HANİFTALAR DİYARI - 8.05.2014

401 kere okundu

İçimizde yaşadığını sandığımız çocuk el kaldırıp izin istiyor tuvalete gitmek için. İndir elini diyor büyük olan, sabret beş dakika. Ben çocuğum diyor içerdeki, sabretmek benim neyime. Senin yaşına geldiğimde sabrederim, söz.

Çocuklar durmaz sözlerinde, delikanlılık sonradan icat edilir; ya verdiğin sözleri tutacaksın ya da tutamayacağın sözler vermeyeceksin. Söz verdim tutmuyorum sayın hocam, çükümü mü keseceksin. Ne güzel bir şeydir beklentilere teğet geçmek, sorumsuzca atıp tutmak, ciddiye alınmamak. Sahi ciddiye alınınca boyu uzayan var mı içinizde. Çok ciddiyim öğretmenim bir daha abimin kafasına taş atmayacağım ama o da her oyunu kazanmasın lütfen. Evladım olur mu öyle şey, oyun kazandı diye abinin kafasına taşla vurulur mu? Ne yapayım öğretmenim, kaybetmesini mi bekleyeyim? Sahi siz hiç kaybetmenin tadını çıkartmayı denediniz mi? Ben denedim harika. Gülümseyin yenildiğinizde, hayata kallavi bir küfür sallar gibi gülümseyin, yenildim ama keyfim yerinde deyin. Size bir sır vereyim; keyfiniz yerindeyse skorun hiçbir önemi yoktur ve kesinlikle yenilmemişsinizdir.

Saçma sapan bir zaman dilimine kaçıp geldim, bisikletimin selesinde mayıs ayından en güzel meyveler; yenidünyalar, çilekler, erikler ve kirazlar. Çilek deyip geçilen günlerden geldim, yaban çileklerine “hanifta” denen yerlerden, dik yamaçlardan, azgın sulardan. Gülerek geldim üstelik, keyfim yerindeydi. Komşunun eriğinden aşırabildiğim kadarını aşırıp ceplerime doldurdum. Kiraz dalında güzel; en tepesine tırmandım ağacın, yedim de geldim. Mustafa ve Osman abiler vardı yanımda, Savaş ve Barış yoktu henüz. Yenidünyaya “Frenk muşmulası” denirdi, kimse yemezdi pas vurduğu zaman. Ben onu da severdim, passa bizim pasımız, en tatlılarını seçerdim. Sereserpe uzandığım hamaktan kardeşime seslendim; “Çiğdem su getir bana.” Ana gibi yar denir ya, bizde kardeşler de anne yarısı… Bir ömür uğraşsak ödenmez hakkı. 

Yatmışım banka boylu boyunca, güneşle göz gözeyim. Gel keyfim gel demeden gelmiş keyfim, hoş gelmiş üstelik sefa gelmiş. Emre Yılmaz çalışkan insanlar güzel bir resmi yakarak ısınmaya çalışan ahmaklar gibidir der. Çalış çalış nereye kadar, kime kadar, ne zamana kadar? Ben yatmayı seçeli çok oldu. Herkesin yaptıklarıyla övündüğü şehirlerde ben yapmadıklarımla hava atmayı seçtim. Ben onların seçimlerini aptalca buldum, onlar bana burun kıvırdı. Kimse sevdiği insanın burnundan bahsetmez mesela, eğer birinin burnundan bahsediyorsam çalışsın altmışına kadar koymaz bana. Benim gönlümün aslanı yeteri kadar çalışmalı, sonra gelsin dişi aslanlar, tavşanlar, tilkiler. Çakal sevmem ben, sırtlan sevmem, bir de kedi sevmem. Üçüncüsü tüy döker içine eder keyfimin, ikincisinin adı bile kötü, birincisinin işi gücü çakallık. Hem onca hayvan varken kim çakal sever.

Her dağınıklıkta bir düzen vardır, kaos güzeldir güzeli görebilene. Hem her şeyin derli toplu olduğu yerlerde papyon kravatlı amcalar, spor ayakkabı sevmeyen teyzeler yaşasın. Ben çimenlerin üzerine uzanmak istiyorum, yanımda piknik sepeti, içinde soğuk sandviç ve termosta çay. Artık bardağa doldurup içiyorum, bir kere olur o, termos yanığı geçmedi hala! Deniz kokusu da gelsin efil efil, ölmeden cennet size. Anlayana ama, anlamayan yoldan karşıya geçip Pelit Pastanesi’nde frambuazlı çikolatalı pasta yesin, hatta güzelim pastayı heba etmesin zıkkım yesin.

D&R'dan satın almak için tıklayın         

KİTAPYURDU'ndan satın almak için tıklayın