek gerek. Ama o geçenlerde sövüp saydığım yere gitmeyin. İki sene öncesinin kolasını masaya getiren kafa geçen yılki uskumruyu bu senenin palamudu diye yutturur size. Gerçi yuttuktan sonra anlarsınız ama kussanız başınız ağrır, kusmasanız böbrekler…

Bütün kadınlar sever uyurken saçını okşatmayı ve yine bütün kadınlar sever saçı okşanırken uyumayı. Ne kadın olmaya gerek var bunu bilmek için ne de saça. Tut işte bir Salı gecesi bir adam, parmaklarında saçların... Çok uzakta da değilsiniz; Silivri ya da Ağva. Cümleler senden, dinlemek ondan. Kaçmışsınız şehirden, ne var ne yok arkada kalmış, ne koltukları yenilemekten bahsediyorsunuz, ne de bilgisayarın başında sabahlamaktan. Yağmur yağıyor, fırtına çıkıyor usuldan, kahveler de benden olsun bu sefer, bozmayın rahatınızı. Başı sonu yok cümlelerin, keyfe yüzünü dönmüş keder. Siz bahar sanıyorsunuz takvimler güzü gösteriyor.

 Kahvaltıda simit var yine İzmit’ten, Rize’den çay, Çanakkale’den domates, İzmir’den peynir. Sahi sever misiniz yatakta kahvaltı etmeyi, bahar sandığınız güzde kendinizden geçmeyi…

Balığı sevmem, sohbetiniz severim diyordu kadın. Konuşmak için bir tek atmak zorunda kalıyorduk. Eskiden belli bir saatte kapanırdı televizyon. O da eskimişti, hiç ara vermeden boktan zamanlar yaşıyorduk. Üzülme dedim, seni üzüyorsa sana önem vermiyordur, sana önem vermeyen için üzülme dedim. Biliyordu, en az benim kadar biliyordu yapması gerekeni. Ama zordu işte, düşüp kalkmak gerekiyordu, hazmetmek zamanlaydı. Olmuyordu ama olacaktı. Kötü bir filmdi, bitecek ve yeniden başlayacaktı. Eskiyen koltuklarda eskimeyen dostlarla Türk Kahvesi… Doyasıya içine çekmek temiz havayı ama kapitalizm, ama doymak bilmeyen hırslar, ama boşa geçen zaman, boktan bir akrep ve daha boktan bir yelkovan.

Erol Evgin’in sesinden çalıyor radyo; nerde nasıl yaşarım bir de bana sor!

Sordum ve bekliyorum. Minik bir davet sadece o zamanlara dair. Eski koltuklarım daha güzeldi desin birileri, yeni bir şeyler alarak mutlu olamadığımızı fark etsin diğeri. Yürüyerek ulaşalım birbirimize, yolun tadını hissedelim adımlarımızla. Hızla ulaştığımızdan bıkmayalım hızla. Halit Kaymaz çay demlesin, servis yapsın Gökhan Malçok, kimi su bardağıyla yudumlasın, kimi kupayla. Derince’deyiz, altmış evlerde bir öğrenci evi…  Çayın tadı demden gelir, fincanın kaç para olduğu kimin umurunda.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın